Küresel pandemi nedeniyle ekonomilerin durma noktasına gelmesi ile hem merkez bankaları hem de hükümetler mümkün olduğunca koordineli ça...
Küresel pandemi nedeniyle ekonomilerin durma noktasına gelmesi ile hem merkez bankaları hem de hükümetler mümkün olduğunca koordineli çalışarak artık durgunluğa gireceği kesinleşen küresel ekonomiye can suyu vermeye çalışıyorlar. 2020 küresel büyüme beklentileri zaten resesyon sınırı olan yüzde 2,5-2,7 aralığından hızla yüzde 1,3-1,5 aralığına çekilmiş ve dünya ölçeğinde sert bir durgunluk yaşanacağı artık ilan edilmiş durumda.
Söz konusu böylesine büyük çaplı bir ekonomik sert duruş olunca da, Fed’in 700 milyar dolar tutarında açıklanan ya da Avrupa Merkez Bankası’nın yaklaşık 820 milyar dolarlık destekleri, merkez bankalarının likidite kanallarını maksimum seviyede açarak hem reel hem de bankacılık sektörlerini akışkan tutma çabalarının hızlı yansımaları.
Fakat bu sefer, 2008 küresel finansal krizden farklı olarak parasal önlemler hemen şimdi mali önlemlerle de desteklenmek zorunda. Kanada hükümeti ya da Fransa hükümetlerinin karantina döneminde bireylerin kayıp gelirlerini telafi edecekleri, rutin giderlerinin karşılanacağı gibi adımlar da krizin yapısal farkına uygun hızlı alınmış etkili kararlar. Tabi, pandeminin nereye varacağı belli olmamışken bu önlemler bile piyasalarda sakinleşme belirtileri henüz yaratamadı.
2008 krizinden farklı olarak, bu sefer piyasalardan ekonomiye sıçrayan bir sorunla karşı karşıya değiliz. Tam tersine, bu sefer neo-liberal ekonomi düzeninin bir anda bitkisel hayata girişi, kademe kademe finansal piyasaları da vuracağı için tüm bu toz duman yaşanmakta.
O zaman da, kalıcı hasarların önüne geçilmesi için, finansal piyasalara likidite vermenin önemi açık olmakla birlikte, asıl hedef tahtasına konması gereken ekonomiyi oluşturan bireyler. Bireylerden şirketlere, şirketlerden bankacılık sistemine, bankacılık sisteminden finans piyasalarına doğru akmakta olan bu kriz, bu karakteri gereği tarihte bilinen krizlerin hiçbirine benzemiyor.
Türkiye’de hükümet de benzerleri gibi bu hafta beklenen destek paketini açıkladı.
Mali önlemler açıklanmadan önce, merkez bankasının acil bir toplantı ile politika faizini 100 baz puan daha düşürerek yüzde 9,75’e indirdiğini, genel çerçeve olarak likidite kanallarını açtığını gördük.
Enflasyon yüzde 12,5 seviyesinde ve 2019 son çeyrekte ekonomi zaten yüzde 6 büyümüşken, yapısal olarak son derece farklı bu krizin içinde reel faizi daha çok negatife çekmenin ne işe yarayacağını kavramak çok kolay değil.
Olsa olsa Temmuz 2019’dan bu yana aşırıya kaçarak devam ettirilen faiz indirim sürecinde şimdi de KOVİD-19 şoku basamak edilerek Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı o çok arzuladığı tek haneli faize kavuşturmanın heyecanı diye düşünmek mümkün.
Likidite sağlanması ise elbette kritik önemde. Fakat bankalara sağlanacak likiditenin “kredi büyüme hedefini” tutturan; başka bir ifadeyle hükümetin büyüme hedefi olan yüzde 5’i yakalamaya destek veren bankalara ayrıcalık olarak sunulması dünyada olup bitenin ıskalanmakta olduğunu gösteriyor.
Belli ki, son yıllarda hükümetin büyüme hedeflerine ulaşmanın en kestirme yolu olarak kamu maliyesini araçsallaştıran AKP hükümeti, küresel resesyona çoktan girildiğini ve Türkiye’nin de bu durağanlıktan kaçamayacağı gerçeğini kavramakta veya sindirmekte zorlanıyor.
Yılın ilk çeyreğindeki büyüme performansının yaşanan şokla birlikte ilerleyen aylarda tam terse dönerek daralan bir ekonomi ile karşılaşacağımız; değeri hızla düşen Türk lirasının yeni bir enflasyon ve özel sektör borç sorunu dalgası yaratacağı gibi gerçeklere iktidarın gözleri aynı 2018 kur krizi öncesinde olduğu gibi bir kez daha kapanıyor.
Bu bakış açısının hükümette ne kadar hakim olduğunu zaten aynı hafta içinde açıklanan “kalkan” mali planın detaylarından anlayabiliyoruz.
KOVİD-19’un ekonomide yaratacağı hasarlara kalkan olmak üzere 21 maddelik 15,4 milyar dolar tutarındaki mali paket, tam anlamıyla reel sektör odaklı. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın "Ekonomik İstikrar Kalkanı" paketinin “çok detaylı bir şekilde iş dünyası ve paydaşlarının tamamıyla istişare sonrasında gelen taleplerle birlikte” hazırlandığını söylemesi zaten durumu netleştirmekte.
Albayrak, öncelikli etkilenecek sektörleri “turizm, ihracat, ticaretin farklı alanlarında oluşabilecek nakit akışı sıkışıklığı, iş akışında yaşanabilecek problemler” olarak tanımlarken, hedeflenenin üç aylık bir pencere açarken likidite sıkıntısı oluşturmamak olduğunu da ekliyor. Söz konusu likidite üç aylık ertelenen muhtasar, stopaj, SGK primleri, KDV ödemelerinin şirketlerde kalacak olması ve miktarı da Albayrak’ın ağzından 50-60 milyar TL.
Bu arada makul bir faizle merkez bankası da sistemi fonlayacak; gelirin kaybolduysa kısaca faizle kredi almak mümkün olacak. Sonra nasıl ödenecek, ödenecek mi gibi sorular bugünün konuları değil henüz ekonomi yönetimi açısından.
Güzel; ancak etkili mi?
Bir kere bu vergi ödemeleri sadece “ertelenmekte”; başka bir ifadeyle belki de önemli bir iş-gelir kaybı yaşamış firmalar bu ödemeleri üç ayın sonunda tamamlamak zorunda kalacak. Devlet gelirinden vazgeçmiyor başka bir ifadeyle. Bu ani duruştan en çok etkilenenlerin küçük ve orta ölçekli şirketler olduğu düşünülürse, olmayan gelirle bu ödemelerin yapılması belki de mümkün olmayacak.
Yazının başında değinilen küresel ekonomik krizin farklı yapısı ise, Türkiye’nin mali paketinde neredeyse yok sayılmış durumda.
Krizin bu sefer bireylerden finansal sisteme doğru ilerlediği kenara koyulmuş; sadece reel sektörü geçici olarak ferahlatmanın yolları aranmış durumda. Emeklilere 1.500 TL ödemenin tüketime gireceği hesaplarından öteye...gerisi kolonya ve maske. İstihdam kaybı başlığı Sayın Albayrak’ın sahsına münhasır açıklamalarında es geçilmekte. Bütçenin dibinin özellikle son iki yılda merkez bankası yedek akçeleri dahi harcanarak görüldüğü düşünülürse, kaynak sorunu zaten önemli bir konu.
Yine de, Sayın Albayrak’ın İşsizlik Fonu’na atıfta bulunması belki mecburen ve geriden gelerek açıklanması beklenen “mali destek paketi-2” adına umut vaat edici olabilir ancak.
KOVİD-19’un yarattığı ekonomik durgunlukla mücadele paketinde zihni-sinir bir şekilde konut satışlarını da körüklemeye çalışan maddeden ise bahsetmek dahi gereksiz. Keza, yurtiçi uçuşlarda vergi indirimi ya da turizm şirketlerine yönelik vergi ötelemesinden de. Eve kapanması umulan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları açısından temel ihtiyaç tüketimlerine kaynak esas sorun iken bu derece fantaziye kaçılarak eklenen maddeler dünyada yaşanan krizi AKP hükümetinin ne derece kavradığı hakkında haklı sorular yaratıyor insanın kafasında.
Sonuç olarak, açıklanan “istikrar kalkanı” içindeki maddeler ve Sayın Albayrak’ın açıklamaları aslında bir süredir gerçeklerden kopan sürreal yaklaşımın nasıl devam etmekte olduğu konusunda aydınlatıcı olması açısından oldukça ürkütücü.
“Dünya korku pandemisi yaşarken Türkiye’nin ekonomik olarak ayrışmakta olduğu”; maliyeden sorumlu bakanın şahsi beklentisi olarak “Türkiye ekonomisinde şu an için bir risk” görmemesi; ya da “yaşanan bu süreçten sonra, satın alma ortaklık, bilançoyu büyütme gibi fırsatların doğacağı” planlarına dayanarak hazırlanan paketler kriz tsunamisine giren geniş halk kitlelerinin desteksiz savrulacağını gösteriyor ne yazı ki.
Velhasıl, Türkiye’de AKP hükümeti 2020 büyüme (yüzde 5) ve enflasyon (yüzde 8,6) hedeflerini tutturma “noktasında” bir endişe yaşamadığını açıkladı. Biz ülkenin vatandaşları ise, KOVİD-19 salgını beraberinde felç olan ekonomik hayata bakarak yarın kiramızı, gıda harcamalarımızı, çocuğumuzun temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacabileceğimiz konusunda büyük endişeler içindeyiz. (GÜLDEM ATABAY - AHVAL)