Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

HIDE_BLOG

Osmanlı'da Evrim: Ahmet Mithat Efendi, Osmanlı Devleti'nde Evrimi Nasıl Anlattı?

Ahmet Mithat (1844-1912), Osmanlı aydınları arasında önemli bir şahsiyet olarak değerlendirilmektedir. Tanzimat dönemi yazarlarımızdan biri ...


Ahmet Mithat (1844-1912), Osmanlı aydınları arasında önemli bir şahsiyet olarak değerlendirilmektedir. Tanzimat dönemi yazarlarımızdan biri olan Ahmet Mithat Efendi’nin 36’sı roman olmak üzere yaklaşık olarak 200 küsür eserde imzası vardır. Kendisi edebiyat, tarih, coğrafya, ziraat, iktisat ve biyoloji gibi birçok farklı alanda son derece önemli eserler kaleme almıştır. Arapça ve Farsça gibi dillerin yanında Batı dillerinden biri olan Fransızca da bilmektedir (Ak, 2006: 248-252). Fransızca bilgisi sayesinde Batı bilimindeki gelişmeleri de yakından takip etmiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin amacı ise, halka okuma ve öğrenme sevgisini aşılayıp, halkı eğitmek olarak özetlenebilir.

Ahmet Mithat, yabancı dil bilmesi sayesinde batıdaki toplumsal ve bilimsel gelişmeleri takip ederek birçok konuda kalem oynatmıştır. Konumuzla alakalı olarak evrim teorisi hakkındaki görüşlerini ise genel olarak “Dağarcık” adlı dergide dile getirmiştir. Kendisi, Dağarcık dergisini 1 sene boyunca ve toplamda 10 sayı olarak çıkarmıştır. Bu dergide Lamarck ve Darwin’in evrim teorileri ile ilgili olarak görüşlerini dile getirmiştir. Kendisi, evrimsel görüşünde ağırlıklı olarak Lamarck’tan etkilenmiştir. Bunun sebebi ise genel olarak Osmanlı aydınlarının Fransız aydınlanmasından etkilenmesi olabilir ya da evrim teorisini Fransızca bilgisi sebebiyle Fransızca kitaplardan öğrenmiş olması olabilir.

Ahmet Mithat, dönemin bilimsel gelişmelerini Osmanlı toplumuna aktarmayı da kendisine amaç edinmiştir ve bu dönemde bilim alanında Avrupa’da devrimsel değişimler yaşanmıştır. Evrim Teorisi gibi birçok konu geleneksel görüş ile çelişen yapıda içeriklere sahiptir. Ahmet Mithat, yaratılış konusuna materyalist bir bakış açısı da getiren evrim konusunu halka aktarırken oldukça zorlanmıştır. Evrim hakkındaki görüşlerini Dağarcık dergisinde yayınladığı “İntikam” , “İnsan” , “İnsan (İnsanın Dünya’da Zuhuru)” , “Duvardan Bir Sada” ve "Veladet" gibi makalelerde ve ek olarak birçok eserinde dile getirmiştir. Kendisinin, evrim teorisinin Osmanlı topraklarında tanıtılmasında ve tartışmaya açılmasında büyük bir rolü vardır.

Ahmet Mithat’ın Evrim ve Yaratılış Sentezi
"İnsan" Makalesi: Evrim Teorisi Hakkındaki Ön Değerlendirmesi

Ahmet Mithat Efendi, “İnsan” adlı makalesine “İnsanın mahiyet-i mahsusasından dolayı hasıl olan istiğrab ve hayretlerini beyan edip edip de bitiremeyen Avrupa feylofosları taklid edilmiştir” (Mithat, 1288a: 40), yani Avrupalı filozofların kafa yorduğunu ve mesai harcadığını söyleyerek başlamıştır ve ardından düşüncelerini anlatmak için edebi dilde bir örnek vermeye çalışmıştır.

Örneğin, insan neslini bir anda dünyadan kaldırsak ve dünyada insan neslinden kimse kalmadıktan sonra yine insana benzeyen anlama ve muhakeme yeteneği olan bir canlıyı dünyaya bıraksak ve bu kişi dünyanın birçok yerini görüp incelese ne düşünürdü diye sormaktadır. Bu kişi Süveyş Kanalını, koca dağları, tünelleri ve gemileri ve insan yapımı birçok yapıyı ve düzeni görse aklından neler geçerdi. Bu kişi onca şeyi gördükten sonra tüm bu şeyleri yapan insanı ne şekilde hayal ederdi diye sormaktadır. Cevaben: “Şurası müsellemdir ki bir adam eserini gördüğü ve kendi mahiyetine akıl sır erdiremediği bir şeyi daima kendisine nisbet ederek ol vecihle düşünür” şeklinde bir açıklama yapmaktadır (Mithat, 1288a: 40).

İnsanın, bu suretle gördüğü şeyleri aklın sınırları çerçevesinde yine kendi ile kıyaslayarak düşüneceğini söylemiştir. Fakat bir canlının gücü yetmeyeceği bir şeyi yapamayacağını, güç yetiremeyeceğini de bilmekteyiz. Her canlı kudreti dâhilinde olan şeylerin üstesinden gelebilmektedir. Dünyayı gezip insan yapımı şeyleri gören birisi, bu yapıları yapmaya insanın gücünün yettiği sonucuna zorunlu olarak varacaktır. Fakat Ahmet Mithat meselenin bir de diğer tarafına dikkat çekmiştir. Şöyle ki:

Biz yukarıda ne demiş idik? "Eserden müessire intikal lazım geldik de, beş kantar bir sıkletin karınca kadar bir vücut tarafından kaldırılabileceğini hüküm edemeyiz. Herhalde kuvvet, vücuda nisbetle olur" demiş idik. Bu nisbet aynıyla insanın ameliyat-ı dakikası hakkında dahi vaki olacaktır. Meşhur meseldir ki derler "deveye sormuşlar sanatın nedir? Kazzazlık demiş, senin eline ayağına yakışır ya demişler". Eğer deveye kuyumculuk nisbet edilir ise yerini bulmamış olacağı derkardır, diyerek meselenin diğer tarafına geçmiştir (Mithat, 1288a: 41).

Burada insan yeteneği ile yapılamayacak incelikte yapılara değinmiştir. Örümceğin ağı ile ilgili bir benzetme yaparak, örümcek yeteneği ile yapılabilecek işlerin insan tarafından yapılamayacağını dile getirmiştir. Buradaki amacı ise insanı iki yönlü düşündürmektir. Ahmet Mithat, verdiği ilk örnekte insanın muktedir olduğu kanallar, tüneller vb. gibi büyük yapıları örnek göstererek, insan nesli dünyadan kalksa ve insan benzeri kişi dünyayı incelese, bu yapılara bakarak insanı bir dev gibi güçlü ve kudretli hayal edeceğini söylemektedir. Diğer yandan aşırı derecede ince işçilik gerektiren örümcek ağı benzetmesini verir ve ilk başta hayal edilen varlığın buna güç yetiremeyeceğini anlatır. Buradan hareketle Tanrı’nın bizzat kendisini göremesek de âlemde birçok yerde güç ve kuvvetini tecrübe edebileceğimizi söylemektedir. Hristiyanların kendilerine nisbet ederek Tanrı’yı insan suretinde düşünmelerine de değinmiştir.

Ahmet Mithat, tüm bu örneklerle şunu dilemektedir: Bir şeyin bizzat varlığını göremesek de onun varlığını, gücünü ve kuvvetini eserlerinden hareketle bulabiliriz. Tanrıya ulaşmanın tek yolu, onun eserlerini incelemek ve bu eserlerin bilinçli ve kudretli bir varlık tarafından yapılacağını anlamak şeklinde olabileceğini söylemektedir. Mithat Efendi, buradan hareketle insan denilen varlık da Allah tarafından yaratılan milyarlarca canlıdan biridir demektedir.

İnsanı İnsan Yapan Nedir?

Ahmet Mithat, benzetmeler ve karşılaştırmalar yoluyla insan ve hayvanları da kendi meziyetlerine göre karşılaştırma yoluna gitmiştir. Ona göre insanın bir hayvan gibi üzerinde bir postu yoktur. Doğa kendisine boynuz, vahşi dişler veya pençe vermemiştir. İnsan bir arıdan bile korkar ve kendi düşmanlarına oranla çok güçsüzdür. Soğuk ve sıcaktan muzdarip olup çok uzak yerleri görememektedir. İnsan, olmayan şeylerden dahi korkabilmektedir. Ceylan kadar çevik değil ve deve kadar yola tahammül edemez. Buradaki amacı ise doğadaki hayvanlara oranla insanı bu meziyetler neticesinde ele alırsak ne kadar aciz olduğunu göstermektir.

Bunlara ek olarak hayvanların doğduktan çok kısa bir süre sonra ayakları üzerinde durabildiğini ve annesinden hakkı olan sütü veya beslenmeyi zorla dahi olsa sağladığını söylemektedir. Onlar düşmanlarını çok hızlı bir şekilde tanır ve vahşi hayata çok çabuk adapte olur. İnsan yavrusu ise bu konularda çok daha zayıftır. Annesi onu beslemek ve çok uzun bir süre gözetlemek zorundadır. 1 sene boyunca insan yavrusu kendisinin farkında dahi değildir. Olgunlukları karşılaştırıldığında insan yavrusunun yetişkin sayılabilmesi için 15- 20 sene gibi bir süre lazımdır. Buradaki karşılaştırmasından edindiği sonuç ise insan ömrünün uzun olduğu için olgunluğa birçok hayvana göre daha geç ulaştığıdır. Fakat bu fikri de onu tatmin etmemiştir. Çünkü insan ömrü de, yapabildiklerine bakıldığında çok uzun ve değerli sayılmamaktadır.

Bunca örnekten sonra Ahmet Mithat, insanın doğayı kendi emri altına almasının ne şekilde gerçekleştiğini sormaktadır. Burada ise iki görüş zikretmektedir. Birincisi; insandaki konuşma yeteneği ve işbirliği ile birlikte birbirleriyle iletişim kurabilme yeteneğidir. İkincisi ise; toplu yaşama mecburiyeti ile oluşmuş bir durum olarak bakmasıdır yani ikinci düşünce de doğrudan birincisiyle alakalıdır. Ahmet Mithat, bu iki görüşü dile getirir; fakat bunların da kısmen hayvanlarda olduğunu söyler. Yani bu iki öncül de insanın doğa ve dünya üzerinde bu kadar egemenlik kurmasını açıklamaya yetmemektedir.

Sonunda insanın üstünlüğünü rekabet yeteneğine bağlar. Rekabet edebilme yeteneğinin diğer canlılardan daha yüksek olması, insanı bugünkü konumuna yükseltmiştir. İnsan bu rekabet yeteneği sayesinde doğayı, canlıları ve dünyayı kendi emrine amade kılmıştır. Ahmet Mithat, rekabet kavramı üzerinde o kadar çok durmuştur ki ona göre rekabet olmasaydı deniz yolculuğu yapmak için gemi ya da kara yolculuğu için buharlı teknolojilerden yararlanmazdık. İnsanların sürekli olarak rekabet düşüncesi etrafında gelişim sağladıklarını söylemiştir. Hayvanlarda ise bu hal yoktur demiştir. Örnek olarak dört ayaklı hayvanlara iki ayak üzerinde durmayı söyleseniz de diğerleri ona bakarak aynı şekilde davranmaz (Mithat, 1288a: 40-49). Fakat insan bu konuda dahi rekabete girer ve en iyisini yapmaya çalışır. Sonuç olarak:

İşte insan kısmının muhabbeti ber minval-i muharrer tasvir ettiğimiz suretle gayet aşağı ve kendisi aciz miskin bir şey iken dünya ve mafihaya bu suretle tasallutu bana kalırsa yalnız rekabet fikrinden ileri gelmektedir. Bundan başkası hep derece-i saniyede kalır.” (Mithat, 1288a: 49).
Ahmet Mithat, “İnsan” adlı makalesinde insan-tanrı ve insan-hayvan ilişkileri üzerinde durmuştur. Makalenin en dikkat çekici yanı ise rekabet kavramına dikkat çekmesidir. Rekabet, doğada türlerin gelişimi için çok önemli bir noktada durmaktadır. İnsanın gelişimi ve bugüne kadar geldiği noktada rekabet kavramı son derece belirleyici bir etkendir.

Bunun dışında insanların işbirliği yeteneği ve konuşma kabiliyeti gibi konularda da yerinde tespitler yapmıştır. Bu konudaki tespitlerini “İnsan Tenha Yaşasa Ne Olur?” isimli makalesinde de dile getirmiştir. Ona göre insanı doğduğunda hayvanlar arasında yaşamaya bırakırsak, büyüdüğünde hayvani özellikleri baskın olacaktır. Çünkü insanın kökleri hayvanlardan gelmektedir. Eğer bilinçli bir şekilde bir insan yavrusuna ebeveynleri tarafından insani özellikler öğretilerek ve geliştirilerek büyütülmez ise bir hayvandan farkı kalmayacağını söylemektedir.

"Veladet" Makalesi: Varoluşsal Bir Sorgulama ve Dönüşüm Fikri

Ahmet Mithat’ın konumuzla ilgili bir diğer makalesi yine aynı dergide “İnsan” adlı makalesinden hemen sonra gelmektedir. Ahmet Mithat, “Veladet” başlıklı bu makalesinde ise günümüz tabiri ile varoluşsal bir sorgulama içindedir denilebilir.

Bu makalenin girişinde, kendisinden yola çıkarak, insanın dünyaya gelmesi olayını bir tesadüfler zincirine bağlamaktadır. Babasının midesine giren su, buğday ve yumurta gibi besinler olmasa dünyaya gelemeyeceğini söylemektedir. Bu besinler tesadüf eseri babasının midesine girmiş ve babasının vücudunda kendisini oluşturacak bir kaynağa dönüşmüştür. Kendisi dünyaya gelmeden önce dünyadaki birçok oluşumun yeni yapılar ortaya çıkardığını söylemektedir. Maddeler birbiriyle iletişime geçip birçok yeni madde oluşturmaktadır. Babasının midesinden ve vücudundan birçok necis madde çıkmasına rağmen, kendisini oluşturacak bir madde de çıkmıştır. Ahmet Mithat, kendisi olacak şeyin bir nutfe içerisinde birleştirildiği söylemektedir. Ardından garip bir şekilde tesadüfi bir bakış açısıyla kendisini oluşturan nutfenin ana rahmine gidememesi halinde şu anda hayatta olamayacağını söyler ve birçok kişinin bu şekilde dünyaya dahi gelemeden öldüğünü söyler.

Mithat Efendi, tesadüf kavramı üzerinde oldukça derin bir analiz yapmaktadır. Tesadüf denilen şeyin birçok şeyi yapmaya muktedir olduğunu da söylemektedir. Doğada da tesadüfün birçok canlı oluşumuna sebep olduğunu belirtmiştir. Tesadüfen ortaya çıkan şeylerin bir sınırı olmadığını da dile getirmiştir. Kendisini oluşturacak olan nutfenin babasının vücudundan çıkıp annesinin rahminde bir insan olarak terbiye edilecek noktaya gitmesinde anne ve babasının direkt olarak bir haberinin olmadığını söyler. Bu durumu tesadüfi aşamalar belirlemiştir. "Anne karnında 9 ay boyunca canlı iken dahi benim ben olduğumdan habersiz bir şekilde yaşamaktaydılar" demektedir. Ardından:

Efendim o rahim içinde kulunuzdan ibaret olan nutfe terbiye edilmeye başlamış. Hem de nasıl terbiye edilmiş bilir misiniz? Toprağa zer' edilen bir tohum nasıl terbiye görür ise işte öyle. Yani kendi başına terbiye edilmemiş. Zemin ta hararet-i merkeziye ve yer altında mevcut meadin-i mütenevvia ile ta gökyüzündeki güneşin hararetinden ve yine gökyüzünden nüzul eden yağmurlardan vesaireden cem' ve hülasa ettiği kuvve-i nabiteyi mezru olan tohumun içine sokarak ol vecihle büyüttüğü gibi benim vücudumdan ibaret olan nutfe dahi validemin nice nice kuva-yı vücudundan hulasa edilen bir kuvve-i mürebbiye tarafından terbiye edilmiştir (Mithat, 1288b: 51).

Burada kendisinin de bir tohum gibi birçok faktörün etkisiyle gelişmeye başladığını söylemektedir. Aşama aşama gelişmeye örnek olması açısından önemli bir benzetme olarak değerlendirilebilir. Ahmet Mithat’a göre anne karnındayken, gelişimi sırasında bütün organlarının kendi görevlerini yerine getirebilecek şekilde gelişmesi ile vücudu oluşmuştur. Organlarının belli bir işlevi yerine getirmek amacıyla oluştuğunu söylemektedir. Burada Aristoteles'in teleolojik görüşüne atıfta bulunmuştur. Teleolojik görüş; evrende küçük veya büyük çapta hareket eden, dönüşen ve gelişen ne varsa bunların hepsinin amaca yönelik bir yönelimde olduğunu söylemektedir. Tüm bunlar olurken dahi bir bilinç olarak kendinden haberi olmadığını ve dünyaya geldikten sonra gülüp ağladığını fakat bir bilince sahip olmasının hala belli bir süre gerektirdiğini söylemektedir. Ahmet Mithat, buraya kadar babasının doğadaki besinlerden beslendiğini ve vücudunun bu besinler sayesinde babası tarafından kendisinin nutfesinin oluşturulduğunu söylemektedir.

Doğada döngüsel bir yapı tanımlamaktadır. Bu yapıya göre ise doğadaki her etki ve tepki belli oluşumlara etki ettiğinden aslında tüm oluşumların içerisindedir. Tüm oluşumlar da birçok faktörün bir araya gelmesi ile mümkün olabilmiştir. Ahmet Mithat, varoluşunu bundan çok daha gerilere dahi dayandırmaktadır. Tesadüfi süreçler ile açıkladığı varlığını henüz evren dahi yokken hayatı oluşturacak ilk hareket başladığı zaman dahi kendisinin varlığının olduğunu söylemektedir.

Nice seneler hararet-i merkeziye içinde kaynadım. Sonra birçok madenler içinde buhara munkalip olarak uçtum. Tekâsüf ettim. Tehaccür ettim. Kürenin bu tabaka-i ulasını teşkil eden her zerre içinde benim vücudum var idi. Vücudumun her zerre içinde olan kısmını toplaya toplaya başıma haller geldi. Toprak oldum, nebatat haline girdim. Çiçek oldum açıldım. Haşerat haline girdim münteşir oldum. Her tabakada o kadar hallere girdim ki tarif değil isimlerini saymış olsam kamus kadar bir kitap olur. Nihayet dördüncü tabakada dahi nice yüz bin inkılaplar gördükten sonra aksamımı toplaya toplaya bin buğday danesi ve bir böbrek ve iki yumurta ve bir bardak su içinde hapsedilebilecek kadar toplayabilmiş idim. Nasılsa kısmet bu zaman dünyaya gelmek imiş. Eğer o zaman buğdayların yarısını ve yahut yumurtanın birisini babam olacak zattan başka birisi yemiş ola idi iş yine yaman idi. Bakalım bundan sonra daha ne olacağız (Mithat, 1288b: 52).

Bu sözleri ile kendisini oluşturan tüm aşamalarda bir dönüşümden bahsetmektedir. Dünyayı ve evreni oluşturan tüm maddelerde kendisinin bir parçası olduğunu dile getirmiştir. Vücudunun tüm parçalardan, kendini oluşturacak maddeleri sürekli olarak toplaya toplaya oluştuğunu söylemektedir. Kendisini oluşturan parçaların da bir sürü başka hallere girdiği zamanlardan bahsetmektedir. Oluşumunun bazı evrelerinde toprak olduğunu, bitki olduğunu, çiçek olduğunu veya bir böcek olduğunu söylemiştir. "Geçirdiğim dönüşümlerin isimlerinin sayısı bile büyük bir kitap olur" demektedir. En küçük parçalardan başlayarak yavaş yavaş geliştiğini, kendisinin doğadaki birçok zerrenin birleşimi olduğunu dile getirmektedir. Bütün bu değişimlerinden sonra ancak babasının vücudundaki bir nutfeye dönüşebildiğini de dile getirmiştir.

Burada Ahmet Mithat, kendisini oluşturan zerrelerin hepsinden bir parça taşıdığını belirtmiştir. Bu sözleri evrim anlayışına da yakındır. Bütün canlılar bitkiler ve hayvanlar ortak bir geçmişe ve genetiğe sahiptir. İnsan bir bitki veya hayvan ile ortak genetik kodları taşımaktadır. Tüm canlılar birbirleriyle uzaktan veya yakından akrabadır. Çünkü genetik olarak benzeyen yönleri vardır. Sonuç olarak Ahmet Mithat, bu görüşleriyle birlikte evrimsel görüşe yakın tespitler yapmıştır. Canlılığın tesadüfi süreçlerle oluşması ve aşamalı olarak gelişmesi evrim teorisine de birebir uygun bir görüştür. İnsanın insan olmadan önce birçok canlıda kendini göstermesi ve onlardan bir parça alarak oluşması da evrimsel anlayışa yakın bir görüş olarak değerlendirilebilir.

Ahmet Mithat, “İnsan” ve “Veladet” isimli yazılarıyla evrim teorisi hakkında düşünmeye başladığını göstermektedir. Bu iki makale ile birlikte daha sonra yazacağı makalelerde evrim hakkındaki görüşlerini daha açık bir dille söyleyecektir.

"İntikam" Makalesi: Evrimi Kavrayış

Ahmet Mithat “İntikam” adlı makalesi ile birlikte tamamen evrimsel görüşe yakın bir düşünce ortaya koymaktadır. Toplamda iki sayfa olan bu yazısında makalenin girişinde “İntikam bir nevi hakkaniyet ve adalet-i vahşiyanedir” diyerek doğada intikam kavramı üzerine düşüncelerini dile getirmektedir (Mithat, 1288c: 37). Ahmet Mithat'ın intikam kavramını kullanırken kastettiği şey doğada hayvanların birbiri ile olan mücadelesinden dolayı birbirlerini öldürmeleridir. Bu kavram Darwin’in güçlü olanın hayatta kaldığı doğal ayıklanma kavramı ile doğrudan alakalı bir konudur.

Burada belirtilen durum, hayvanların doğada bulunan sınırlı kaynaklar için yaptığı savaştır. İntikam ona göre haklı bir davranış olarak kabul edilmektedir (Doğan,2006:156). Yani hayvanların doğadaki kaynaklar için yaptığı savaş doğal ve haklı bir gayrettir. Çünkü her canlı içgüdüsel olarak varlığını sürdürmek ve genlerini bir sonraki kuşaklara aktarmak ister. Canlılar bunu yapmak için beslenmek zorundadırlar. Beslenemeyen bir hayvan doğada hayatta kalamaz ve ölür. Bir diğer sebep ise canlıların yavrularını korumak için diğer hayvanlar ile mücadele içerisinde olmasıdır. Fakat bu mücadelede garip bir durum vardır. Yavrularını korumak ve beslemek için başka hayvanları avlamak zorundadır. Başka hayvanlar da hayatta kalabilmek için onun yavrularını veya onu avlamak zorundadır. Mücadele bu şekilde sürüp gitmektedir.

Buradaki durum için Ahmet Mithat “vahşi adalet” kavramını kullanmaktadır. Ona göre canlılar açısından bakıldığında bu durum adaletli gözükmektedir. Aşırıya kaçılmadığı sürece doğanın dengesinde bir sıkıntı çıkmayacaktır. Çünkü bir hayvan doğal avlarını aşırı tüketirse, avladığı hayvanın kendisi için avladığı tür aşırı çoğalır ve doğanın dengesi bozulmuş olur. Doğa bu şekilde av ve avcı dengesi ile kendini koruyabilir ve canlılar varlıklarını bu şekilde sürdürebilmektedirler. Ahmet Mithat, bu durumun aslında doğal bir durum olduğunu ve zevk amacıyla yapılmadığını söylemektedir. Bu görüşünü “Telezzüz için fenalık edildiği pek nadir olup bunun daima menşei vuku-ı hırs, şan ve menfaattir” sözleriyle dile getirmektedir (Mithat, 1288c: 37).

Bu cümlesinden de anlaşılacağı üzere hayvanların doğadaki mücadelesinde zevk amacıyla çok nadir hareket ettiğini ve genel olarak bu durumun varlık mücadelesi olduğu için canlıların kendi faydasını gözeterek yaptığını dile getirmektedir. Ahmet Mithat’a göre hayvanlar, karnı acıktıklarında veya yavrularını beslemeleri gerektiğinde avlanmaktadır. Bunun dışında insanın yaptığına benzer bir şekilde zevk için avlanmamaktadır. Zorunlu olarak doğa hayvanları avlanmak zorunda bırakmaktadır. Çünkü avlanmazlarsa diğerlerinin avı olmaları kaçınılmaz bir durumdur.

Bu durum bize ne kadar vahşice bir düzen gibi gelse de aslında öyle değildir. Çünkü hayvanlar tabiatı gereği böyledir ve böyle olmak zorundadırlar. Doğal süreçler sonucunda her hayvan kendini koruma ve avlanma gibi özelliklerle donanmıştır ve yaşamlarını bu şekilde sürdürmektedirler. Kimi hayvanda hız kiminde zehir ve kiminde güç ön plana çıkmaktadır. Hayvanlar bu özelliklerini uzunca bir süre içerisinde geliştirmişlerdir. Doğa onları hayatta kalmak için öldürme içgüdüsü ile hareket etmeye zorlamıştır. Dolayısıyla bu durum gayet doğal karşılanmalıdır (Mithat, 1288c: 37-38).


İnsan adlı makalesinde insanın gelişimi için “rekabet” kavramını örnek gösteren Ahmet Mithat, hayvanlar âlemi için “intikam” kavramını ön plana çıkarmıştır. İnsan için kullanmış olduğu rekabet kavramı, hem insanların kendi arasındaki rekabeti belirtir hem de diğer hayvanlara oranla insanın doğaya etki ederek onu istediği gibi kullanma becerisinin üstünlüğüne işaret etmektedir. Hayvanlar için kullandığı intikam kavramı ile doğada gerçekleşen hayatta kalma mücadelesini anlatmaktadır. Bu durumun evrim teorisindeki karşılığı doğal seleksiyondur. Bu fikirleriyle birlikte evrime dair görüşlerini geliştirmeye devam etmiştir.

"Duvardan Bir Sada" Makalesi: Evrimin Geleceği

Ahmet Mithat Dağarcığın ikinci sayısında “Veladet” başlığı ile yazdığı yazısına yine Dağarcık'ın dördüncü sayısında yazdığı “Duvardan Bir Sada” isimli bir yazı ile devam etmektedir. Veladet yazısının sonunda “Bakalım bundan sonra ne olacağız?” şeklinde bir soru işareti bırakarak bitirmiştir (Mithat, 1288d: 52). Duvardan Bir Sada adlı makaleye başlarken bu soruyu hatırlatır ve soru üzerine uzunca bir süre kafa yorduğunu söylemektedir. Uzunca bir süre düşündükten sonra uyku ve uyanıklık arası bir zamanda kendisine duvardan ses geldiğini hissetmiştir. Bu ses, ona, "Ben duvarın içindeki bir tuğlayım." dedikten sonra, şöyle devam eder:

Veladet hususunda verdiğin malumat pek doğrudur. Ben dahi bi-aynihi senin gibi doğmuş idim. Yani vücudum merkez-i arzda yatmakta ve kaynamakta bulunan madeniyat içinde nice bin sene kaynadıktan ve ba'de buhara munkalip ve mütekasif ve müncemid olduktan sonra tabakat-ı arzın her birisinde ve nice bin ecsam içinde müteferrik ve perişan kalmak ve nihayet validemin rahmine düşen bir miktar nutfenin içinde cem olmuştu. Hasılı tıpkı senin gibi ben dahi bu dünyada ispat-ı vücutla tamam kırk beş sene yaşadım. Sanatım hükümet memuriyeti idi, diyerek seslenmiştir (Mithat, 1288d: 99).

Ardından duvardan gelen ses, Ahmet Mithat Efendi’ye kendi durumundan bahsetmiştir. Aynı ses, yaşamı hakkında bilgiler verdikten sonra, öldüğünü ve birçok şekilde başka canlılar içerisinde var olduğunu söylemektedir. Taşta ve toprakta yani bütün cisimlerde hayat olduğunu da söylemektedir. Şu anda mevcut olan halinin birçok vücudun birleşmesinden oluştuğunu ve etin, kemiklerin ve kanın her biri başka bir vücuttur diyerek bunların başka cisimlerin geçirdiği aşamalardan sonra şimdiki haline geldiğini söylemektedir. Yani birçok canlının senin vücudunun bir araya gelmesinde faydası vardır demektedir. Bu durumu “Fakat ben sana ne demiş idim? Âlemde basit yani yek başına hiçbir vücut yoktur, her vücut mürekkep yani nice vücutların ikmal ve itmamıyla mükemmel mütemmimdir demiş idim” sözleriyle dile getirmiştir (Mithat, 1288d: 101).

Yine bu sözler ile şu anda dünyadaki tüm canlıların kendinden önceki birçok canlının bir şekilde birleşmesiyle oluştuğunu söylemektedir. Buradan hareketle canlıların hepsinin aşama aşama belli maddelerin bir araya gelmesiyle oluştuğu fikri çıkmaktadır. Sonunda duvardaki tuğladan gelen ses Ahmet Mithat’a seslenerek nihayetinde kendi gibi bir tuğla veya başka bir şey olacağını söylemektedir. Ardından Ahmet Mithat, kendi ile yaşadığı bu özel hadiseden sonra fikirlerinde bazı değişikler yapmıştır. Veladet adlı makalesinde dile getirdiği birçok görüşünü geliştirmiştir. Bu düşüncelerini şöyle anlatır:

Heyhat! Ben nerede imişim hakikat nerede! Meğer fikrim intikalatıyla beni hakikatten başka bir tarafa çekmemekte imiş. Meğer benim Kuran-ı Azimü'ş-şan hakkındaki tetkikatını dahi pek nakıs imiş. Meğer ekmel-i kelam veehakk-ı ahkam olan Kitab-ı Kerim muhtelifu'd-deracat olan her fikrin ihata edilebileceği manaları her aklın kabul edebileceği hükümleri bir söz ile vermekte imiş. Bakınız meseleyi muhakeme edeyim de siz de anlarsınız, sözleriyle dile getirmiştir (Mithat, 1288d: 103).
Bu sözlerinin ardından Kur’an-ı Kerim’den atıflar yaparak düşüncelerini desteklemiştir. Kendisinin birçok maddenin birleştiği bir nutfeden oluştuğunu söylemiştir. Fakat makalenin sonunda artık bu konuya dair daha fazla düşünmeyeceğini de eklemiştir (Mithat, 1288d: 99- 105).

Bu düşünceleri ile evrim fikri ile tanıştığını fakat tam anlamıyla fikirleri üzerinde bir temele oturtamadığını söyleyebiliriz. Onun düşüncesi halkı eğitmek olduğu için bu fikirlerini sunarken daha titiz davranması kaçınılmaz bir durumdur. Batı bilimini halka aktarırken kendinde yaşadığı değişimleri gözlemlemek açısından birbirinin devamı olan “Veladet” ve “Duvardan Bir Sada” adlı bu iki makale önemli bir rol oynamaktadır.

“İnsan (Dünyada İnsanın Zuhuru)” Makalesi: İnsan ve Nesnas Karşılaştırması

Ahmet Mithat, evrim teorisi hakkındaki düşüncelerini en net haliyle “İnsan (Dünyada İnsanın Zuhuru)” isimli makalesinde dile getirmiştir. Daha önceki “İnsan” adlı makalede, insanın tüm acizliğine rağmen dünya üzerinde nasıl olur da bu kadar egemen durumda olduğunu sorgulamıştır. Buna cevaben, rekabet kavramı üzerinde geniş bir açıklama yapmıştır. İnsanlığın bu derece egemen güç konumunda olmasını rekabet kavramı ile açıklamıştır. İnsanlar arasında rekabet olmasaydı bu kadar ilerleme ve gelişme olmayacaktı.

Bir Hayvan Türü Olarak İnsan

İnsanın dünyada ortaya çıkışını merak etmesini ise şu cümleleri ile anlatmaktadır:

Haddizatında bu kadar acib bu kadar garib olan bir hayvan bizim mensup olduğumuz sınıf olmayıp da başka bir nev' olmuş olsa bile o hayvan hakkında mükemmel bir yolda ahz-ı malumat etmeğe merakımızın bizi icbar edeceği derkardır. Nasıl ki ahvalinde bir rütbeye kadar garabet görmekte olduğumuz karıncalar, güvercinler, arılar vesaire gibi hayvanatın bile garabet halleri ol babda mükemmelen ahz-ı malumata bizi icbar ediyor. İnsan ise yine bizlerden ibaret bir nev' hayvan olduğundan, bu nev'in dünya yüzünde nasıl türemiş olduğunu elbette merak ederiz (Mithat, 1288e: 109).

Burada Ahmet Mithat, insanı da bir çeşit hayvan olarak ele almaktadır.

İnsanların dünyada nasıl ortaya çıktığını da merak ettiğini söylemektedir. Bu konuda ise hem din âlimlerinin hem de doğa bilimcilerin birçok görüşü olduğunu söylemektedir. Kendisi ise akla yakın olarak gördüğü fenni delilleri noksanlıklarından arındırarak bir görüş sunmaya çalışmaktadır. İnsanların rengine, saçlarına veya yüzlerine bakılarak, bazıları insanları 2, bazısı 10, bazısı 15 veya daha fazla sınıfa ayırmıştır. Fakat bu sınıflamalara rağmen yapmış oldukları sınıfsal düzenlemeler eleştiriden kurtulamamıştır ve genel olarak kabul edilmemiştir. Bunun sebebi bu sınıflamaları yapanların sınıflama anlayışlarının farklı olması veya farklı nitelikleri ön plana çıkararak insanları sınıflandırmalarıdır. Bu sınıflamaların doğru olmadığını şu cümleler ile dile getirmiştir.

Mesela Avrupa'dan Hind'e giden bir adamın Hind'de müddet-i ikametine göre cildine bir kalınlık ve rengine bir siyahlık arız olduğu görülmektedir. Beni beşerin ise evailde pek çok muhaceret ettiği tarih nazarında berahin-i katı'a ile müsbet bulunduğundan zaten bir familyaya mensup olan insanların tebdil-i iklim ettikçe şekil ve simaları dahi tebeddül etmiş olacağı kabul olunur. Benaberin el-yevm bazı müdekkiklerin yirmi üç sınıfa kadar taksim kabul ettirmekte oldukları insanların mine'l-ezel sahihan yirmi üç familyaya munkasim bulunduklarını kabul ve teslim etmek adeten müşkildir" derler (Mithat, 1288e: 109-110).

Bu sözleri ile insanların tarih boyunca birçok kez göç ettiğini ve bu göçler ile birlikte dış görünüşünün değiştiğini söylemektedir. Örnek olarak, Avrupa’dan Hindistan'a giden birinin yüzünün kararmasını göstermektedir. Dolayısıyla bu tür ayrımlar yani insanı birçok alt gruba bölen sınıflamalar yanlıştır. İnsan bir familyaya mensuptur ve dış görünüşü bulunduğu coğrafyaya göre şekil almaktadır. Yani insanların en başından itibaren 10, 15 veya 20 küsür sınıfa ait canlılar olduğunu kabul etmek yanlıştır demektedir.

İnsanın Evrimsel Türeyişi ve Orangutanlar

Ardından bu yaklaşımı terk ederek başka bir konuya dikkat çekmektedir. Öncelikle insanların ortaya çıkışına dair sorunu çözmek gerekir. Ondan sonra insanları sınıflara ayırmanın daha mantıklı bir şey olacağını söyler. İnsanları birçok sınıfa ayıran görüşün, insanların şu anki farklılıklarından yola çıkarak bu ayrımları yaptığını söylemektedir. Zamanda uzunca bir süre geriye gidersek, insanların hayvanlardan türediğini görmüş oluruz demektedir. Bu durumu ise şöyle anlatır:

Yalnız bugünkü gün değil pek çok zamandan beri insanın hayvaniyet hususunda sair hayvanlardan hiçbir farkı olmadığı müttefakun-aleyh olup şimdiki hal-i terakkisi bunları hiçbir vecihle hayvaniyetten kurtaramamaktadır. Ancak insanlar kabil-i terakki bir hayvan olduklarına ve terakki ise elbette en azdan ve hatta hiç yoktan başlayacağına mebni bunların terakkiyatını bir nisbet-i ma'lümede azalta azalta bir zamana kadar gider isek insanların terakkiden bütün bütün mahrum ve adeta behayimden madüd oldukları bir zamana kadar varabilmek imkan dahilindedir, sözleri ile açıklamaktadır (Mithat, 1288e: 110).

Bu sözleri ile Ahmet Mithat, uzun bir zaman boyunca insanın bir hayvan olduğu ve diğer hayvanlardan bir farkı olmadığı hususunda, konuyla ilgilenenler arasında bir ittifak olduğunu söylemektedir. İnsanların bugünkü ilerlemiş ve gelişmiş hallerinin onları bir hayvan olma durumundan kurtaramayacağını söylemektedir. İnsanların bugünkü ilerlemiş hallerini görüp, bu hali geriye doğru sararsak, insanların dört ayağı üzerinde duran bir hayvan olduğu haline ulaşabiliriz demektedir. Bu sözleri ile insanın kökeni hakkında onun atalarının bir hayvan olduğu görüşünü benimsemiştir.

Ahmet Mithat, burada evrimci görüşe yakın bir tavır takınmıştır. İnsanın kökenleri için geriye doğru gittiğimizde geri gitmenin son noktası olarak bir hiçliğe vardığımızı söylemektedir. Bu halleri, insanların dağlarda veya ormanlarda topluluklar halinde yaşadıkları hallerinden dahi önceki zamana tekabül etmektedir. Zamanda geriye doğru gidip insanın dört ayaklı hayvan olduğu hallerine ulaştığımız zaman, insanın hayvani özelliklerinin daha baskın olduğu bir zamandır. Mithat Efendi insan ile çok benzeyen bir cins olarak orangutanı görür. Bununla ilgili:

Şimdi buna mukabil el-haletu-hazihi gerek Asya ve gerek Afrika'nın bazı mahallerinde "orangutan" yani nesnas denilir bir nev' hayvanlar görülüyor ki fenn-i teşrihce insana müşabehet-i tammesi vardır. Hatta yalnız zaviye-i vechi hadde olması yani daha kapalı bulunmasıyla alt ve üst çenelerinin daha uzun ve çekik ve ellerinin daha uzun ve ayak gibi isti'male ve ayaklarının dahi el gibi istihdama isti'dadı olmasından başka insandan hiçbir farkı yoktur. Binayı vücudunu teşkil eden kemiklerin şekil ve adedleri insanınkine tamamıyla müşabih ve müsavi olduğundan ilm-i teşrih ile uzun uzadıya iştigal olmayanlar nesnas kadidini görmüş olsalar adeta insan kadidi diye hüküm ederler ” sözlerini dile getirmektedir (Mithat, 1288e: 110-111).

Burada ilk defa bir hayvan, Ahmet Mithat tarafından direkt olarak insana benzetilmektedir. Nesnas adını verdiği orangutan cinsi maymunun anatomi bilimine göre tamamen insana benzediğini dile getirmiştir. Bu hayvanın dış görünüşünde dahi insandan çok az farklı gözüktüğünü söylemiştir. Nesnasın kemik ve vücut yapısı insanınkine çok benzediğinden konunun uzmanı olan anatomi bilimcileri dışında kim bu kemikleri görse insana ait olduğuna dair düşüncelere kapılır demektedir. Ahmet Mithat, nesnasın birçok yönden insana benzediği yönünde bilim adamlarının ittifak halinde olduğunu söylemektedir.

İki Ayak Üzerinde Yürüme (Bipedalizm) ve Dört Ayak Üzerinde Yürüme (Kuadrupedalizm)
Ardından Lamarckçı evrim anlayışı üzerine düşüncelerini aktaran De Baye isimli kişinin görüşlerini de aktarmıştır. Ona göre nesnas ile insan arasındaki en büyük fark nesnasın ellerinin uzun olmasıdır ve bu sebeple dört ayak üzerinde yürümesidir. Ayak parmakları ise eldeki parmaklara benzediğinden, bunları el gibi kullanmaya müsaittir (Mithat, 1288e: 111). Nesnaslar doğadaki halleri sebebiyle dört ayak üzerinde durmaktadırlar. Fakat bu hallerini terk edip, alma ve tutma işlerini elleriyle, yürüme işini de iki ayak üzerinde durmaya zorlanarak ayakları ile yapsalar, zamanla dört ayaklı bu hayvanın ellerinin insanınkine benzer şekilde dönüşeceğini ve ayaklarının da yine insana benzer şekilde dönüşeceğini söylemektedir. Ardından çok önemli bir şeye temas etmektedir:

Zira şunu bilmeli ki hayvanatın bir harekete ilişmeleri vücudlarının şekli iktizasından olmayıp belki bilakis vücudlarının bir şekle ifrağı bir nev' hareketlerinden ileri gelir (Mithat, 1288e: 111).
Burada belirtilen şey, tam olarak hayvanların bir harekete ilişmesinin vücutlarının şekli ile değil vücutlarının aldığı şeklin genel olarak hareketlerinin sonucu olduğunu söylemektedir. Yani nesnasların mevcut halleri doğadaki hareket alışkanlıklarıdır. Eğer bu değişirse onlar da insana benzer el ve ayaklara kavuşabilecekler denmektedir.

Ahmet Mithat: "İnsan Evrimini Reddetmek Ahmaklık ve Cehalettir!"

Ardından nesnas, çenesini ve dişlerini saldırı niyetiyle değil besinleri öğütmek için kullansa çene kemikleri yumuşayıp zamanla çenesi ve alnı insana benzer bir şekilde dönüşür ve dişleri de buna uygun şekilde insanınkine benzer bir konum alacağını söylemektedir. Nesnaslar bir kere iki ayak üzerinde yürümeye ve insan gibi çiğnemeye başlarlarsa insanlaşmaya yakınlaşırlar. Ardından cemiyetler kurarak hayvani özelliklerini bir kenara bırakacaklardır. Birbirleriyle daha iyi işbirliği yapabilecek ve beraber hareket edebileceklerdir. İnsanların şu anda yakaladığı medeniyeti yakalayabileceklerdir. Bu şekilde gelişen nesnaslar, hayvani özelliklerinden gitgide kurtulacak ve iletişim kurmak için kullandıkları garip sesler ve sınırlı iletişim araçlarını bir kenara bırakacak ve zamanla iletişim ihtiyacı arttığından dolayı sesleri düzelecek ve bir dil geliştirebileceklerdir. Önceleri dört ayak üzerinde yürürken vahşi olarak nitelendirilen nesnas bu şekilde insana dönüşecektir.

Ahmet Mithat Efendi, insanın ortaya çıkışının tam olarak anlaşılması için nesnas olmadan önceki halinin de bilinmesi gerektiğini ve bu konuda jeoloji bilimine başvurmanın gerekli olduğunu söylemektedir. Fakat insanın meydana çıkışı için nesnasları ele alsak ve dünyanın dördüncü tabakasından başlasak bile yeterlidir demektedir. Bunun için Ahmet Mithat, kendi fikirlerini Mösyö De Baye’nin Lamarck temelli fikirleri üzerine kurmuştur.

Yazının devamında De Baye’nin kendi okurlarından aldığı geri dönüşler neticesinde sözlerini aktarmaktadır. Ona göre bu fikri kabul etmemek ancak ahmaklık ve cehaletten olabilir. Kendisine, "insanın atalarını yine bir insan olarak göstermeyip maymunlara yönelmekte mecbur muydu" diye sormaktadırlar. Ahmet Mithat, "Lamarck’ın insanların atası olarak maymunları göstermesine itiraz edenler bu konuyu etraflıca araştırdıklarında itiraz edemeyeceklerini anlayacaktır" demektedir. "Asya ve Afrika çöllerinde ve Avustralya ve Amerika’da insan türünden bazılarının nesnaslardan farksız olduğunu gördüğümüzden, birinci atalarımızın nesnaslar olduğu fikri kimsenin gücüne gitmemeli" demektedir.

Lamarck'a Yönelik Bir Eleştiri

Lamarck’ın düşüncelerinin tamamını da kabul etmek zorunda olmadıklarını dile getirmiştir. Ardından, "nesnastan insan yapma adına, onları neden zorlayalım?" diye itiraz etmektedir (Mithat, 1288e: 111- 113). Bir nesnası zorlayarak insana yakınlaştırma gibi bir şeye gerek olmadığını söylemiştir. Ayrıca Lamarck’ın bu konuda meydana koyduğu şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını savunur. Ardından Lamarck’ın teorisi ile ilgili olan dönüşüm fikrine bazı eleştiriler getirir. Anneden çocuğa geçen yeteneklerin Lamarck’ın sandığı gibi geçmediğini dile getirir.

Çünkü bir vücudun bi't-ta'lim ve bi't-terbiye alıştırıldığı hareket-i suniyyeden evladının dahi hisse-mend olması lazım gelmiyor. Bir nesnası iki ayak üzerinde yürümeye alıştırarak dört ayak üzerinde yürümeyi öğrettiğimiz halde yavrularının bi-aynihi bu şekil ve sureti ve bu isti'dadı kazanması lazım gelir. Kuyruğunu, kulağını kesib bir başka kıyafete soktuğumuz kelbe ayak üzerinde durmayı istemeyi, baston taşımayı talim ettiğimiz halde yavrusu dahi bu terbiye-yi hulki olarak eyliyor mu? Ne hacet Çinliler ayaklarının küçük olması için temyur pabuçlar içinde büyütüyorlar. Bunca seneden beri bu ameliyat peşinde oldukları halde ayaklarının küçük olması kendileri için neden hulki olmuyor?(Mithat, 1288e: 113).

Burada Ahmet Mithat Efendi, Lamarck’ın teorisi hakkında mükemmel bir eleştiri getiriyor. Bir hayvana dışarıdan müdahale ile yapay olarak kazandırılan yetenek neden yavrusuna geçsin diyerek çok önemli bir konuya temas ediyor. Böyle olsaydı, bir nesnasa iki ayak üzerinde yürümeyi öğrettiğimizde, yavrularının da bu yetenekleri kazanması gerekmektedir; fakat bu mümkün değildir demektedir. Bir köpeğe iki ayak üzerinde durup baston taşımayı öğretsek, yavrusu bu yeteneği edinecek midir, diyerek teorinin bu kısmını haklı bir dille eleştirecektir.

Ardından Çinlilerde ayakların küçük olması asil ve güzel sayılan toplumsal bir olgu olduğundan, ayaklarına küçük yaşlardan itibaren özel ayakkabılar giyilmesini dile getirmektedir. Bu geleneğin uzunca bir süre devam etmesine rağmen Çinli kadınlarda kalıcı olamadığını dile getirmektedir.

Ahmet Mithat, bu eleştirisinin ardından daha iyi anlaşılmak adına konuya açıklık getirmektedir. Lamarck’ın, hayvanların bir harekete alışmasının vücutlarının şeklinin gereği olmadığı aksine vücutlarının bir şekle girmesinin hareketlerinin sonucu olduğu görüşüne itiraz etmemektedir. Onun itirazı, bu yeteneklerin anneden yavruya sanıldığı şekilde geçmeyeceğine dairdir. İnsanların sağ tarafına yatmalarından dolayı burnunun sol tarafa eğilmesi veya yüzükoyun yatmalarından dolayı burunlarının yassı bir şekil almasını ve asıl şeklinin değişmesini ya da jimnastikçilerin ayaklarını başından aşma konusundaki yetenekleri gibi değişimlerin olabileceğini söylemektedir. Burada hareketlerin vücut üzerindeki dönüşüm etkisinden bahsetmektedir. Yani hareketlerin normalde vücudu şekillendirerek normalde var olmayan kazanımlara yol açabileceğini dile getirmiştir (Mithat, 1288e: 113). İnsan ve nesnas benzerliği hakkında ise Ahmet Mithat şöyle yazıyor:

Herkesin kendince bir tecrübesi ve tecrübesine göre bir düşüncesi vardır ya? Ben kendi tecrübelerime ve kendi fikirlerime göre bu babda şunu demek istiyorum ki: İnsanları nesnastan getirmek için tabiatın zihnini teşvişe hacet yoktur. Şimdi derece-i kemalde gördüğümüz insanları ayrıca ve başkaca bir nev' nesnas olmak üzere kabul eylesek ne mani vardır? Zaten nesnas bir sınıftan mı ibaret? Bunların sunuf-ı müteaddidesi var. Hatta mösyö De Baye'nin dahi nazar-ı dikkatinden kaçamamış olan kuyruklu insanlar (Afrika bedevilerinden bazı kuyruklu insanlar dahi görülmüştür ki buna dair ileride Dağarcığımız bazı malumat-ı garibe verecektir) dahi nesnasın insana veyahut insanın nesnasa daha yakını demek değil midir? Binaenaleyh insanın bugünkü gün gördüğümüz haliyle bir nev' nesnas olmak üzere kabul edebiliriz (Mithat, 1288e: 113-114).
Bu sözleriyle en yüksek derecede görülen insanın, bir nesnas türü olarak kabul etmenin bir zararı olmayacağını dile getirmektedir. Ayrıca Afrika’da bazı bölgelerde görülen kuyruklu insanları örnek göstererek, bunların bugünkü haliyle bir nesnas ve insan türlerinden ikisine de yakın olduğunu vurgulamaktadır. İnsanın da bu bilgiler ışığında bir tür nesnas olarak değerlendirilebileceğini söylemiştir.

Konuşan Bir Hayvan: İnsan

Ahmet Mithat, iyi niyetle yaklaşıldığı zaman insanın bir nesnas türü olarak kabul edilmesi ile birlikte, nesnasları iki ayak üzerinde durmaya veya doğasına aykırı hareketleri yapmaya gerek kalmayacağını söylemektedir. İnsanın bir nesnas türü olduğunu kabul ettiğimizde, yine nesnaslara insanın üstünlüğünün en büyük göstergelerinden biri olan konuşma yeteneği kazandırmak gibi bir şey yapmamıza gerek kalmayacağını söylemiştir.

Ardından kabul edelim ki insan çıplak bir halde iken ve iki ayağı üzerinde yürümeyip ellerini ve ayaklarını şimdiki gibi kullanmayan bir maymun türü olsun. İnsan bu halde kabul edilmişken fikirlerime iyi niyetle yaklaşılıp kabul edilemeyecek tek şey insanın konuşamayan bir hayvandan konuşabilen bir duruma gelmesi olacaktır. Onun dışında diğer saydığımız özelliklerinin kabulü iyi niyetli bir yaklaşım ile daha kolay olacaktır. Fakat yine de biraz üzerine kafa yorulup düşünüldüğü takdirde, insanın konuşma özelliğini kazanması hususunda da bu fikri kabul etmek mümkün olacaktır. Hatta bunu kabul etmenin ne kadar önemli olacağı çok iyi bir şekilde kavranmış olacaktır. Ahmet Mithat insanın konuşma ve yürüme yeteneği ile ilgili olarak:


İnsan nutku nasıl öğreniyor? Anasından doğduğu zaman natık mıdır? Ama denilecek ki "insan yürümeyi dahi anasından doğduğu zaman öğrenmiyor. Bunun sebebi ise çocuğun henüz a'sabına lüzumu kadar kuvvet gelmemiş olmasıdır. Bir buçuk iki yaşına kadar a'sabı lüzumu kadar kuvvet kesb edeceğinden o halde hem yürür ve hem de nutk eder. (Mithat, 1288e: 114).
Burada insanın konuşma ve yürüme gibi yeteneklerini nasıl kazandığına değinmiştir.

Çocuğun belli bir zamana kadar yürüyememesi sinirlerine yeteri kadar kuvvet gitmemiş olmasına bağlanmıştır. Zamanla sinirleri gelişen çocukların yürümeye başlaması gibi zaman geçtikçe ve çocuk geliştikçe konuşma ve yürüme gibi yetenekleri kazanacağını söylemektedir. Fakat Ahmet Mithat, insanın konuşma ve yürüme yetenekleri kazanması arasında ayrım yapmaktadır. Bu konuda şöyle yazıyor:

Ancak çocuk nutku bi-aynihi yürümek gibi mi öğrenir? Ben görüyorum ki bir çocuk emeklemeye başladığından bir aya kadar saldır saldır yürüyor. Fakat "baba" "beva" dediğinden altı ay ve bir seneye kadar hala nutk edememekte. Hem de en ziyade şuna dikkat ediyorum ki çocuk nutk edeceği zaman en evvel "be", "de" gibi telaffuzları pek kolay olan sadaları öğrenip "re", "şe" gibi sadaları daha geç ve daha güç öğreniyor. Bu hale göre yürümek çocuk için ne kadar kolay ise söylemek o kadar çetin ve o kadar güçtür. Bundan sonra en ziyade dikkat edilecek cihetlerin birisi dahi çocuk yürümeyi kendi kendisine öğrenip hâlbuki söylemeyi diğerinden talim etmesidir. Bir çocuğu kendi haline bırakmış olsak başlı başına yürür. Fakat Arapçayı veyahut Türkçeyi biz öğretmeliyiz ki öğrensin. Hangisini öğretirsek onu öğrenir. Hatta hiçbir şey öğretmemiş ve mesela çocuğu lakırdı işitmeksizin büyütmüş olsak hiçbir lisan öğrenemeyeceği ve acib ve garib birtakım sadalar çıkarmaya başlayacağı dahi tecrübe olunmuştur (Mithat, 1288e: 114).
Bu sözleri ile Ahmet Mithat, çocuğun yürüme ve konuşma evreleri hakkında bir ayrım olduğunu ve ikisinin öğrenilme biçiminin farklı olduğunu dile getirmiştir. Ona göre çocuklar doğduktan kısa bir süre sonra iki ayak üzerinde durup yürümek gibi bir yönelime sahiptir. Bu şekilde sürekli olarak kasları gelişir ve belli bir dereceye kadar güçlendikten sonra aşama aşama ilerleyerek yürüme yeteneği kazanabilir. Yani bir çocuğu dışarıdan yönlendirmesek de çocuk kendi yönelimi sayesinde yürümeyi öğrenebilir.

Fakat aynı şey konuşma için geçerli değildir. Çocuk öncelikle kelimeye benzer sesler çıkarmaktadır ve bu şekilde 6 ay veya 1 seneye kadar konuşamamaktadır. Ayrıca bir diğer husus çocukların “be” ve “de” gibi sesleri kolayca telaffuz edebiliyorken “re” ve “şe” gibi sesleri daha zor öğrenmesidir. Ahmet Mithat, bu sözleri ile çocuğun yürümesi ile konuşması arasında büyük bir fark olduğunu söylemektedir. Çocuğun konuşmayı ve dil denilen şeyi öğrenmesi için dışarıdaki sesleri duyması ve söylemeye çalışması gerekmektedir. Çocuğa anne ve babası hangi dili öğretirse çocuk o dili öğrenmektedir. Eğer çocuğa herhangi bir dil öğretmezsek veya çocuk sesleri duyabileceği bir ortamda büyümez ise, konuşmayı öğrenemeyecek ve ilginç sesler çıkaracaktır. Mithat Efendi burada çocukların kendi başlarına yürümeyi öğrenebileceği fakat kendi başlarına konuşmayı öğrenemeyeceği hususunda bilgi vermektedir.

İnsanın konuşma yeteneğini kazanmasını ise beyninin diğer hayvanlara göre daha gelişmiş bir yapıda olması ile açıklamaktadır. İnsanlar daha kompleks iletişim araçlarına ihtiyaç duydukları zaman beyinleri de zamanla bu ihtiyacı karşılayacak şekilde evrimleşmiştir. İnsanın dil öğrenme yeteneği uzun bir zaman dilimi içerisinde gelişen bir durumdur. Mithat Efendi’ye göre insan doğası gereği konuşan bir canlı değildir. Konuşma yeteneğini öğrenerek kazanabilen bir varlıktır. Bu şekilde düşündüğümüzde insanların bir maymun cinsi oldukları fikri daha kolay bir şekilde kabul edilebilir. “Yani şimdi görmekte olduğumuz nesnasın ayaklarını, kollarını, çenesini falanı ıslah etmekten ise zaten gördüğümüz halde bulunan bir nev' nesnasa lisan öğretmek elbette daha kolaydır” diyerek nesnasları terbiye etmektense bir nesnas türü olan insana lisan öğretmek daha kolaydır demiştir (Mithat, 1288e: 115).

Maymundan Evrimleşen İnsanlar ve Taklit Yeteneğinin Rolü

Ahmet Mithat Efendi dünyada insanların yayılması ve çoğalmasının bir nesnastan dönüşerek insana dönüşmesi sayesinde olduğunu söylemektedir. İnsanların hayvanlar arasında ön plana çıkmasının ise yine daha önceki yazılarında da belirttiği gibi rekabet ile olduğunu söylemektedir. Nesnasların incelendiği takdirde çok iyi derecede bir taklit yetenekleri olduğunu söylemektedir. Bu yeteneğin maymunlarda doğuştan gelen bir vasıf olduğunu söyler ve insanın da doğuştan gelen yeteneğinin rekabet olduğunu şöyle dillendirir:

(...) bu isti'dadın cümlesinden ziyade insan denilen maymunda bulunduğu derkardır ki diğer maymunlar maymun oldukları halde devam edegelmekte iken insan maymunluktan çıkıp eşref-i mahlûkat rütbesine vasıl olmuştur (Mithat, 1288e: 115).
Burada Ahmet Mithat, açıkça insanın bir maymun türünden evrilerek dönüştüğünü söylemektedir. Maymunlarda taklit yeteneği olduğunu ve bu yeteneğin onları maymun olarak yaşamaya devam ettirdiğini söylemektedir. Fakat bir maymun türünden dönüşen insandaki rekabet yeteneği onu diğer maymunlardan ayırmış ve insan cinsi yaratılmışların en üstünlerinden biri olmuştur. Bu sözleriyle insanın maymun cinsinden üstün bir canlı olduğunu da dile getirmiştir.

Ahmet Mithat, insanın üstün bir varlık olması aşamalarının herkes tarafından merak edildiğini söyledikten sonra bu durumun, insan henüz hiçbir şey bilmezken onun ilerlemesinin takip edilmesiyle mümkün olacağını söylemektedir.

Bu konuda tarihsel bilgimizin yetersiz kalacağını da dile getirmiştir. Çünkü o zamanlarda yazı vb. gibi araçlar olmadığı için bu konu hakkında tarih biliminden bilgi alamayız demektedir. Konu hakkında bilimsel olarak da bir bilgiye ulaşmamızın mümkün olmadığını söylemektedir. Bazı bilim dallarının mukayeseli bir bakış açısıyla değerlendirmesi dışında konu hakkında bilgimiz çok kısıtlıdır. İnsanın ortaya çıkışı ya da daha öncesi gibi konularda bu zamanın ne kadar süre önce olacağını dahi belirlememizin pek mümkün olmayacağını dile getirmiştir.

İnsan Irkları

Bunun dışında insanlar hakkındaki düşünülmeye ve araştırılmaya değer bir başka konunun onların dâhil olduğu sınıflar olduğunu söylemektedir. Bu konuda insan sınıflarının bazı araştırmacılar tarafından beyaz, siyah, zeytuni, kırmızı renkler ile düz saçlı, kabarık saçlı veya burunlarının yassı veya düz olmasına göre ve bunların dışında birçok sınıflama aracı ile 23 kadar familyaya ayırdıklarını söylemektedir. Ahmet Mithat, bu sınıflama yöntemine karşı çıkmış ve bu konuyu birçok örnekle açıklamıştır.

Ancak biz bugün görüyoruz ki bir beyaz kadını bir siyah erkek olur ise veyahut siyah kadın beyaz erkeğe varsa hâsıl olan çocuk ne babası gibi simsiyah ne de anası gibi bembeyaz olmayıp ikisi arası bir renkte zuhur ediyor. İmdi şu suret bize bedaheten gösterir ki renk hususunda familyaları tefrik edebilecek beyazla siyahtan başka hiçbir renk yoktur. Zira sair renkler yekdiğeriyle bil-içtima' hâsıl olabiliyor. Öyle ise en evvel insanlar için iki familya itibar ederiz ki birisi beyaz ve diğeri siyahtır (Mithat, 1288e: 115- 116).
Bu sözleriyle Mithat Efendi, insanın ten rengine göre siyah, beyaz, kırmızı vb. gibi birçok şeye göre ayıran sınıflamalara itiraz etmektedir. Siyah ve beyaz dışında herhangi bir ten renginin sınıflamalar içerisinde kullanılmaması gerektiğini dile getirmektedir. Diğer renklerin çeşitli şekillerde insanların bir araya gelmesi sonucu oluşan renkler olduğunu ve bu renklerin de temelde siyah ve beyaz tenli sayılabilecek insanlardan geldiğini vurgulamıştır. Önceki insanların siyah ve beyaz tenli insanlardan geldiğini de ayrıca belirtmektedir.

Ten rengine dayalı iki sınıf öneren Ahmet Mithat Efendi, yine dış görünüşe yönelik başka bir sınıflama önermektedir. Bunlar Çin’deki çekik gözlü insanlar, Tataristan’daki yassı burunlu insanlar, Kafkasya ve Avrupa’daki boyu posu orantılı olan kişiler ile Afrika, Amerika ve Avustralya’da yaşayan kaba dudaklı insanlardır. Bu grupların her birinin ayrı bir sınıf olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylemektedir. Bu sözleri ile toplamda 6 sınıftan bahsetmiştir. Ten rengine göre 2 sınıf ve yine dış görünüşlerine göre göz, burun, dudak ve vücutlarına göre 4 sınıf olmak üzere 6 farklı sınıf olması gerektiğini söylemiştir (Mithat, 1288e: 116). Bu şekilde oluşacak olan sınıflar arasında yapılan evlilik ile oluşacak kişi yeni bir familyadan sayılabilir. Böylece oluşturulacak sınıfların, araştırmacılar tarafından 23 ya da 23 milyona dahi ulaştırsak, bu konuya kimse itiraz edemez demektedir.

İnsan ve Nesnas İlişkisi Hakkında Bir Sonuç

Ahmet Mithat Efendi, bahsettiğimiz tüm fikirlerinden sonra "İnsan" ve "Nesnas" ilişkisi hakkında:

Benim itikadımca insanlar hin-i zuhurunda şimdi görmekte olduğumuz nesnaslar gibi dört ayak üzerinde yürür bir nev' mahlûk değildi. Yine iki ayak üzerinde yürür bir nev' nesnas idi. Her hayvanda olduğu gibi bunların dahi siyahı ve beyazı veyahut simaca mütenevvileri vardı. Bunlar hilkat ve cibilliyetlerinde cüstücuya olan isti'dad-ı fevkaladeleriyle beraber rekabet dahi cibilletlerinde meknuz olduğundan uzun uzadıya cüstücular ve birçok tecrübeler üzerine bi't-tedric behayim âlemini bırakarak kim bilir kaç bin senede şimdi tarihin bize "birinci adamlar" diye haber verdiği ve dağlarda ve ormanlarda ve mağaralarda müteferrik ve perakende bir suretle taayyüş eylediklerini hikâye eylediği adamlar derecesini bulabilmişlerdir (Mithat, 1288e: 116).
Ahmet Mithat, insanların bizzat şu anda gördüğümüz dört ayağı üzerinde duranlardan değil evvelki bir zamanda iki ayağı üzerinde durabilen nesnaslardan geldiğini söylemektedir. Burada bahsedilen iki ayağı üzerinde duran nesnasların da uzunca bir süre boyunca dört ayağı üzerinde yürüdüğünü söylemiştir. Fakat bu nesnaslar araştırmaya olan kabiliyetleri ve rekabet yetenekleri gibi şeyler tabiatlarında bulunduğu için dört ayaklı hallerini terk ederek iki ayaklı hallerine dönüşmüşlerdir. Burada bahsedilen iki ayaklı nesnasların tarihin bize anlattığı ve “birinci adamlar” diye bahsettiği dağlarda, ormanlarda ve mağaralarda yaşayan türler olduğunu söylemektedir.

Ahmet Mithat'ın Aldığı Eleştirilere Karşı Savunması

Ahmet Mithat Efendi, bahsettiğimiz görüşlerini bildirdikten sonra kendisine birçok eleştiri yapılmıştır. Eleştirilerin genel olarak mahiyeti insan türünün hayvanlardan gelmediği ve bu görüşlerin İslam anlayışındaki yaratılış ile çeliştiğine dair eleştirilerdir.

Bu konuda eleştirilere cevaben “Âdem ve Nesnas” isimli bir makale yayınlamıştır. Bu yazısında Ahmet Mithat, birçok misal verdikten sonra kendisinin yaptığı işin batı bilimi içerisindeki bir görüşü aktarmak olduğunu söylemiştir. Bu durumu, şöyle anlatmıştır:

Nitekim İbn-i Sina, Aristoteles'in bir takım akval-i mezifesini aynen tercüme etmişti. Yalnız İbn-i Sina değil. Farabi de tercüme etti, Gazzali de nakletti, Fahr-ı Razi de tercüme etti; hatta bazı kavaid bile koydu. Kimse bir şey demedi (Mithat, 1288f: 244).
İnsanların bugün nasıl gözüküyorlar ise geçmişte de öyle gözüktüğünü ve insanın iki ayağı üzerinde duran bir nesnastan geldiğini söylemiştir. Burada bu görüşünü tekrarlamaktadır. Ardından aslında bu konunun Âdem aleyhisselam ile bir alakası olmadığını söylemektedir. Görüşlerinin haklılığını ise yazısında birçok ayete ve hadise referans göstererek savunur. Ardından meselenin tam anlaşılması açısından görüşleri ile neyi kastettiğini şu cümleler ile açıklamaktadır.

Ba-husus yine bu meselede nazar-ı dikkat ve ehemmiyete alınacak bir nokta daha vardır. Şöyle ki: Yukarıdaki bendde dahi gözetildiği vecihle, müdekikin-i hükemanın nesnas-ı asri diye tasavvur eyledikleri asır, dünya yüzünde beni beşerin henüz münteşir olmadığı zamandan bile daha pek çok mukaddem olup beni beşerin intişarından sonra ise iş bu nesnas asrının müddet-i devri hitama erişmiş ve ondan sonra beşer asrı hulul eylemiştir (Mithat, 1288f: 246).

Bu konuda dikkat edilecek bir nokta olduğunu ve nesnasların yaşadığı zaman ile insanların yaşadığı zaman arasında büyük bir fark olduğunu dile getirmiştir. Ona göre nesnasların yaşadığı dönemde henüz insan türü yoktu. Ardından insan türünün ortaya çıkmasından sonra nesnasların devrinin sona erdiğini ve insanların devrinin başlamasıyla birlikte insanların dünyada yer edindiğini söylemektedir. Ahmet Mithat, dünyada Âdem aleyhisselamdan önce birçok hayvan türü olduğunu ve Âdem’den önce dünyanın bomboş olmadığını söylemektedir. Ahmet Mithat Efendi, sitemkâr bir dil ile birlikte yaptığı şeyin İslam’a aykırı olmadığını da dile getirmektedir.

Bundan yani dünyada Adem ve be'de ebna-yı Adem zuhur eyledikten sonra, derhal memuriyet-i hilafete ibtida eylemiş olduklarından o günden bed'le devr-i Adem'in tarihi tutulup artık ne nesnaslığa ne de sair hayvanatın veyahut cinninin hükümetine mahal kalmayarak yeryüzünde hüküm ve hükümet eşref ve ekva ve a'Ia-yı mahlûkat olmak üzere Adem elinde kalmıştır. Allah için düşünülsün! Yeryüzünde nev'-i beni Adem henüz mevcud değil iken bir sınıf hayvanın ahvalinden bahseden adam küfür mü etmiş olur? (Mithat, 1288f: 247).
Bu sözleriyle, Âdem aleyhisselamın ortaya çıkmasından sonra insanlığın tarihinin tutulmaya başlandığını ve nesnasların veya cinlerin egemenliğine gerek kalmayarak yeryüzünde Âdem’in ve onun neslinin egemenliğinin başladığını söylemektedir.

Ardından, itirazlara sitem ederek henüz Âdem ortaya çıkmamışken, bir sınıf hayvanın durumundan bahsederek hakaret edilmediğini dile getirmektedir. Son olarak; "Bu şekilde bir sıkıntı çıkar mı diye bu tür gelişmelerden bahsetmeyecek miyiz?" diyerek sözlerini tamamlamaktadır

Ahmet Mithat, kendisine yöneltilen eleştirilere genel olarak bu şekilde cevap vermiştir. Kendisi görüşlerini yayınladıktan sonra, Harputlu Hoca İshak Efendi ile tartışmaya girmiştir. Birbirlerine gazete ve dergi yoluyla cevap vermişlerdir.

Evrim Teorisi İle Yakından Alakalı Diğer Eserleri
"Kainat" Makalesi ve Evren'in Yaratılışı

Ahmet Mithat “Kâinat” isimli bir eser yayınlamıştır. Bu eserinde ağırlıklı olarak evrenin yaratılmasından bahsetmektedir. Fakat yine de bu makalesinde de insanın ortaya çıkışı konusunda önceki makalelerde bildirdiği hakikatleri tekrardan bildirmektedir.

Ardından bu makalede, madenlerin oluşumundan ve insandan önce var olan hayvanlardan bahsetmiştir. Âlemin yaratılışı konusunda ise Tevrat’tan alıntı yaparak dünyanın 6 günde yaratılması iddiasını detaylı bir şekilde incelemektedir. Sonra evrenin yaratılması meselesini İslami bir perspektiften değerlendirir. İnsanın yaratılışını da hem Tevrat hem de Kur’an-ı Kerim’e göre değerlendirir. Burada Âdem’in cennetten kovulması vb. gibi birçok olayı değerlendirmektedir. İnsan neslinin soyundan ve nasıl yayıldığından da bahsetmektedir (Mithat, 1299: 2-29).

Bu eser direkt olarak konumuzla alakalı olmadığı için, sadece özet bilgi verilmiştir.

Din Bilim Çatışması Hakkında Eseri

Ahmet Mithat Efendi, John William Draper’in 1874 yılında yayınladığı “History of the Conflict between Religion and Science” adlı eserini 1895 yılında kendisi de eklemeler yaparak “John Draper, Niza-ı İlm ve Din; Ahmet Mithat Efendi, İslam ve Ulum” adı altında yayınlamıştır. Bu eser, Ahmet Mithat Efendi’nin kitabın çevirisine eklediği yazıları ile birlikte, İslami yönden din ve bilim meselesini yansıttığından önemlidir. Mithat Efendi, bu eserin birçok dile çevrildiğini söylemiştir.

Eserde genel olarak öncelikle Draper’in bir konu hakkındaki görüşünü söyledikten sonra aynı konu hakkında kendi görüşünü dile getirmektedir. Bu eserin bizim konumuzla alakalı olan bölümü ise, yeryüzünde canlıların nasıl oluştuğunun anlatıldığı kısımdır. Draper bu konuda; arkeolojik kalıntılardan yola çıkarak insanın dünyada görülmesinden asırlar önce dünyada birçok ısınma ve soğuma gibi olaylar meydana gelmiştir. Yer katmanları çok uzun bir süre sonra oluşmuştur. 4. jeolojik zamandan itibaren de mağara ayısı, mağara aslanı, mamutlar ve daha sonrasında atlar ve sığırlar gibi hayvanlar görülmüştür. Ardından insanın çok uzun bir süre sonra evrildiğinden bahsetmektedir. Fakat evrimin bir yaratıcı tarafından yapıldığını da sözlerine eklemiştir.

Ahmet Mithat ise bu konuda; yaratılışın ne kadar geriye götürülürse götürülsün İslam düşüncesinin bundan zarar görmeyeceğini söylemektedir. Çünkü kilise bu konuda bir tarih vermişse de, İslam dünyasında böyle bir tarihlendirme yoktur. Bu konuda Hz. Âdem’in yeryüzünde halife olduğunu ve bu kelimeye binaen bir halef olduğunu söyler ve her halefin de selefi olacağından âdemden önce başka âdemlerin veya başka canlıların yaşamasının İslami düşünce açısından bir mahsuru olmayacağını söylemektedir.

Ahmet Mithat’a göre İslam dünyasının yaratılışın aniden bir anda olduğuna dair bir görüşü yoktur. Yaratılış kademe kademe gerçekleşmiştir. Kendisi, insanın topraktan yaratılmasına dair görüş ile evrimsel görüşü benzer saymaktadır. Hatta ona göre Draper, Âdem ve Havva’nın yaratılması hadisesinde semavi dinlerin bu bilgileri Sümer ve Mezopotamya halklarından aldığını söylemektedir. Havva’nın da Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılması hadisesini bu suretle eleştirir. Ahmet Mithat bu konuda; Kur’an’da Âdem ile ilgili bilgi olduğunu ve Havva’dan bahsedilmediğini söyler ve denildiği gibi Havva, Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılsaydı bunu Osteoloji (Kemikbilim)’in tespit edeceğini söylemektedir (Ermiş, 2004: 99- 105).

Materyalist Evrim Anlayışını Reddetmesi

Ahmet Mithat Efendi “Ben Neyim? Hikmet-i Maddiyeye Müdafa’a” adlı eserinde, Avrupa’da büyük bir hızla yayılmaya başlayan materyalizm hakkında eleştirilerini dile getirmektedir. Toplamda 124 sayfa olan bu kitapta, materyalistlerin her şeyi maddeciliğe indirgeyerek maneviyata zarar verdiklerinden bahsetmektedir ve materyalistleri insanlığı hayvanlık derecesine indirgemekle suçlamaktadır. Materyalizmin arttığı yerlerde intihar ve cinayet gibi suçların da çoğaldığını söylemektedir.

Ahmet Mithat, kitabında Schopenhauer ve Büchner gibi materyalizme yakın kişileri eleştirir. Kendisinin bir et, yağ, kemik ve sudan ibaret olduğunu iddia eden bu görüşe şiddetle karşı çıkmış ve ruh kavramının olduğunu söylemiştir. Yaratılışta bir kanun olduğunu ve bunun tesadüfle açıklanamayacağını da dile getirmiştir.

Bu eserinde de yine evrimci görüşe yakın bir dönüşümü tekrar etmektedir. Bitkilerin hayvanlara ve hayvanların bitkilere dönüştüğünü söylemektedir. Maddelerin kuvvetiyle birlikte göz suretine girip gördüğünü, kulak suretine girip işittiğini ve beyin suretine girip akıl edip düşündüğünü söylemiştir. Burada Ahmet Mithat, madde sözcüğüyle doğrudan hücre kavramına gönderme yapmaktadır (Mithat, 1308).

Ahmet Mithat, materyalist evrim fikrini reddetmiştir çünkü onun benimsediği evrimsel fikir, bir yaratıcı kavramını da içermektedir. Ona göre canlılar, belli yapı taşlarından oluşmuştur ve aşamalı bir şekilde dünyaya gelmiştir. Fakat bu süreçleri tesadüfi bir şekilde olmamıştır. Bu süreç bilinçli bir şekilde yaratıcı tarafından uygulanmıştır. Bu eserinde evrimle ilgili görüşlerini diğer çalışmalarına nazaran daha az dile getirmiştir. Çünkü bu eserinin asıl amacı materyalizmi tenkittir.

Ahmet Mithat Efendi, yayınladığı eserlerle birlikte din ve bilim alanında bir uzlaşma sağlamak istemiştir. Ayrıca evrim teorisini Kur’an-ı Kerim’de anlatılan yaratılış düşüncesi ile de benzer bulmuştur.

Osmanlı'da Ahmet Mithat'ın ve Evrimin Yasaklanışı

Bu düşünceleriyle dönemin hükümeti ile ters düşmüştür ve onun hakkında bir iddiaya göre; bundan böyle Mithat Efendi’nin evrim teorisine ilişkin basına yazı yazdırılmaması, şeklinde bir emir verildiği de söylenmiştir. Bu emirden sonra maalesef tıp okullarında dahi bu teori yasaklanmıştır. Meşrutiyet sonrası ise tıp öğrencileri adına hazırlanan Zooloji kitaplarında evrim teorisi hem kötülenmiş hem de çürütülmeye çalışılmıştır (Adıvar, 1987: 368- 369).

Ahmet Mithat’ın evrime dair bakışını tek kelime ile özetleyecek olursak, ona göre evrim teorisi ile Kur’an-ı Kerim’de anlatılan yaratılış uyumludur ve "insan maymundan gelmemiştir, o zaten bir maymun cinsidir" (Demir, 2007: 84).

Ahmet Mithat Efendi, gerek makaleler gerek kitaplar ile birlikte Türkiye’de evrim teorisinin tanıtılması alanında büyük hizmetler etmiştir. (DENİZ GÜLTEKİN - EVRİM AĞACI)

Hiç yorum yok