6 Eylül’de gösterici ve polis birlikte yürüyor (Foto: BCA-F: 010.9/K: 112, D: 352, S: 1, s. 38) |
Selanik’te Türkiye’nin Başkonsolosluk ve Atatürk Evi bahçesinde bomba 5-6 Eylül 1955 gecesi 00.07’de patlatıldı. Başbakan Adnan Menderes, bunu 16 saat sonra duyduğunu açıkladı. Süre, radyoda 13.00 haberinde verilmesi için Menderes’ten izin alındığı dikkate alınca en az 12 saattir. Yunanistan halkı bile Başbakan Menderes’ten 6 veya 10 saat önce duymuştur. Bomba meselesi Yunanistan’da sabah 06’dan itibaren radyoda haberdir. Oysa o günlerde Başbakan Menderes’in gündemi Kıbrıs’tı, nutuk üstüne nutuk çekmekteydi. Menderes, “Bir gece ansızın gelirim” havasındaydı. Londra’da da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Kıbrıs’ı görüşmekteydi. Menderes, bu kadar ilgiliyse, nasıl oldu da patlatılan bombayı 12 veya 16 saat sonra öğrendi? Atina elçiliği de Selanik Başkonsolosluğu da şifreyle yazdığı halde, Menderes de Dışişleri de niye sağır ve dilsizdi? Çünkü ‘6-7 Eylül kontr-planı’ yürürlükteydi. Bomba haberinin kitleye nasıl duyurulacağı da planın bir maddesiydi. Elbette Menderes, bunu biliyordu. Üç aktörlü plandı: Devlet yani hükümetle militarist teşkilâtı kontrgerilla, basın ve sokaktaki güruh. Bugün İstanbul’da, 6-7 Eylül’le temellendirilen program uygulandığı için 1,9 milyon değil, yaklaşık 100 bin Hıristiyan ve Musevi yaşıyor. Ne oldu, İstanbullu 1,8 milyon Hıristiyan ve Musevi’ye?
İktidardaki Demokrat Parti, Meclis çoğunluğuna sahiptir ve TBMM’de etkin soruşturma yapılamaz. Müzakerede söylenenler tutanaklarda kaldı. Başbakan Adnan Menderes, 6-7 Eylül’den beş gün sonra TBMM’deki beyanından da anlıyoruz ki, halen ‘duymama ve görmeme’ tavrındadır: “İstanbul’un her tarafında hazırlanmış olan ruhların ve insanların birden harekete geçmesiyle, bütün İstanbul’u sarmış oldu.” Peki, İstanbul’da ruhları hazır ola getiren kimdi? Cevabını veren TBMM’de Başbakan Yardımcısı Fuad Köprülü: “Şunu söyleyeyim ki, bu hâdiseden hükümet evvelce haberdardı. Ona göre bazı tertibat da almıştı. Fakat bu hâdisenin günü ve saati muayyen değildi ve bu bütün gayretlere rağmen âdeta bir baskın şeklinde her tarafta birden tecelli etmiştir.” Başbakanın, yardımcısının, valisinin ve sokakta görevlisinin beyanları, “Özel Harp işiydi” diyen Özel Harpçi Sabri Yirmibeşoğlu’dan on yıllar önceki itiraftı. Bazı cezalara rağmen, hükümetin 6-7 Eylül tertibi Yassıada’da yargılama konusu olmasıyla kaldı. 6 Eylül gecesinden itibaren tutuklananlarsa Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo gibi dönemin bilinen demokratları yani devletin bildik fişli komünistleriydi. Bugün de Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi ‘teröristlerin’ olması gibi. Resmî dilde hedef unsurun tanımı zamanla değişiyor: Dün komünist, bugün terörist.
BAHANESİ KIBRIS’TI
Etnik, dini ve siyasi nedenlerle şiddetin kullanıldığı 6-7 Eylül, literatürdeki adıyla bir pogromdur. 6-7 Eylül’de milleten Türk ve dinen İslam olmayanın can ve mal güvenliği imha edildi. Bu nedenle, can ve mal güvenliğinin imhasından dolayı ‘imha’yı da kullanıyorum. 6-7 Eylül pogromu veya imhası tartışıldığında hemen Kıbrıs meselesi özelinde gelişmelere dikkat çekilir. Zaten öyle bir zamanda olmuştur. “Kıbrıs meselesi olmasaydı İstanbul’da 6-7 Eylül pogromu/imhası olamazdı” denir. Kıbrıs meselesi olmasa, İstanbul’da 6-7 Eylül benzeri imha yaşanmaz mıydı? İtirazımı kısaca iki noktada yazacağım. “Yaşanmazdı” demek için Türk millî devletinin nasıl inşa edildiğinden ve kurulduğundan bihaber olmak lazımdır. Hatta biraz ötesine gidip Tanzimat’ın, 1876 Anayasası’nın ilga edildiği ve Meclis’in kapatıldığı 1878 sonrasına eleştirel bakmak yeterlidir.
1878’de Tanzimat’ın, bugünün diliyle İslam ve Hıristiyan vatandaşın eşitliğine yönelik düzenlemelerine son verildi ve arkası geldi. Sünni İslam ve Hıristiyan eşitliği politikası, Saray’ın ya da bürokratlarının lütfu değildi; Balkan Hıristiyan milletleri ayaktaydı. Abdülhamid’in Sünni Kürt aşiretlerden oluşturduğu Hamidiye Alaylarıyla Ermeniler kırıma uğratıldı, can pazarında kalan Ermeniler köy köy gönüllü[1] Sünni İslamlaştı.
Abdülhamid istibdadına Temmuz 1908’de “dur” dendi, ama özellikle millî meselede, Makedonya ve Ermeni meselesinde yine bugünün diliyle demokratikleşmeye yönelik adımlar yetersiz kaldı. Sarayı hedeflemeyen Babıâli özelinde yoğunlaşan klikler kavgasında 1908’in güçlü partisi İttihat ve Terakki, Ocak 1913 darbesiyle iktidara hâkim oldu. 1878’deki ‘tekçi’ çizgiye dönüldü; Anadolu’yu İslamlaştırmada 1913-1914’te Rumlar kovalandı ve Birinci Paylaşım Savaşı’nda hedefte Ermeniler vardı. 1878-1923 dönemi Anadolu’yu Sünni İslamlaştırma (ve Türkleştirme) yıllarıydı. 1923’te Anadolu’da kalan Rumlar da mübadeleyle gönderildi. 1,2 milyon mübadil Rum’un 112 bininin[2] Mübadele Antlaşmasıyla gittiğini de hatırlayalım. Anadolu’da hedefe ulaşılmıştı. Böylece Türk milliyetçiliğin iki unsuru netleştirildi: Milleten Türk ve dinen Sünni İslam’dı. Resmî ideolojiye göre, Sünni İslam, Türk kültürlü (İskân Kanunu, madde 10, 11) olandı. Ekonomi politiği de milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanın demografik ve iktisadi yapıdan tasfiyesiydi. 1914 sonrası tasfiyenin tarihidir.
Sünni İslam, Türk millî devletinin temel unsuruydu; İsmailağa, Fethullah, İskenderpaşa, Süleymancılar, Cemalattin Kaplan gibi bilinen Sünni İslamcı teşkilatların liderinin (emekli) devlet memuru imam olması tesadüf mü? Sünni İslamcı en büyük teşkilat, Diyanet İşleri Başkanlığı değil mi? Dünyada TC’den başka, din görevlisinin devlet memuru olduğu ülke var mı? İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıkladığı gibi, o zaman Sünni İslam’dan olmayan vali de kaymakam da emniyet müdürü de ya bir tane olur ya da olmaz. Sonra da yok Sünni İslam mağduriyetiymiş yok laiklikmiş. Hıristiyan’a, Musevi’ye ve Alevi-Kızılbaş’a rağmen, egemenlik unsuru Sünni İslam mağdursa, Ermeni’ye, Rum’a, Yahudi’ye, Çingene’ye ve Kürt’e rağmen egemenlik unsuru Türk de mağdurdur; mümkün mü? 1930 model Türkçülükle, 2010 model Sünni İslamcılık, madalyonun iki yüzüdür.
Türkçü/Sünni İslamcı resmî ideoloji nazarında İslamlaştırma/Türkleştirme Anadolu’yla sınırlı değildi; ikinci hedef Trakya’ydı. 1934’te İkinci Umumi Müfettişliği’nin kurulmasıyla Haziran-Temmuz’da harekete geçildi ve Yahudiler kovalandı. Öncesinde kovalanan Rumlar ve Ermenilerdi.
Devamı vardı, üçüncü hedef İstanbul’du. İstanbul, ırki temizlikte 1930’lardan[3] itibaren hedefti ve 1944’te tarih verildi: “İstanbul fethinin 500’üncü yıldönümüne [1953’e] kadar İstanbul’u tek Rumsuz bir hale getirmek.”[4] Bunlar, 6-7 Eylül öncesinde İstanbul’da ‘temizliği’ öneren ve bilinen iki rapordu. Rumlarla sınırlı kalmadı, diğer Hıristiyan milletlerden ve Yahudileri hedefleyen programın icrasıyla bugüne gelindi.
Bir, İstanbul, Sünni İslamlaştırmada/Türkleştirmede üçüncü hedefti. Bunun gereğiydi, 6-7 Eylül imhası. Anlamak için Batı Trakya ve İstanbul ikilemine bakmak yeterlidir. 1920’lerde Batı Trakya’da kalan Türk/İslam nüfusla, İstanbul’la İmroz (Gökçeada) ve Tenedos’un (Bozcaada) Rum/Ortodoks nüfusu 120 bin civarındaydı. 6-7 Eylül pogromu, 1964 Rumların kovalanmasıyla bugün itibariyle 3 bin civarında Rum’un ve 110-120 bin Türk’ün Yunan Meclisi’nde üç milletvekiliyle [Gümülcine/Rodop İlhan Ahmet (KİNAL) ve İskeçe/Ksanti Hüseyin Zeybek (SYRİZA) ile Burhan Baran (KİNAL)] varlığı iki tarafta neler yaşandığının yalın özeti değil mi?
İkinci itirazım, dış meseleyle, TC vatandaşı arasında direkt ilişki kurulması resmî ayrımcılıktır. Çünkü Kıbrıs meselesinden hareketle TC vatandaşı Rum ve Yunanistan vatandaşı Türk, devletin hedefi olamaz.
ORGANİZE İŞLER
6-7 Eylül öncesinde kontr-plan dâhilinde neler oldu? Menderes’in bahsettiği “hazırlanmış ruhlar” söylendiği gibi birden ortaya çıkmamıştı.
TBMM’de 13 Ocak 1956’daki müzakerede parti grubu adına konuşan CHP Malatya Mebusu Nüvit Yetkin’den öğreniyoruz ki öncesinde, “Hedef vatandaşın evi ve işyeri” tespit edilmiş, buna göre görevlendirme ve İstanbul’un dört bir yanında yakmayı, yıkmayı yapacak ekibin hazırlığı yapılmıştır:
1- Bazı muhtarlardan hedef olan “vatandaşların ikametgâh ve ticaretgâh adresleri” istenmiştir.
2- Bekçiler, bazı vatandaşları kapı numaralarının okunur olması için uyarmıştır.
3- [Listeler hazırlanmış olmalı ki, N.O.] hâdise sırasında Büyükada’da bir otel müdürü kaymakamı arayıp, yardım istediği zaman, aldığı cevap, “Nasıl olur, senin otelin listeye dâhil değildi, ben şimdi önlerim” olmuştur.
4- 7 Eylül’de çıkan İstanbul gazeteleri yazdı ki, aynı saatte Galata’dan Tünel’e, Tarlabaşı’na, Kadıköy’e, Bakırköy’e, Yeşilköy’e ve Boğazın Rumeli yakasına her tarafta ekiplerin işbaşında olması sağlanmıştır.
Devlet kuvvetlerinin işini yapmamasından İçişleri Bakanlığı’nın birinci derecede sorumlu olduğunu belirten Nüvit Yetkin, mahalli düzeyde teşkilatlanmaya dikkat çekti. Cevaben Başbakan Menderes’in uzun konuşmasında kısaca söylediği şuydu: “Bunların içinde hâdise ile alâkalı olduğumuzu tebeyyün ettirecek, bizi uzak, yakın suçlayacak hiçbir cihetin mevcut olmadığı meydandadır.” Türk gazetelerinin 28 Ağustos’ta Kıbrıs’ta katliam olacağını yazdığını belirten Menderes, aradan dört aydan fazla zaman geçtiği halde, “Biz hâlâ bu havadisin nereden verilmiş olduğunu tahkikle meşgulüz” dedi.[5] Haberin kaynağını bulamama bahane değilse nedir?
13 Ocak’ta haberin kaynağını öğrenemediğini açıklayan Menderes, oysa 24 Ağustos’ta Liman Lokantasında 28 Ağustos söylentisini dikkate alarak savaş narası atmış, “Kıbrıs Anadolu’nun devamından ibaretti” demiştir.[6]
Menderes, hedef ev ve işyeriyle ilgili iddiaları görmezden gelmiş ve “Muhtarlar, bekçiler ve saire kişiler görevlendirilmedi” dememiştir. Hatta Menderes’in katliam haberi kaynağının halen araştırıldığını söylemesi, suçüstü değilse nedir?
26 Ağustos’ta İstanbul Valisi F. Kerim Gökay, 27 Ağustos’tan itibaren büyük kitle hareketi konusunda sivil ve askeri makamları uyardı, izinlerin kaldırıldığını bildirdi ve hazır kuvvet bulundurulmasını istedi.[7]
28 Ağustos’ta Londra’da Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun başbakana gönderdiği şifreli telgrafın son cümlesi şuydu: “Tarafı devletlerinden bu husustaki ilgililere verilecek emirlerin pek faideli olacağını saygılarımla arzederiz.”[8] Bu cümle, genelinde kitleyi harekete geçirmenin şifresi olarak değerlendiriliyor.
29 Ağustos’ta Kıbrıs’la ilgili İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında Londra Konferansı başladı.
4 Eylül’de 3-5 bin Türk, Londra’da Kıbrıs meselesiyle ilgili miting yaptı.
5 Eylül’de Londra mitingi manşetlerde. Hürriyet’te manşet ve spotu: “Nümayişçiler Kıbrıs uğurunda kanlarını dökmeye andiçtiler.”
Başbakan Menderes, Sultanahmet’te 6-7 Eylül’ün aktif teşkilatı Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı ve Hürriyet gazetesi çalışanı Hikmet Bil’i yanına çağırdı ve aynı arabada Florya’ya gittiler. Adnan Menderes ile görüşmesini 1976’da basılan Kıbrıs Olayı ve İçyüzü kitabında yazan Hikmet Bil, yol boyu konuştuklarını aktardı. Yassıada yargılamasında tanık olarak dinlenen Hikmet Bil, “Ne var ki, tertiplerini kontrol edemediler” dedi.[9]
6 Eylül’de saat 00.07’de Selanik Başkonsolosluğu’nda bomba patlatıldı.
6 Eylül’de saat 06’da Yunanistan radyoları bomba haberini verdi.
6 Eylül’de saat 13.00’de Selanik bombası Türkiye radyolarında haberdi.
6 Eylül’de öğleden sonra Selanik bombası, akşam gazetesi İstanbul Ekspres’in ikinci baskısının manşeti (saat 16.00-16.30): “Atamızın Evi Bomba ile Hasara Uğradı.” 150 bin veya 290 bin basıldı ve dağıtıldı, diğer günlerde tirajı 20 bindi. 17.30 civarında yürüyüş ve üç, dört saat sonra da yakıp, yıkma başladı.[10]
6 Eylül 1955’te İstanbul’da ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres gazetesi (Foto: BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 3, s. 52) |
6 Eylül’de saat 16.00 civarında Menderes, patlatılan bombadan haberdar oldu.
6 Eylül’de Kıbrıs Türktür Cemiyeti mitingini yaptı ve arkası geldi.
6 Eylül, İngiltere’nin Kıbrıs’ın kendisini yönetmesi teklifini Türkiye’nin reddettiği, Yunanistan'ın ise yeterli bulmadığı ve 29 Ağustos’ta başlayan konferansın çıkmaza girdiği gündür.[11]
6-7 Eylül gecesinden itibaren polisin hedefinde komünistler vardır. Aziz Nesin, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo dâhil 45 kişi tutuklandı.
7-8 Eylül’de İstanbul’daki yağma ve talan gazete manşetlerinde.
MENDERES: VALİ SAAT 16’DA BİLDİRDİ
Bomba, 6 Eylül’de saat 00.07’de Selanik konsolosluk bahçesinde patlatıldı. Elbette konsolosluğun öncelikle Ankara’ya ve elçiliğe bildirmesi gerekirdi. Kıbrıs’ta yeni yol haritasının çizildiği günlerde diplomasinin atak olması beklenirdi. Öyle mi? Atina elçiliğinden Ateşemiliter Albay Şefik, saat 10’da konsolosluğu telefonla arıyor ve saat 06’da radyodan haberi dinlediğini söylüyor.[12] Başkonsolosun bomba patlayalı 10 saat olduğu halde elçiliği bilgilendirmemesi ve albayın da radyodan haberi dinledikten 4 saat sonra araması, özel bir engelleme yoksa nasıl açıklanabilir? Başkonsolos, Ankara’ya “bu gece saat 24.07”de yani saat 00.07’de bombanın patlatıldığını şifreli telgrafta yazdı. Atılan iki bombadan biri patlıyor ve bina camları kırılıyor. Şifre 6.9.1955’te ve saat 23’te alındı. Atina elçiliği de başkonsolostan aldığı bilgiyi Ankara’ya telefonla şifreli bildirdi. Elçilik şifresinin alınışı 6.9.1955’te ve saat: 12.30 veya 13.30’dur.[13] Başkonsolos şifresinin ikinci sayfasına eklenen Osmanlıca “Cevap verilmeyecek” notu vardır. Menderes’e Yassıada’da şifrede Osmanlıca not sorulduğunda, “Kim yazmış, malûm [belli] değil” dedi.[14] Osmanlıca notu kimin yazdığının bilinmiyor olması, kasıt mıdır yoksa ihmal midir? Ya da Menderes’in emriyle yazıldığının beyanı mıdır? Elçilik şifresinde de aynı telgrafın Londra’ya gönderildiği notu vardır.
Bomba hakkında Selanik Başkonsolosluğu’ndan Ankara’ya gönderilen şifre (Foto: BCA-F: 010.9/K: 108, D: 337, S: 1, s. 36-37) |
Başkonsolos şifresini Ankara’da alış saati 23. Yassıada’da 19 ve 21 Ekim tutanağına saatin 23 olması sorulmadı ve de anlatılmadı. Bu 23, yazılmayan bir saatin dakikasıysa sorun, ama dakika değil 6 Eylül saat 23’se tam bir felakettir. O zaman sorulmaz mı, 23 saat sonra Ankara’ya bildirim, neyi perdelemenin gayretidir? Elçilikten saat 12.30 ya da 13.30’da bilgi alan Ankara’nın, Selanik başkonsolosuna “Ne oldu?” diye sormaması da perdelemenin bir başka unsuru değilse nedir? Saatle ilgili iyimser düşüncem, 00.07’de patlayan bombanın 00.23’te ya da 01.23’te bildirilmiş olmasıdır. İki şifre elde, ama Ankara’daki yetkili Başbakan Menderes’e bildirmiyor. Menderes de bildirmemenin hesabını sormuyor. Elçilik Londra’ya da bildirildiği için Londra’dan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da Başbakanı aramıyor. Menderes, şifre meselesini TBMM’de de gündeme getirmedi.
Menderes, Yassıada’da 6 Eylül’de İstanbul’da Florya’da köşkteyken saat 16 civarında valinin arayıp İstanbul Ekspres gazetesinden bahsettiğini ve valiye gerekli tedbiri almasını söylediğini anlattı. Menderes, Abdullah Efendi Lokantası’ndayken radyodan bomba haberinin verilmesiyle ilgili kendisine yönelik iddiayı da yalanladı.[15] Peki, saat 13’te radyoda haberi verme izni veya onayı alınmadı mı? Oysa Menderes’in lokantada radyo haberi için izin verdiği anlatılmaktadır. Vali F. Kerim Gökay, Menderes’le Özel Kalem Müdürü’nün görüşmesinden bahsetmektedir. Bu halde Menderes, haberi neden vali ve bakanlarla paylaşmadı? Gökay, Yassıada sorgusunda, saat 15’te lokantadan ayrılıp vilayet binasına geldiğinde bombadan haberdar olduğunu ve başbakanı aradığını anlattı.[16]
Savcı, Yassıada’da 21 Ekim’deki duruşmada, bomba meselesini sordu (özetle): “Adnan Menderes ifadesinde bombayı Yunanlıların atmış olacağı iddiasında bulundu. Ama bombayı bildiren şifreye cevap verilmiyor ve ‘cevap verilmemesi için bir şerh’ şifrenin üzerine yazılıyor. Bombadan dolayı Yunanistan, protesto edildi mi?” Ve Menderes’in cevabı kısaca şudur: “Bombayı Yunanlıların atıp atmadığı hususu o gün bilinip, harekete geçmemizim imkansızlığını takdir edersiniz. Bomba Türkiye’den götürülmemiştir. Kim atmıştır? Yunan komünistleri atmış olabilir.”[17] Mahkeme başkanı, Menderes’in anlatımına göre, bu halde bombayı Yunanistan’ın atmasının aleyhine olduğunu hatırlattığında, Menderes, Yunanistan’ın yüzde 30-35’nin komünist olup, bunlardan birinin yapabileceğini söyledi.[18] Menderes’e göre 6-7 Eylül imhasını yapan Türkiyeli ve Selanik’te bombayı atanda da Yunanistanlı komünistlerdir. Suçüstü halini komünistlerle perdeleme gayreti! Suç mahalindeki fail daha ne desin!
Menderes, neden Selanik’te patlatılan bombaya ‘sağır ve dilsiz’ kaldı? 6 Eylül’deki tüm olaylar incelendiğinde anlaşılıyor ki şifrelerden haberdar Başbakan Menderes, “cevap verilmeyecek” notunu yazdırdı ve bombanın kitleyi ayağa kaldıracak tarzda verilmesi planını uyguladı. (NEVZAT ONARAN - GAZETE DUVAR)
NOTLAR
[1] Selim Deringil, İhtida Ve İrtidad, İletişim Yayınları, İstanbul-2017, s. 281-341.
[2] Nüfus Umum Müdürlüğü'nün 12.8.1933 tarihli raporu, BCA-F: 030.10/K: 124, D: 885, S: 4.
[3] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)-F: 490.01/K: 608, D: 110, S: 11.
[4] CHP Umumi İdare Heyeti Azası ve Kars Mebusu Cevat Dursunoğlu’nun 27.3.1944 tarihli raporu, BCA-F: 490.1/K: 61, D: 233, S: 6, s. 19.
[5] TBMM ZC, devre: X, cilt: 9, s. 75-76, 78-82.
[6] BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 3, s. 44-48; Vatan, 25.8.1955.
[7] BCA-F: 010.9/K: 107, D: 332, S: 3, s. 18-24.
[8] BCA-F: 010.9/K: 109, D: 341, S: 4.
[9] Hikmet Bil, Kıbrıs Olayı ve İçyüzü, Belde Yayınları, İstanbul-1976, s. 100-105, 127-128
[10] Mehmet Arif Demirer, Yassıada 6/7 Eylül Davası, Bağlam Yayınları, İstanbul-1995, s. 74-78, 371.
[11] Baskın Oran (editör), Türk Dış Politikası (1919-1980), cilt: 1, 4. Baskı, İletişim Yayınları. İstanbul-2002, s. 600-602.
[12] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 117.
[13] BCA-F: 010.9/K: 108, D: 337, S: 1, s. 36-38.
[14] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 24.
[15] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 24, 26.
[16] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 69.
[17] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s. 140-142.
[18] BCA-F: 010.9/K: 110, D: 345, S: 1, s.49.