Gözü doymayan ve cebi dolmayan kapitalist sistem ormanlarda, derelerde, kumsallarda. Kendisini yönetebilen doğa aç gözlü kepçelerin elinde can çekişiyor. Sadece ağaçları kesmiyorlar. Makinelerle, vinçlerle, kamyonlarla, tarım ilaçlarıyla toprağın altını üstüne getirip yaşayanlarını yok edip, dengesini bozuyorlar. Kâr, hırs, rekabet, teknik peşinde koşan ve toplayıcılık-avcılıktan sonra yarattığı sonsuz yayılma, büyüme, sömürü ve egemenlik altına alma hayali ve gerçekliğiyle beslenen sermayeye bağlı sistem insanları ve doğayı da hasta ediyor, katlediyor.

Edgar Morin’in “kudurmuş çağdaşlığın” dört değeri olan bilim, teknik (kapitalizmin hizmetinde olan ahlakı bozuk olan, kokuşmuş), ekonomi ve kâr doğayı dinlemiyor, egemen olmak istiyor. Yıkıcı yayılma etkisiyle belki de endişesini yönlendirme gerekliliğine yanıt veriyor. Bu nedenle, doğa yaşamının sonluluğunun ve ölümden azat olmanın aracı olabiliyor ve doğa sonsuz evreleriyle bizimle dalga geçiyor.

Doğa bize borçlu değil, biz doğaya borçluyuz. Ama borcu fazlaca abartıp altını üstüne getiriyoruz. Doğanın afetlerini abartarak kendi afetlerimizin gerçeğini saklıyoruz.

İşte bu açgözlü, doymak bilmeyen sistem, yeşili görmek istemiyor. Kestiği yaşlı ağaçların yerine “başka yerde ağaç dikeceğim” yalanıyla insanları oyalıyor, doğayla dalga geçiyor. Doğayı savunanları ekoterörist ilan edebiliyor.

Akbelen’den önce İkizdere oldu. İkizdere’den önce de çok yağma oldu. Yağmanın arkasında iktidar durdu, kredi musluklarını açtı, cepleri doldu ve hâlâ doymazlarken bizim musluklarımızdan kirlilik akmaya başladı.

Akbelenler hep oldu ve olacak. Kıyılar yağmalandı ve hep yağmalanacak. Nehirler hep kirlendi ve kirlenecek. Kapitalist sistem doğayı zehirlediği gibi kendini de zehirliyor, geleceğini de zehirliyor. Havayı kirlettiği gibi hep kirletecek. Ama kısa vadede düşünüyor. Gelecek umurunda değil. İnsanları hasta ettiği gibi hastalanmasından bile kâr ediyor. İlaç, aşı satıyor.

Kim, nasıl, ne için doğaya zarar veriyor diye sormadıkça ve eyleme geçmedikçe bu devam edecek. Bir değil binlerce Akbelen direnişi olmalı. Kepçe çekildi diye de mücadele sona ermemeli.

Doğa bizi uyarıyor ve yanında kalıp savunmalıyız. Küreselleşme yerelin mücadelesiyle ve yörenin korunmasıyla alt edilebilir ve yeni bir düzene geçilebilir.

Dünyanın dört bir yanında doğayı koruma alanında mücadeleler sürüyor. Kimi mücadele baskı, korku, terör sonucu yenilgiye uğrarken çoğu da doğayı kurtarmayı başarabiliyor. Emek de doğanın yanında olunca ağaçlar nefes alıyor, balık özgürce derede yüzüyor, martı avlanıyor sahilde.

Bu mücadeleler için birkaç örnek verip (örneklerin sayısı çok, mücadele çok ama kazanımlar az olsa da) doğayı koruma alanında son yıllarda ortaya çıkan iki kavramdan söz edelim: Savunulacak alan ve yaşayan varlık.

Birkaç örnek ve doğayı ve yaşam alanını savunma

Doğaya var olma hakkı vermek, aldığımızdan çok vermek ve canlı ve cansızına saygı göstermek gerek.

İtalyan şirketi Montedison vanadyum ve titandioksitten oluşan kırmızı çamuru günde 2-3 ton olmak üzere Cenova Körfezi’ne dökme izni alır. Yıl 1972’dir. Korsika Adası’nın 50 kilometre ötesine dökülen çamurlar ada sakinlerini, balıkçıları, deniz ürünleri yetiştirenleri öfkeye boğar ve harekete geçirir. Önce yetkililer uyarılır. Sonra sokaklarda yürüyerek olay protesto edilir. 1973 yılında Montedison’un bir gemisi dinamitle tahrip edilir. Bilimsel çalışmalar, sormacalar, gösteriler, grevler, mahkemeler, duruşmalar sonrası 1974 yılında mahkeme kararıyla çamurun dökülmesi yasaklanır. Hukuksal açıdan böyle bir karar Cenova Körfezi’ni ‘savunulacak alan’ yapar ve körfez deniz üstü ve deniz altı canlılarıyla ‘yaşayan varlık’ olarak hukuksal kimlik kazanmanın yolunu açar.

Fransa’da Nantes kenti yakınlarında Notre Dame de Landes bölgesinde 2000’li yılların başında yeni bir havalimanı (yapılmak istenen otoyol, baraj, köprü, AVM, taş ocağı olabilir) yapılmak istenir ama vatandaşa danışılmaz, görüşü alınmaz. Bölgede tarım yapan insanların geleceği ve düşüncesi dikkate alınmaz. Özellikle doğaya verilen zarar ise hiç tartışılmaz. Öne sürülen gerekçe var olan havalimanının yetersiz olduğudur. Ayrıca önemli ölçüde istihdam yaratacaktır. Bölgede ‘savunulacak alan’ kurulur.[1] Katılım, gösteri, yeni yaşam alanı kurma çabaları sonucu havalimanı projesi iptal edilir.

1982 yıllarında Zapatistalar küreselleşmenin ve neoliberalizmin köylerde yaşayan yerli halkları sömürdüğü ve topraklarını ellerinden aldığı ve açlığa düştüklerini ileri sürerek eyleme geçerler ve yaşadıkları bölgeyi savunurlar.

Yeni Zelanda’da 290 kilometre uzunluğunda Whanganaui nehri 2017 yılında “yaşayan varlık” olarak tescil edilir. Nehri savunan yerel topluluklar olan Maoriler 1870 yılında beri bugünkü ve gelecek kuşaklar için sürdürdükleri mücadeleyi kazanırlar. Nehrin sahibi değil koruyucuları olarak hukuk alanında önemli bir başarı elde ederler ve tazminat ve nehri koruma adına 110 milyon dolar elde ederler.

Kolombiya’da Atrato nehri için aynı şey söz konusudur. “Hukuksal özne” olarak kimi doğa varlıklarının – ormandan, şempanzelere, mercan kayalıklarından okyanuslara, yunuslardan kuşlara kadar- korunması ve bir başka deyişle “ortak mal” olarak ele alınması giderek daha fazla gündeme gelir. Bilgiden ilaca kadar, ortak yazılımlardan yerel tohumlara kadar ortak mal ve ortak mülkiyet düşüncesi de giderek yayılmaya başlar.

Dağlar, tepeler de ‘yaşayan varlık’ olabilir ve maden ocakları gelip altını üstüne getiremez ve yöreyi yaşam dışına itmek arzuları önlenmelidir.

İnsanın ve doğada yaşayan canlıların yaşam alanını sürdürmelerini sağlamak, biyoçeşitliliği korumak, doğayla birlikte yaşamak, bugünü ve geleceği kurtarmak ve hazırlamak ve Güney Amerika yerlilerinin dediği gibi “buen vivir”, yani iyi yaşamak için neoliberalizmin yıkıcılığı karşısında mücadele kaçınılmazdır.

Çocuklarımız onlarca markayı bilirken on ağacı tanımaz, on hayvanı tanımaz hale geldi. Ağaçları ve hayvanları katlettikçe de yapay bir dünyada yapay zekâ içinde bocalayıp duracaklar.

Kuş sesi unutuldu, ağaç dallarının çıkardığı ses unutuldu. Doğa mangala indirgendi. Aşağılamak, küfür, küçültmede hayvan ismi kullanıldı. Barışmayı unuttuk. Dal cop oldu, yeşeremedi.

İnsan ve canlı arasında kolektif karşılıklılık ve yaşam alanlarının paylaşılması önemlidir. Öfkemizde bu karşılıklılığı ve paylaşımı yıkana karşıdır.

Mücadeleye devam; yeni bir dünya yaratmak ve geleceğimiz için doğayı savunmak adına. (İSMAİL KILINÇ - SENDİKA.ORG)

Dipnotlar:

[1] Bknz. İsmail Kılınç, Çevre ya da toplumbilim konusunda yeni bir kavram: Savunulacak alan, Sendika.Org, Mayıs, 2021.

https://sendika.org/2021/05/cevre-ya-da-toplumbilim-konusunda-yeni-bir-kavram-savunulacak-alan-617544/

Kaynaklar:

Joelle Dask: Ecologie et Démocratie, Premier Parallele, 2022.

Baptiste Morizot: Manière d’être vivant, Mondes Sauvages, 2020.

Benjamin Coriat: Le retour des communs, Les liens qui libèrent, 2015.

Arturo Escobar: Sentir-penser avcre la terre, seuil, 2014.

Jean Claude Génot: la nature malade de gestion, Sang de la terre, 2008.

Edgar Morin: Vers l’abime, l’herne, 2007.

le monde.fr; fr.wikipedia; bbc.com;

Daha yeni Daha eski