Gazete başlıklarında gördüğümüz “Soykırım”, “katliam”, “katil”, “ya sürgün ya ölüm”, “zulüm”, kan ve yıkım”, “can damarını kestik”, “ümmetin aslanları katil İsrail’i vurdu”, gibi duygusal sözcüklerin kullanımı sansasyonalizm ve abartı tuzağına düşmekten başka bir şeye yaramaz.
Savaşın bir insanlık felaketi, barışın da temel yaşam hakkı olduğu konusunda şüphesiz mutabakat söz konusu.
Barış gazeteciliği
Dezenformasyon ve bilgi kirliliğinin en çok pompalandığı savaş ve çatışma dönemleri, kamuoyunun en doğru ve sağlıklı bilgilendirilmeye, nefret dilinden ve savaş çığırtkanlığından kaçınmaya gereksinim olduğu zamanlarıdır.
Bu süreçte en elzem habercilik türü de barış gazeteciliğidir. Barış gazeteciliği spor haberi yapar gibi kazananın ve kaybedenin yapıldığı habercilik yerine, taraflar arasında dengenin sağlandığı, gerçek odaklı haberciliği esas alan, barışın sağlanması için yaratıcı çözümler arayan, barış dilinin kullanımına özen gösteren bir gazetecilik pratiğini ifade ediyor.
Bir çatışmayı sadece iki tarafın çatışması gibi göstermekten kaçınmalı, çatışmanın sonuçlarının ve bağlantıların izleri sürülmeli, şiddetin yalnız görünen değil, aynı zamanda görünmeyen etkileri hakkında da haber yapma yolları aranmalı, sürekli olarak tarafların farklılıklarını değil, ortak zeminde buluşma olasılıklarını gösteren haberler yapılmalıdır. Bu tür gazetecilik örneklerini ne uluslararası ne de ulusal basında görebildik.
Batı basını
Dünya basını, özelde batı basını, bu çatışmada İsrail taraftarı bir tutum sergiledi.
Bu yeni değil, öteden beri süregelen bir şey. Bu konuda Glasgow Medya Grubu, televizyonunun haber yayınları üzerine yaptığı bir araştırmada, gazetecilerin İsrailliler ve Filistinliler için kullandıkları dildeki farklılıkları belgeliyor.
Çalışmada, BBC’de yer alan "vahşet", "vahşi cinayet", "toplu katliam", "vahşi soğukkanlı cinayet", "linç" ve "katliam" gibi ifadelerin, Filistinlilerin ölümünü değil yalnız İsraillilerin ölümünü tanımlamak için kullanıldığını, "terörist" kelimesinin de sıklıkla Filistinliler ile birlikte anıldığını ortaya koyuyordu.
Batı basınında Gazze’de 500 kişinin ölümüne neden olan hastane saldırısının, İsrail tarafından yapıldığından bahsedilmemesi, Wall Street Journal gazetesinin ise saldırıya sitesinde yer vermemesi oldukça manidar idi.
NY Times’ın hastane saldırısı sonrası, başlıklarını, önce "İsrail saldırısı", "Gazze'deki hastaneye saldırı" ve son olarak da "Gazze'deki hastanede patlama" olarak değiştirmesi, eylemin şiddetini azaltan retorik figürlerin, bir başka deyişle “yufimizm” (euphemism, öz Türkçesiyle örtmece) in kullanıldığının göstergesi.
Washington Post gazetesinin, "Filistinli yetkililere göre, Gazze'deki hastane saldırısında yüzlerce kişinin öldüğünden endişe ediliyor” başlığı ise sanki Filistinlilerin bir saldırı sonucu değil de başka, bilinmeyen bir nedenden ötürü öldükleri gibi bir algı oluşturuyor, ayrıca kimlerin Filistinliler için endişe ettiklerini anlayamadığımız belirsiz bir dil, edilgen bir yapı kullanılmış, bu da haberin öznesini örtüyor.
BBC News / World'ün Twitter (yeni ismiyle X) resmi hesabında Gazze'de öldürülenler için "öldü", İsrail'de öldürülenler için "öldürüldü" ifadelerinin kullanılması, çifte standart olması gerekçesiyle tepki çekti.
Türkiye medyası
Ülkemiz gazetelerinde ötekileştiren ve nefret yayan ifadelere yabancı değiliz; “Tefeci Yahudi”, “Yunan oyunu”, “Sapık Yunanlıya baskın”, “Ermeni’ye tavır”, “Küstah Rum’a haddini bildirdi” bunlardan bazıları…
Filistin-İsrail çatışmasında gazeteler gerek söylemleriyle, gerek olayın taraflarına dair tutumlarıyla, propaganda ve ajitasyon yoluna giderek, şiddeti en detaylı hâliyle betimleyerek, çözüm odaklı olmaktan son derece uzak bir gazetecilik anlayışı ortaya koydular.
Batı medyasına bakınca futbol takımı tutar edasıyla İsrail taraftarı, Arap medyasının da Filistin yanlısı yayımcılık yaptığını biliyoruz. Türkiye de bir Müslüman ülkesi olarak Filistin yanlısı yayımcılığı tercih ediyor, hangi haberleri nasıl aktaracağının seçimini de doğal olarak “din kardeşliği” taraftarlığı, belirliyor.
Bu çatışma Müslümanlar ve Müslüman karşıtları olarak bir düalizm yaratıyor, burada “İyi olan bizler, kötü olan onlar” tarzı bir zihniyetin dışına çıkıp düşünemeden kendi tuttukları tarafın şiddetini haklılaştırıp, karşı tarafı suçlayan haberler yapılıyor.
Basınımızda 7 Ekim tarihinden itibaren gazete başlıklarında gördüğümüz “Soykırım”, “katliam”, “katil”, “ya sürgün ya ölüm”, “zulüm”, kan ve yıkım”, “can damarını kestik”, “ümmetin aslanları katil İsrail’i vurdu”, gibi duygusal sözcüklerin kullanımı sansasyonalizm ve abartı tuzağına düşmekten başka bir şeye yaramaz.
Yine basınımızda “Siyonist uşaklarını vatandaşlıktan atın” haber başlıkları Türkiye’deki Yahudi azınlığa yönelik nefreti özendirici, şiddet eylemlerini kışkırtacak bir ortam hazırlama potansiyeli taşımakta.
Bu örneklerin ortak noktaları şiddete ve savaşa yönlendirici ve düşmanlaştırıcı olmaları.
Bu tür söylemler Yahudi yurttaşlarımızı pasifize eder, korku salar ve onurunu zedeler, toplumsal huzur ve barışı bozar.
Türkiye Yahudi toplumunun twitter hesabından yaptığı açıklama son derece sağduyulu ve çok yerindedir.
Kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bazı temel noktalar var; İsrail-Filistin çatışmasının tarihsel arka planı, şiddetin kendiliğinden tek taraflı oluşmayacağı gerçeği, İsrail ve Filistin dışında olup bu çatışmaya müdahil olan tarafların ortak veya çatışan çıkarları…
İşte burada medyaya düşen en büyük görev de bu çatışma karşısında şiddetsiz çözümlerin, önerilerin ortaya koyması, tartışma platformu sağlamasıdır.
Yahudiler ile İsrail yönetimi ve Netanyahu’yu eşdeğer gören bir habercilik ne kadar yanlışsa, Hamas ile Filistinlileri (siviller, kadın ve çocukları) de aynı kefeye koyup haber yapmak o denli sorunlu.
Haberciliği, 7 Ekim’deki Hamas saldırısıyla sınırlamak, yıllardır süren Filistin sorununu ayrıntılı olarak hak ettiğinden uzak, “seçmeci kaynak” kullanımı ile çerçevelemek, olaylar bir tarafının lehine, diğer tarafın da aleyhine sunabilir. Örneğin neden haberlerde her iki tarafın barış yanlısı kesimlerini göremiyoruz?
İsrail yönetimini eleştiren Yahudiler ve Hamas’ı eleştiren Filistinliler ve Araplar neredeler? Karşıt barışçıl söylemler neden medyada görülmüyor?
Diğer yandan, gazetecilik etiği, gazetecilerin haberlerini doğrulamalarını gerektirir.
Aksi takdirde, gazetecilik propaganda ve kurgu tuzağına düşer.
İsrail’in 500 kişilik hastaneyi vurduğu iddiasına karşılık olarak, İsrail de hastaneyi vuran roketin Hamas tarafından ateşlendiğini söylüyor.
Aslında daha önce yapıldığı gibi, Birleşmiş Milletler uzmanlar grubu bu gerçeği ortaya çıkarabilir.
Filistin sorunu, Filistin halkının yıllardır en temel haklarından mahrum bırakılmaları vs. ye yer veren bağlamdan kopuk habercilik, çatışmanın altında yatan motivasyonları veya buna yol açan nedenleri anlamayı olanaksızlaştırıyor.
Bölgede devam eden savaş, insan hakları, sivil haklar, politik ekonomik haklar vs. görmezden gelinerek, bir tarafı zalim öbür tarafı mağdur/kurban olarak yaftalayarak yapılan habercilik kolaycı ve kötü habercilikten başka bir şey değildir.
Uluslararası medya ve ulusal medyamızın eşitsiz ve dengesiz bakış açısıyla, “adalet”, “denge”, “tutarlılık” ve “kapsayıcılık” kavramlarını yeteri kadar içselleştirmediğini ve halkları şeytanileştirerek haber yaptığını gözlemliyoruz.
İsrail halkı da Filistin halkı da şiddetten usandı. İsrail hükümeti ve Hamas’ın birbirlerini terörizm, katliam ve soykırım suçlaması barış yolundaki en büyük engeldir.
Bu konuda devlet yöneticilerine büyük görevler düşüyor, kışkırtıcı konuşmalarla kendi ideolojik aygıtları olan medyayı ateşe vermekle daha çok sivilin ölümüne yol açmamalılar. (YASEMİN GİRİTLİ İNCEOĞLU - BİANET)