Cumhuriyet’in 100. yılında insan hakları (Osman İşçi)


Hangi rejimde ve nasıl idare edildiğimiz bir insan hakları meselesidir.

Ülkenin idare biçimi insan hakları standartlarına doğrudan etki eder. Bu nedenle insan hakları savunucuları idare biçimlerini yakından izler, iyileşmesi ve gerekli durumlarda değişmesi için mücadele eder.

Latince res ve publica kelimelerinin birleşiminden oluşan respublica yani Cumhuriyet, halka/kamuya ait olan anlamına geliyor. Cumhuriyet genel tanımıyla ülkenin idaresinin halk ve seçilmiş temsilciler tarafından yürütüldüğü sistemdir. Bu idare sisteminde monarşilerden farklı olarak karar alma süreçleri tek bir kişinin yetkisinde değildir. Halkın teşkil etmesi nedeniyle kişilerin tebaa olmayıp kararlara katılabilen aktif, yurttaşlar olmasına imkân sunan cumhuriyet aynı zamanda denge ve denetle mekanizmalarıyla ortaya çıkabilecek sorunları tarafsız ve etkili bir biçimde çözme kapasitesi sağlıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1923’te ilan edilmesinin üzerinden 100 yıl geçti. Cumhuriyet’in birinci yüzyılı vesilesiyle yaşamın farklı alanları ile ilgili değerlendirmeler yapılıyor. Cumhuriyet’in asırlık tarihinde insan haklarının korunması ve geliştirilmesi bakımından ne durumdayız? Üzerine ciltler yazılabilecek bu konu ile ilgili insan hakları ihlallerine yol açan faktörlerden ikisi; siyasi irade ve hukukun üstünlüğü bağlamında değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.

İki kurucu belge 

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi coğrafyamızda da Türkler, Kürtler, Ermeniler, Araplar, Çerkezler farklı kimlikler yaşamıştır ve yaşamaya devam ediyor. Benzer şekilde, bu coğrafya farklı Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Süryani, Alevi, Sünni vb. inançlara sahip kimliklerden müteşekkil. Tabii ki daha fazla etnik ve inanç kimlikleri olduğu gibi kendisini bu kategorilerden hiçbirisi ile tanımlamayan kişiler ve kesimler de bulunuyor. Farklı kimliklerin kendisini güvende hissetmesini sağlayacak yapının temel bileşeni siyasi iradedir. Var olan sorunların çözümü için siyasilerin çaba sarf etme düzeyini ortaya koyan siyasi irade insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde temel bir bileşendir.

Çeşitli biçimlerde ortaya konabilen siyasi irade en belirgin olarak anayasada görülebilir. Farklı kimlik olgusu karşısında Anayasa'nın Giriş kısmında yer alan “Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” ifadesi siyasi iradenin bu coğrafyadaki kimlikler bakımından kapsayıcılığa dair durumunu ortaya koyuyor.

İnsan hakları tarihinde mihenk taşı olan ve 500’den fazla dile tercüme edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin Önsöz bölümünde “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu” kabul ediliyor.

İki kurucu belgenin giriş kısımlarında vücut bulan siyasi iradeye bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın milliyetçilik, manevi değerler vb. farklı kimliklerin görünmez kılınmasına yol açan değil farklılıkları güvence altına alan temellerle zenginleştirilmesi insan hakları standartları için gerekli. Evrensel standartlarla uyumlu bir yaklaşım Anayasa’nın tüm yurttaşları temsil etme düzeyini arttıracaktır. TBMM gündemine gelecek bir Anayasa değişikliği hem yöntem hem de içerik açısından evrensel insan hakları ilkeleri temelinde gerçekleştirilmedir.

İdare biçimi, bu yazı bağlamında Cumhuriyet, tek başına insan hakları ihlallerini engelleyemez ve gideremez. Benzer şekilde Cumhuriyet rejimi insan haklarının korunmasını sağlayamaz. İhlaller ve standartların korunması, geliştirilmesi yasama, yürütme ve yargı erkini elinde bulunduranlara bağlıdır. İnsan hakları prensiplerini içselleştirmemiş kamu görevlileri ve kimi durumlarda kurumlar dünyanın her yerinde ve her türlü rejimde ihlallere yol açabilir.

Olağanüstü yönetim usulleriyle geçen 43 yıl

Cumhuriyet sivil ve olağan bir idare biçimidir. Ancak, 100. yılına girdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir kısmı olağanüstü hâl (OHAL) rejimi altında geçmiştir. İnsan Hakları Derneği (İHD) olarak hazırladığımız ve derneğimizin kurucularından Hüsnü Öndül tarafından kaleme alınan rapora göre; 1923-1987 döneminde çeşitli tarihler arasında toplam 26 yıl sıkıyönetim askeri rejimi ve 1987-2002 döneminde 15 yıl olağanüstü hâl rejimi olmak üzere sıkıyönetim ve olağanüstü hâl rejimleri altında toplam 41 yıl ve 2016-2018 döneminde de iki yıl OHAL rejimi olmak üzere Türkiye’de toplamda 43 yıl olağanüstü yönetim usulleri uygulanmıştır.

Örneğin, 12 Eylül askeri darbesinin ardından 1 milyon 683 bin kişi ‘fiş’lenirken, 50’si infaz edilen 517 idam cezası verildi. Zaten zayıf olan denge ve denetleme mekanizmalarını aşmak için ilan edilen olağanüstü rejimler ihlallerin gerçekleşmesine uygun zeminler hazırlıyor. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrasında ilan edilen ve iki yıl süren OHAL döneminde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 134 bin 24 kişi ömür boyu kamu görevinden men edildi. “Bu suça ortak olmayacağız” diyerek hak ihlallerine hayır diyen Barış için Akademisyenler’in de olduğu KHK’lıların yaşadığı ağır ihlallerin çözülmesi Cumhuriyet’in gerçek anlamına kavuşması bakımından gereklidir.

“Düşüm, gecelerden kara. Bir hayra yoranım çıkmaz.” Ahmed Arif

İhlaller karanlık dönemlerde daha fazla yaşanıyor. OHAL rejimi belirsizliğin ve ihlallerin arttığı, yurttaşların yaşananları hayra yormadığı dönemlerdir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde olağan ve olağanüstü rejim dönemleri fark etmeksizin çok sayıda ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Tamamını bu yazıya sığdırmak mümkün değil. Ancak, Cumhuriyet’in kurulmasından öncesine giden Ermeni Soykırımı, 86 yıl önce gerçekleştirilen Dersim Tertelesi, Maraş ve Çorum katliamları bu coğrafyanın insanlık suçlarından bazıları.

Benzer şekilde, Kürt meselesi de Cumhuriyet’in 100. yılında çözülmeyi bekleyen toplumsal meselelerden birisi. Kürt meselesinin çözülmeyi bekleyen iki temel kategorisi bulunuyor: Silahlı çatışmalardan kaynaklanan ve bilhassa 1990’larda başlayan, kimisi hala devam eden ihlaller. Örneğin; yargısız infazlar, zorla kaybedilmeler, köy boşaltmalar, her koşulda mutlak yasak olan işkence ve kötü muameleler, ifade özgürlüğü ihlalleri vb. Silahlı çatışma olmadığında dahi anadilinde eğitim ve toplumsal yaşama katılım vb. hak alanlarına ilişkin politikalar.

Kadınların seçme ve seçilme hakkını ilk yıllarda kazandığı Cumhuriyet’in 100. yılında cinayetler, ev içi şiddet gibi ağır ihlallerin önlenmesi gerekiyor. Kadın cinayetleri ve yaşanan diğer ihlallere ilişkin yapılan çalışmalar, raporlar karşı karşıya olduğumuz durumun ne kadar ciddi olduğunu, dolayısıyla çözümün de ne kadar aciliyet gerektirdiğini ortaya koyuyor. Erkekler sadece geride bıraktığımız Eylül ayında 43 kadın öldürdü. Benzer şekilde, kadın örgütleri başta çalışma, sosyal, kültürel ve siyasal alana katılım olmak üzere yapılması gereken kapsamlı değişiklikleri kamuoyuyla paylaşıyor. LGBTI+’lar da benzer şiddet, cinayetlere maruz kalıyor. Onur yürüyüşleri uzun süredir yasaklanıyor ve yasak tanımayıp sokağa çıkanlar işkence, kötü muamele yasağına aykırı uygulamalara maruz kalıyor. Ayrıca, üniversitelerdeki öğrenci kulüplerinin kapatılması örneğinde gördüğümüz üzere toplumsal alanda temsiliyetleri açısından alınması gereken yol oldukça uzun.

Eşitlik ilkesi

Bu ihlallerin çoğunlukla Anayasa’da tam anlamıyla temsil edilmeyen kesimlere karşı olması Cumhuriyet’in 100. yılında insan hakları ve özgürlükleri alanında nelerin yapılması, hangi toplumsal kesimlere yönelik politikaların, uygulamaların değiştirilmesi, geliştirilmesi gerektiğine de işaret ediyor.

Görev ve yetkilerini kötüye kullanarak ihlallere yol açanları önlemenin yolu hukukun üstünlüğüdür. Hukukun üstünlüğü bakımından yargı kurumları yaşamsal öneme sahiptir. Ancak, yargı mensuplarının insan hakları standartlarına uygun kararlar almasını sağlayan mevzuatın yasama organı tarafından kabul edilmesi gerekir. Bu noktada, insan hakları ve özgürlükleri karşıtı söylemlerin, anlatıların kişilerin zihin dünyasını etkilediği ve şekillendirdiğini not etmek gerekir.

Dolayısıyla, ihlalleri önlemek için Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen eşitlik ilkesinin etnik kimlik, dini inanç veya inançsızlık, cinsel yönelim, siyasi görüş, engellilik durumu vb. herhangi bir statünün etkilemediği ve anlamlı bir biçimde kullanılmasına imkân verilmesi gerekir.

Hukukun üstünlüğünü sağlamak için atılması gereken adımlar arasında gazeteciler, avukatlar, sendikacılar, insan hakları savunucularının olağan ve meşru faaliyetlerine karşı kullanılan Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu vb. mevzuatın evrensel normlarla uyumlu hale getirilmesi de gerekiyor.

Sonuç yerine

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.”

Nazım Hikmet’in bu dizesi insan hakları prensiplerine dayalı bir sistemde herkesin farklılıklarıyla ve insan onuruna uygun olarak yaşayabileceği sistemi betimliyor.

Küresel düzeyde sağcı, popülist ve baskıcı iktidarların çoğunlukta olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu iktidarların insan hakları ve özgürlükleri prensiplerini özümsemediğini her gün yaşanan ağır hak ihlalleri ortaya koyuyor. Asırlık Cumhuriyet’in 22 yılını AKP hükümetlerinde geçirdik. Bu gerilemenin son yıllarda hızlandığını ve yoğunlaştığını ortaya koyan çok sayıda insan hakları raporu mevcut. Coğrafyamızda insan hakları ihlalleri ve bu ihlalleri belgeleyen, raporlayan hak savunucularına yönelik baskı düzeyi de maalesef azalmıyor.

Cumhuriyet, yurttaşın yaşamın her alanına aktif bir biçimde katılması ve kendisini her düzeyde eşit hissetmesi anlayışına dayanıyorsa, mevcut insan hakları anlayışının değişmesi gerekiyor.

İnsan haklarına yaklaşım, hakların korunması ve geliştirilmesinden ziyade devleti koruma refleksini ve anlayışını yansıtıyor. Gerçek ve anlamlı bir eşit yurttaşlığın sağlaması için insan hakları hareketinin alanını genişletmesi gerekiyor. Bu çerçevede, insan hakları hareketinin geleneksel alanlarını koruması, tahkim etmesi ama bu alanların ötesine giderek toplumsal taleplere denk gelen yeni alanlarda hak mücadelesi yürütmesi elzem. (OSMAN İŞÇİ - BİANET)

Blogger tarafından desteklenmektedir.