‘Işıltılı’ bir Yeşilçam dönemi yaşadıktan sonra 80’li yıllarda çöküşe geçen ancak 90’lı yılların başıyla adeta ‘küllerinden yeniden doğan’ T...
‘Işıltılı’ bir Yeşilçam dönemi yaşadıktan sonra 80’li yıllarda çöküşe geçen ancak 90’lı yılların başıyla adeta ‘küllerinden yeniden doğan’ Türkiye sineması, günümüze gelene kadar popüler film ile çok sayıda seyirciye ulaşan ‘izlenen’ film arasında ciddi bir tereddüt yaşadı.
Sinemamızda popüler sinema bir anlamda kendi kitlesi ‘sabit’ olan yıldızların sırtladığı, senaryodan çok filmdeki isimlerin dikkat çektiği, ciddi bir konsantrasyon gerektirmeyen komedi yönü ağır basan yapımlardı.
Yanlış anlamaların önüne geçmek için hemen belirtelim: biz bu tür filmlerin asla değersiz olduğunu düşünmüyoruz. Aksine Türkiye sinemasında (başta Kemal Sunal veya İlyas Salman gibi isimleri düşünürsek) zamanında biraz ‘burun kıvırdığımız’ komedi filmleri hala televizyonda yayınlandığında keyifle (çoğu kez tekrar tekrar) izlenebiliyor. Hatta bu tarzda filmlerin yurt dışında olduğu gibi bizim sinemamızda bir tür ‘efsane’ yarattıklarını ve birçok yeni yapıma esin kaynağı olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Oldukça çok sayıda seyirciye ulaşabilmiş ‘izlenen’ filmler ise popüler sinema kadar hazır bir ‘reçeteden’ çıkmıyor: kuşkusuz bazı filmlerde profesyonel hatta ünlü isimler yer alıyor: çoğu kez senaryolarda belli bir mizah duygusu (kara mizah da olsa) kendini hissettiriyor ve sonuçta filmin belli bir seyir keyfi vermesi bekleniyor ancak bu projeler başarılı bir sonuca ulaşması için popüler sinemasının ana ‘taşlarından’ çok daha fazla öğeye ihtiyaç duyuyor….
Zamanında Yeşilçam döneminde Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Yılmaz Güney, Şerif Gören gibi ‘ustalarla’ başlayan bu ‘izlenen’ film akımı yıllar geçtikçe kendi içinde ‘kırılmalar’ ve ayrışmalar yaşadı: bazı ‘genç’ yönetmenler bu isimlerin sinematografik ‘özünü’ elde tutmak kaygısıyla daha kısıtlı kitleye hitap eden filmler sundular, bazıları ise bu sinemasal ‘mirası’ kendilerince ‘modernleştirip’ seyir keyfini ön plana çıkaran yapımlar çıkardılar.
BU DÜNYADAN BİR RECEP İVEDİK GEÇTİ!
Günümüzde popüler sinema denince aklımıza gelen ilk isimler komedi türünde filmler çıkaran Cem Yılmaz, Ata Demirer, Yılmaz Erdoğan ve Şahan Gökbakar olur herhalde!
Özellikle Şahan Gökbakar ve yarattığı Recep İvedik karakterine yakından bakmamız gerekir çünkü filmin bu denli bir gişe başarısı kazanmasının nedenini: ‘insanlar kıro ve bel altı esprileri seviyorlar işte!’ açıklamasına bağlamak yanlış olur. Bu başarının çok daha farklı bir sosyolojik analiz hak ettiğini düşünüyoruz. Kuşkusuz Recep İvediklerin senaryoları tamamen başrol oyuncusuna göre ‘dizayn’ edilmiş, gayet düz akan hikayelerden oluşuyor. Hatta bazı sekansların arka arkaya konulmuş skeçler gibi durduğu da bir gerçek. Ve bazı espriler çiğ, ‘vülger’ (vulgaire) denebilecek düzeyde başkarakterin kirli, görgüsüz ve (kendisinin de söylediği gibi) ‘kıro’ olması üzerinden gidiyor.
Ancak İvedik’i ‘seleflerinden’ ayıran özellikler de mevcut: örneğin Kemal Sunal filmlerinde başkarakter genelde pasif, kendi halinde ve eğer kırsal kesimden gelmişse büyük şehir hayatına ayak uydurmakta zorlanan ezik bir karakter gibi resmedilir. Etrafında yaşanan olaylar bazen yanlış anlaşılmalardan, kafa karışıklıklarından kısaca kendi inisiyatifi dışında gerçekleşir. İvedik ise çok daha dışa dönük, büyük şehir hayatından ziyade genel bir tabirle ‘beyaz Türklerin’ şık hayatına yabancı hatta bunu kendince ‘eleştiren’, alık gibi görünse ‘kıro’ olduğunun farkında olan ve bunu kendini ön plana çıkarmak için değil göstermelik işleyen bir ‘sistemi’ bozmak için kullanan bir karakter.
Üstelik kendisinden beklenilmeyecek şekilde kazandığı paraları genelde kendi cebi için değil daha çok bir yere veya kişiye yardım için toplayan etik bir boyuta sahip… Aynı şekilde hikayelerinde her karşılaştığı güzel kıza sulanan, saldırgan bir yanı da yok. Genelde hikayenin başında tanıştığımız, göreceli olarak büyük bir rolü olan bir kızla romantik bir ilişki yaşamaya çalışıyor. Sosyal eleştiri kadar özeleştiri de yapan bu karakter birden kendini ‘şehirli’ olarak revize edince nitekim başarısız oldu ve ‘Kayhan’ filminde olduğu gibi gişede istediği neticeyi alamadı!
Bir diğer komedi yıldızı Cem Yılmaz ise daha değişik bir yol izledi: asıl ününü ‘stand up’ gösterileriyle yaptığı halde filmlerini önce uzay veya taş devri gibi uçuk evrenlere taşıdı daha sonrasında ise özellikle ‘Kara komik filmler’ devriyle daha az eğlenceli hatta dramatik tatlar taşıyan işlere yöneldi. Senaryolarına daha çok önem verdi ve yer aldığı filmlerin sadece kendi adına ‘endeksli’ olmaması için ciddi anlamda para ve enerji harcadı. Filmlerinin başarıları tabii ki tartışılır ama popüler sinemada yeni bir ‘damar’ aradığı da bizce ‘su götürmez’ bir gerçek!
BİRAZ DA DUYGUSAL OLALIM!
Sinemamızda komedi dışında bir diğer önemli tür olan dram ise Çağan Irmak gibi yönetmenlerle geldi. Daha öncesinde Yavuz Turgul gibi isimler kuşkusuz çok başarılı örnekler sundular. Irmak’ın melodramları da bizce popüler film tanımından biraz ayrılıp daha çok ‘izlenen’ filmler sınıfına girdiler. Çünkü yönetmenin her filmi gösterime girdiği andan itibaren rekorlar kırmadı ve filmlerinde kendisini her şartta takip edecek ‘kemik’ izleyici kitlesi olan oyuncular yoktu ancak daha çok ‘kulaktan kulağa’ yayılarak ve sessizce, derinden ilerleyerek ciddi gişe başarıları yakaladılar. Bazı kişiler Irmak filmlerini ‘ağlatan filmler’ olarak tanımlayabilirler ama bizce bu biraz haksızlık olur çünkü yönetmen her ne kadar bazen ‘duygu sömürüsü’ sınırını biraz geçse de diyaloglarında gerçekçilik, değişik tarzda hikayeler anlatması ve kurduğu atmosferlerdeki sağlamlık belli bir yönetmenlik becerisi gerektiriyordu.
Recep İvedik ve bayağı takipçilerinin (‘Sabit Kanca’, ‘Cumalı Ceber’ vb.) ‘ıskaladığı’ ama Cem Yılmaz ve Çağan Irmak’ın önem verdiği ‘senaryo’ konusu ‘auteur’ olarak adlandırabileceğimiz, sanat filmleri çeken Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Zeki Demirkubuz gibi isimlerde de bir ‘ivme’ kazandı. Zeki Demirkubuz zaten hikayelerini ön plana çıkarıyordu ama Ceylan ve Kaplanoğlu filmlerinin görsel gücü ve atmosferi kadar anlattıkları hikayelerine de güç kattılar ve seyirci açısından da daha büyük başarıya ulaştılar!
Başlangıçta sinemanın popüler bir sanat olarak ‘doğduğunu’ göz önüne alırsak sözünü ettiğimiz bu yönetmenlerin son çalışmalarında gözlemlediğimiz daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşma çabasını anlamlı ve ‘demokratik’ bir gelişme olarak değerlendirebiliyoruz!
Son senelerde sinemamızı istila eden değeri ve gişe başarısı son derece tartışılır olan ‘Cin’ temalı korku filmlerinden bahsetmek bile istemiyoruz. (KEREM BUMİN - GAZETE DUVAR)
Hiç yorum yok