Kuzeyi ve doğusunda İsrail, güneyinde Mısır ve batısında da Akdeniz'in bulunduğu Gazze Şeridi, 2007 yılından bu yana havadan, karadan ve denizden kuşatma altında. Bugün 2,3 milyon kişinin yaşadığı Gazze Şeridi, dünyada nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu yerler arasında.
Filistin güçlerinin 7 Ekim Cumartesi günü İsrail'e yönelik taarruzunun ardından İsrail yetkilileri, Gazze için ''tam abluka'' kararı aldı. Kente elektrik, gıda ve akaryakıt tedariği kesildi.
Tam abluka, hayatın bitmesi demek
Toplu cenazeler, enkaz altında kalan bedenler, tedavi bekleyen yaralılar, nerede kalacağını bilemeyen yüz binlerce insan… İsrail’in hem bombalarla hem de en temel ihtiyaçlara ulaşımı keserek savaş açtığı Gazze ''tam abluka''da.
Elektriğin olmaması suyun, yiyeceğin, ışığın, sıcaklığın, tedavinin olmaması demek. Gazzeliler için geriye kalan tek şey, atılan bombaların gölgesinde kalan soludukları hava, ki o da, enkazlardan kalan tozla kaplı. Tel Aviv'in Savunma Bakanı Yoav Gallant, 9 Ekim’de İsrail’in Filistinlilere ''tam abluka'' uygulayacağını açıkladı. Gallant, bir kentte yaşama dair ne varsa sonlandırmak için her şeyi yapacaklarına işaret eden konuşmasını ''İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceği'' diyerek sonlandırdı. ''Tam abluka'' kamuoyunun hafızasına bu sözlerle kazındı.
Peki ''tam abluka'' tam olarak ne anlama geliyor? Aç ve susuz bırakılan iki buçuk milyona yakın insandan daha fazlası...
9 Ekim saat 14.00’te kesilen elektrik hayatın bitmesi anlamına geliyor, nasıl mı?
"Kampın ortasında hıçkıran bir adam, "Suyumuz, yiyeceğimiz, hatta (solumak için) havamız bile yok" diyor. “Bu nasıl bir hayat?” diye ekliyor. Yanında duran bir başka adam ise “Bu normal bir savaş değil, bu bir imha savaşı” diye bağırıyor. (BBC-Adnan Al Bursh)"
İsrail’in bombalarının dışında, Gazze’ye yaptığı en büyük saldırı “abluka”. Çünkü elektriğin kesilmesi, suyun pompalanmaması demek. Yani ne içmek için ne de temizlenmek için su bulunamaması demek. Gazzeliler, su ihtiyacını karşılamak için, az bir miktar için bile olsa kuyulara gitmek zorunda kalıyor, fakat bu bir çözüm değil.
Elektriğin olmaması, buzdolabının olmaması yani yiyeceğin olmaması demek. BBC’ye konuşan Gazzeli Fatma, “Savaş başlamadan önce elimizde kalan azıcık stoktan başka yiyeceğimiz yok. Biz sadece zahtere ve biraz zeytine güveniyoruz" diyerek anlatıyor durumu. Gazzeliler, malzemelerinin gelecek hafta başında tükenmesini bekliyor.
Elektriğin olmaması, doğalgazın olmaması yani ısınma ihtiyacının da karşılanamaması demek. Zaten her an bombalanan kentte şiddetli bir deprem olmuş hissiyatı var. Ayakta kalan bina sayısı çok az, bu sebeple de insanlar büyük bir barınma, ısınma sorunu yaşıyor. Henüz havalar yalnızca geceleri serin, ancak yakın zamanda, soğuklar ciddi bir sorun haline gelebilir.
Elektriğin olmaması tedaviye ulaşımı engelliyor. Yani saldırıya uğrayan Gazzeliler bir de tedaviden mahrum bırakılıyor. Gazze Sağlık Bakanlığı, elektrik kesintilerinin hastanelerin hastaları tedavi etme imkanlarını olumsuz etkilediğini duyurduğu açıklamasında 38'i çocuk olmak üzere bin 100 diyaliz hastasının hayatının risk altında olduğunu bildirdi. Bakanlık ayrıca elektrik kesintisi sebebiyle artık çalıştırılamayan kuvözlerdeki 100 bebeğin hayatının tehlikede olduğunu duyurdu. Öte yandan Filistin Sağlık Bakanı Mey el-Keyle, yine 9 Ekim’de İsrail'in hastane ve ambulansları kasıtlı olarak hedef aldığını açıklamıştı.
Elektriğin olmaması iletişimin olmaması, telefonların şarjının bitmesi, internetin çekmemesi, sevdiklerine ulaşamamak demek. Yani bunun sonucunda olan biten uluslararası kamuoyuna anlatılamıyor, gösterilemiyor ve aktarılamıyor. Elektriğin olmamasının bir diğer korkutan yanı da atık işleme tesislerinin çalışmaması. Çöpler uzun süredir sokaklarda bekliyor. Zaten saldırıların ortasında tüm temel ihtiyaçlarından mahrum bırakılan Gazzeliler bir de salgın hastalıkla karşı karşıya kalabilir.
Tüm bunlar yaşanırken Habertürk TV’de Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtlayan İsrail Ankara Büyükelçisi Irit Lillian, İsrail’in uluslararası hukuka uymak için elinden geldiğini yaptığını söylüyor ve hatta “Uluslararası hukukta belirli savaş kuralları var İsrail de elinden gelenin en iyisini yapıyor” ifadelerini de kullanıyordu.
Bu savaş suçu değilse nedir?
İsrail’in Gazze’yi yaşanmaz hale getiren ''tam abluka'' politikası, kente yönelik askeri operasyonları destekleyenlerin dahi eleştirilerine yol açtı.
"Savaş kuralları vardır" diyen ABD Başkanı Joe Biden, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya, ''İsrail'in savaş kurallarına göre hareket etmesi'' gerektiğini söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, İsrail yetkililerinin Gazze'ye elektrik kesimi gibi cezai tedbirlerini "savaş suçu" diye niteledi.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Turk, Gazze'deki ablukanın uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyledi.
Cenevre Sözleşmesi'ne göre askeri hedeflere yönelik saldırılar, uluslararası hukuka orantılı olmalı. Yani bu saldırılar aşırı düzeyde sivil yaşamına ve sivillerin eşyalarının kaybına neden olmamalı. Dolaylı olarak yüzlerce Filistinlinin ölümüne neden olan ''tam abluka'' politikasının bu nedenle savaş suçları soruşturması kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor.
Ablukanın görünmeyen ortağı: Mısır ve Filistin Özerk Yönetimi
Gazze'ye insan ve ticari malların giriş-çıkışı, 2007'den bu yana İsrail ve Mısır tarafından denetleniyor. Çatışmaların ardından İsrail önce kendi kontrolündeki sınır kapılarını kapattı, ardından Mısır’ın kontrolündeki Refah Sınır Kapısı yakınlarını bombalayarak Gazzelilerin elinde kalan tek çıkış yolunu da fiilen kullanılamaz hale getirdi.
Ancak bu kapı, çatışmadan önce de kullanımını yılın önemli bir bölümünde sınırlayan Mısır tarafından işlevsizleştirilmişti. Refah’tan insanların ve malların geçişi özel izne tabi tutulmuştu.
Bunlara ek olarak, Gazze'den hem Mısır'a hem de İsrail'e doğru kazılmış tüneller de bulunuyor. Dünyanın en nüfus yoğun kentinin ticaretini ayakta tutan da bu tüneller. Ancak gerek İsrail gerekse de Mısır, silah ve mühimmat taşındığı gerekçesiyle zaman zaman tünellerin olduğu bölgelere düzenledikleri saldırılarla bu yapılara hasar veriyor ve kullanılamaz hale getiriyor.
Burada, bir başka gerçeğe daha işaret etmek gerekiyor. Hamas, Gazze'de iktidarı olaylı bir seçimin ardından bir nevi diğer Filistin örgütlerine karşı bir darbeyle almıştı. Bu yüzden Batı Şeria'da bulunan Filistin Özerk Yönetimi ve lideri Mahmud Abbas da Hamas'ı güçten düşürmek niyetiyle Gazze'ye yönelik ablukayı dönem dönem destekledi.
Değişmeyen strateji: Sürekli imha
İsrail ordusu Gazze'deki sivillerin 1,1 milyonuna yerlerinden ayrılıp bölgenin güneyine geçmeleri için 24 saat süre verdi. Hem kendi kapılarını kapatıp hem de çıkamasınlar diye kentten ayrılmanın son yolu olan Refah Sınır Kapısı'nı da bombalayan İsrail, Gazzelilerin nasıl gideceğine dair bir açıklama yapmadı. Sonradan kapının açıldığı belirtildi. Ancak ne elektrik ne yakıt olan bölgeden nasıl çıkılacağı da soru işareti.
Fakat UNICEF, Gazze'de bir milyon insanın gideceği güvenli bir yer olmadığını açıklamış ve "Bu kabul edilemez, şiddet derhal son bulmalı" çağrısı yapılmıştı.
Bugün soL yazarı Serdal Bahçe’nin kaleme aldığı Medinat Yisrael başlıklı yazıda şu hatırlatmayı yaptı:
"Sabra ve Şatilla katliamlarından sorumlu kasap Ariel Şaron bir yerde şunu ima etmişti: “Aslında biz total imha istemiyoruz, bölük bölük imha ediyoruz ki geride kalanlar kendiliklerinden def olup gitsinler”. İsrail’in uzun stratejisi buydu; öyle bir sıkıştır, öyle bir insanlıktan uzaklaştır ki kendi iradeleriyle çekip gitsinler."
Görünen o ki İsrail aynı stratejiyi devam ettirmeye çalışıyor fakat ortada tek bir gerçek var: Gazzelilerin gidecek hiçbir yeri yok.
Leningrad: 872 gün süren abluka
İsrail'in milyonları ölüme terk ettiği uzun vadeli ablukası, tarihin bir başka uğrağında yine kuşatma yoluyla yaşanan bir felaketi hatırlatıyor.
Leningrad, 1941-1944 yılları arasında modern insanlık tarihinde bir kentin görebileceği en büyük kuşatmalardan birini yaşadı. Faşizme karşı savaşta tüm Sovyetler Birliği halkları savaş, açlık ve hastalık nedeniyle büyük kayıp verdiler. Ama Leningrad kentinin kuşatması çok farklıydı. Hitler için Finlandiya sınırında çok önemli bir gedik açılacağı gibi kentin yok edilmesinin da sembolik bir anlamı vardı. İçindeki asker-sivil halk ve bütün kültürel birikimiyle bir kent yok edilmek istendi.
1941 Eylülü’nden itibaren 872 gün Nazi kuşatması altında kalan Leningrad, tarihin en zorlu sivil direnişlerinden birini yaşadı. Uzun süren açlık ve diğer olumsuz koşulların kentin teslim olacağını düşünen Hitler ve taraftarları Alman ve Fin birlikleri aracılığı ile kente gelen tüm demiryolu ve kara yolu ulaşımını kestiğinden halk başta yiyecek olmak üzere temel gereksinimlerden yoksun yaşamış, kent nüfusunun üçte biri açlık, hastalıklar ve bombardıman nedeniyle kaybedilmişti.
Bombalanan Gazze, 6 Şubat depremi sonrası Türkiye: Ne fark var?
Altı günde 6 bin bombanın düştüğü Gazze’de bazı mahalleler haritadan neredeyse silindi. Hava saldırılarının yerle bir ettiği apartmanların enkazları günlerdir kaldırılmayı bekliyor. Yıkımın fotoğrafı, çatışmaları Türkiye’den izleyenler için yabancı değil.
6 Şubat sabahı on binlerce kişiyi beton yığınları altında bırakan depremlerin ardından karşılaşılan tablo Gazze’dekinden farklı değildi. Dokunulmamış enkazların başında yakınlarından bir ses arayanlar, bir öğün yemek için saatlerce sıra bekleyenler, içecek su bulamayanlar, hastalıklar… Çaresiz bekleyişin günlerce sürdüğü deprem bölgesine gıda yardımları ve iş makinalarının ulaştığında yüzlerce kişi için artık çok geçti. Bombardımanın 6 gündür aralıksız sürdüğü Gazze’de de abluka altında geçen her saat aynı anlama geliyor. (SOL.ORG)