Ya Cumhuriyet olmasaydı da...
“Cumhuriyet olmasaydı …” diye başlayan bolca cümleyle karşılaşıyoruz, bu günlerde! Normal elbette, ne de olsa tam 100 yıl olmuş, 100.yılı kutlanıyor. Bir de iktidarda, cumhuriyetle “sorunları” olan birileri olunca… “Cumhuriyet olmasaydı, şunlar şunlar olmazdı” ya da “cumhuriyet olmasaydı şunlar şunlar olurdu” hatırlatmaları, elimizdekinin “kıymetini” bilmek açısından önemli tabii. Ve elbette Mustafa Kemal’in. Çünkü Mustafa Kemal olmasa cumhuriyet olmazdı!
“Cumhuriyet olmasaydı şunlar olurdu” listesini gericisinden ümmetçisine kadar bilumum zevat yıllardır yapıyor; “saltanat olurdu, halifelik, şeriat olurdu”. “Cumhuriyet olmasaydı şunlar olmazdı” listesini de ulusalcısından sosyal-demokratına kadar bilumumu da yapıyor. Hatta en üst siyasi perdeden Akşener yaptı; “Erdoğan önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olmazdı. Cumhuriyet olmasaydı, Sayın Abdullah Gül başbakan ve cumhurbaşkanı olmazdı. Karşınızda duran Meral Akşener, bir siyasi partinin genel başkanı olamazdı".
Bu düşünme biçiminin (yöntemin) tarihte ve edebiyatta bir adı da mevcut; ükronya.
Ükronya, olgu ve olaylarıyla gerçek olduğu bilinen tarihin akışında bir kırılma noktası yaratarak yeni bir tarihî akış sunan anlatıları tanımlamak için tarih ve edebiyatta kullanılan bir terim. Yani tarihin herhangi bir anında, ‘ya öyle olmasaydı’ veya ‘ya şöyle olsaydı’ diyerek, zihinde canlandırmayla başlayan, sonrasında yeni bir tarih çizgisinin kurgulanması.
Ükronya, Latince ‘yok’ anlamına gelen ‘ou (u)’ ve zaman anlamına gelen ‘kronos’ kelimelerinden türetilmiş.(1) Ütopya/distopya kavramlarıyla biçimsel ve anlamsal benzerliği dolayısıyla Thomas More’un ‘ütopya’ kavramına dayandığı varsayılabilir. Bu kadar “edebiyata gerek var mı” diyenler olacaktır, hatta devamında “bizim argo sözlüğümüzde bu tanım zaten mevcut; halam ‘erkek’ olsaydı amcam olurdu” diye de ekleyebilirler.
Neyse, konumuz (ükronya) hakkında güzel bir örneğe sahibiz; Gani Müjde’nin senaryosunu yazıp yönettiği “Osmanlı Cumhuriyeti” adlı film. Seyredenler hatırlayacaktır. Film, Mustafa Kemal’in sadece Mustafa olduğu zamanda (1888) karga kovalarken bir ağaçtan düşmesiyle başlar. Yani tarih, onsuz devam edecektir artık. Bu ‘sahnenin/kırılmanın’ ardından 2008 yılına sıçranır. Yeni tarihî çizgide, Kurtuluş Savaşı hiç gerçekleşmemiş, Cumhuriyet ilan edilmemiştir. Padişah hala mevcuttur ama ülke Amerikan mandası altında (AB mandası ile rekabet içinde) yönetilmektedir. En doğudaki vilayeti Ankara olan –ki sıradan bir Anadolu kasabasıdır- toplam 15 vilayetli bir ülkedir. Ülkede işgale karşı direniş ve bağımsızlık mücadelesi devam etmektedir ancak bir “kurtarıcı” halen bulunamamıştır. Padişah (Ata Demirer) tüm bunların farkında olmasına rağmen direniş hareketini terk eden bir kadınla birlikte Bodrum’a (İngiltere’ye değil) sığınmayı tercih etmiştir. Yani “Osmanlı Cumhuriyeti” filmi, Mustafa Kemal olmasaydı, nasıl bir “olası ülkede” yaşıyor olacağımızın “korkunç ükronya”sı.
SEÇMECE ÜKRONYALAR
Peki, başka bir ükronya kurmak da mümkün olmalı, değil mi?
Mesela Mustafa Suphi ve 14 yol arkadaşı katledilmese, mesela Hüseyin Hilmi (İştirakçi Hilmi) şüpheli bir cinayete kurban gitmese…(2) Yani bu insanların mücadelesinin başarıyla sonuçlandığını varsaysak ve 1920’lerde bir “kırılma noktası” yaratsak 2023’e “sıçrasak”, nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk? (Gani Müjde, böyle bir filmin senaryosunu yazar mı, filmin ismi ne olurdu?)
Mustafa Suphi’nin 40 yıldan daha az süren yaşam hikayesini anlatmayacağım. Kritik bilgi şu; 10 Eylül 1920’de Bakü’de, 15 bölgeden gelen 75 delegenin katılımı ile Türkiye İştirakiyun Teşkilatı 1. Kongresi toplanmış, bu kongrede Rusya'daki ve Türkiye'deki tüm teşkilatların birleştirilmesi kararı alınmış ve Türkiye Komünist Fırkası (Partisi) kurulmuştur. Bu partinin yani TKP’nin Merkez Komitesi Başkanı olarak da Mustafa Suphi seçilmiştir. Çok değil dört ay sonra da yani 1921 yılının Ocak ayında, işgale karşı Anadolu'da savaşmak üzere (ve TBMM'nin çağrılısı olarak) Ankara’ya doğru yola çıkan TKP MK Başkanı Suphi ve 14 yol arkadaşı, Ankara’ya varamadan geri dönmeye zorlanmış ve Trabzon’dan bindirildikleri teknede Yahya Kahya tarafından katledilmiştir. Azmettirici olarak ise Kemalistler gözükmektedir.(3)
Neyse, faili aramak değil asıl meselemiz! Mustafa Suphi’nin az sayıdaki makalelerinden öne çıkan şu ifadeler; “Bu inkişaf (gelişme), bizim fikrimizce, dahilde Makedonyalılar'ın, Arnavutlar'ın, Araplar'ın, Kürtler'in, Ermeniler'in ilah... medeniyet, muhtariyet ve hatta istiklallerine istidatları [yetenekleri] derecesinde yol vererek hür milletlerin hür ittihadı (birleşme) halinde 'milli tesanür'ler vücut bulacaksa, hariçten de Alman ve İngiliz emperyalizminden ziyade beynelmilel amele hareketine istinad ile kuvvet alabilecekti.” (Tarihi Vazife isimli yazısı)
***
1919 yılı, özellikle Türk sosyalistlerce Osmanlı’da örgütlü işçi hareketi ve sosyalist teşkilatlanmanın başladığı yıl olarak kabul edilmektedir. Osmanlı’da bir siyasî hareket olarak Türkler tarafından kurulan ilk sosyalist parti ise Hüseyin Hilmi’nin Osmanlı Sosyalist Fırkası’ydı. Sıfatını ise ilk sayısı 26 Şubat 1909 yılında çıkarmaya başladığı “İştirak” isimli(4) dergiden alır; İştirakçi Hilmi.
Parti 1920 yılı içinde yoğun bir örgütlenme içinde bulunur ve özellikle İstanbul’daki tersane ve tramvay işçileri arasında yoğun olarak örgütlenir. Parti için en görkemli olay 1921 yılında işgal altındaki İstanbul’da 1 Mayıs kutlamalarını büyük bir işçi mitingi ile gerçekleştirmesi olur. İşgal kuvvetlerinin engelleme girişimlerine rağmen gerçekleştirilen eylem gelecekteki işçi mücadelesi için ciddi etkiler bırakacaktır. İstanbul’da ilk kez bir deri fabrikasında grev örgütleyen, Veli Efendi çayırında grev çadırı kuran ve grevciler adına işverenle toplu sözleşme imzalayan bu örgütlerin “reisi” Hüseyin Hilmi Bey’dir.
İştirakçi Hilmi, 15 Kasım 1922 gecesi Kalkandereli Ali Haydar isimli bir polis tarafından vurularak öldürülür. Ölümünün ardındaki gerçekler aydınlatılamamış olsa da faili meçhul şekilde devlet eliyle öldürülmüş olduğu (özellikle de polis şefinin azmettirdiği/emir verdiği iddia edilmiştir) kabul edilmektedir.
Neyse, buradaki faili de aramak değil asıl meselemiz! İştirakçi Hilmi’nin şu ifadeleri; “İşçinin, uykusundan, rahatından hatta hayatından her gün zerre zerre çalarak gayri meşru servet yığanlara karşı… gayet meşru ve son derece hukukî olarak greve giden bir işçi nasıl anarşist veya mikrop olabilir?”
YA SOSYALİST CUMHURİYET OLSAYDI
Ükronya bu ya; 1920’ye dönsek, Suphi’nin ve İştirakçi’nin katledilmediği hatta fikirleri doğrultusunda (yani Alman ve İngiliz emperyalizminden bağımsız, Türk, Makedon, Arnavut, Arap, Kürt, Ermeni halklarının birlikte kurduğu beynelmilel amele fikriyatına sahip) başarılı olduklarını tahayyül etsek. Ve yeni bir cumhuriyet kurduklarını!
Yani 100 yıl önce kurulan burjuva cumhuriyet değil de sosyalist cumhuriyet olsaydı? Bu sorunun yanıtını binlerce insan, binlerce ükronya ile (halaları ve amcalarıyla birlikte) geliştirebilir. Ve yanıtlar bugünün mücadele başlıklarını içerir!
Ama kesin olan bir şey olurdu; sosyalist cumhuriyette öğrencilerin barınma sorunu olmazdı…
***
Var olanı korumaya çalışmak (çoğu zaman) ufuk körlüğü yaratır; “daha iyisi yoktur, ulaşılabilecek son nokta budur ve ilelebet payidar kalacaktır”. Oysa görülmektedir, var olanı korumaya çalışarak ne bağımsızlık sağlanabiliyor ne de gericiliğin, faşizmin gelişmesi engellenebiliyor.
“Bu cumhuriyetin” 100.yılında yenisi kurmanın zamanı çoktan geldi, yeni bir cumhuriyeti, sosyalist cumhuriyeti kurmanın zamanı… (YAVUZ HALAT - GAZETE DUVAR)
NOTLAR:
(1) İlk adlandırması Charles Renouvier’e ait.
(2) Sadece bu insanların sayılması diğer yüzlerce Makedon, Bulgar, Ermeni, Yahudi sosyalisti görmezden gelmek anlamına asla gelmiyor elbette.
(3) Kimilerine göre ise Mustafa Suphi'yi Kemalistler öldürtmüştür. Mesela Mete Tunçay; “Mustafa Suphi, Kazım Karabekir ve dönemin Erzurum valisi Hamit Bey'in inisiyatifi sonucu öldürülmüştür” demekte.
Mustafa Suphi’nin Sovyet Rusya’dan alacağı destekle Anadolu’da alternatif bir güç oluşturma ihtimali Mustafa Kemal’in kaygılarını artıran bir diğer gelişmeydi. 13 Eylül 1920 tarihinde Mustafa Suphi’ye gönderilen mektubunda, “Milletin birlik ve mukavemetini ihlal edebilecek zamansız ve fazla teşebbüslerden sakınmak milletimizin kurtuluşu açısından elzemdir... Teşkilatınızın sadece Büyük Millet Meclisi Riyaseti’yle irtibat tesis ve muhafaza eylemesi lazımdır...” diyerek alternatif bir güç girişimine dair düşüncelerini iletmekteydi. 16 Eylül 1920 tarihinde Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektubunda da Mustafa Suphi ve arkadaşlarının örgütünün Anadolu içlerine adam göndermesine yönelik tepkisini dile getirmekteydi. (dergipark.org.tr)
(4) İştirak gazetesi, sürekli kapatılması nedeniyle İnsaniyet, Medeniyet, Sosyalist gibi isimlerle alternatif gazeteler çıkarmıştı.