Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

"Ben sürüden biri olmayı kabul etmiyorum. Çağdaş bir toplum özgür bireylerden oluşur, halk koyun sürüsü olamaz"

Usta tiyatrocu ve sinema oyuncusu Genco Erkal hayatını kaybetti. Usta tiyatrocu ve sinema oyuncusu Genco Erkal hayatını kaybetti. Bir süredi...

Usta tiyatrocu ve sinema oyuncusu Genco Erkal hayatını kaybetti. Usta tiyatrocu ve sinema oyuncusu Genco Erkal hayatını kaybetti. Bir süredir kan kanseri ile mücadele eden Genco Erkal, 86 yaşında yaşamını yitirdi.


Erkal'ın hesabından dün akşam Nazım Hikmet'in 'Veda' şiiri paylaşılmıştı.

Paylaşım şöyle:

Hoşça kalın dostlarım benim hoşça kalın!

Sizi canımda canımın içinde, kavgamı kafamda götürüyorum.

Hoşça kalın dostlarım benim hoşça kalın...

Resimlerdeki kuşlar gibi dizilip üstüne kumsalın, mendil sallamayın bana.

İstemez...

Tek hecesiz elveda


GENCO ERKAL KİMDİR?

Genco Erkal 28 Mart 1938'de İstanbul’da dünyaya geldi.

1959 yılından itibaren Türkiye'nin önemli özel tiyatro topluluklarında oyuncu ve yönetmen olarak çalışan Genco Erkal, 1969’da, bugün de sanat yönetmeni olduğu ve Türkiye'de politik tiyatronun gelişiminde öncü rol üstlenen Dostlar Tiyatrosu'nu kurdu.

1965’te Rus yazar Nikolay Gogol'un Bir Delinin Hatıra Defteri adlı öyküsünü tiyatroya uyarlayıp Türkiye'de Batılı anlamda metne dayalı sahnelenen ilk tek kişilik oyun olarak sahneledi. Yıllar boyunca üç farklı yorumla sahnelediği bu eser, onunla özdeşleşti. Erkal, tek kişilik oyunların ustası olarak tanındı.

Genco Erkal, Aziz Nesin'den Haldun Taner'e, Nâzım Hikmet'ten Behiç Ak'a ve Yaşar Kemal'e birçok sanatçının eserlerini tiyatroya uyarladı.

Senfonik konserlerde birçok yapıtı anlatıcı olarak seslendirdi.

Sinemada 1982’de At ve 1983’te Faize Hücum filmleri ile ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında Antalya Film Festivali'nde iki kez Altın Portakal' aldı.


Usta sanatçı Genco Erkal'ın ölümü Türkiye'yi yasa boğdu: 'Bazı ölümler bir çağın kapanması gibidir...'

Bir süredir sağlık problemleriyle mücadele eden usta sanatçı Genco Erkal, 86 yaşında hayatını kaybetti. Erkal'ın sosyal medya hesabından Nazım Hikmet'in 'Hoşça kalın dostlarım" şiirinin dizeleri paylaşıldı. Usta ismin ölümü, Türkiye'yi derinden üzdü.

Bir süredir kan kanseri ile mücadele eden usta tiyatrocu ve sinema oyuncusu Genco Erkal 86 yaşında yaşamını yitirdi. 

Erkal'ın sosyal medya hesabından sabaha karşı Nazım Hikmet'in 'hoşça kalın dostlarım' şiirinin dizeleri paylaşıldı.

Paylaşımda, “Hoşça kalın dostlarım benim hoşça kalın! Sizi canımda canımın içinde, kavgamı kafamda götürüyorum. Hoşça kalın dostlarım benim hoşça kalın... Resimlerdeki kuşlar gibi dizilip üstüne kumsalın, mendil sallamayın bana. İstemez... Tek hecesiz elveda” sözlerine yer verildi.


ÖLÜMÜ TÜRKİYE'Yİ YASA BOĞDU

Usta sanatçı Genco Erkal'ın 86 yaşında yaşamını yitirmesinin ardından çok sayıda sanatçı, siyasetçi ve yurttaş sosyal medyada veda mesajları paylaştı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel paylaştığı mesajada, "Yaşamını yitirdiğini büyük üzüntüyle öğrendiğim ülkemizin yetiştirdiği en büyük tiyatro sanatçılarından Genco Erkal'a Allah'tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve sanat dünyamıza başsağlığı diliyorum" ifadelerini kullandı.

Piyanist Fazıl Say ise, "Genco Erkal bu sabah vefat etti. En büyük sanatçımızı kaybettik. Başımız sağolsun. Tüm bir ömür ışık saçtı, ışıklarda uyusun. Tek başına mücadelenin en büyük kahramanıydı… Ondan çok şey öğrendim. Türkiye onunla daha büyüktü…" diye yazdı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu Genco Erkal için yayımladığı mesajda şunları yazdı:

"Hoşça kalın dostlarım benim” Koca bir çınardı Genco Erkal Çok üzgünüz, Allah rahmet eylesin."


Boyun eğmeyen bir yaşam... İşte Genco Erkal'ın 'Erdoğan'a hakaret' savunması: Sürüden biri olmayı kabul etmiyorum!

Usta sanatçı Genco Erkal, 86 yaşında hayatını kaybetti. Erkal'ın ölümünün ardından hapis cezası istemiyle 'Cumhurbaşkanına hakaret' suçlamasıyla yargılandığı dava gündem oldu. İşte Erkal'ın hafızalara kazınan o savunması...

Twitter paylaşımlarımda hiçbir hakaret unsuru olmadığını savunuyorum. Bu davaya konu olan üç tweet’i teker teker ele alıp açıklayacağım.

Ayder Yaylası’ndan başlayalım. Bu iktidarın doğayla arası pek sağlıklı olmamıştır. İnşaat ve beton aşkı her zaman doğa aleyhine çalışmıştır. Onlar için önemli olan her zaman pazarlanacak yeni rant alanları yaratmaktır. Toprağı, alınıp satılacak arsa olarak görürler. Doğaya verilen zararların tipik örnekleri arasında, örneğin Kaz Dağları’nda maden aramaya izin verilmesi, köylülerin karşı koymasına rağmen İkizdere’de taş ocaklarına ruhsat verilmesi, özel koruma altındaki kıyıların imara açılması sayılabilir. Cumhurbaşkanı da zaman zaman bizzat özeleştiri yaparak, örneğin İstanbul için şunları söylemiştir: “Biz bu şehre ihanet ettik. İstanbul’un kıymetini bilemedik. Bundan ben de sorumluyum.” (21 Ekim 2017).

Aynı şekilde Ayder Yaylası için de “Biz burayı kirlettik, rezil ettik” dediği halde yaylayı turizm merkezi ilan ederek kentsel dönüşüm çalışmalarını başlatmış, imara açıp buranın doğal yayla olma vasfını kaybetmesine olanak sağlamıştır. İşte benim tweet’im bu durumu eleştiriyor. “Parmağının değdiği yeri beton edip kurutuyor” demek bir durum beyanı, bir eleştiridir. Kesinlikle hakaret değil.

İkinci tweet’in konusu Cumhurbaşkanı’nın diploması. Yıllardan beri tartışılıyor. Vardı, yoktu. Geçerliydi, değildi. Sahteydi deniyor. Davalar açılıyor, reddediliyor. Onaylanan fotokopidir, orijinal diploma ortada yok deniyor. Olay Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidiyor. Bütün bunlar yıllardır kamuoyunun gözleri önünde oluyor. Konuyla ilgili kitaplar yazılıyor. İnternete girin “Erdoğan’ın Diploması” diye arayın, bakın neler çıkıyor karşınıza.

En son bir kurul meseleyi “özel hayatın gizliliği” kapsamında değerlendirdi. Neden özel olsun? Mademki yasal olarak belli bir göreve seçilebilmek için o diploma gerekli, o zaman açıkça ortaya konmalı. Özel hayat kapsamına girmez ve gizlenemez. Bu tweet’le ifade ettiğim gibi ben de bir yurttaş olarak bu diplomayı görmek istiyorum. Bu benim hakkım. Bugüne kadar hiçbir Cumhurbaşkanımız’ın diploması tartışma konusu olmamıştı. Hepsi devlet arşivlerinde yerini aldı. Hepsi kesin, açık ve nettir. Bu diplomayı da görelim diyorum.

Aynı tweet’in baş tarafında “alemin çocuk doğurup doğurmayacağına karışacağına” diye bir ibare var, onu da açıklamak isterim. Cumhurbaşkanı ara sıra “Biz kimin özel hayatına, yaşama biçimine karıştık” der, der ama açıkça bilindiği gibi üç çocuk, beş çocuk, yurttaşların kaç çocuk yapacağına bile o karar vermek ister. Bu da beni rahatsız ediyor ve bu tweet’le o konuyu eleştiriyorum.

Üçüncü tweet’teki çobanlık meselesine gelince: Bir gün Cumhurbaşkanı şöyle dedi: (14 Kasım 2016) “Çobanlık felsefesini anlamayan, insan yönetemez. Ben de bir çobanım.” İşte bu konuşma son tweet’ime ilham kaynağı oldu. Kendisi çobanlığı gururla kabul edip savunduğuna göre burada hakaret söz konusu olamaz. O çobanlığı tercih edebilir ama ben sürüden biri olmayı kabul etmiyorum. Çağdaş bir toplum özgür bireylerden oluşur, halk koyun sürüsü olamaz.


Türk usulü Başkanlık sistemi ülkemiz için felaket oldu bence. Benim asıl eleştirdiğim budur. Başkanlık sistemine başından beri kesinlikle karşıyım. Tüm yetkilerin tek kişide toplandığı bir sistemde halk huzur bulamaz. Nitekim bu sistemin yürürlüğe girmesinden bu yana, kısa zamanda siyasi, sosyal, tüm alanlarda zararlarını gördük; dengeler bozuldu, sistemin sürdürülebilir olmadığını anladık.

En önemlisi, ülkemizin ekonomisi çöktü. Paramız büyük bir hızla ve durdurulamaz biçimde değer kaybetti. Enflasyon, işsizlik, hayat pahalılığı, yoksul kesimin giderek daha yoksul olması bu sistemin çıkmazını açıkça ortaya koydu. Dilerim ilk seçimde bu ucube sistemden kurtulup yeniden parlamenter sisteme geçer, onu geliştirir, demokrasiyi yeni baştan inşa eder, huzur buluruz.

Teker teker tweet’lerimin savunması böyle. Genel duruma bakarsak ülkemizde, son 6 yıl içinde Cumhurbaşkanı’na hakaretten 38 bin dava açılmış, bu herhalde bir dünya rekoru. Durumun nedenlerini araştırmak gerekiyor kanımca. Neden bu kadar çok dava? Daha önceki dönemlerde bu tür davalar yüzlerle sayılırken bu dönem birdenbire on binleri konuşmaya başlıyoruz. Demek ki ifade özgürlüğüne ciddi bir saldırı var, baskı var burada. Suskun, evet efendimci bir toplum isteniyor. Soru sorulmasın, eleştiri yapılmasın, iktidara koşulsuz biat edilsin. İnsanlar hapse atılmaktan korkup sussunlar, bu mudur amaçlanan?

Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Şorli kararıyla artık Cumhurbaşkanı’na hakaret diye bir suç kabul etmiyor, insan haklarına aykırıdır diyor. Bu suçtan ötürü gözaltına alıp yargıladıklarınıza 7 bin 500 euro tazminat ödeyeceksiniz diyor. Bunun üstüne benim başka bir şey söylememe gerek kalmıyor sanırım. Takdir sizindir.

SOSYAL MEDYADA GENCO ERKAL'A BÖYLE VEDA ETTİLER

Boyun eğmeyen bir yaşam... İşte Genco Erkal'ın 'Erdoğan'a hakaret' savunması: Sürüden biri olmayı kabul etmiyorum!
Usta sanatçı Genco Erkal, 86 yaşında hayatını kaybetti. Erkal'ın ölümünün ardından hapis cezası istemiyle 'Cumhurbaşkanına hakaret' suçlamasıyla yargılandığı dava gündem oldu. İşte Erkal'ın hafızalara kazınan o savunması...
"Twitter paylaşımlarımda hiçbir hakaret unsuru olmadığını savunuyorum. Bu davaya konu olan üç tweet’i teker teker ele alıp açıklayacağım.
Ayder Yaylası’ndan başlayalım. Bu iktidarın doğayla arası pek sağlıklı olmamıştır. İnşaat ve beton aşkı her zaman doğa aleyhine çalışmıştır. Onlar için önemli olan her zaman pazarlanacak yeni rant alanları yaratmaktır. Toprağı, alınıp satılacak arsa olarak görürler. Doğaya verilen zararların tipik örnekleri arasında, örneğin Kaz Dağları’nda maden aramaya izin verilmesi, köylülerin karşı koymasına rağmen İkizdere’de taş ocaklarına ruhsat verilmesi, özel koruma altındaki kıyıların imara açılması sayılabilir. Cumhurbaşkanı da zaman zaman bizzat özeleştiri yaparak, örneğin İstanbul için şunları söylemiştir: “Biz bu şehre ihanet ettik. İstanbul’un kıymetini bilemedik. Bundan ben de sorumluyum.” (21 Ekim 2017).
Aynı şekilde Ayder Yaylası için de “Biz burayı kirlettik, rezil ettik” dediği halde yaylayı turizm merkezi ilan ederek kentsel dönüşüm çalışmalarını başlatmış, imara açıp buranın doğal yayla olma vasfını kaybetmesine olanak sağlamıştır. İşte benim tweet’im bu durumu eleştiriyor. “Parmağının değdiği yeri beton edip kurutuyor” demek bir durum beyanı, bir eleştiridir. Kesinlikle hakaret değil.
İkinci tweet’in konusu Cumhurbaşkanı’nın diploması. Yıllardan beri tartışılıyor. Vardı, yoktu. Geçerliydi, değildi. Sahteydi deniyor. Davalar açılıyor, reddediliyor. Onaylanan fotokopidir, orijinal diploma ortada yok deniyor. Olay Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidiyor. Bütün bunlar yıllardır kamuoyunun gözleri önünde oluyor. Konuyla ilgili kitaplar yazılıyor. İnternete girin “Erdoğan’ın Diploması” diye arayın, bakın neler çıkıyor karşınıza.
En son bir kurul meseleyi “özel hayatın gizliliği” kapsamında değerlendirdi. Neden özel olsun? Mademki yasal olarak belli bir göreve seçilebilmek için o diploma gerekli, o zaman açıkça ortaya konmalı. Özel hayat kapsamına girmez ve gizlenemez. Bu tweet’le ifade ettiğim gibi ben de bir yurttaş olarak bu diplomayı görmek istiyorum. Bu benim hakkım. Bugüne kadar hiçbir Cumhurbaşkanımız’ın diploması tartışma konusu olmamıştı. Hepsi devlet arşivlerinde yerini aldı. Hepsi kesin, açık ve nettir. Bu diplomayı da görelim diyorum.
Aynı tweet’in baş tarafında “alemin çocuk doğurup doğurmayacağına karışacağına” diye bir ibare var, onu da açıklamak isterim. Cumhurbaşkanı ara sıra “Biz kimin özel hayatına, yaşama biçimine karıştık” der, der ama açıkça bilindiği gibi üç çocuk, beş çocuk, yurttaşların kaç çocuk yapacağına bile o karar vermek ister. Bu da beni rahatsız ediyor ve bu tweet’le o konuyu eleştiriyorum.
Üçüncü tweet’teki çobanlık meselesine gelince: Bir gün Cumhurbaşkanı şöyle dedi: (14 Kasım 2016) “Çobanlık felsefesini anlamayan, insan yönetemez. Ben de bir çobanım.” İşte bu konuşma son tweet’ime ilham kaynağı oldu. Kendisi çobanlığı gururla kabul edip savunduğuna göre burada hakaret söz konusu olamaz. O çobanlığı tercih edebilir ama ben sürüden biri olmayı kabul etmiyorum. Çağdaş bir toplum özgür bireylerden oluşur, halk koyun sürüsü olamaz.
Türk usulü Başkanlık sistemi ülkemiz için felaket oldu bence. Benim asıl eleştirdiğim budur. Başkanlık sistemine başından beri kesinlikle karşıyım. Tüm yetkilerin tek kişide toplandığı bir sistemde halk huzur bulamaz. Nitekim bu sistemin yürürlüğe girmesinden bu yana, kısa zamanda siyasi, sosyal, tüm alanlarda zararlarını gördük; dengeler bozuldu, sistemin sürdürülebilir olmadığını anladık.
En önemlisi, ülkemizin ekonomisi çöktü. Paramız büyük bir hızla ve durdurulamaz biçimde değer kaybetti. Enflasyon, işsizlik, hayat pahalılığı, yoksul kesimin giderek daha yoksul olması bu sistemin çıkmazını açıkça ortaya koydu. Dilerim ilk seçimde bu ucube sistemden kurtulup yeniden parlamenter sisteme geçer, onu geliştirir, demokrasiyi yeni baştan inşa eder, huzur buluruz.
Teker teker tweet’lerimin savunması böyle. Genel duruma bakarsak ülkemizde, son 6 yıl içinde Cumhurbaşkanı’na hakaretten 38 bin dava açılmış, bu herhalde bir dünya rekoru. Durumun nedenlerini araştırmak gerekiyor kanımca. Neden bu kadar çok dava? Daha önceki dönemlerde bu tür davalar yüzlerle sayılırken bu dönem birdenbire on binleri konuşmaya başlıyoruz. Demek ki ifade özgürlüğüne ciddi bir saldırı var, baskı var burada. Suskun, evet efendimci bir toplum isteniyor. Soru sorulmasın, eleştiri yapılmasın, iktidara koşulsuz biat edilsin. İnsanlar hapse atılmaktan korkup sussunlar, bu mudur amaçlanan?
Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Şorli kararıyla artık Cumhurbaşkanı’na hakaret diye bir suç kabul etmiyor, insan haklarına aykırıdır diyor. Bu suçtan ötürü gözaltına alıp yargıladıklarınıza 7 bin 500 euro tazminat ödeyeceksiniz diyor. Bunun üstüne benim başka bir şey söylememe gerek kalmıyor sanırım. Takdir sizindir.

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA