Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

Muazzez İlmiye Çığ, bir bilimciden ziyade müze görevlisi uzman olarak kabul edilmeli. Onu, canı sıkıldıkça parlatan bir “ulusal kamuoyu” var sadece

Muazzez İlmiye Çığ, bir bilimciden ziyade müze görevlisi uzman olarak kabul edilmeli. Onu, canı sıkıldıkça parlatan bir “ulusal kamuoyu” var...

Muazzez İlmiye Çığ, bir bilimciden ziyade müze görevlisi uzman olarak kabul edilmeli. Onu, canı sıkıldıkça parlatan bir “ulusal kamuoyu” var sadece.


Muazzez İlmiye Çığ'ı nasıl gömelim?

Muazzez İlmiye Çığ üzerine dünden beri birkaç konuyu bir arada tartışıyoruz: Kardeşiyle birlikte kurup yönettiği şaibeli (devrimci tutsakların iradeleri dışında kobay olarak kullanıldığı) araştırma vakfı yani HZİ Nöropsikiyatri Vakfı, dine (özelde İslam’a) karşı tutumu, Sümer uygarlığıyla ilgili yaptığı “akademik” çalışmalar, “dünyaca ünlü Sümerolog” olduğu iddiası, “Cumhuriyet Kadını” olarak kodlanıp ululanması, bir kadın olarak Türkiye’de “cam tavan”ı delmesi, 110 yıl yaşaması vb.

Öncelikle şunu söyleyeyim: Türkiye gibi her bakımdan kadın düşmanı bir ülkede bir kadının Sümer Uygarlığı gibi “piyasalar”da hiçbir getirisi olmayan bir alanda çalışmalar yapmış olması, arkeoloji, sanat tarihi ve eski çağ uygarlıkları bakımından oldukça değerli. Fakat bu değeri teslim ederken Çığ hakkında abartılı, yanlış ve haddini aşan değerlendirme ve yorumlardan kaçınmak gerekir. Çığ, kendi çapında bir araştırmacı olarak oturup bir şeyleri araştırmıştır ve sonuçlarını kitap, makale vb. şeklinde yayınlamıştır ama bu araştırma ve kitaplarından kalkıp ona olmadık atıfların yapılması, sıfatların takılması ve niteliklerin atfedilmesi yanlıştır. Ama daha kötüsü şu: Çığ’ın ardında gerçekten insan hak ve özgürlüklerinin üzerine gelmiş ve berbat olaylara yol açmış bir düşen çığ gerçeği vardır.

***

Çığ, benim beğendiğim, ilgi duyduğum ve takip ettiğim türden bir araştırmacı değildi. Hiçbir kitabını okumadım. Ancak bu yazı için küçük bir Google araştırması yapınca fecaat düzeyde hatalı değerlendirmeler yapıldığını gördüm ve bu yazıyı yazmaya karar verdim. Öncelikle, Google’a girip İngilizce araştırma yaptım çünkü Türkçe yapınca birçok Türk medyasının (Daily Sabah, Hürriyet, Anadolu Ajansı vd.) abartılı ve yanlış değerlendirmeleri çıkıyor. Google’a İngilizce “dünyanın en ünlü Sümerologları” yazınca, Çığ ismine rastlamadım. Rastladığım en ünlü Sümer (ve diğer eski uygarlıklar) uzmanları olan arkeolog, dilbilimci ve tarihçiler arasında öncelikle Benno Landsberger (1890-1968), Samuel Noah Kramer (1897-1990),  Hans Gustav Güterbock  (1908-2000), Juris Zarins (1945-2023) ve diğer bazı daha az tanınan isimler çıkıyor.

DTCF Hititoloji mezunu olan Çığ, ünlü ama sadece Türkiye’de. Üstelik akademisyen, profesör değil; yazmış olduğu ciddi bir tezi de yok. İstanbul Üniversitesi'nden, “İlk Çivi Yazısı ve Sümeroloji Uzmanı” unvanıyla “fahri doktora” unvanı bile almış. Vikipedia’da Türk arkeolog, dilbilimci ve yazar olarak tanıtılmış. Sümer tabletlerini okumak, bir insana dilbilimci unvanını kazandırmaz. Dilbilim, bir sosyal bilimler disiplini olarak, dil olgusunun ele alındığı, dillerin çeşitli süreçlerinin (doğuşu, yeryüzüne yayılışı) ve yapılarının (ses, biçim, anlam ve sözdizimi) incelendiği bir bilim dalıdır. Tablet okumakla dilbilimci olunmaz. 

***

Çığ, bir bilimciden ziyade müze görevlisi uzman olarak kabul edilmeli. Zira 1940’ta diplomasını alıp girdiği İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ni oluşturan üç kurumdan biri olan Antik Şark Eserleri Müzesi'nde yaptığı işler, teknik işlerdir: Kurumun arşivlerinde tercüme edilmeden ve tasnif edilmeden saklanan Sümer, Akad ve Hitit uygarlıklarına ait çivi yazılı 74 bin adet tableti, meslektaşları Hatice Kızılyay ve F. R. Kraus ile birlikte temizlemesi, sınıflandırması ve numaralandırması vb. Ardından arşiv oluşturması ve 3 bin adet tabletin kopyasını çıkarıp katalog halinde yayımlaması vb. Vikipedia’da şöyle denilmiş: “Aradan geçen yıllarda, tabletlerin deşifre edilmesi ve yayınlanması konusundaki çabaları sayesinde Müze, dünyanın her yerinden Eski Çağ tarihi araştırmacılarının katıldığı bir Orta Doğu dilleri öğrenme merkezi hâline geldi.” Çığ, bir nevi eski uygarlıklara dair bilimsel çalışma yapılabilmesi için fiziki altyapı çalışması yapmış (değersizdir diye demiyorum, sadece konumlandırıyorum) bir müze görevlisidir. 

***

Kuşkusuz katıldığı kongreler (örneğin 1957'de Münih'teki Oryantalistler Kongresi, 1988'de Philadelphia'daki Asuroloji kongresi), çalışmalar (1960'ta Heidelberg Üniversitesinde 6 aylık bir çalışma), sergiler (1965'te Roma'da sergilenen Hitit sergisi) ve çeviriler (Prof. Kramer'in “History Begins at Sumer” adlı kitabını Türkçeye çevirmesi) önemsiz değil ama bunlara bakıp Çığ’ı uluslararası kalibrede bir Sümerolog olarak görmek mümkün değil zira bu tür etkinliklere bu alanlara dair ilgi ve biraz bilgisi olan herkes katılabilir. Sümer ve Hitit kültürlerini tanıtan 13 kitabı da “basic” (temel bilgi veren) düzeyindedir ve ciddi tezler içeren araştırmalara dayanmamaktadır. Tüm bu çalışmalar, ne kadar özenli ve önemli olursa olsun, onun uluslararası kalibrede bir Sümerolog, dilbilimci ve eski uygarlıklar tarihçisi olduğunu göstermez. Çığ, İlber Ortaylı gibi, ancak yerli ve milli okuru tavlayabilecek ölçüde veya derecede “ulusal bilgi”ye sahip biri olarak sadece bu toprakların ünlü bilim insanlardan biridir ama “dışarıda” tanınmaz ve bilinmez.

Uluslararası çapta aldığı bir ödülü yok. Aldığı yerli ödüller de burjuvazinin kaymak tabakasının kurduğu çeşitli “cemiyet” örgütlerinin (Lions Kulübü, Rotary Kulübü) ödülleridir. Çığ adına düzenlenmiş bir uluslararası konferans veya kongre/sempozyum yok. Yine yurt dışında bir üniversitede adına kurulmuş bir kürsü de yok.  Onu, canı sıkıldıkça parlatan bir “ulusal kamuoyu” var sadece. Bazı okurları, kitaplarındaki bilgilerin ve dilinin sistematiklikten yoksun ve özensiz olduğunu iddia ederler. Üstelik, kitaplarının “sosyalizm” ve “devrimci” düşmanı, eski PDA’cı Perinçek’in Kaynak Yayınlarından yayınlanması da Çığ’ın ideolojik olarak beslendiği ana kaynağı gösteriyor.

***

Çığ’ın kadın hakları ve laiklik savunucusu olduğu söylenir hep. Sorsanız, Türkiye’nin kadın hakları savunucusu çoğu feministi Çığ’ı bilmez, tanımaz. Hangi kadın hakları eyleminde nerede tavır koymuş, sosyal sorumluluk almış, belli değil. İslam’a dair bazı konularda ileri sürdüğü fikirlerin, örneğin Müslüman kadınların siyah örtüsünün/kara çarşafının/başörtüsünün (beş bin yıl önce) Sümerli rahibeler tarafından genç erkekleri sekse başlatmak için takıldığını ileri sürdü ve bundan dolayı yargılandı ancak aklandı. Öte yandan Kur'an'daki birçok hikâyenin aslında Sümer efsanesi olduğunu iddia etti. Bütün bu iddialar popüler iddialardır ve ciddi araştırmalara dayanmaz. Fakat en fecaat durum şu: Kardeşinin, devrimci tutukluları (ve ülkücüleri de) deneylerinde kobay olarak kullanmasının ardındaki Amerikan ilaç tekellerinin çıkarları çerçevesinde hareket eden uluslararası kalibrede bir anti-komünist olmasıdır.

Komünistliği sapkınlık, aptallık ve gri zekalılıkla eşitleyen bu bakış açısının her şeyden önce darbeci veya darbe destekçisi olarak mahkum edilmesi gerekirken günümüz laik, seküler ve cumhuriyetçi kamuoyu, sanki böylesi bir vahşet (mahpusların iradeleri dışında farmakolojik kobay/denek olarak kullanılması) hiç yaşanmamış gibi berbat bir “Cumhuriyet Kadını” imajı yaratıp klişe deyimle “algı operasyonu”na soyundular. Devrimci olmayı politik bir tercih değil de ruhsal hastalık olarak damgalamak, Amerikan anti-komünist McCarthyci geleneğin iyi becerdiği bir operasyondu. Çığ’ın vakfının amacı, aslında komünistliğin tedavi edilebilir bir hastalık olduğu sayıltısına göre ABD tarafından şekillendirilmişti. Devrimcilerin beyinleri üzerinden yapılan çalışmalar, sözde beynin belli bir bölgesinde komünizm denilen bir hastalık olduğu varsayımına dayanıyordu. O zaman bu bölge saptanırsa, buna yönelik tanı/teşhisin ardından ilaç belirleme aşaması gelebilirdi. Nitekim 12 Eylül sonrası solcu ve sağcıların “karıştır barıştır” uygulaması doğrultusunda aynı koğuşlara tıkılıp resmi ideolojinin tüm vahşetiyle uygulandığı (örneğin İstiklal Marşı’nı ezberleyemeyenlerin dövülmesi) bir ortamda her türlü ekstrem ideoloji, bir tür ruhsal sapkınlık olarak tarif edildi. Öyle olunca da Muazzez İlmiye Çığ’ın kardeşi Turan İtil, tıp profesörü Ayhan Songar gibiler, sözde bilimsel araştırma adına tutukluları kendi ilkel ideolojik tıbbi yaklaşımlarının kurbanı yaptılar. Bu süreçte Amerikan ilaçlarının tutukluların üzerinde denenmesinin ne tür sonuçlara yol açtığı bilinmiyor. Keşke araştırılsa bu konu. 

***

Son olarak burada beni ilgilendiren bir konudan bahsedeyim: Almanya’nın ünlü vakıflarından olan Alexander von Humboldt-Stiftung’un “Philipp Schwartz-Initiative” programı çerçevesinde burs alıp bir Alman üniversitesinde üç yıl araştırma yapıp dersler verdim. Buradaki kritik figür, adına açılmış Almanya bursu aldığım Yahudi kökenli bilim insanı Philipp Schwartz ki bu kişi Nazi zulmünden kaçıp geldiği Türkiye’de çok sayıda öğrenci yetiştirdi tıp alanında. O öğrencilerden biri de Nazilerin kullandığı yöntemlere benzer bir yöntemi İstanbul’da kurduğu vakıfta deneyen veya kullanan Profesör Turan İtil yani Çığ’ın erkek kardeşi idi. Orhan Gökdemir, profesör Turan İtil’i şöyle tanıtmış: “Şaşırtıcı bir biyografisi var haliyle. Nazi Almanya’sının şerrinden kaçıp Türkiye’ye sığınan Yahudi kökenli bilim insanlarından Ord. Prof. Dr. Philipp Schwartz’ın öğrencisi. Bu ilişki ona 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da çalışma fırsatı verdi. 1960’lı yılların başında Almanya’da Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nde doçent oldu ve Nöropsikiyatri Bölümünde başhekimlik yaptı. O yıllarda St. Louis Missouri Üniversitesi'ne davet edildi. 1974’e kadar araştırmalarını burada sürdürdü. 1975’te davet edildiği New York Tıp Koleji’nde Biyolojik Psikiyatri Başkanı olarak 15 yıl görev yaptı. Amerikan Hava Kuvvetleri ve Missouri Üniversitesi Psikiyatri Enstitüsü bünyesinde LSD üzerine araştırma birimlerine öncülük etti. Amerikan Ordusu ile birlikte çalıştı, NATO ile sıkı iş birliği yaptı. Dahil olduğu ve destek verdiği projeler arasında CIA destekli meşhur 'Zihin Kontrol Programları' da var.” Bu tür programlar çerçevesinde 12 Eylül’den sonra tutuklulara uygulanan askeri disiplinle onları topluma yeniden kazandırma programları, öncelikle tutukluların vahşi şiddetle iradelerinin kırılmasını hedefliyordu. Bu uğurda Atatürkçülük adı altında resmî ideoloji bir sopa gibi kullanıldı. Siyasi tercih yapmış tutukluları bir hasta gibi görüp onları psikopat, geri zekalı veya aptal olarak kodlamak, tıbbi bir araştırma değil, önyargılara dayalı bir Nazi yöntemidir.

İşte Muazzez İlmiye Çığ, bütün bu olanları biliyordu ama bunların yanlış, insanlık dışı olduğuna dair tek bir kelime etmedi. Çünkü kamuoyunu Sümerler üzerinden tavlamışken beş bin yıldan bugüne, günümüze gelme gereği yoktu. Ama Çığ’ı nasıl olduysa “çağdaş” ilan ettiler. Çağdaş ama çağdışı. (KEMAL İNAL - GAZETE DUVAR)

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA