Ümmetçinin medeniyet düşü

Bu kriz kültürel özgünlükler veya inançlar öne çıkarılarak değil, büyük insanlık ailesini daha ileriye taşıyarak, onu birleştirecek eşitlikçi ve evrensel bir uygarlık kurarak, evrensel değerlere yaslanarak aşılabilir.


Eğitimi Tarikatlara Üleştirme Bakanı Yusuf Tekin’in adı lazım değil yardımcısı Şırnak’ta halka hitap etmiş, “Kültürler farklı olabilir ama bizim medeniyetimiz bir medeniyet, o da İslam medeniyeti” demiş. Malum süreç yürürlükte, Türkleri ve Kürtleri ümmetçilik birleştirir demeye çalışıyor olabilir, ihtimal dahilindedir. Dilleri var bizim dile benzemez, anlamaya çalışıyoruz. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Yusuf Doğan da vaktiyle “Arapça kutsal bir dildir” diyerek açığa vurmuştu meramını. Bu durumda Türkçe veya Kürtçe kulların dili olabilir ancak. Kullar ise “mevali”dir, Arap olmayan Müslümanlar anlamındadır. Dilin ve kültürün farklıysa tam Müslüman bile olamazsın demektir bu. Yarım Müslümanlar, kullar, ümmetçilikte birleşecekler; dillendirdikleri şey budur. 

Arapça kutsal, Arap kültürü din. Dediklere inanacak olursak bunlar üzerinde duran bir medeniyet bile var.

Eskiden, kapitalizmden önce, medeniyetler adacıklar halindeydi. Tarih bölgelere ve kıtalara göre farklı gelişiyordu. Bu nedenle bir Mısır medeniyeti, Çin medeniyeti veya Yunan medeniyeti mümkün olmuştu. Sonra kapitalizm geldi dünyayı birleştirdi. Artık sadece “kapitalist medeniyet” var. Onun içinde ve ondan bağımsız bir “İslam medeniyeti” imkansızdır. 

Haliyle olmayan bir şeyin farklı kültürleri veya farklı halkları birleştirmesi de mümkün değildir. İnanç olarak durumu ayrı, bağımsız bir İslam medeniyeti yoktur. Arap, Türk, İran medeniyetleri vardır. Bunların her biri farklı kültürel kodlara sahiptir. Endonezya ile Türkiye’yi, Afganistan ile Tunus’u birleştiren bir kültürel ortaklıktan söz edemeyiz. Onları birleştiren şey İslam’dan çok kapitalist iktisadi düzenleridir. Ümmetçilere haber verelim, boşuna çabalamasınlar, bir İslam medeniyeti yoktur!

***

Tabii bu konudan kaynaklı kronik bir karın ağrıları var. Kapitalist medeniyet inançlarının üzerinden bir silindir gibi geçti, İslamcılığın altını boşalttı. Haliyle medeniyetperverlikleri yenidir. Orijinalinde medeniyete düşmanlık esastır.  

“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?”

Mehmet Akif ümmetçiydi, modernitenin geleneği yıkmasından endişe ediyordu. Haliyle medenileşmede dinden bir uzaklaşma görüyor, Batı medeniyetinin bilimini alalım ahlakını salalım falan diyordu. Haklıydı. Kapitalizm ve onunla birlikte gelişen modernizm kısa bir süre sonra inancını yıkarak ilerleyecek, İslami bir düzen beklentisindeki Akif de kendi kendini Mısır’a sürgün edecekti. 

“Medeniyye”, Arapçada “şehre ait olan” anlamına geliyor. İddia o ki “Medine”den gelmektedir. Tabii Medine de medeniyyeden geliyor olabilir, mümkündür. Köy irisi Medine, medeniyeti temsil edecek büyüklükte değildi. Ama çevrede gerçek şehirler vardı. Tüccarı bol bir halkın şehri bilmediğini düşünemeyiz. Her şartta şehir medeniyet için önemlidir. Üretici güçler bir artık değer üretimini mümkün kılacak biçimdi organize edilecek, insanlar üretim alanlarında büyük sayılar halinde yan yana getirilecek, artık değer sayesinde bir işbölümü yapılacak, sınıflar ortaya çıkacak, şehirler kurulacak. Ortaya çıkan şeye medeniyet diyoruz. Dinin de içinde olduğu bir kültürel gelişme ve bunun üretimle buluştuğu bir maddi kültür olmazsa olmazlarıdır. 

Tabii bunlar dinleri de şekillendirmiştir. İslam’ı şehirlerle Emevîler ve Abbasiler buluşturdu. İslam’ın Araplaştırıcı bir etkisi var, bu biliniyor. Kılıç zoruyla yayılarak ilerledi ve karşısına çıkan medeniyetleri fethetti. Tabii o sırada fethettikleri tarafından fethedildi. Mevaliler, Arap olmayan halklar, ona kendi rengini verdi. Bugünkü İslam o sentezin ürünüdür. İslam dinini de, şeriat, fethedilen o şehirler şekillendirdi. Onun için İslam’ın Bağdat veya Şam yorumu var. Şehir dinleri şekillendirir, medenileştirir. Yani “medeniyet canavarı” imanı yapar da yıkar da.

Nitekim sonuncusu, kapitalist medeniyet, dinleri yıkarak, sınırlayarak, tanımlayarak ilerlemiştir. İnancı kişisel bir tercih haline getiren kapitalist medeniyettir. Katolik kilisesinin hoşgörüsü medeniyetin onu tımar etmesinden kaynaklıdır. Artık dinleri medeniyet terbiyesinden geçmemiş haliyle düşünemeyiz. 

***

Şöyle özetleyelim; modernite, temelinde “gelenek”ten kopuş hareketidir. Gelenek ise, bu bağlamda, dindir, dine dayalı Orta Çağ düzenidir. Demek ki Rönesans ve Aydınlanma ile başlayan ve laikleşerek ilerleyen bir özgürleşme sürecinden söz ediyoruz. Samir Amin’in deyişiyle “Modernite devletle dinin birbirinden ayrılması demek olan laikliği varsayar.” Bu da onun bir başka bağına işaret eder. Modernite doğmakta olan kapitalizmin eseridir ve onun yayılmasıyla yol alır. 

Laikliğinin bir nedeni var. Modernite “insanlar kendi tarihlerini kendileri yapar” inancına dayanır; “aydınlanmış” bir akla sahip özgür insanları varsayar. Aydınlanmış özgür insan ortaya çıkınca kanun yapan bir tanrının hükmü kalmaz. Medeniyette diğer şeyler gibi kanunları da insanlar yapar, laiklik diyoruz. Demek ki medeniyeti moderniteden ayrı düşünemeyiz. Gelenekten kopuş veya dinden özgürleşme ile ortaya çıkar, kökeninde radikal bir laiklik vardır.

Tabii bu “aydınlanmacı özgür akıl” tarih dışı bir akıldır. Sınıfların üzerinden atlayarak kurgulanmıştır. İnsanın özgürlüğü derken gerçekte kastettiği burjuvaların özgürlüğüdür. Oysa özgürlük de akıl da sınıfsaldır. Bu da Marksizmin ona eleştirisidir. 

***

İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar. Bu ilke son medeniyetin gelecek olana bıraktığı tarihsel mirastır. Oradan devam ediyoruz. 

“Akif inanmış adam,

fakat onun, ben,

inandıklarının hepsine inanmıyorum.

Meselâ, bakın:

“Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın.”

Hayır,

gelecek günler için

gökten ayet inmedi bize.

Onu biz, kendimiz

vadettik kendimize.”

Nazım, ümmetçi Akif’e böyle itiraz ediyor. Gelecek günleri vadeden bir ayet yoktur. Kurtuluş insani bir harekettir. 

Uygarlık, demek ki, esasında bir organizasyon becerisidir. Toplumu ve üretimi örgütlemek, düzenlemek, onu daha üretici kılmak yeteneklerini geliştirmekle ilgilidir. Kapitalist bir medeniyetin içindeyiz. Çıkmak istiyoruz. Çünkü bu uygarlığın yıkıcı, barbar bir karakteri var. Toplumu dağıtıyor, üretimi parçalıyor. 

Sonuna yaklaşıyoruz, modernite krizde çünkü kapitalizm krizde. Çünkü onun taşıyıcısı olan sınıf başlangıçtaki tutkularını kaybetti. Bu şu demek, bu kriz kültürel özgünlükler veya inançlar öne çıkarılarak değil, büyük insanlık ailesini daha ileriye taşıyarak, onu birleştirecek eşitlikçi ve evrensel bir uygarlık kurarak, evrensel değerlere yaslanarak aşılabilir. Başka ve yeni bir uygarlık öneriyoruz. Eşitlikçi bir toplum, planlı bir ekonomi, insanın merkezinde olduğu bir “medine” istiyoruz.

***

Badem bıyıklı at hırsızlarına gelince, bunların bir kısmı camii avlusunda imparatorluk düşü kuruyor, biliyoruz. Her biri birer kifayetsiz Muaviye, her biri birer hırsı aklından büyük Yezid. Ümmetçilikleri de medeniyetleri gibi bir palavradan ibaret. İnsanlarımızı dolandırarak, halkımızı soyarak, ülkemizi parçalayarak ilerliyorlar. Varlıklarını süpürülmeyip kullanılmalarına borçlular. NATO’ya, ABD’ye, İsrail’e bağlılıkları tam. İbadetlerini piyasada yapıyorlar ve kutsal dolarlara tapıyorlar. Emperyalist güçlerin alan düzleme aparatı olmaktan başka işlevleri kalmadı. Ne Türkü ne Kürdü ne Arabı birleştirecek halleri var.

Hayır, gelecek günler için gökten ayet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vadettik kendimize. Şimdi başka ve yeni bir uygarlık öneriyoruz. Eşitlikçi bir toplum, planlı bir ekonomi, insanın merkezinde olduğu bir şehir istiyoruz. Ümmetçilikte değil, eşitlik, özgürlük ve kardeşlikle birleşiyoruz. (ORHAN GÖKDEMİR - SOL.ORG)

Blogger tarafından desteklenmektedir.