Arap basını tartışıyor: Filistin’i tanıma tsunamisi ne anlama geliyor?


Filistin devletinin tanınması dalgası geçtiğimiz haftaya damgasını vurdu. Arap basınında bu kararların, “Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin halkının devam eden direnişinin” ve “büyüyen küresel halk öfkesinin” bir sonucu olduğuna dikkat çekildi. Ancak “sahadaki gerçeklik açısından, doğrudan bir değişiklik anlamına gelmeyeceğine” de işaret edildi. Beklendiği gibi ABD ve İsrail tanıma kararlarını “Hamas’a ödül” olarak değerlendirdi. Netanyahu, Filistin devleti kurulmasına kesinlikle karşı olduğunu bir kez daha yineledi.

‘Filistin’i tanıma tsunamisi’

Arap basınındaki siyasi gözlemciler Filistin devletini tanıma hamlesinin, Filistin davasının geleneksel destekçilerinden değil de İsrail’in müttefiki olarak görülen Batılı ülkelerden gelmesini, “Filistin’in uluslararası düzeyde artan meşruiyetinin” bir işareti olarak gördü. Lübnan merkezli Al Ahbar Yazarı Muhammed Mahmud Şehadet, İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerin Filistin’i tanımasını, “Uluslararası siyasi sahnede köklü bir dönüşümün başlangıcı” olarak değerlendiriyor ve “Amerikan ve İsrail politikalarına doğrudan meydan okuma” olarak ele alıyor. BAE merkezli El Halic Yazarı Yunus Es-Seyid de son gelişmeleri “tanıma tsunamisi” olarak nitelendiriyor ve “Giderek büyüyen halk hareketinin dayattığı bir uyanışın” böylesi bir tsunaminin önünü açtığını savunuyor.

İsrail katliamlarına devam ediyor

Tartışmaların odağında olan konulardan biri bu tanıma hamlesinin zeminde nasıl bir yankı bulacağı oldu. İsrail’in Gazze’de katliamlarına hız kesmeden devam ettiği bugünkü koşullarda hiç kimse zeminde ciddi bir dönüşüm beklemiyor. Nitekim, Lübnan merkezli Al Mayadin Yazarı Seyyid Şibl, “Filistin devletinin uluslararası alanda giderek daha fazla tanınması, Filistinlilerin günlük hayatında somut bir değişim anlamına gelmiyor” diyerek bu duruma işaret ediyor. Şibl, “Gazze’deki kuşatma, yıkım ve can kayıpları karşısında diplomatik açıklamaların ya da resmi tanıma kararlarının, oradaki insanların yaşadığı acıları azaltmadığına” vurgu yapıyor.

Siyasi illüzyon ve diplomatik aldatma

Filistinli Yazar Dr. Essam Abdin, Yemen merkezli As-Savra gazetesinde yer alan yazısında Batılı ülkelerin Filistin devletini tanıma açıklamalarını “Bir siyasi illüzyon ve diplomatik aldatma” olarak değerlendiriyor. Abdin, 1974 yılında BM Genel Kurulunun, Filistin Kurtuluş Örgütünü tanıdığını ve daimi gözlemci statüsü verdiğini, 1988’de Cezayir’de Filistin Ulusal Konseyinin bağımsız Filistin devletini ilan ettiğini ve 2012’de de BM Genel Kurulunun 138 ülkenin oyuyla Filistin’i “Üye olmayan gözlemci devlet” olarak tanıdığını hatırlatarak bugün yaşanan tanıma hamlesinin “büyük bir zafermiş gibi” sunulmasına karşı çıkıyor. Abdin, “Gerçek değişmedi: İşgal genişliyor, yerleşimler artıyor, zorunlu göç devam ediyor ve iki yıldır süren soykırım hız kazanıyor” diye ekliyor. Filistinli Yazar, “Kan dökülmesini, uluslararası hukuk araçlarını, meşru direnişi ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını esas alan gerçek bir yüzleşme stratejisinin” gerekli olduğunun altını çiziyor.

Sınırları belirsiz, muğlak bir yapı

Filistin devletini tanıyan ülke sayısı 156’ya ulaştı. Ancak nasıl bir Filistin devletinden bahsedildiği pek söylenmiyor. Batılı emperyalist ülkelerin “Silahtan arındırılmış bir Filistin devleti” istedikleri biliniyor. Tunus Emekçileri Partisi yayın organı Sauvt Aşşaab gazetesinin başyazısında bu konuya dikkat çekiliyor. Yazıda, “Macron ve benzerlerinin pazarladığı şey, 29 Kasım 1947 tarihli 181 sayılı taksim kararına dayalı bir ‘Filistin devleti’ değildir. Zira bu karar Filistin halkına topraklarının yalnızca yüzde 45’ini vermiş, siyonist çeteler bunun da yaklaşık yarısını hemen gasbetmişti. Bu yapı, 5 Haziran 1967 saldırısını takip eden 242 sayılı karara dayalı bir Filistin devleti de değildir; hatta Oslo Anlaşmaları’nda zikredilen Filistin devleti bile değildir. Aksine bu, sınırları belirsiz, muğlak bir yapıdır; 77 yıldır süren toprak gaspları, el koymalar, sürgünler ve katliamlarla şekillenmiş mevcut durumun üzerine inşa edilmeye çalışılan hayali bir devlettir” denildi.

Devleti tanımak: Soykırım zamanında bir yanılsama

Dr. Essam Abdin

As-Savra/Yemen

1. Toplumsal yok oluş ortasında siyasi bir illüzyon

Filistinliler yalnızca kurşun ve bombalarla öldürülmüyor; aynı zamanda siyasi illüzyonlar ve diplomatik aldatmacalarla da öldürülüyorlar. Gazze ve Batı Şeria’da insanlar soykırım ve zorunlu göçle yüzleşirken, karşımıza resmi Filistin ve Avrupalı söylemleri çıkıyor ve “devletin tanınması”nın bir dönüm noktası olduğu öne sürülüyor! Peki bu, iki yıldır enkaz altında ezilen binlerce masumun kanına ve aklına bir saygısızlık değil mi?

2. Tanıma festivalleri ve yel değirmeni savaşı

1974 yılında BM Genel Kurulu, Filistin Kurtuluş Örgütünü tanımış ve daimi gözlemci statüsü vermişti. 1988’de Cezayir’de Filistin Ulusal Konseyi bağımsız Filistin devletini ilan etti. 2012’de ise BM Genel Kurulu, 138 ülkenin oyuyla Filistin’i “Üye olmayan gözlemci devlet” olarak tanıdı. Bugün, 2025 yılında, İngiltere, Avustralya ve Kanada’nın açıklamalarıyla yine bir tanıma festivali yaşanıyor ve bu, büyük bir zafermiş gibi sunuluyor. Oysa gerçek değişmedi: İşgal genişliyor, yerleşimler artıyor, zorunlu göç devam ediyor ve iki yıldır süren soykırım hız kazanıyor. Bunlar, halkın gözünü boyayan yel değirmeni savaşlarıdır; tam bir başarısızlığı ve yetersizliği gizler, halkı gerçekle yüzleştirmek yerine aldatır.

3. Monaco tam üye, Filistin hayal içinde

Karşılaştırma, aldatmacayı ortaya koyuyor: Yalnızca iki kilometrekareyi aşmayan Monaco, BM’de tam üyeliğe sahip; oysa Filistin, tüm tarihine, kanına ve fedakarlıklarına rağmen hâlâ bir illüzyonun esiri. Sorun hiç tanınma sayısında olmadı; sorun, ABD’nin İsrail’i koruma kalkanını kıracak irade ve caydırıcı araçların yokluğunda. Uluslararası hukuk çerçevesinde, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını hayata geçirecek araçlar ve meşru mücadele eksik.

4. Gerçek öncelik: Direniş ve hesap verebilirlik

Bugün öncelik, yeni ülkeleri sembolik tanıma listesine eklemek değil; halkın topraklarında direnmesini güçlendirmek, soykırımı derhal durdurmak ve uluslararası hukuk araçlarını etkin şekilde kullanmak: yaptırımlar, boykot, uluslararası izolasyonu derinleştirmek, normalleşmeyi durdurmak, uluslararası tutuklama emirlerini uygulamak ve işgalci güçlere karşı meşru direniş hakkını desteklemek. Bunların dışında kalan her şey, halkın öfkesini yatıştırmak, resmi Filistin, Arap ve Avrupalı yetkililerin yetersizliğini ve iş birliğini örtmekten başka bir anlam taşımaz.

5. Uluslararası iş birliğiyle lekeyi silmek

Uluslararası tanınmalar sembolik bir değer taşıyor olabilir. Ancak, Gazze’de nüfusun yüzde 10’unu öldüren, yaralayan ve yaşam koşullarını yok eden soykırımda sessizlik ve iş birliğini örten utancı “temizlemek” için küstahça kullanılıyor. Bu tanımaların gerçek anlamı, Filistin halkının derhal korunması, gerçek ulusal birliğin sağlanması, iç düzenin kurulması, sosyal adaletin tesisi, krizlere dayanıklı bir ekonomi ve işgalcilere karşı ciddi yaptırımlar uygulanmasıyla ortaya çıkar. Aksi takdirde, bu tanımalar yalnızca aldatıcı bir belge olarak kalır.

Sonuç:

Gerekli olan, yeni gösteriler veya siyasi şovlar değil. Kan dökülmesini, uluslararası hukuk araçlarını, meşru direnişi ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını esas alan gerçek bir yüzleşme stratejisidir. Tanıma tek başına; ulusal birlik, ciddi hesap verebilirlik ve soykırımın durdurulması için gerekli adımlar olmadan işe yaramaz, sadece aldatıcı bir kağıt parçası olarak raflarda kalır.

Tanımalardan sonra ne olacak?

Yunus Es-Seyid

El-Halic/BAE

Filistin meselesiyle ilgili olarak New York’taki “iki devletli çözüm” konferansına eşlik eden Batılı ülkelerin Filistin devletini tanıma tsunamisinin stratejik bir dönüm noktası olduğu yadsınamaz. Ancak aynı zamanda, bu tanımaların Filistin devletinin kuruluşunu teorik bir ihtimalden fiili bir ihtimale taşıma konusundaki işlevine dair pek çok soruyu görmezden gelmek de mümkün değildir.

İlkesel açıdan bakıldığında, bu tanımalar, hâlâ İsrail-Amerikan inadıyla çarpışan barış süreci için siyasi bir ufuk açması bakımından son derece önemlidir. Tel Aviv ve Washington üzerinde büyük bir baskı oluşturmakta ve onları uluslararası toplumdan neredeyse tam bir izolasyon içinde bırakmaktadır. Bu tanımaların önemi, ayrıca, İngiltere, Fransa, Avustralya, Kanada gibi ağırlığı olan Batılı müttefik ülkelerden gelmiş olmasında yatmaktadır. Böylece, BM Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri arasında Filistin’i tanıyan ülkelerin sayısı dörde yükselmiş, geriye yalnızca ABD kalmıştır. Zira Rusya ve Çin uzun zamandır Filistin devletini tanımış durumdadır. Çok geç gelen, üstelik çoğunluğu şartlı ve sınırlı olan bu tanımalar, Filistinlilere bağımsız devletlerini kurma yolunda geleceğe dair bir umut vermektedir. Bu ise onların uluslararası hukuk uyarınca meşru bir hakkıdır, bir lütuf değildir; kendi vatanlarındaki köklü tarihi haklarına dayanmaktadır. Ancak bu durum, en azından kısa vadede veya sahadaki gerçeklik açısından, doğrudan bir değişiklik anlamına gelmez. Batı’daki karar alıcıları harekete geçiren, giderek büyüyen halk hareketinin dayattığı bir uyanışın sonucu olarak ortaya çıkan bu uluslararası çabalar, İsrail ve ABD taraflarını, sonunda bir Filistin devletinin kurulmasının kaçınılmaz olduğuna ikna edebilmek için hâlâ çok fazla çalışmaya ve yorucu gayretlere ihtiyaç duymaktadır. Bu yalnızca Filistin halkının asli hakkı olduğu için değil, aynı zamanda bölgenin ve dünyanın güvenliği ile istikrarını sağlamak için siyasi, güvenlik ve stratejik bir zorunluluktur.

Mesele, ABD’nin desteğini alan İsrail’in tepkisine ve İsrail’in atabileceği adımlara bağlıdır. Bu adımlar Batı Şeria’nın ilhakı veya Avrupalı ve Batılı yetkililerin önceden uyardığı diplomatik karşılıklar olabilir. Ayrıca mesele, özellikle İngiltere, Fransa ve Avrupa Birliği’nin İsrail’e baskı uygulamada atacağı bir sonraki adımlara da bağlıdır. Bunların başında, gerçekten barış sürecini açmak ve “iki devletli çözümü” hayata geçirmek konusunda ciddiyseler, yaptırım silahı gelmektedir.

Fakat asıl sorulması gereken soru şudur: “İki devletli çözüm”, yaklaşık iki yıldır Gazze’de devam eden katliamı durdurmanın önüne mi geçiyor? Yoksa masum sivillere karşı yürütülen savaşı durdurmadaki Avrupalı ve uluslararası aczin telafisi mi oluyor? Her iki mesele de organik olarak birbirine bağlıdır. Ancak eğer amaç Filistinlilerin duygularını okşamak ve umutlarını boşa çıkarmaksa, İsrail’in öldürme makinesi Gazze’de kalan son Filistinlileri yok etmeye devam ederken, bu durum sadece havada asılı kalmış hayaller olur. Asıl yakıcı mesele budur ve cevabını gelecek günler verecektir.

Filistin devletini tanıma tsunamisi

Hasan Hardan

Al Bina/Lübnan

Dünyadaki çoğu ülkenin, özellikle Batı ülkelerinin, Filistin’i tanıması dikkat çekici bir gelişmedir ve önemini küçümsememek gerekir. Ancak bunun Filistin topraklarında fiili bir gerçeğe dönüşmesi için hâlâ zorlu ve uzun bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Bu nedenle, dünya ülkelerinin Filistin devletini tanıması, Filistin halkı ile siyonist İsrail rejimi arasındaki çatışmanın seyri üzerinde derin etkileri olan önemli bir siyasi ve hukuki gelişmedir. Ancak bu tanıma, Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin halkının devam eden direnişi ile özellikle Avrupa’da, İsrail’in Nazi soykırım savaşının tetiklediği dünya kamuoyundaki büyük dönüşümün bir sonucudur.

Filistin devletinin tanınması: Sembolik kazanımlar ile siyasi tuzaklar arasında

Es-Seyyid Şibl

Al Mayadin/Lübnan

Filistin Ulusal Konseyinin 1988’de Cezayir’de, başkenti Doğu Kudüs olan ve 4 Haziran 1967 tarihli sınırları esas alan “Filistin devleti”nin kuruluşunu ilan etmesinden bu yana, bu ilanın uluslararası düzeyde tanınması kademeli olarak genişledi.

Bununla birlikte, Arap ve Filistin kamuoyu, Filistin yönetiminin benimsediği bu strateji konusunda her zaman bölünmüş bir görüntü sergiledi. Birçok kişi, Şair Mahmud Derviş tarafından okunan bu bildirinin, İsrail’in tarihi Filistin topraklarının yaklaşık yüzde 78’ini işgalinin meşruiyetinin kabulü anlamına geldiğini düşündü.

Son dönemde, “Filistin devleti” meselesi benzeri görülmemiş bir hızla dönüşümler yaşadı. Özellikle bu yılın eylül ayında, on yıllardır kaydedilen en yoğun sürece girildi. Bu durum büyük ölçüde, yaklaşık iki yıldır Gazze Şeridi’ndeki sivil halka yönelik işlenen ve birçok insan hakları ve uluslararası raporda soykırım suçu olarak değerlendirilen katliamlar karşısında büyüyen küresel kamuoyu öfkesinin bir sonucudur.

Bu gelişmelerin etkisiyle, bugün “Filistin devleti”, Birleşmiş Milletlerin 193 üye devletinden 156’sı tarafından tanınmış durumda; bu da uluslararası toplumun yaklaşık yüzde 81’ine denk geliyor. Bu oran bir anda elde edilmedi, Batılı ülkeler başta olmak üzere devletlerin tutumlarındaki farklılıklarla karakterize olan uzun bir sürecin ürünü oldu. Ancak son gelişmeleri önemli kılan şey, kısa bir süre öncesine kadar tanımakta tereddüt eden Batı dünyasından büyük devletlerin de Filistin devletinin kurulmasını resmen destekleyenler kampına katılmış olmasıdır.

Bu, Filistinliler için ne anlama geliyor?

Filistin devletinin uluslararası alanda giderek daha fazla tanınması, Filistinlilerin günlük hayatında somut bir değişim anlamına gelmiyor. Zira bir yanda El Fetih liderliğindeki Filistin yönetimi, diğer yanda başta Hamas olmak üzere diğer siyasi gruplar arasında süren iç bölünme hâlâ derinleşerek devam ediyor. Üstelik Gazze’deki kuşatma, yıkım ve can kayıpları karşısında diplomatik açıklamalar ya da resmi tanıma kararları, oradaki insanların yaşadığı acıları azaltmıyor.

Sembolik ile gerçek arasında

Uluslararası tanınma, dünya başkentlerinin Filistinlilerin bağımsız, egemen bir devlet kurma hakkına olan inancının artışını yansıtan tarihi bir dönüm noktasıdır. Ancak, bu sembolik düzey ile onu zeminde fiili bir değişime dönüştürme arasındaki mesafe uzun ve siyasi-jeostratejik engellerle yüklü olmaya devam etmektedir. Amerikan vetosuyla yüzleşebilecek uluslararası bir irade ve (Yaptırım uygulamak veya askeri iş birliğini askıya almak gibi) tutumları somut, pratik adımlara dönüştürmede Avrupa cesareti olmadan, bu tanınmaların büyük kısmı sadece söylem ve diplomatik şovlardan ibaret kalacaktır.

Filistin devletinin tanınmasının kapsamı ve etkileri

Muhammed Mahmud Şehadet

Al Ahbar/Lübnan

Siyasi açıdan dikkat çekici bir gelişme olarak, üç büyük Batılı ülke -İngiltere, Kanada ve Avustralya- resmen Filistin devletini tanıdıklarını açıkladı. Bunu Fransa, Portekiz ve Lüksemburg gibi diğer Batılı ve Atlantik ülkeleri izledi. Bu adım, geleneksel Batı ittifakları, özellikle de Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) çerçevesinde eşi benzeri görülmemiş bir durum teşkil ediyor. Bu gelişme, Filistin meselesini “çatışma” perspektifinden çıkarıp “Uluslararası alanda tanınan bir devlet” statüsüne taşıması bakımından Arap-İsrail çatışmasının seyrinde bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.

Uluslararası siyasette bu tanıma, Filistin’in uluslararası düzeyde artan meşruiyetine işaret ediyor. Üstelik tanıma kararı, alışıldık şekilde sadece gelişmekte olan ülkelerden ya da Filistin davasının geleneksel destekçilerinden değil; uzun süredir İsrail’in müttefiki olarak bilinen Batılı ülkelerden geldi. Bu durum, Batı’nın söyleminde önemli bir değişimi gösteriyor: Filistin artık sonsuza dek müzakereye açık bir mesele olarak değil, var olan bir siyasi gerçeklik olarak görülmeye başlanıyor.

Blogger tarafından desteklenmektedir.