Bu mücadelenin nesi 'erkekçe'? (VİDEO)

Brezilya’da tam teçhizatlı güvenlik kuvvetlerinin neredeyse çıplak sivilleri dize getirmeye girişmesi hangi mantığa hizmet ediyor?


ABD’de bir iç savaş çıkmış veya çıkmak üzereymiş gibi sokaklarda dehşet estiren ICE mensupları tam teçhizatlı ve maskeli halleriyle sanki daha çok topluma gözdağı vermek için ortalıkta dolanıyorlar. Resmî motivasyonları uyuşturucu kartellerine bulaşmış Latin Amerikalı kaçak göçmenleri yakalamak olsa da esas amaçları bilhassa Demokratlar’ın iktidarda olduğu şehirlerde belirli bir huzur içinde yaşayan halkın tüm kesimlerini korkutmak, susturmak ve sindirmek olsa gerek.

Trump’ın özellikle başkent Washington’da artık turistlerin emniyette olduklarından şüphe duymadan rahatça gezebildiklerine dair söylemi neoliberal kapitalizm çağında çokça ihtiyaç duyulan makyaja işaret ediyor.

Tıpkı gezegen çapında, uluslararası zirvelerin veya sportif organizasyonların yapılacağı coğrafyalarda yetkililerin cilalı imaja halel getirebilecek unsurları apar topar ortadan kaldırma alışkanlıkları gibi.

Brezilaya’nın dünya futbol şampiyonasına ev sahipliği yapacağı 2014 yılında Rio de Janeiro’nun Maré mahallesini birdenbire zırhlı araçlar, tanklar, helikopterler basmış, dişlerine kadar silahlı askerler bölgeyi resmen işgal etmişti. Tamam, Maré narkotik suçlarla çokça eşleştirilen bir mahalleydi, lakin olan halkın sıradan kesimine olmuş, olağanüstü hal durumu 17 ay sürmüştü.

Dizel kokusu (Cheiro de diesel/Smell of diesel) adlı belgesel bizi suçsuz insanların fazlasıyla hırpalandığı, tutuklanıp işkenceye tabi tutulduğu, zorla kaybedildiği, öldürüldüğü Brezilya’nın bir türlü bitmeyen karabasanına dahil ediyor.

Problemlerin baskı ve şiddetle çözüldüğü zannıyla girişilen bu “fantastik” operasyonun zamanla ülkenin başka noktalarında da empoze edildiğini görüyoruz. Dönemin devlet başkanı Temer’in işin başına büyük tantanayla general Braga Netto’yu getirmesinden, yıllar sonra Bolsonaro’yla beraber darbe girişimiyle alakalı suçlardan mevzubahis generalin tutuklanmasına kadarki hadiselere uzunca film boyunca vâkıf oluyoruz.

Belgeselin esas kahramanı, “Favela gazetecisi” Maré’li Gizele Martins ve yazar gazeteci Natasha Neri’nin adlarını hem senaryo, hem de yönetmen hanelerinde gördüğümüz 2025 Brezilya yapımı 81 dakikalık belgeselin dünya prömiyeri geçtiğimiz 5 Ekim’de Rio de Janeiro Uluslararası Film Festivali’nde gerçekleşmişti.

Kaderin garip bir cilvesi misali çarpıcı filmin São Paulo Uluslararası Film Festivali’ndeki ikinci gösterim günü olan 28 Ekim’de, Brezilya tarihinin polis tarafından gerçekleştirilmiş en büyük katliamı Rio de Janeiro’da yaşanacaktı.


Senaryo her yerde aynı

Anlaşıldığı kadarıyla dünyaya hükmetmekte olan “taze” diktatörlükler muhtelif sağcı iktidarlardan feyz almakla kalmıyorlar, belirli taktikleri kendi coğrafyalarına uysa da uymasa da birebir tatbik etmeye girişiyorlar.

Her ne kadar ABD’de işler Brezilya seviyesine şimdilik ulaşmamış olsa da, eğitim süreçleri bir hayli sorgulanan “hergele” tavırlı ICE mensuplarının protestoculara karşı tahammülsüzlük gösterip halkı provoke etmekten geri durmadıkları malum. Kısa bir süre önce aleyhlerinde alnmış mahkeme kararlarına rağmen, başlarındaki melankolik suratlı Greg Bovino dahil olmak üzere ortalığı biber gazına boğuyor, fiyakalı araçlarını halkın kullandığı otomobillerin üzerine doğru sürebiliyor, camlarını kırıp insanları zorla dışarı çıkarıyor ve ayrıca ifrit olduklarının yüzüne silah doğrultabiliyorlar.

Rio’nun gecekondu mahallesi Maré’de ise vaziyet çok daha kısa zamanda çığırından çıkmış, mahalleye girip çıkanlar yaşına bakmadan gayet sıkı üst aramalarına tabi tutulmuş, aslında savaşta adam öldürmeye koşullandırılmış tecrübesiz askerler görevlerini mütemadiyen suistimal etmiş; evler işgal edilip darmadağın edilmiş, tecavüzler meydana gelmiş, gözaltına almak gibi bir pratikle alakaları olmadığı için acemi “güvenlik görevlileri” peşine düştüklerini yaralayarak veya öldürerek ele geçirmiş; kısacası fakir mahallesi Maré tepeden inme kaba saba bir militarizasyona uğramış ve buna aylarca tahammül etmek zorunda kalmış. Üstelik beyinleri yıkanmış emir kulu gencecik askerler gecekondu mahalleleri ahalisine düşman gözüyle bakıyor, ana akım medya aksiyonlarını doğrulayan senaryoları ön plana çıkardığından icraatlarında sınır tanımıyorlarmış.

Mevzubahis vahşet 2017’den itibaren başka “favela”lara da tatbik edilmeye başlamış; dönemin devlet başkanı Temer başına general Braga Netto’yu koyduğu askerî birlik mensuplarının ancak askerî mahkemelerde yargılanabileceğini de ilan etmiş. Kanlı operasyonlar tüm hızıyla sürüp gitmiş, rastgele öldürülmüş insanlar için bile adalet mumla aranır hâle gelmiş.


Neyse ki gazeteciler var

Gazeteci kökenli iki sinemacı tarafından çekilmiş olsa da Dizel kokusu filminin sansasyonel ve sıradan bir televizyon belgeseli olduğunu sanmayın. Güvenlik kuvvetlerinin şiddeti bir yana, yakınlarını kaybetmişlerin ve bilhassa annelerin dramları bile işin pornografisine kaçmadan, öznelerin ve seyircilerin hislerine hassasiyet gösterilerek aktarılmış. Karşımızda, kabahatlerine daima mazeret bulmak hususunda ustalaşmış bir iktidara rağmen verilen bir gazetecilik mücadelesi, adalet peşinde koşanların yanında bir dayanışma timsali belgesel sapasağlam duruyor.

Asker kurbanı olduğu anlardan hafızasına dizel kokusu kazınmış Vitor Santiago’dan adını alan belgeselde, yürüme yetisini yitirmiş ve bir bacağı ampüte edilmiş Vitor’un askerî mahkemedeki hukuki mücadelesinin göstere göstere sonuçsuz kaldığını görüyoruz.


Filmin başında ve sonunda ise faveladaki muhalif faaliyetlerini sürdürebilmek için defalarca telefonunu, ikametgâhını değiştirmiş, baskı görmüş, tehdit edilmiş, sosyal medya hesabı mütemadiyen heklenmiş  gazeteci Gizele Martins’i askerî bir resmigeçidin ortasında izliyoruz.

Onlara karşı öfkeli olduğu her hâlinden belli, lakin soğukkanlılığını yitirmiyor. Halkın damarlarında müziğin aktığı bir coğrafyada olmalarına rağmen askerler geniş caddede “rap rap rap” diye ilerlerken  söyledikleri marşı mümkün olabildiğince haykırmaya odaklanıp detone oluyorlar: “…mücadelemiz erkekçe bir mücadele…” derken ICE misali zırhlarına bürünmüş heyula gibi erkeklerin tamamıyla savunmasız insanlarla didişmesini mi kastediyorlar acaba!

Polis dehşet saçıyor

Rio festivalinden ödüllü Dizel kokusu belgeselinden alıntılarsam, gazetecilerin kriminalize edildiği, 40’ıncı yılını doldurmuş olmasına rağmen demokrasinin emeklediği,  insanların aklıyla dalga geçilen, adalet sisteminin cesaretten mahrum olduğu bir diyar (daha) Brezilya.

Geçtiğimiz haftalarda Rio de Janeiro’da  meydana gelen, takriben 132 kişinin öldürüldüğü katliam, içinden çıkılmaz durumun bir rutine dönüştüğünü bir kez daha ispat etmedi mi?

İkinci döneminde epeyce hayal kırıklığı yaratmış, ülkenin solcu devlet başkanı Lula halen sürmekte olan zayıf iklim zirvesi COP30’a gölge düşüren hadiseyi “canavarca” sıfatıyla betimleyip bağımsız bir soruşturmanın işaretlerini verebildi.

Rio’nun Bolsonaro yadigârı sağcı valisi Cláudio Castro ise icraatından memnundu; “Narko-teröristler” olarak betimlediklerinin karşılıklı çatışmada öldürdüğü dört polis memuru hakkında “Dünkü tek kurbanlar polislerdi!” diyebildi.

Oysa operasyonda katledilenlerden bazılarının yüzü tanınmaz vaziyetteydi; kiminin kemikleri kırılmış haldeydi;  kiminin kan çanağı halindeki bedenlerinde sayısız kurşunlar tespit edildi, kiminde bıçak darbeleri; kiminin uzuvları ampüte edilmişti; bir tanesinin kafası koparılmıştı; yaralandıktan sonra teslim olmaya çalışanlar da hunharca katledilmişti.

Üstelik en azından Brezilya’nın gecekondu mahalleleri tecrübesinden yola çıkarak problemlerin baskıyla, şiddetle, kanla çözülemeyeceği çoktan anlaşılmamış mıydı?

Blogger tarafından desteklenmektedir.