İran “sert” bir devlet. “İslam Devrimi” ile gelen rejim, yaşam tarzı da dahil hayatın her alanını belirliyor. Herkesin yönetimden ya da be...
İran “sert” bir devlet. “İslam Devrimi” ile gelen rejim,
yaşam tarzı da dahil hayatın her alanını belirliyor. Herkesin yönetimden ya da
belirlediği yaşam tarzından hoşnut olmadığı bir gerçek. Ancak İran insanların
her an devrim düşündükleri bir ülke de değil…
“Binlerce kişi ülke çapında ‘utanç yürüyüşü’ adı altında
düzenlediği gösterilerde hükümeti protesto etti.”
Yukarıdaki satırlar Haaretz gazetesinden. Protesto edenler
İsrailliler. Gösterilerin düzenlendiği yerler ise Tel Aviv, Kudüs, Haifa ve
Afula. Tel Aviv’de yaklaşık 10 bin kişi, Kudüs’te yaklaşık 800 kişi ve Hayfa’da
birkaç yüz kişi katılmış gösterilere.
Gösterilerde baş hedef Başbakan Netanyahu. Göstericiler
“yolsuzluğa bulaşan bürokratların istifa etmesini istiyor ve “Bibi (Netanyahu)
ayıp sana” sloganları atıyor.
5’inci haftasında olmasına rağmen İsrail’deki gösteriler
haberlerde sadece yolsuzluğa karşı yapılan gösteriler olarak veriliyor. Zaten
bunun ötesinde bir durum da yok.
İran’da da herhangi bir ülkede olabilecek kadar yolsuzluk,
demokratik sorunlar, hükümet karşıtları, ekonomik sorunlar var. Ama işte söz
konusu olan İran olunca “Molla rejimi altında inleyen halk, devrim için
sokaklara çıkmış” oluyor.
Trump tweet atıyor, ve klasik “halkın demokratik isteklerine
cevap verin” açıklamaları yapılıyor, Suudi Arabistan medyası ise Bahreyn ya da diğer
ülkelerde yaşanan eski gösterilerden alınmış görüntüleri İran’danmış gibi
veriyor.
İran uzun yıllardır ambargolar ile yaşayan bir ülke. Öyle ki
sivil taşımacılık için kullanılan uçaklarına parça bile alamıyordu. Dünyanın en
büyük petrol üreticilerinden biri olmasına rağmen ulusal zenginliğini toprak
altında tutmak zorunda. Çünkü diğer ülkelerle eşit koşullar altında serbest
rekabet kurallarına göre satamıyor.
İzole edilmesinin sebebinin demokrasi olmadığı ortada, öyle
olsaydı en başta Suudi Arabistan’ın izole edilmesi gerekirdi.
İran “Direniş Ekseni” adı verilen “güç ve kader birliği
siyasetinin” en güçlü ülkesi. Tahran’dan başlayıp Beyrut’ta biten bu eksenin yaşadığı
mücadelenin siyasi, dini ve ekonomik temellerine girmek konuyu uzatır. Sonuç
olarak İran bu eksenin siyasasına uygun olarak Batı ile her anlamda “uyumlu
çalışmayı” reddeden bir yönetime ve ideolojiye sahip.
Bu nedenle “İslam Devrimi’nden” sonra Batı ile doğrudan ya
da dolaylı olarak ambargolar da dahil olmak üzere sürekli sorun yaşadı.
Bugün İran’da en küçük bir hareketlenmenin ardında Batı’nın
ve/veya müttefiklerinin aranmasının sebebi de bu sorunlu ilişki. İranlılar
açısından bakıldığında bu şekilde düşünmeleri için yeterince sebepleri de var.
İran’ın tarihi daha 1900’lerin başında İngilizler tarafından
iliklerine kadar sömürülmelerine neden olan petrol anlaşmalarından darbelere,
“Batı kuklası Şah’ın milli politikalar yerine ülkeyi peşkeş çekmesine” kadar
birçok kötü anı ile dolu. Her toplumsal hareketin ardında Batı’nın aranması
elbette kolaycılık ancak Stephen Kinzer’in Musaddık’ın nasıl devrildiğini
anlatan “Şah’ın Bütün Adamları” kitabı komplo üretmek için yeterince malzeme
veriyor. (1) Tabii durumun o yıllara göre çok değiştiğini de kabul etmek lazım.
Artık Batı da istediği gibi at koşturamıyor, İran da devlet olarak çok daha
güçlü konumda. Ama yine de Trump daha ilk gösteriden sonra tweet atınca
İran/direniş yanlıları gösterilerin arkasında ABD’yi ya da daha önce
karışıklığı İran içine taşımaktan söz eden Suudi Arabistan veliaht prensini
arıyor.
Ancak Hasan Ruhani başta olmak üzere halkın gösteri yapma
hakkına vurgu yapılması İran’ı yönetenlerin daha gerçekçi bir bakış açısına
sahip olduğunu gösteriyor.
Gösterilerin “devrime evrileceği” öngörüleri ise ABD
komplosu bakışından çok daha uçuk. Bu görüşün savunucuları İran halkını
küçümsüyor. Bu görüşün savunucuları İran halkını cahil / bilinçsiz sanıyor.
Oysa gösterilerde ekonomik durum ve yolsuzluk ile ilgili olanların dışında
sloganlar da atılması üzerine halk uzaklaştı.
Olayları, gösterileri, gelişimini anlayabilmek için ise
mikrocerrahi inceliği ile bakmak lazım. Çünkü hiçbir şey dışarıdan göründüğü
gibi değil ve sürpriz sonuçlarla karşılaşılması muhtemel. Tıpkı gösterilere
karşı düzenlenen gösterilerde çarşaflı kadınların yer alması gibi. Bu
kadınların mahalle, istihbarat örgütü ya da koca baskısı ile sokağa çıktığını
iddia etmek yerine İran’ı daha iyi okumak gerekir.
İran’da yukarıda anlatmaya çalıştığımız sebeplerden dolayı
sadece devletin değil halkın çoğunluğunun da Amerikan karşıtı olduğu ve eşit
koşullarda olacağına inanmadıkları sürece hiçbir anlaşmayı onaylamayacakları
söylenebilir. Nitekim Hasan Ruhani’nin “nükleer anlaşma ekonomimiz için de iyi
olacak” sözünün yerine gelmemiş olması da sokağa çıkanlar tarafından
dillendirilen konulardan biri oldu.
İran “sert” bir devlet. “İslam Devrimi” ile gelen rejim
yaşam tarzı da dahil hayatın her alanını belirliyor. Herkesin yönetimden ya da belirlediği
yaşam tarzından hoşnut olmadığı bir gerçek. Ancak İran insanların her an devrim
düşündükleri bir ülke de değil.
Bu nedenle her gösteriye “devrim başlıyor” diye bakmak eksik
olur. Gösterilerin 2009’da yaşananlardan daha farklı olduğunu ve bu kez halkın
rejim karşıtı hareket içinde olduğunu savunanlar da yanılabilirler.
İran ile İsrail, vatandaşlarının temel hak ve özgürlükleri
açısından elbette kıyaslanamaz ancak sonuçta İran’da son günlerde yaşananlar
tıpkı İsrail’de yaşananlar gibi hükümetin protesto edildiği gösteriler. İran
içinde hükümet / rejim karşıtları, uyuyan hücreler de elbette vardır. ABD ya da
diğer rakiplerin arayışı ise devam edecek ama bunun ötesinde devrim de komplo
da aramak olayları “olduğu gibi görmeyi” engelleyebiliyor. Bu nedenle olaylar
bir süre daha devam etse de, devlet zorlansa da sonunda olayları bastırabilme
ihtimali çok yüksek. En hareketli yerler Kürt bölgeleri olacak gibi görünüyor.
(Musa Özuğurlu - Gazete Duvar)
(1) Stephen Kinzer, Şah’ın bütün adamları, Çeviri: Selim
Önal, İletişim Yayınları, 2004