Kimi “analistler”in, “İran, ABD ve İsrail’in hedefi, halk isyanı İran’ı zayıflatıyor, öyleyse ABD ve İsrail’e hizmet ediyor” tarzı endişe ...
Kimi “analistler”in, “İran, ABD ve İsrail’in hedefi, halk
isyanı İran’ı zayıflatıyor, öyleyse ABD ve İsrail’e hizmet ediyor” tarzı endişe
ve şüpheleri, halk isyanlarına hep küresel egemenler arası çatışmalar
perspektifinden bakıyor. Gerçekçi değerlendirmeler için bu güçler dengelerinin
de hesaba katılması gerekiyor elbette. Ama özellikle solun sorunlara toplumun
iç çelişkilerinden ve bu çelişkilerin çözümü için mücadele eden canlı bireyler
ve sınıflardan doğru bakması halk isyanları karşısındaki ilk refleksi
olmalıdır. İran halkının gerici-sömürücü İran molla rejimine karşı başkaldırısı
ve isyanı meşrudur. Sokağa çıkan her bireyin, binbir isyan nedeni vardır.
Hepsinin de kaynağı, İslamcı-baskıcı rejim ve koruduğu etatizm-neoliberalizm
kırması kapitalizmdir
İran’da kitle hareketliliği, birçok kesim açısından beklenmedik bir gelişme olarak izleniyor. Bu ülkenin dış resmi, dinci kadroların, Ayetullah’ların, ABD, Suudi Arabistan, İsrail ile çekişmelerin, Auschwitz inkârcılarının, atom silahları tartışmalarının, ambargonun, Suriye, Irak, Yemen’de İran müdahalelerinin egemen İslamcı rejim içerisinde köktendinci kesimlerle “reformistler” arasındaki dengelerin tablosu olarak dünya kamuoyuna yansıyor. Toplumun derin çelişkileri, 2009 isyanlarının biriktirdiği tecrübeler, güçlü anti-kapitalist refleksler, işçi sınıfının yoğun sömürüsü, hızlı yoksullaşma, militarizmin ekonomik bedelleri, şehirlerdeki konut, eğitim, sağlık sorunları, etnik azınlıklar üzerindeki baskılar ve direnişler ise daha az yansıtılıyor.
İran İslam Cumhuriyeti’nin en büyük başarısı, İran
muhalefetini şiddetle bastırmış, tüm muhalif hareketleri itibarsızlaştırmış ve
İran nüfusunun büyük çoğunluğu ile muhalefet arasına aşılmaz duvarlar örmüş
olmasıdır. Bunda muhalefetin aymazlığı ve yardımı da büyük rol oynamıştır.
İnsanların hoşnutsuzluğu, İslam Devrimi’nden sonraki her yıl giderek büyüdü ve
bugün bu hoşnutsuzluk çığ gibi sokaklara yansıyor. Daha önce kendisini seçim
boykotlarında, öğrenci protestolarında, işçilerin grevlerinde ve 2009 isyanlarında
açıkça gösteren hoşnutsuzluk, şimdi yine sokakları inletiyor. İnternet, uydu
televizyon kanalları ve radyolar, illegal muhalif faaliyetler devasa rejim
sansürünü kısmen de olsa aşmayı başarıyor. İnsanların kafasındaki korku
iktidarı yıkılıyor. Demokrasi arayışları, toplumda hızla yaygınlaşan
anti-İslamcı, anti-dinci tutum, molla iktidarının reddi, ama batı kültürüne ve
Amerika’ya hayranlık da toplumda büyüyor. Yurtdışındaki İran muhalefetiyle bağ
içindeki 50’ye yakın radyo ve televizyon kanalı, 15 milyonun üzerinde insana
ulaşıyor ve protestolarda kısmen etkili oluyor.
İran’da devrim öncesi ve devrimin ilk yıllarında sol
muhalefetin temel dayanaklarını, işçi sınıfı, kent yoksulları ve gençlik
oluşturuyordu. Bu kesimler devrimin en öndeki mücadele güçlerini oluşturmuştu.
Irak’a karşı savaşta da en ağır bedelleri ödeyenler bu emekçi toplumsal sınıf
bileşimleri oldu. Devrime ise Humeyni’nin liderliğindeki orta sınıflar ve
mollalar teokrasisi el koymuş, Irak’a karşı savaşı da kullanarak 1980’lerin
başından itibaren yavaş yavaş ve adım adım tüm muhalefeti ezmişlerdi: Solu, Mücahidleri,
siyasi Kürt hareketini tek tek büyük katliamlarla bastırdılar. Irak’a karşı
savaş, büyük bir şovenizm baskısıyla geniş kesimleri molla rejimi etrafında
kenetlemeye de hizmet etmişti. 90’lı yıllarda tablo değişti. Savaşın ve
devrimin ağır bedellerini ödeyen işçi sınıfı, kent yoksulları ve gençler,
toplumsal açıdan aşırı kutuplaşmış bir ülkeyle karşılaştılar. İran İslam
Cumhuriyeti elitleri, dinci ideolojiyle artık gizlenmeyen büyük zenginliklere
el koymuş oligarklardan oluşuyordu. Toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi ve
yoksullaşma, yavaş yavaş toplumsal hoşnutsuzlukları artırdı. Daha Rafsancani
döneminde yerel isyanlar gündeme gelmeye başlamıştı.
Büyüyen toplumsal hoşnutsuzluk ve biriken sosyal sorunlar,
İslamcı politik sistemde ilk kaymalara yol açtı. Molla rejimi, 1997 yılında
ezici çoğunlukla seçimleri kazanan Hatemi ile kitle hoşnutsuzluğunu kanalize
edebileceği bir “reformcu” kanat yaratmıştı. Devlet kapitalizminden neoliberal
özelleştirmelere doğru kısmi bir yumuşamaydı da bu. Ama Hatemi’den sonraki tüm
“reformcu” rejim seçeneklerinde olduğu gibi sadece muhafazakârlar değil
“reformcu” elitler de emekçi halkın taleplerini yerine getirmekten uzaktı.
Sağcı-dinci Ahmedinecad’ı iktidara getiren propaganda ise zenginleri
destekleyen açılım ve “reform” politikalarına karşı “yoksulların sesi” olma
retoriğiydi. Bu sağcı-popülist retoriğin elbette kent yoksullarına ve emekçi
sınıflara vereceği hiçbir şey yoktu. Dolayısıyla Ahmedinecad’a anti-batıcı,
anti-ABD’ci, anti-İsrailci retoriğini güçlendirerek toplumsal çelişkilerin
hoşnutsuzluğunu dış düşmanlara yöneltme ve şovenizmi büyütme yolu kaldı
iktidarda.
Gerçek halk muhalefeti örgütlenme ve liderliklerini büyük
katliamlarla yok eden İran İslam Cumhuriyeti, kendi politik sahnesini
oluşturdu. Rejimin tam kontrolündeki siyasi sahne, rejim elitlerinden oluşan ve
reformistlerden muhafazakârlara ve köktendincilere uzanan yeşil kostüme
sıkıştı. Bazı siyasi özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı çıksalar ve İslam’la
demokrasinin birleşebileceği tezine sarılsalar da “dinci reformcuların”
demokrasi ve insan haklarından çok uzak oldukları açıktır. Kullandıkları
demokrasi ve insan hakları söylemine ilk bakış, yapısal ve sistematik
çelişkilerle dolu olduğunu gösterir. Onların demokrasi ve insan haklarıyla
İslam’ı birleştirme çabaları, dini azınlıklar için kısmi haklar ve inanmayanlar
için denetimli kısmi siyasi katılım haklarından ibarettir. “Reformculuk”,
sosyal-ekonomik sınıfsal sorunu ise kategorik olarak dışlamaktadır. Bu şekilde
de bir sonraki seçimlerde sağcı-popülist muhafazakâr-köktendincilere
yoksulların sesi olma propagandasını hazırlamaktadırlar. Halkın büyüyen
hoşnutsuzluğunun ve global kapitalizmin 1990’lar sonrası eğilimlerinin
dayattığı bu sistem içi muhalefet tarzı, gerici-otoriter rejimler için
tipiktir. Türkiye’de de AKP’nin oluşturduğu rejim, mümkün olsa tek muhalefet
olarak neredeyse Abdullah Gül-Bülent Arınç söylemini dayatacaktır. Özetle
büyüyen toplumsal hoşnutsuzluğu kanalize etmenin bir yöntemi olarak oluşturulan
bu kontrollü siyaset sahnesinin reformcuları, İslamcı rejimin bazen hükümette,
bazen muhalefetteki sadık muhalefetidir. Dolayısıyla halk kitlelerindeki
hoşnutsuzluğu gerçekten kanalize etmekten programatik ve yapısal olarak
yoksundur. Zaten asıl güç, hükümeti alsa bile reformcuların değil, hep ve
yapısal olarak dinci-muhafazakâr liderlerin denetimindeki organlardadır. İran
rejiminin reforme edilemeyeceği gerçeği her defasında yeni baştan
kanıtlanmaktadır.
Sadık muhalefetin son temsilcisi Ruhani’nin seçilmesi de
İran rejiminin kurduğu siyasi sahneye sıkıştırılmaya çalışılan derin toplumsal
hoşnutsuzluğu yönetmeye yetmemiştir. Toplumsal hareketler, içten içe büyümeye,
hoşnutsuzluğa çeşitli alanlarda ses olmaya devam etmektedirler. Bu toplumsal
hareketleri dört başlıkta toplayabiliriz: İlk sırada soldan batıcı liberallere
kadar farklı siyasi yönelimlerdeki öğrenci hareketlerini sayabiliriz. Reformcu
İslamcıların ve muhafazakârların hegemonyasına itirazlarda öğrencilerin ve
gençliğin rolü küçümsenemez. Yine ikinci önemli aktör kadın hareketleridir. Birçok
kadın ağları ve sivil toplum örgütlenmeleri mevcuttur. Bunlar yavaş yavaş kimi
hakları da kazanmaya başlamışlardır. Üçüncü aktör işçilerdir. Son yıllarda
spontane grevler, direnişler, işçi yürüyüşleri yaşanmıştır. Öğretmenler, otobüs
şoförleri vb. arasında ilk bağımsız sendikalaşma inisiyatifleri de görülmüştür.
Yine İran için önemli bir faktör de etnik azınlıkların hak, özgürlük ve
özerklik muhalefetidir. Kürtler ve mesela Azeriler arasındaki bu tür
eğilimlerin etkisi küçümsenemez. Tüm bu aktörlerin toplumsal-ekonomik, siyasi,
etnik-kültürel talepleri, İran rejimi tarafından müthiş bir baskı makinesiyle
bastırılmakta, İran bu şekilde neredeyse sürekli bir devrim-öncesi hoşnutsuzluk
havası yaşamaktadır.
Şimdi İran’ın tüm şehirlerine yayılan halk isyanları da bu
toplumsal-siyasi sıkışmışlığın, büyük ekonomik sefaletin ve etnik-kültürel
hoşnutsuzluğun sonucudur. Kimi yerlerde Suudi etkileri de vardır.
İran muhalefetinin çok parçalı sürgün hali
İran muhalefetinin çıkmazı, Türkiye’ye benzemekle birlikte daha
ağır koşullarda gerçekleşiyor. Muhalefetin onlarca parti ve hareketinin, sivil
inisiyatif ve etkili şahıslarının olmasına rağmen, İran rejimine karşı
alternatif olacak bir muhalefet ortaya çıkmış değil. Kimi öğrenci ve aydın
gruplarını saymazsak İran toplumunun ve diasporasının büyük bölümü, tüm siyasi
yapılara ve örgütlenmelere karşı yaygın bir güven kaybı yaşıyor.
İran’daki tutuklamalar, baskılar, iktidarın güvenlik
aygıtlarının şiddeti, muhalif çalışmalara işaret ediyor, ama etkileri ve
tanınmışlıklarının sınırlı olduğu gerçek. Sürgünde kimi laik-cumhuriyetçi
politik kesimler, Mücahidler ve şahın oğlu bir gün İslam Cumhuriyeti’nin halefi
olma hayal ve planlarına devam ediyor. Şahçı kanatta iki eğilim hâkim: Biri
parlamenter monarşi istiyor, diğeri mutlak hâkimiyet. İran halkının
çoğunluğunun ikisini de reddetmesi muhtemel. İki monarşik eğilim de özellikle
ABD’de büyük desteğe sahip. Muhalif televizyon ve radyo kanallarının çoğu da
bunlara ait. Hedefte petrolün özelleştirilmesi ve İran pazarlarının açılması
var.
Mücahidler’in dışında örgütlü savaş gücüne sahip olan sadece
Kürtler var. Mücahidler’in 4000’e yakın silahlı gücü olduğu biliniyor.
Militarist, lider kültü düşkünü, kendi içindeki muhalefeti Irak’ta oluşturduğu
cezaevlerinde işkenceyle öldüren, özgürlükçülük ve eşitlikçilikten uzak bir
grup.
Kimi sosyalistler ve solcular sürgünde işçi sınıfının
ayaklanacağına dair ümitlerini korumaya ve sayıları 500’ü geçmeyen grupçuklarda
yaşamaya devam ediyor. İran’ı ağır yenilgiler sonucu terk etmek zorunda kalan
sol gruplar, sürgünde kendi içlerinde çok parçalı-bölüklü, az tabanlı-destekli
etkisiz bir süreç yaşıyorlar. Bu duruma düşmelerinde İslamcı rejimin katliamcı
siyasetinin yanı sıra kendi tarihsel hataları da rol oynuyor.
Sovyetçi Tudeh, Humeyni’nin anti-Amerikancı pozisyonları
tarafından kör edilmiş ve İslamcı rejimin kurumsallaşmasına katkılarda
bulunmuştu. Molla rejimine ilk yıllarda halk saflarında onay sağlamış, Humeyni
ile işbirliğini, rejimin gizli servisleriyle diğer sola karşı ortak çalışmaya
kadar götürmüştü. Tudeh’in bu politikası tamamen reel sosyalist Moskova
tarafından belirlenmişti. İslamcı İran ABD’ye karşıysa, SSCB destek vermeli ve
birlikte çalışmalıydı. İslamcılıkta anti-emperyalizm keşfeden ve bu tarihsel
hatayı ağır bedellerle ödeyen Tudeh’in tasfiyesi ağır oldu, çok sayıda
aktivisti katledildi, bölünüp sürgünde etkisizleşti. Türevlerinden İran İşçi
Komünist Partisi, internet sitesinde Türkçe yayın da yapıyor
(http://wpiran.org/turkce/).
İran’ın devrim öncesi ve hemen sonrasında en yaygın ve güçlü
örgütü, Halkın Fedaileri’ydi. İşçi sınıfı, kent yoksulları ve gençlik içinde en
yaygın örgütlenmeydi. Farklılıklarına rağmen dünya görüşü ve mücadele çizgisi
açısından 1980 öncesi Türkiye’de Devrimci Yol’a benzer. İlk seçimlerde yüzde 11
civarında oy almıştı. Hemen seçim sonrası onlar da bölündü. Çoğunluk, İran
İslam Cumhuriyeti’ne Tudeh tarzı destek verdi, madem Humeyni rejimi ABD
karşıtıydı, silahsız mücadelesiz dönüştürülebilirdi. Yanılgı buydu. Halkın
Fedaileri’nin çoğunluk grubunun başına Tudeh’in başına gelenler geldi. Hatta
önce Tudeh de tasfiyelerinde yardımcı oldu. Halkın Fedaileri azınlık grubu ise
gerici İran rejimine karşı savaşın tek yol olduğunu, Humeyni çizgisinde
anti-emperyalizm görülemeyeceğini söyledi. Gerilla savaşına yöneldi, rejimin
vahşeti sonucu ve iç bölünmelerle yenildi. Kalan sol gruplar küçülerek ve
bölünerek, yeni kuşaklardan uzak daha çok sürgün hayatı yaşıyorlar.
İran çok dilli, çok etnili bir ülke. Bir de Kürt grupları
var. Bunların en önemlileri Demokrat Parti ve PJAK. Bunların da silahlı
yapılara sahip olduğu biliniyor. Ortadoğu’daki son gelişmeler ve ABD
politikaları, ağır baskı altındaki Kürt gruplarının şansını yükseltiyor.
Kürtlerin kaderi de bölgesel gelişmelerin yanı sıra İran’daki halk
hareketlerinin seyriyle iç içe. Azeriler arasında da çeşitli sosyal demokrat,
sol ve milliyetçi örgütlenmeler var. Özellikle sonunculara Türkiye’den de
çeşitli destekler yapıldığı biliniyor.
Sadece İran toplumu değil, sürgündeki 2 milyona yakın
İranlının da çok az bir kısmı örgütlü siyasete ve örgütlü muhalefete ilgi
duyuyor. Bunda muhalefete yaşatılan ağır yenilgi travmalarının rolü büyük.
Humeyni ölümden önce 1988 yılında 33.000 siyasi tutuklunun katledilmesi emrini
vermişti, birçoğu Halkın Fedaileri aktivistleriydi. Ancak gayri-siyasi
oldukları söylenemez. Daha çok 21. yüzyıla özgü tüm dünyayı kapsayan eğilimin
etkisi altındalar: Özgürlük, eşitlik, insan hakları, demokrasi, kadın haklarına
evet, örgütlü mücadeleye mesafe. Özellikle gençlikte bu eğilim yaygın. Ebeveynlerinin
yollarını çözüm olarak görmüyorlar.
İran’da halk isyanları meşrudur
İran’da halk isyanları için tüm sebepler bulunuyor:
Özellikle kadınlar olmak üzere tüm toplumu kullaştıran İslamcı molla rejimi,
insan hak ve özgürlüklerini tanımıyor, en küçük muhalif sesi boğuyor. İran
molla rejimi, İslamcı yayılma stratejisiyle sürekli dış düşmanlar ve savaşlar
üretiyor. Ekonomik maliyetini giderek yoksullaşan emekçi halk ödüyor.
Ancak halk isyanlarının başarıya ulaşması için hedeflerini
açığa çıkaracak, dış müdahaleleri engelleyecek, rejimin kalelerini zapt etmeyi
önüne koyacak koordinasyona ihtiyacı var. Emekçi halkın demokrasi ve laik
cumhuriyet, sosyal adalet ve sömürüye karşı taleplerinin ağır basabilmesi için
gerekli olan bu koordinasyonu sürgündeki mevcut çok parçalı sol grupçukların
yapması zor. Geriye halkın isyan sürecinin yaratacağı koordinasyonların ve ülke
içindeki solcuların çabaları kalıyor. Bunların ise uzun hazırlık dönemlerinden
geçmediği için manipüle edilme tehlikeleri büyük.
ABD, Suud vb. gibi güçlerin manipüle etme yönünde çaba
harcayacakları kesin. Nitekim ABD, yeni halk isyanlarının ikinci gününde “her
türlü desteği vermek gerektiği” doğrultusunda açıklama da yaptı. Suudiler uzun
süredir İran’da karmaşa çıkaracaklarının tehdidini savuruyorlardı. Kimi
“analistler”in, “İran, ABD ve İsrail’in hedefi, halk isyanı İran’ı
zayıflatıyor, öyleyse ABD ve İsrail’e hizmet ediyor” tarzı endişe ve şüpheleri,
halk isyanlarına hep küresel egemenler arası çatışmalar perspektifinden
bakıyor. Gerçekçi değerlendirmeler için bu güçler dengelerinin de hesaba
katılması gerekiyor elbette. Ama özellikle solun sorunlara toplumun iç
çelişkilerinden ve bu çelişkilerin çözümü için mücadele eden canlı bireyler ve
sınıflardan doğru bakması halk isyanları karşısındaki ilk refleksi olmalıdır.
Dayanışmanın da yolu budur. Sahi sonuçlarından bağımsız İstanbul, Ankara,
İzmir, Diyarbakır İran halk yürüyüşüne neden selam göndermesin?
Tüm manipüle edilme olasılığı ve örgütsüzlüğün getirdiği
yenilgi-çalınma tehlikelerine rağmen İran rejiminin halk eylemleriyle
yıkılması, Ortadoğu’da gerici-oligarşik yapıların tasfiyesi sürecine önemli
katkı olacaktır. İran halkının gerici-sömürücü İran molla rejimine karşı
başkaldırısı ve isyanı meşrudur. Sokağa çıkan her bireyin, binbir isyan nedeni
vardır. Hepsinin de kaynağı, İslamcı-baskıcı rejim ve koruduğu
etatizm-neoliberalizm kırması kapitalizmdir. Bilinçli, koordinasyon görevlerini
yerine getirecek, emeğin kurtuluşunu halk isyanının temel programı yapabilecek
sol örgütlenmelerin olmayışı veya zayıf oluşu, ileriye doğru arayış içindeki
halk isyanlarının meşruiyetine gölge düşürmez. Sol açısından ise trajedidir.
İslamcı molla rejimi, halkın isyanlarını bastırmakta büyük
tecrübeye sahip kanlı bir rejim. Halk hareketleri hızlı bir koordinasyon
oluşturamaz ve zaman geçirmeden rejimin kalelerini ele geçirmezlerse ezilmeleri
yine çok yüksek tehlike. Bastırılabilir elbette bu halk eylemleri de. Ama
sokağa çıkan halk korku duvarını aşıyor, özgürlüğü ve direnmeyi öğreniyor.
Gelecek defa daha güçlü gelir. Halkların isyanları emekleri gibi çalınacak,
sömürülecek, çaldıra çaldıra, yenile yenile çalanları toptan kovmayı
öğrenecekler. İran gibi gerici cevapların mümkün olmadığı koşullarda hiçbir
halk protestosu boşa değildir. Yenilgi de öğreticidir. İran halkı artık
çoktandır bıktı İslamcı yalan-dolan rejiminden. Salt baskıyla ve dış düşman
korkusuyla yaşatılan bir zombi rejimi elbet bir gün yıkılır. Tarihsel devrimci
refleksleri güçlü olan İran halkları kazanır.
(Prof. Dr. Gazi Çağlar-SENDİKA.ORG)