Lübnan Komünist Partisi (LKP) Merkez Komite üyesi ve feminist yazar Cena Yasmin Nahal, 14 Kasım günü kısa bir ziyaret için İstanbul’daydı. Nahal’la ülkesindeki toplumsal hareketlerden LKP içi gelişmelere, Filistin direnişinden Suriye savaşında Kürtlerin pozisyonuna kadar çok sayıda konuyu konuştuk. Lübnan’da 2011’deki protestoların mezhepçi sistemi tehdit ettiğini belirten Nahal, bu hareketin birikimiyle 2015 çöp isyanının hızla büyüdüğünü ve feminizm, çevre, toplumsal adalet meselesine dönüştüğünü söyledi...
Lübnan’da 2015’te başlayan çöp protestoları yeni bir toplumsal politik hareketliliğe işaret ediyordu. O günlerden bugüne ülkedeki politik atmosfer ne durumda?
Lübnan’la ilgili son zamanlardaki en ünlü şey kesinlikle [2015’te başlayan] çöp protestoları. Ama o, kendi başına büyümüş, ortaya çıkmış bir şey değil. Bu, daha önce gerçekleşmiş hareketlerin bir birikimi sonucu ortaya çıktı. Tabii ki 2011’de Arap dünyasında ortaya çıkan başkaldırıların etrafında… Sekiz ay boyunca halk büyük bir şey yaptı. Diğer Arap ülkelerinde “Halk rejimi devirmek istiyor” idi ya slogan, Lübnan’da da “Halk, mezhepçi rejimi devirmek istiyor” şeklindeydi. Hareketin talepleri mezhepçiliğin kalkmasıyla sınırlı değildi, oradan başlayarak toplumsal adalete doğru genişledi.
Lübnan’da dinle devlet bir arada. İç savaştan sonra kurulan sistem mezhepçiydi. Bu hareket mezhepçiliği hedef alıyor, mezhepçilikten söz ediyordu ama bunun altında aslında sınıf vardı. Dini liderlerin denetiminden bahsediyorduk ama yoksullar açısından bakınca her mezhepten yoksullar vardı. O yüzden diyorduk ki yöneten din değil burjuvazidir. Çünkü Sünni burjuvazi, Şii burjuvazi ve Hristiyan burjuvazi birlikte çalışıyorlar, birlikte iş yapıyorlar. Aynı zamanda halka diğerlerine karşı çıkması, mücadele etmesi için emir veriyorlar. Harekette sunmaya çalıştığımız bakış açısı buydu. “Biz” derken de komünistlerden ve solculardan bahsediyorum. Çünkü bu hareketi halkın çok büyük bir çoğunluğu örgütlemişti. Komünistler, Troçkistler, liberaller, feministler, aynı zamanda Filistinliler de… Olup bitenleri beğenmeyen herkes bir araya gelmişti.
Ben o sırada bağımsız bir solcuydum. Komünist değildim, ama benim LKP’ye girmem bu şekilde oldu. Çünkü benim düşündüklerimle onların istediklerinin kesiştiğini gördüm. 28 yaşındaydım o zaman. Örgütlendiğim ilk eylemler bunlardı ve hepimiz çok gençtik. İç savaştan beri böyle bir hareketin ilk meydana gelişiydi. Televizyona çıkan solun dinozorlarının, sürekli görünenlerin hiçbir şeyi yoktu ve bu onlar için bir tehditti. Bu onlara yönelik bir meydan okumaydı. Ama ortamın farklılığını gördüler, artık Lübnan’da yeni bir tür politik hareketin oluştuğunun farkına vardılar. Ben bu hareketin mükemmel olduğunu söylemiyorum, sadece yeni hareketlere kapı açtığını ve yeni insanların politize olmasına ve yeni hareketlerin oluşmasına alan açtığını düşünüyorum.
“İÇ SAVAŞTAN BERİ İLK DEFA OLAN BİR ŞEY…”
Bu hareket sekiz ay boyunca sistemi tehdit etti, ona meydan okudu ve iç savaştan beri ilk defa olan bir şey; şehrin dışına çıkmaya çalıştı. Sadece şehirden değil şehrin merkezinden de çıkmaya çalıştı ve daha yoksul halkın yoğun olduğu alanlarda gösteriler yapıldı. Savaştan sonra hiç gidilmemiş olan yerlerde eylemler yapıldı. Biçimi de değişmişti eylemlerin. O bölgedeki insanlarla ilişki kurarak, sokaklarda dolaşarak insanları eylemlere katılmaya çağırıyorduk. Bir noktaya çağrı yapmıyorduk, dolaşırken insanları kendimize katılmaya çağırıyorduk. Hepimiz çok şey öğrendik, okuduklarımızı, fikirlerimizi deneyimleme fırsatı bulduk ve dünyanın başka yerlerinde hareketler örgütleyenlere de çok şey öğrenme fırsatı sundu.
Bu insanlar için de yeni bir şeydi çünkü daha önce hiç eyleme katılmamış, komünist olmayan insanlar ne olursa olsun eyleme davet ediliyordu. Geleneksel gruplardan, formasyonlardan ve insanlardan farklı olarak yeni gruplar, formasyonlar ve bireylerle tanışma imkanı ortaya çıktı. Yaştan bahsediyorum, cinsiyetten bahsediyorum, çoğumuz kadındık. Politik bir geçmişi olmayan kadınlar geliyordu. Yani buradayım ama bunun sebebi mesela erkek kardeşimin şehit olması değil. Genellikle işçi sınıfından, öğrenciler vs. katılıyordu.
“ÇÖP KRİZİ HIZLA FEMİNİZM, ÇEVRESEL VE TOPLUMSAL ADALET MESELESİNE DÖNÜŞTÜ”
Bu anlattıklarım 2015’in bir geri planıydı. 2015’te en büyük gösteri 35 bin kişi oldu, 5 milyonluk bir ülkeden bahsediyorum. Kimse bundan söz etmiyor. Birikim 2011’den 2015’e kadar oldu. Bu da iç savaştan sonraki en büyük sendikal hareketti. Bunu biz yönlendirdik. Daha önce öğretmenler sendikasının başında olan Hanna Garib, “Sendika Koordinasyon Komitesi”ni kurdu. Öğretmen sendikasıydı. Lübnan’da devlet memurları sendika kuramıyor, onlar da bir kanunda açıklık bularak bunu kurdu. Bu hareket çok önemliydi. Çünkü 3-4 yıl içinde yeni bir sendikacılık konsepti oluşturdular.
Hanna Garib’in oluşturmaya çalıştığı şey, sendika üyeleri arasında yeni bir demokrasiydi. Lübnan’ın her yerinde komiteler oluşturdular, her sorunda bu komiteler buluşuyordu. Daha önce hiç olmamış bir şey; karar alıyorlardı ve Beyrut’a bildiriyorlardı. Beyrut karar alıp onlara bildirmiyordu ve bu daha önce hiç olmamış bir şeydi. Dolayısıyla bir grev kararı alındığında buna yüzde yüz katılım oluyordu çünkü kararı alan komitelerdi. Mesela komünistlerle hiçbir ilgisi olmayan ama öğretmenlik yapan annem bunlara katılıyordu. Kadınlar karar alma mekanizmalarında yer aldılar. Daha önce hiç katılmamış olan orta yaşlı insanlar, benim annem gibi, buna katılmaya başladılar. Örtülü kadınlar da katıldılar. Sadece Beyrut’tan değil bütün bölgelerden insanlar katıldılar. Ve politik olarak başka angajmanı olan insanlar da katıldı. Mesela Hariri’nin yanındalardı ama sendika kararı olduğu için katılıyorlardı, kendi haklarını savunduğu için burada yer alıyorlardı. Sağcı sendikacılar, Hizbullahçı sendikacılar… Kendi politik hareketleriyle olan bağlarını kestiler ve bu harekete katıldılar.
Bunun anlamı şuydu; partileri onlara greve katılmamaları yönünde uyarı bildirse bile onlar katılıyorlardı. Hatta öyle ki biz öğrenciler olarak grevi desteklemeye giderken taksiye binip greve gittiğimizi söyleyince, taksici para almıyordu. Bu ikinci hareket, sonra 2015 oldu. 2015 bunların içinde en olgun olandı. Bir çöp krizinden bahsediyorum, bir çöp krizi hızla feminizm, çevre ve toplumsal adalet meselesine dönüştü. Aynı zamanda bu en marjinalize edilmiş toplulukları partiye çağırıyordu ve bu da iç savaştan beri ilk defa oluyordu. Özellikle kentli yoksullardan bahsediyorum. Bu gecekonduda yaşayan insanlar gösteri yapmazdı ama bu eylemlere, gösterilere katılıyordu. Bir çöp hareketi politik bir şey haline geldi. Lübnan’da çevre hareketinden bahsetmek liberal ve anlamsız sayılırdı. Bu noktadan sonra çevre meselesi toplumun her kesiminde çok hayati bir mesele olarak tartışılır oldu. Sokaktaki insanlar, taksi şoförleri, herkes çevre meselesinin hayati bir konu olduğunu konuşmaya başladı. Bu solun kendi kentsel kökleriyle yeniden bağ kurmasına sebep oldu. Çünkü Lübnan’da tarihsel olarak sol, kırsaldır. Bizim daha önce hiç kent yoksullarıyla, şehrin marjinalize edilmiş olanlarıyla ilişkimiz olmamıştı.
“LÜBNAN’DA SEKÜLER OLMAK ÇOK ZOR”
Böylece sağ medya apolitik bir çevre hareketinin politize olmasını ve şehrin “vahşilerinin” buna katılmasının karşısında şok oldu. Sağ medya bu insanlara “provokatör” adını verdi. Arapçada bunun çok sınıfsal bir anlamı vardır çünkü bu dışarıdan gelen demektir ve dışarıdan gelip o hareketi tahrip edendir. Lübnan’da sınıf ve mezhep bağlantılı olduğu için bunların çoğu Şii’ydi. Çünkü kırsal kesimden Beyrut’a çalışmaya gelenlerin çoğu Şiilerdi. Biz de bu insanlara “Siz bizim bir parçamızsınız” dedik ve [böylece] yeni bir destek ve koruma oluştu. Bu insanlar daha önce hiç politik gösterilere katılmamışlardı. Bildikleri tek politik gösteri biçimi Aşura’ydı. Dolayısıyla sokağa indiklerinde Aşura’da olduğu gibi ellerini göğüslerine vurmaya başladılar. Gömleklerini çıkarıyorlardı, göğüslerine vuruyorlardı çünkü Aşura ağıtlarında özgürlük talep edilir, bu [eylemlerdeki taleple] aynı şeydi. Diğer insanlar birden “Bunlar mezhepçi” demeye başladı ve biz “Hayır, bu mezhepçi değil. Dini, kültürel bir ritüel” dedik.
Bu, sol içinde büyük bir tartışma ve farkındalığa yol açtı. Yani şu demek istiyorduk: “‘Bize sadece seküler insanlar katılabilir’ diyen elitistler mi olmak istiyorsunuz?” Kimdi seküler insanlar: Eğitimliler, zenginler… Onların sekülerizmin ne olduğunu bilme ve seküler olma ayrıcalıkları var. Ekonomik olarak Lübnan’da seküler olmak çok zordur. Çünkü Lübnan’da belli bir mezhepteysen, alman gereken hizmetleri devletten değil, bağlı olduğun mezhebin partisinden alıyorsun. Eğitim, sağlık hizmeti, üniversite eğitimi ya da iş istiyorsan siyasi parti/mezhep yöneticisine gidip ondan bu hizmetleri talep edebiliyorsun. Yani seküler olman için çok büyük bir ayrıcalığa sahip olman ve bu hizmetlerden hiçbirine ihtiyacın olmayıp, bu siyasi partilerle bağını koparabilmen gerekiyor. Ve Troçkistler “Ya sekülersin ya bizden değilsin” diyorlardı. Biz de şunu diyorduk: “Bizim için bu, her zaman temasımız olsun istediğimiz insanlarla nihayet temas edebildiğimiz önemli bir an. Nebih Berri, Hariri ya da Nasrallah için ‘aşağı’ demenize gerek yok, onların posterlerini ellerinizde tutabilirsiniz ancak gelin sokakta bizimle gösterilere katılın.” Ve olan da buydu.
Bu da sekiz ay kadar sürdü. Ancak sürdürülebilirliği yoktu. Çünkü insanların ne bu kadar zamanı ne de sabrı vardı. 1975’ten beri ilk defa Lübnan polisi ve askeri bize vahşice saldırdı. Sistem çok hassas ve korkunç bir şekilde sertleşmişti. İnsanlar gösterilere katıldıkları için işlerinden oluyordu. Polisler ve askerler onları dövüyordu. Sistem bu kadar hassaslaştığında, sen de hassas yerinden vurursun. Bu hareket içinde çeşitliliği, farklılığı gördük; farklı sınıflardan ve politik eğilimlerden insanlar gittikçe bu hareketi destekliyorlardı. Sistemin bu kadar hassas olmasının sebebi buydu. Benim anne-babam bile çok sağcıdırlar ve bütün faaliyetlerime karşıdırlar. Hayatım boyunca ilk kez benim eylemlere katılmamı desteklediler. En küçük erkek kardeşim için bile korkmadılar ve ona “Bunlar sizin haklarınız, bunu yapmalısınız” dediler. Dolayısıyla bütün bunları, bir hareketin diğerine yönelik birikimi olarak görmemiz gerekiyor. Daha önce insanların hiç tartışmadığı konularda gittikçe artan bir hassasiyet söz konusuydu. Sadece Beyrut’ta değil, Lübnan’ın farklı bölgelerinde, farklı biçimlerde gösteriler düzenlendi. Köylerde insanlar çöp kamyonlarının yolunu kesiyor ve bu araçlara el koyarak köyde tutuyorlardı. Bu yasak bir şeydi. Topluluklar birlikte hareket ediyordu. Artık herhangi bir bölgedeki dağda bir taş ocağı kurulsa bile köylüler gösteri yapıyordu. Dolayısıyla “2015 bitti” diyemeyiz. Bütün bunların sonuçları hala sürüyor.
Bunun LKP’ye etkisi şu oldu; parti, tarihinde ilk defa çevreden bahsetmeye başladı ve şimdilerde bir çevre manifestosu yayımlıyoruz. Sahadaki bütün çevre hareketlerini destekleyen bir tarım manifestosu üzerine çalışıyoruz. Bir şehir manifestosu üzerine çalışıyoruz. Biz 2015’i genel olarak böyle görüyoruz.
“HİZBULLAH, REJİMİN BİR PARÇASI”
Bu süreç, Hizbullah’la sizin ve diğer partilerin ilişkisini nasıl etkiledi?
İçeride Hizbullah’ın politikalarına tamamen karşıyız. 2015’te Hizbullah “ABD Büyükelçiliği bunlara para veriyor” dedi bizim için. Hizbullah’ın ekonomi politikası Hariri’ninkiyle aynı. Hizbullah rejimin bir parçası. Ekonomi, çevre ve kültür konularında Lübnan’daki herhangi bir sağ partiden farkı yok. Onlarla bu konuda anlaşamıyoruz. Durum sendikalarda da aynı. Bahsettiğim komitenin sonunu getiren onlardı. İç politika konusunda oldukça kapitalist bir bakış açıları var. Bizim onlarla anlaştığımız tek konu “Mukavemet” (Direniş).
“BİR YOLDAŞIMIZIN MEZHEBİNİ ANCAK ÖLDÜĞÜNDE BİLİRİZ”
Aynı toplumsal tabandan destek alan siyasi partiler olarak bir rekabetiniz söz konusu mu?
Lübnan’da “Toplumsal tabanımız aynı” denecek kadar sade değil, daha karmaşık bir durum söz konusu. Lübnan’da politik olarak sadece iki parti sekülerdir: LKP ve Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi. Ülkede Şiiler çoğunluğu oluşturduğu için LKP içinde de daha fazla oldukları söylenebilir, ama bu demek değildir ki onlar çoğunlukta. Mesela kentlerde daha az güçlü olduğumuz için daha az Sünni var, çünkü tarihsel olarak Sünniler kentlerde olmuşlardır. Çok fazla Dürzi de var, çok fazla Hristiyan ve Şii de var.
Ama biz kimin çoğunlukta olduğu üzerine düşünmüyoruz, çünkü bu bizim için herhangi bir temsiliyet taşımıyor. Marjinalize topluluklar bütün mezhepler içinde var. Hatta biz, bir yoldaşımızın mezhebini ancak öldüğünde biliriz.
2015’TEN SONRA LKP YÖNETİMİ “ÇOCUKLARIN” ELİNE GEÇTİ
LKP’deki son gelişmelere ilişkin ne söylemek istersin?
2015’te son konferansımızı yapmıştık. Şimdi yeniden olacak. 2015’teki konferans büyük bir sorunun üzerine yapılmıştı. Bizlerin yani içteki muhalefetin “hegemonik liderlik” diye tanımladığı sorundu bu. Yoldaş Halid Hadadi önderliğindeki eski liderlik bir konferans örgütlemeyi reddetti. Beş yıldan fazla iktidarda kaldı. Bölgedeki kötü politik durumu da bahane olarak gösterdi. Ayaklanma ve kalkışmalardan vs. bahsediyordu. Biz de aksine, tam da bu kötü politik koşullardan dolayı bir yenilenme ve konferansa ihtiyacımız olduğunu söyledik. Biz 2015’te konferans yaptık ama aslında bütün tartışma 2012’de başlamıştı.
Kendimizi “gizli muhalefet” olarak tanımlıyorduk. Partiyi bölmeyi değil, içeriden değiştirmeye çalışıyorduk. İçeride çalışmaya başladık, bunun değişmesi gerektiğini söyledik ve bütün Lübnan’da temaslar kurduk. Eski yoldaşlar ve daha yeni olanlarla ilişki kurduk. “Olup bitenden memnun değiliz” dedik. “Sizce alternatif nedir”, “Neyin değişmesi lazım”, “Bu partinin projesi ne” diye sorduk ve “Bir program sunmuyoruz. Biz bu programı bütün yoldaşlarımızla birlikte oluşturacağız” dedik. Üç yıl boyunca bunu tabandan oluşturduk. Ta ki 2015’te liderlik bir konferans örgütleyene dek.
2015’te sendikal hareketten gelen Hanna Garib yoldaşımız genel sekreter oldu. Çoğumuz genciz ve bu yüzden bize “çocuklar” diyorlar. [Hanna Garib öncülüğündeki] Bu liderlik, partinin olup biten her şey ile ilgili yeni bir bakış açısı olması gerektiğini söyleyen bir liderliktir. “Marksizm’i burada ve şimdi nasıl geliştireceğiz”, “Bu Marksizm’in araçları nelerdir”, “Topluluklarla, sahada daha önce hiç temasımızın olmadığı insanlarla nasıl bağlantı kuracağız” soruları önümüzdeydi. Bu şekilde çevre hareketi, Lübnan’ın her yerinde gençlik hareketi, öğrenci hareketi ve tabii ki feminist hareketi inşa ettik partide.
“FEMİNİZM KELİMESİ DAHA ÖNCE HİÇ KULLANILMAMIŞTI”
“LKP’de feminist hareket inşa ettik” dedin, bu konuyu biraz açar mısın?
Otuz yıllık iç savaş, dünyada Marksistlerin tartıştığı birçok şeyin LKP içinde tartışılmaması anlamına geldi; başka partilerde de tabii. Daha önce sözünü ettiğim, çevre vb. konuları ancak tartışabiliyoruz ve bunlardan biri de muhakkak ki feminizmdir. Bizde uzun zamandır bir kadın hareketi, özür diliyorum, bir kadın hakları hareketi oldu. Bu hareket 1970’lerde çok etkiliydi, yoldaşlar mücadeleye katıldı. Ama yerel bir Marksist feminizm hareketi gelişmemişti, ta ki son kongreye kadar.
Bu konuda epeyce kavga oldu çünkü hep şu söz vardı: “Neden kadınlardan bahsedelim, biz herkesten bahsediyoruz. İşçi sınıfından söz ediyoruz ve bu yeterlidir, onları özgürleştirmek herkesi özgürleştirecektir.” Gerek kadın gerekse erkek yoldaşların çoğunluğu böyle diyordu. Kadınlar da bu konuyu konuşmak istemiyordu, “Benim erkeklerden farklı bir sorunum yok” diyorlardı. İkimiz de eşit şekilde eziliyoruz. Yani yola koyulduğumuzda, epeyce dirençle karşılaştık. Kadınlara yönelmemiz gerekiyordu, kimse “feminizm” falan demedi çünkü bu kelime daha önce hiç kullanılmamıştı; “kadınların hakları” deniyordu.
“KADIN MESELELERİ KOMİTESİ’Nİ KURDUK”
Böylece, bu partide genel sekreterin, “Bu patriyarkal bir partidir” dediğine ilk kez şahit oldum. “Bu patriyarkal bir parti, [bunu değiştirmek için] kadınları desteklememiz gerekiyor” diyordu. Bunun yollarını bilmiyordu ama bu konuda çalışmamızı istiyordu. Böylece tartışmaya, bu konuda düşünmeye başladık. Böylece neredeyse bir buçuk yıl boyunca, Lübnan’ın her yerinde yaşayan komünist kadınlarla, “Ne oluyor, sorun nedir?” diye konuştum. Gördüğümüz şuydu, liderlikte hiç kadın yok ve kadınların katılımı çok zayıf. Bu neden oluyor? Kadınlarla konuşarak bunların cevaplarını bulmaya çalışıyordum. Ve şunu fark ettim ki bu bence çoğu yerde oluyor; kadınlar işin çoğunu yapıyor ama saklılar. Arka planda saklanıyorlar çünkü kendini göstermek kadınlara uygun değil çünkü kendini gösterirsen bu bireycisin demek ama bunu erkekler yaparsa bir sorun yok.
Aynı zamanda, kadınlara resmen domestik görevler veriliyor. Bir toplantıda otururken çayı getiren kadınlar ve toplantının sonunda temizliği yapan da onlar. Ve üçüncü olarak kadınlara eğitim verilmiyor. Bu konuyu sorduğum bir yoldaş ellilerindeydi ve son eğitimini 1992 yılında almıştı. O yüzden neler yapabileceklerine dair kendi bilgileri bile yok ve en önemlisi, partiye ailevi sebeplerle katılmışlar. Onlara sorduğumda bunu gizlemiyorlardı, “Partiye neden katıldınız?” diyordum, “Kocam yüzünden” ya da “Babam yüzünden” diyorlardı. Onlara sorardım, “Peki Hizbullah’tan biriyle evli olsaydınız…”, “Tabii, Hizbullahçı olurdum” diyorlardı. Ve fark ettik ki onlara şunu söyleyen aile ilişkileriydi; parti için geri planda çalışırsınız, parti için seçimleri kazanırsınız çünkü kırsal alanda sosyal çalışmaları yürütürsünüz, belediyeleri kazanırsınız ama kimse sizden söz etmez. Eğitim almazsınız, yoldaşların karılarısınızdır. Bunun değişmesi gerektiğini fark ettik ve Feminist Seksiyonu, bizim kullandığımız deyimle, Kadın Meseleleri Komitesi’ni kurduk. Şuna karar verdik, bu komite sokağa çıkıp kadınlar için hak talep etmeyecek çünkü bizim kadınlarımızın hiçbir şeyi yok. Öyleyse partinin içinde feminist bir hareket inşa edene kadar içeride çalışacağız.
“BİR KADIN YOLDAŞ KONUŞTU MU ERKEKLER TELEFONLARIYLA OYNARDI”
Feminist bir hareket aynı zamanda tacizden söz eder, Lübnan’da hiçbir partide tacizden söz eden yok. Yoldaşlara tacizden bahsetmeye başladığımda şaşırdılar çünkü kimse onlara tacizden söz etmemişti. Sonra açılıp konuşmaya başladılar, insanların onlara nasıl küçümseyerek baktığını, sanki aptallarmış ya da erkek yoldaşlar kadar zeki değillermiş gibi davrandığını anlatmaya başladılar. Toplantılarda bir kadın yoldaş konuşmaya başladığında erkek yoldaşlar telefonlarıyla oynamaya başlar çünkü Whatsapp’ına bakma zamanı gelmiştir, o bitirince ciddi meseleler başlar. Ve bir kadın konuşurken insanlar onu dinlemek zorunda değildir çünkü konuşan bir kadındır. Yani toplumdaki patriyarkal sistemler partinin içinde yeniden üretiliyordu ve kimse burada bir sorun olduğundan bahsetmiyordu.
Bu kadınlarla konuşmaya başladığımızda, evet, konuşamıyorlardı çünkü yirmi yıldır susturulmuşlardı. Bu kadınlarla toplantılar düzenlemeye, tartışmaya ve kadınlar için değişiklik yaratabilecek partinin bu olduğunu söylemeye başladık. Böylece kadınlara daha fazla destek vermek ve onlar için işleri kolaylaştırmak üzere bu partideki çalışma koşullarının değişmesi gerektiğine karar verdik; kadınları değiştirmek, kadınları geliştirmek, kadınları eğitmek değil, partiyi değiştirecektik. Bu sorunlar üzerine tartışmalar açacaktık ki kadınlar bunları konuşmaya, paylaşmaya, bunları çözmenin yollarını arayıp bulmaya başlasın. Ve kendi feminist anlayışımızı geliştirmeye başladık. Bu benim hayatımda yaptığım en önemli ve güzel şeylerden biri.
Üç ay önce bir seminer düzenledik ve tacizin, nesneleştirme gibi kavramların onlar için tuhaf şeyler olacağından ve “Bu kadarı fazla” diyebileceklerinden korktum. Ama sanki bir kapı açılmış gibi oldu, konuşmaya, örnekler vermeye ve her şeyi anlamlandırmaya başladılar. Çünkü bunlar çok uzun bir zamandır çalışan, olup biteni gören, biriktiren kadınlardı ve şimdi bunu konuşuyorlardı. Şu anda yaptığımız işten, bu eğitimden çok memnunum çünkü bu eğitim tarzı da feminist; hiyerarşik değil, iki taraf da birbirinden besleniyor. Lübnan’ın her yerinde gençlik arasında geliştirmeye çalıştığımız da böyle bir şey.
“PARTİYARKAL SİYASET KONUSUNDA DA EĞİTİM VERİYORUZ”
Keşfettiğim şeylerden biri de şu; bu kadınlar çok uzun bir zamandır böyle bir tartışmayla karşılaşmamış, onlara şunu sordum; “Bu partinin sizin için ne yapmasını istiyorsunuz?” Cevap: “Mesele şu ki, parti ne yapar, onu bilmiyoruz.” Bu benim gözlerimi açtı ve onlara partinin nasıl çalıştığını ve partinin onlar için de çalışacağını söyledim. Emir almaya, kendilerine görevler verilmesine alışık olduklarını söylediler. Bu kez, ne türden tartışmalar, destek, hareket ya da her türden faaliyet istediklerini sorduk, biz de bunları destekleyecektik. Bütün bunlar değişiklik yaratacak ve gelecek kongrede yeni iç tüzük maddeleri önereceğiz; tacizi, ayrımcılığı, küçümsemeyi engelleyecek maddeler. Lübnan’da zorbalık çok güçlüdür, burası zorbalığa hoşgörü gösteren bir toplumdur ve bu da tabii çok partiyarkal. Zorbalardan, rekabetten bahsediyoruz. Yani sadece feminizm konusunda değil partiyarkal siyaset konusunda da eğitim veriyoruz. Partinin kendisinin de nasıl patriyarkal olduğunu anlatıyoruz. Şu ana kadar bu aşırı başarılı ilerliyor, birçok yerde bunlara kulak verenler var, özellikle de kırsal bölgelerde.
“İLK KEZ QUEER OLMAK ÜZERİNE KONUŞUYORUZ”
Ayrıca genç erkeklere de anlamlı geliyor çünkü daha zayıf olan erkekler marjinalize ediliyor, efemine erkekler marjinalize ediliyor. Maço olmayan, okumaya, entelektüel konulara meraklı erkekler marjinalize ediliyor. Bütün bunlar birbirini destekleyerek bir sistem yaratıyor ve ilk kez queer olmak üzerine konuşuyoruz. Yani ilk başta erkekler için hassas bir konuydu bu, sadece erkekler için. Şu ana kadar tek bir kadın bile bizim neden queer üzerine konuşuyor olduğumuzu sorgulamadı. Erkeklerse bazen direnç gösterir bazen de sorgular bunu. Bu konuyu çalışırken şunu fark ettik, Lübnan’da kadınlar için durumun bu kadar kötü olmasının sebebi, kanunların olmayışı, kadınları destekleyen iyi kanunlar yok. Ev içi şiddete karşı yasa daha yeni çıktı ve pek de ilerici sayılmaz. Tacizle ilgili yasa yok. Eğitim yok, okullarda, feminizm ya da tacizle ilgili bir şeyler öğretilmiyor. Aile içi de böyle. Ben 35 yaşındayım, yani başıma böyle bir şey gelse annemle konuşacak yaşı geçtim ama onunla konuşmaya kalksam “Hıh, kötü bir şey giymişsindir” der, “Sebep sensin…” Aile içinde de tacizin sorumlusunun kadınlar olduğu söylenir.
“LÜBNAN’DA KADINLAR BİLE TACİZE UĞRADIKLARINI FARK ETMİYOR”
Tacizle ilgili altı ay süren bir araştırma yaptım, şunu fark ettim, Lübnan’da kadınlar bile tacize uğradıklarını fark etmiyor. Bu en büyük sorun. Aile, eğitim, toplum ve yasalar ne feminist bir eğitim içeriyor ne de bu konularda bir tartışma. Bu bağlamda önerimiz şu; erkeklerin meydan okumak için değil, daha fazlasını öğrenmek için soru sorması belli bir düzeyde yasaldır; bizden cevap almak için soru sorabilirler. Çünkü kadınlar bile tacizin ne anlama geldiğini soruyor. Önermeye çalıştığımız şu, bu erkekler sorsunlar, biz de cevaplar sunalım. Bir kadın tacize uğradığında ne hissettiğini söylesin sana, tahlil etmen için değil. Genel olarak oluşturduğumuz şey bu.
“FİLİSTİN, DAVAMIZIN BİR PARÇASIDIR”
LKP’nin Filistin meselesi ve BDS hareketine dair tutumunu anlatabilir misin?
Filistin konusu bizim için çok açık. Biz ya da ben kişisel olarak şunu düşünmekteyiz: Lübnan, Filistin ve Suriye’ye yönelik kavrayışımız bu ülkelerin çok büyük oranda sömürge olmalarıdır. Lübnan ve Filistin’den bahsedersek hiçbir zaman haklı davamızda bir ayrılık olmadı. 60’lar Beyrut’unu bilirsiniz: Beyrut ve genel olarak Lübnan, Filistin hareketi için bir toplantı ve eğitim alanıydı ve bizim perspektifimizde bunun böyle olması iç savaşın başlama nedenlerinden birisi oldu. Bizler için bu, davamızın bir parçasıdır, LKP için Lübnan ve Filistin yoktur, aynı dava için mücadele eden bizler ve yoldaşlarımız vardır.
BDS çok önemli çünkü bize göre bu zaten var olan direnişe bir katkıdır. Hiçbir direniş tek başına işleyemez, bu yüzden silahlı direniş ve ona ek olarak BDS’nin olması gerektiğinden bahsediyoruz. BDS özellikle Lübnan’da işçi sınıfı içerisinde çok kolayca kazanım elde edebilecek bir faaliyet. Herhangi bir yerin İsrail’le ilişkisi olduğundan bahsetmeniz halinde bile insanlar onunla çalışmayı bırakır. BDS’nin çok rahatça çalışabileceği, dostane bir atmosferden söz ediyoruz. Bu yüzden kişisel olarak BDS faaliyetinin sadece kültürel ve akademik düzeylerde değil, aynı zamanda Nestle marka su içen insanlar üzerinde de etkili olması gerektiğini düşünüyorum. Burası Lübnan ve 2006 çok gerilerde kalmadı.
“LÜBNAN BDS’Sİ SADECE AKADEMİK VE KÜLTÜREL ALANLARDA ETKİN”
Şu anda Lübnan BDS’si çok etkin ve etkili, ancak ne yazık ki sadece akademik ve kültürel alanlarda. Partiler, konserler, filmler vs. bunların içinde. BDS Lübnan, hükümetin “Harika Kadın” (Wonder Woman) adlı filmi gösterime sokmamasını sağladı ve bu çok büyük bir başarıydı. Bu çok önemli ancak bence insanlarla ne yiyip ne içtikleri vs. üzerine konuşmak da önemli. Bunu yavaş yavaş geliştirmeyi umuyoruz. Bu LKP’nin yükümlülüklerinden bir tanesi çünkü LKP de BDS grubunun bir üyesi, LKP aynı zamanda gündelik yaşam gereçlerinin boykotunu da BDS hareketi içinde geliştirmek istiyor. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde de oldukça aktifiz. Üniversitedeki yoldaşlarımız BDS faaliyetini yoğun şekilde yürütüyor. Üniversitede de master yaptığım zamanlarda ben de çok aktif bir BDS üyesiydim ve bu nedenle okulu bitirmem 7 yılımı aldı. Bu sırada çok tehdit de aldım. Şu anda üniversite yönetimi BDS’den korkuyor, BDS’nin izin vermeyeceğini düşündüğü faaliyetlere girmiyor.
Lübnan’da BDS, “BDS” adını kullanmıyor değil mi?
Hayır kullanmıyor. Lübnan’da İsrail’le ilişkileri yasaklayan bir yasamız var o yüzden boykot derken İsrail destekçilerine karşı boykottan söz ediyoruz, boykot bu denli güçlü. Bu da sadece Lübnan içinde değil, Arap dünyası için öncü konumda olan bir BDS kampanyası olduğu anlamına geliyor.
Lübnan BDS’sinin sadece Lübnan’da değil bütün Arap dünyası için bir örnek teşkil ettiğini söyleyebilir miyiz?
Daha önce söylediğim gibi toplumsal olarak oldukça destekleyici bir ortam olmasından kaynaklı böyle ve aynı zamanda devletin boykota ilişkin bir yasası var. Bu ikisinin birlikte olması dünyadaki BDS hareketleri içerisinde en yüksek yeri tuttuğumuz anlamına geliyor. Boykot, Filistin bile dahil olmak üzere bütün diğer ülkelerden daha katı şekilde yürütülüyor.
“FİLİSTİNLİ DİRENİŞ GRUPLARINI DESTEKLİYORUZ”
Filistin’deki direniş hareketinin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Durum bir kriz, ortada büyük bir kriz var. Temelde Batı Şeria’da işgalin kucağında oturan bir siyasi grup ile Gazze’de direnişi sürdüren ve burada gerçekten güzel işler yapan birilerinden söz ediyoruz. El-Fetih işgalle birlikte, onun bekçi köpeği olarak çalışıyor. Bu siyasetler arasında bu denli büyük bir parçalanmışlık var ve o nedenle bunlar arasındaki birliğe tamamen karşıyım.
Birlik ama kiminle? İsrail’in bekçi köpeğiyle mi? El-Fetih işgalle ilişkisini kesmedikçe birliğe karşıyız. İslami Cihad’ı kesinlikle destekliyoruz, Hamas’ın Gazze’deki askeri faaliyetlerini destekliyoruz, tabii ki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ni, Filistin Halk Partisi’ni, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’ni destekliyoruz. Ama birlik çağrısı yapamayız.
“KÜRTLERİN ABD İLE İTTİFAKINI ANLAYAMAYIZ”
Kürtlere nasıl bakıyorsunuz? Suriye veya Irak’ta bağlantılarınız var mı?
Irak Kürdistanı ile elbette ki yok. Kuzey Suriye bölgesine PKK tarafından 8 Mart Kadınlar Günü vesilesiyle davet edildik. LKP, FHKC ve PKK’nin tarihsel derin ilişkileri var. Suriye’deki savaşta olumsuz olarak gördüğümüz bir rol oynamaya başladıktan ve ABD ile ittifak kurduktan sonra PKK ile bağlantımızı kestik. PKK’nin Beyrut’taki temsilcisi ile görüşmeler yürüttük, kendilerinden konuya ilişkin ayrıntı talep ettik. Sonrasında bu politikayı kabul etmedik ve tartışmayı sonlandırmaya karar verdik.
O dönemde ilişkiler böyle kesildi. Bu sene 8 Mart’ta, işgal edilmesinden beş gün önce bizi Afrin’e davet ettiler. Afrin’de üç gün kadar kaldım. Daha sonra Kamışlı gibi Kuzey Suriye’deki pek çok yerde YPG/YPJ’den ve PKK’den yetkililerle görüştüm. Kadın yürüyüşünde yer aldım, bu mitingde Türk, Siyonist ve Amerikan işgaline karşı direnenlerin dayanışmasına değindim ve bu konuşma hoşlarına gitmedi. Bize göre her parti öyle ya da böyle kendi boyutlarını bilmelidir. ABD’yle yapılan “geçici ittifak” gerçekte onların [PYD’nin] kararı değildir. Bence ne yazık ki ABD bu kararı almıştır. Burada iki farklı güçten söz ediyoruz değil mi?
Biz dediğim gibi diğer bütün direnişleri destekliyoruz, ancak ABD ile ittifakı anlayamayız ve bunun yanında Türkiye’nin Afrin’deki ve diğer bölgelerdeki işgaline de karşıyız.
“KUZEY SURİYE’DE ZORLANAN FEDERAL YAPIYA İKNA DEĞİLİZ”
Oradaki yoldaşlarla ve kadınlarla bu ittifaka ilişkin görüşmelerimde onlar katledildiklerini ve kendileri gibi bir durumda olan herkesin aynı şeyi yapacağını söylediler, ancak biz bunu yapmıyoruz. Bu, dünyada emperyalizmin merkeziyle ittifak anlamına gelir. Karşı olduğumuz şey budur. Diğer yandan Kürtlerin bütün kültürel ve tarihsel haklarının korunması, Kürt kimliğinin korunması gerektiğini savunuyoruz. Okullarda Kürtçe eğitim hakkının, onların tarihinin öğretilmesinden yanayız. Bölgede insanların onlara belli bir kültür dayatılmadan bu şekilde ortak yaşamaları gerekir. Kuzey Suriye’de zorlanan federal yapıya ikna değiliz.
(Bu söyleşi, Ayşe Düzkan ve Göksel Kılınç tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş, metnin düzeltmeleri Vecih Cuzdan tarafından yapılmıştır. SENDİKA.ORG)
Lübnan’da 2015’te başlayan çöp protestoları yeni bir toplumsal politik hareketliliğe işaret ediyordu. O günlerden bugüne ülkedeki politik atmosfer ne durumda?
Lübnan’la ilgili son zamanlardaki en ünlü şey kesinlikle [2015’te başlayan] çöp protestoları. Ama o, kendi başına büyümüş, ortaya çıkmış bir şey değil. Bu, daha önce gerçekleşmiş hareketlerin bir birikimi sonucu ortaya çıktı. Tabii ki 2011’de Arap dünyasında ortaya çıkan başkaldırıların etrafında… Sekiz ay boyunca halk büyük bir şey yaptı. Diğer Arap ülkelerinde “Halk rejimi devirmek istiyor” idi ya slogan, Lübnan’da da “Halk, mezhepçi rejimi devirmek istiyor” şeklindeydi. Hareketin talepleri mezhepçiliğin kalkmasıyla sınırlı değildi, oradan başlayarak toplumsal adalete doğru genişledi.
Lübnan’da dinle devlet bir arada. İç savaştan sonra kurulan sistem mezhepçiydi. Bu hareket mezhepçiliği hedef alıyor, mezhepçilikten söz ediyordu ama bunun altında aslında sınıf vardı. Dini liderlerin denetiminden bahsediyorduk ama yoksullar açısından bakınca her mezhepten yoksullar vardı. O yüzden diyorduk ki yöneten din değil burjuvazidir. Çünkü Sünni burjuvazi, Şii burjuvazi ve Hristiyan burjuvazi birlikte çalışıyorlar, birlikte iş yapıyorlar. Aynı zamanda halka diğerlerine karşı çıkması, mücadele etmesi için emir veriyorlar. Harekette sunmaya çalıştığımız bakış açısı buydu. “Biz” derken de komünistlerden ve solculardan bahsediyorum. Çünkü bu hareketi halkın çok büyük bir çoğunluğu örgütlemişti. Komünistler, Troçkistler, liberaller, feministler, aynı zamanda Filistinliler de… Olup bitenleri beğenmeyen herkes bir araya gelmişti.
Ben o sırada bağımsız bir solcuydum. Komünist değildim, ama benim LKP’ye girmem bu şekilde oldu. Çünkü benim düşündüklerimle onların istediklerinin kesiştiğini gördüm. 28 yaşındaydım o zaman. Örgütlendiğim ilk eylemler bunlardı ve hepimiz çok gençtik. İç savaştan beri böyle bir hareketin ilk meydana gelişiydi. Televizyona çıkan solun dinozorlarının, sürekli görünenlerin hiçbir şeyi yoktu ve bu onlar için bir tehditti. Bu onlara yönelik bir meydan okumaydı. Ama ortamın farklılığını gördüler, artık Lübnan’da yeni bir tür politik hareketin oluştuğunun farkına vardılar. Ben bu hareketin mükemmel olduğunu söylemiyorum, sadece yeni hareketlere kapı açtığını ve yeni insanların politize olmasına ve yeni hareketlerin oluşmasına alan açtığını düşünüyorum.
“İÇ SAVAŞTAN BERİ İLK DEFA OLAN BİR ŞEY…”
Bu hareket sekiz ay boyunca sistemi tehdit etti, ona meydan okudu ve iç savaştan beri ilk defa olan bir şey; şehrin dışına çıkmaya çalıştı. Sadece şehirden değil şehrin merkezinden de çıkmaya çalıştı ve daha yoksul halkın yoğun olduğu alanlarda gösteriler yapıldı. Savaştan sonra hiç gidilmemiş olan yerlerde eylemler yapıldı. Biçimi de değişmişti eylemlerin. O bölgedeki insanlarla ilişki kurarak, sokaklarda dolaşarak insanları eylemlere katılmaya çağırıyorduk. Bir noktaya çağrı yapmıyorduk, dolaşırken insanları kendimize katılmaya çağırıyorduk. Hepimiz çok şey öğrendik, okuduklarımızı, fikirlerimizi deneyimleme fırsatı bulduk ve dünyanın başka yerlerinde hareketler örgütleyenlere de çok şey öğrenme fırsatı sundu.
Bu insanlar için de yeni bir şeydi çünkü daha önce hiç eyleme katılmamış, komünist olmayan insanlar ne olursa olsun eyleme davet ediliyordu. Geleneksel gruplardan, formasyonlardan ve insanlardan farklı olarak yeni gruplar, formasyonlar ve bireylerle tanışma imkanı ortaya çıktı. Yaştan bahsediyorum, cinsiyetten bahsediyorum, çoğumuz kadındık. Politik bir geçmişi olmayan kadınlar geliyordu. Yani buradayım ama bunun sebebi mesela erkek kardeşimin şehit olması değil. Genellikle işçi sınıfından, öğrenciler vs. katılıyordu.
“ÇÖP KRİZİ HIZLA FEMİNİZM, ÇEVRESEL VE TOPLUMSAL ADALET MESELESİNE DÖNÜŞTÜ”
Bu anlattıklarım 2015’in bir geri planıydı. 2015’te en büyük gösteri 35 bin kişi oldu, 5 milyonluk bir ülkeden bahsediyorum. Kimse bundan söz etmiyor. Birikim 2011’den 2015’e kadar oldu. Bu da iç savaştan sonraki en büyük sendikal hareketti. Bunu biz yönlendirdik. Daha önce öğretmenler sendikasının başında olan Hanna Garib, “Sendika Koordinasyon Komitesi”ni kurdu. Öğretmen sendikasıydı. Lübnan’da devlet memurları sendika kuramıyor, onlar da bir kanunda açıklık bularak bunu kurdu. Bu hareket çok önemliydi. Çünkü 3-4 yıl içinde yeni bir sendikacılık konsepti oluşturdular.
Hanna Garib’in oluşturmaya çalıştığı şey, sendika üyeleri arasında yeni bir demokrasiydi. Lübnan’ın her yerinde komiteler oluşturdular, her sorunda bu komiteler buluşuyordu. Daha önce hiç olmamış bir şey; karar alıyorlardı ve Beyrut’a bildiriyorlardı. Beyrut karar alıp onlara bildirmiyordu ve bu daha önce hiç olmamış bir şeydi. Dolayısıyla bir grev kararı alındığında buna yüzde yüz katılım oluyordu çünkü kararı alan komitelerdi. Mesela komünistlerle hiçbir ilgisi olmayan ama öğretmenlik yapan annem bunlara katılıyordu. Kadınlar karar alma mekanizmalarında yer aldılar. Daha önce hiç katılmamış olan orta yaşlı insanlar, benim annem gibi, buna katılmaya başladılar. Örtülü kadınlar da katıldılar. Sadece Beyrut’tan değil bütün bölgelerden insanlar katıldılar. Ve politik olarak başka angajmanı olan insanlar da katıldı. Mesela Hariri’nin yanındalardı ama sendika kararı olduğu için katılıyorlardı, kendi haklarını savunduğu için burada yer alıyorlardı. Sağcı sendikacılar, Hizbullahçı sendikacılar… Kendi politik hareketleriyle olan bağlarını kestiler ve bu harekete katıldılar.
Bunun anlamı şuydu; partileri onlara greve katılmamaları yönünde uyarı bildirse bile onlar katılıyorlardı. Hatta öyle ki biz öğrenciler olarak grevi desteklemeye giderken taksiye binip greve gittiğimizi söyleyince, taksici para almıyordu. Bu ikinci hareket, sonra 2015 oldu. 2015 bunların içinde en olgun olandı. Bir çöp krizinden bahsediyorum, bir çöp krizi hızla feminizm, çevre ve toplumsal adalet meselesine dönüştü. Aynı zamanda bu en marjinalize edilmiş toplulukları partiye çağırıyordu ve bu da iç savaştan beri ilk defa oluyordu. Özellikle kentli yoksullardan bahsediyorum. Bu gecekonduda yaşayan insanlar gösteri yapmazdı ama bu eylemlere, gösterilere katılıyordu. Bir çöp hareketi politik bir şey haline geldi. Lübnan’da çevre hareketinden bahsetmek liberal ve anlamsız sayılırdı. Bu noktadan sonra çevre meselesi toplumun her kesiminde çok hayati bir mesele olarak tartışılır oldu. Sokaktaki insanlar, taksi şoförleri, herkes çevre meselesinin hayati bir konu olduğunu konuşmaya başladı. Bu solun kendi kentsel kökleriyle yeniden bağ kurmasına sebep oldu. Çünkü Lübnan’da tarihsel olarak sol, kırsaldır. Bizim daha önce hiç kent yoksullarıyla, şehrin marjinalize edilmiş olanlarıyla ilişkimiz olmamıştı.
“LÜBNAN’DA SEKÜLER OLMAK ÇOK ZOR”
Böylece sağ medya apolitik bir çevre hareketinin politize olmasını ve şehrin “vahşilerinin” buna katılmasının karşısında şok oldu. Sağ medya bu insanlara “provokatör” adını verdi. Arapçada bunun çok sınıfsal bir anlamı vardır çünkü bu dışarıdan gelen demektir ve dışarıdan gelip o hareketi tahrip edendir. Lübnan’da sınıf ve mezhep bağlantılı olduğu için bunların çoğu Şii’ydi. Çünkü kırsal kesimden Beyrut’a çalışmaya gelenlerin çoğu Şiilerdi. Biz de bu insanlara “Siz bizim bir parçamızsınız” dedik ve [böylece] yeni bir destek ve koruma oluştu. Bu insanlar daha önce hiç politik gösterilere katılmamışlardı. Bildikleri tek politik gösteri biçimi Aşura’ydı. Dolayısıyla sokağa indiklerinde Aşura’da olduğu gibi ellerini göğüslerine vurmaya başladılar. Gömleklerini çıkarıyorlardı, göğüslerine vuruyorlardı çünkü Aşura ağıtlarında özgürlük talep edilir, bu [eylemlerdeki taleple] aynı şeydi. Diğer insanlar birden “Bunlar mezhepçi” demeye başladı ve biz “Hayır, bu mezhepçi değil. Dini, kültürel bir ritüel” dedik.
Bu, sol içinde büyük bir tartışma ve farkındalığa yol açtı. Yani şu demek istiyorduk: “‘Bize sadece seküler insanlar katılabilir’ diyen elitistler mi olmak istiyorsunuz?” Kimdi seküler insanlar: Eğitimliler, zenginler… Onların sekülerizmin ne olduğunu bilme ve seküler olma ayrıcalıkları var. Ekonomik olarak Lübnan’da seküler olmak çok zordur. Çünkü Lübnan’da belli bir mezhepteysen, alman gereken hizmetleri devletten değil, bağlı olduğun mezhebin partisinden alıyorsun. Eğitim, sağlık hizmeti, üniversite eğitimi ya da iş istiyorsan siyasi parti/mezhep yöneticisine gidip ondan bu hizmetleri talep edebiliyorsun. Yani seküler olman için çok büyük bir ayrıcalığa sahip olman ve bu hizmetlerden hiçbirine ihtiyacın olmayıp, bu siyasi partilerle bağını koparabilmen gerekiyor. Ve Troçkistler “Ya sekülersin ya bizden değilsin” diyorlardı. Biz de şunu diyorduk: “Bizim için bu, her zaman temasımız olsun istediğimiz insanlarla nihayet temas edebildiğimiz önemli bir an. Nebih Berri, Hariri ya da Nasrallah için ‘aşağı’ demenize gerek yok, onların posterlerini ellerinizde tutabilirsiniz ancak gelin sokakta bizimle gösterilere katılın.” Ve olan da buydu.
Bu da sekiz ay kadar sürdü. Ancak sürdürülebilirliği yoktu. Çünkü insanların ne bu kadar zamanı ne de sabrı vardı. 1975’ten beri ilk defa Lübnan polisi ve askeri bize vahşice saldırdı. Sistem çok hassas ve korkunç bir şekilde sertleşmişti. İnsanlar gösterilere katıldıkları için işlerinden oluyordu. Polisler ve askerler onları dövüyordu. Sistem bu kadar hassaslaştığında, sen de hassas yerinden vurursun. Bu hareket içinde çeşitliliği, farklılığı gördük; farklı sınıflardan ve politik eğilimlerden insanlar gittikçe bu hareketi destekliyorlardı. Sistemin bu kadar hassas olmasının sebebi buydu. Benim anne-babam bile çok sağcıdırlar ve bütün faaliyetlerime karşıdırlar. Hayatım boyunca ilk kez benim eylemlere katılmamı desteklediler. En küçük erkek kardeşim için bile korkmadılar ve ona “Bunlar sizin haklarınız, bunu yapmalısınız” dediler. Dolayısıyla bütün bunları, bir hareketin diğerine yönelik birikimi olarak görmemiz gerekiyor. Daha önce insanların hiç tartışmadığı konularda gittikçe artan bir hassasiyet söz konusuydu. Sadece Beyrut’ta değil, Lübnan’ın farklı bölgelerinde, farklı biçimlerde gösteriler düzenlendi. Köylerde insanlar çöp kamyonlarının yolunu kesiyor ve bu araçlara el koyarak köyde tutuyorlardı. Bu yasak bir şeydi. Topluluklar birlikte hareket ediyordu. Artık herhangi bir bölgedeki dağda bir taş ocağı kurulsa bile köylüler gösteri yapıyordu. Dolayısıyla “2015 bitti” diyemeyiz. Bütün bunların sonuçları hala sürüyor.
Bunun LKP’ye etkisi şu oldu; parti, tarihinde ilk defa çevreden bahsetmeye başladı ve şimdilerde bir çevre manifestosu yayımlıyoruz. Sahadaki bütün çevre hareketlerini destekleyen bir tarım manifestosu üzerine çalışıyoruz. Bir şehir manifestosu üzerine çalışıyoruz. Biz 2015’i genel olarak böyle görüyoruz.
“HİZBULLAH, REJİMİN BİR PARÇASI”
Bu süreç, Hizbullah’la sizin ve diğer partilerin ilişkisini nasıl etkiledi?
İçeride Hizbullah’ın politikalarına tamamen karşıyız. 2015’te Hizbullah “ABD Büyükelçiliği bunlara para veriyor” dedi bizim için. Hizbullah’ın ekonomi politikası Hariri’ninkiyle aynı. Hizbullah rejimin bir parçası. Ekonomi, çevre ve kültür konularında Lübnan’daki herhangi bir sağ partiden farkı yok. Onlarla bu konuda anlaşamıyoruz. Durum sendikalarda da aynı. Bahsettiğim komitenin sonunu getiren onlardı. İç politika konusunda oldukça kapitalist bir bakış açıları var. Bizim onlarla anlaştığımız tek konu “Mukavemet” (Direniş).
“BİR YOLDAŞIMIZIN MEZHEBİNİ ANCAK ÖLDÜĞÜNDE BİLİRİZ”
Aynı toplumsal tabandan destek alan siyasi partiler olarak bir rekabetiniz söz konusu mu?
Lübnan’da “Toplumsal tabanımız aynı” denecek kadar sade değil, daha karmaşık bir durum söz konusu. Lübnan’da politik olarak sadece iki parti sekülerdir: LKP ve Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi. Ülkede Şiiler çoğunluğu oluşturduğu için LKP içinde de daha fazla oldukları söylenebilir, ama bu demek değildir ki onlar çoğunlukta. Mesela kentlerde daha az güçlü olduğumuz için daha az Sünni var, çünkü tarihsel olarak Sünniler kentlerde olmuşlardır. Çok fazla Dürzi de var, çok fazla Hristiyan ve Şii de var.
Ama biz kimin çoğunlukta olduğu üzerine düşünmüyoruz, çünkü bu bizim için herhangi bir temsiliyet taşımıyor. Marjinalize topluluklar bütün mezhepler içinde var. Hatta biz, bir yoldaşımızın mezhebini ancak öldüğünde biliriz.
2015’TEN SONRA LKP YÖNETİMİ “ÇOCUKLARIN” ELİNE GEÇTİ
LKP’deki son gelişmelere ilişkin ne söylemek istersin?
2015’te son konferansımızı yapmıştık. Şimdi yeniden olacak. 2015’teki konferans büyük bir sorunun üzerine yapılmıştı. Bizlerin yani içteki muhalefetin “hegemonik liderlik” diye tanımladığı sorundu bu. Yoldaş Halid Hadadi önderliğindeki eski liderlik bir konferans örgütlemeyi reddetti. Beş yıldan fazla iktidarda kaldı. Bölgedeki kötü politik durumu da bahane olarak gösterdi. Ayaklanma ve kalkışmalardan vs. bahsediyordu. Biz de aksine, tam da bu kötü politik koşullardan dolayı bir yenilenme ve konferansa ihtiyacımız olduğunu söyledik. Biz 2015’te konferans yaptık ama aslında bütün tartışma 2012’de başlamıştı.
Kendimizi “gizli muhalefet” olarak tanımlıyorduk. Partiyi bölmeyi değil, içeriden değiştirmeye çalışıyorduk. İçeride çalışmaya başladık, bunun değişmesi gerektiğini söyledik ve bütün Lübnan’da temaslar kurduk. Eski yoldaşlar ve daha yeni olanlarla ilişki kurduk. “Olup bitenden memnun değiliz” dedik. “Sizce alternatif nedir”, “Neyin değişmesi lazım”, “Bu partinin projesi ne” diye sorduk ve “Bir program sunmuyoruz. Biz bu programı bütün yoldaşlarımızla birlikte oluşturacağız” dedik. Üç yıl boyunca bunu tabandan oluşturduk. Ta ki 2015’te liderlik bir konferans örgütleyene dek.
2015’te sendikal hareketten gelen Hanna Garib yoldaşımız genel sekreter oldu. Çoğumuz genciz ve bu yüzden bize “çocuklar” diyorlar. [Hanna Garib öncülüğündeki] Bu liderlik, partinin olup biten her şey ile ilgili yeni bir bakış açısı olması gerektiğini söyleyen bir liderliktir. “Marksizm’i burada ve şimdi nasıl geliştireceğiz”, “Bu Marksizm’in araçları nelerdir”, “Topluluklarla, sahada daha önce hiç temasımızın olmadığı insanlarla nasıl bağlantı kuracağız” soruları önümüzdeydi. Bu şekilde çevre hareketi, Lübnan’ın her yerinde gençlik hareketi, öğrenci hareketi ve tabii ki feminist hareketi inşa ettik partide.
“FEMİNİZM KELİMESİ DAHA ÖNCE HİÇ KULLANILMAMIŞTI”
“LKP’de feminist hareket inşa ettik” dedin, bu konuyu biraz açar mısın?
Otuz yıllık iç savaş, dünyada Marksistlerin tartıştığı birçok şeyin LKP içinde tartışılmaması anlamına geldi; başka partilerde de tabii. Daha önce sözünü ettiğim, çevre vb. konuları ancak tartışabiliyoruz ve bunlardan biri de muhakkak ki feminizmdir. Bizde uzun zamandır bir kadın hareketi, özür diliyorum, bir kadın hakları hareketi oldu. Bu hareket 1970’lerde çok etkiliydi, yoldaşlar mücadeleye katıldı. Ama yerel bir Marksist feminizm hareketi gelişmemişti, ta ki son kongreye kadar.
Bu konuda epeyce kavga oldu çünkü hep şu söz vardı: “Neden kadınlardan bahsedelim, biz herkesten bahsediyoruz. İşçi sınıfından söz ediyoruz ve bu yeterlidir, onları özgürleştirmek herkesi özgürleştirecektir.” Gerek kadın gerekse erkek yoldaşların çoğunluğu böyle diyordu. Kadınlar da bu konuyu konuşmak istemiyordu, “Benim erkeklerden farklı bir sorunum yok” diyorlardı. İkimiz de eşit şekilde eziliyoruz. Yani yola koyulduğumuzda, epeyce dirençle karşılaştık. Kadınlara yönelmemiz gerekiyordu, kimse “feminizm” falan demedi çünkü bu kelime daha önce hiç kullanılmamıştı; “kadınların hakları” deniyordu.
“KADIN MESELELERİ KOMİTESİ’Nİ KURDUK”
Böylece, bu partide genel sekreterin, “Bu patriyarkal bir partidir” dediğine ilk kez şahit oldum. “Bu patriyarkal bir parti, [bunu değiştirmek için] kadınları desteklememiz gerekiyor” diyordu. Bunun yollarını bilmiyordu ama bu konuda çalışmamızı istiyordu. Böylece tartışmaya, bu konuda düşünmeye başladık. Böylece neredeyse bir buçuk yıl boyunca, Lübnan’ın her yerinde yaşayan komünist kadınlarla, “Ne oluyor, sorun nedir?” diye konuştum. Gördüğümüz şuydu, liderlikte hiç kadın yok ve kadınların katılımı çok zayıf. Bu neden oluyor? Kadınlarla konuşarak bunların cevaplarını bulmaya çalışıyordum. Ve şunu fark ettim ki bu bence çoğu yerde oluyor; kadınlar işin çoğunu yapıyor ama saklılar. Arka planda saklanıyorlar çünkü kendini göstermek kadınlara uygun değil çünkü kendini gösterirsen bu bireycisin demek ama bunu erkekler yaparsa bir sorun yok.
Aynı zamanda, kadınlara resmen domestik görevler veriliyor. Bir toplantıda otururken çayı getiren kadınlar ve toplantının sonunda temizliği yapan da onlar. Ve üçüncü olarak kadınlara eğitim verilmiyor. Bu konuyu sorduğum bir yoldaş ellilerindeydi ve son eğitimini 1992 yılında almıştı. O yüzden neler yapabileceklerine dair kendi bilgileri bile yok ve en önemlisi, partiye ailevi sebeplerle katılmışlar. Onlara sorduğumda bunu gizlemiyorlardı, “Partiye neden katıldınız?” diyordum, “Kocam yüzünden” ya da “Babam yüzünden” diyorlardı. Onlara sorardım, “Peki Hizbullah’tan biriyle evli olsaydınız…”, “Tabii, Hizbullahçı olurdum” diyorlardı. Ve fark ettik ki onlara şunu söyleyen aile ilişkileriydi; parti için geri planda çalışırsınız, parti için seçimleri kazanırsınız çünkü kırsal alanda sosyal çalışmaları yürütürsünüz, belediyeleri kazanırsınız ama kimse sizden söz etmez. Eğitim almazsınız, yoldaşların karılarısınızdır. Bunun değişmesi gerektiğini fark ettik ve Feminist Seksiyonu, bizim kullandığımız deyimle, Kadın Meseleleri Komitesi’ni kurduk. Şuna karar verdik, bu komite sokağa çıkıp kadınlar için hak talep etmeyecek çünkü bizim kadınlarımızın hiçbir şeyi yok. Öyleyse partinin içinde feminist bir hareket inşa edene kadar içeride çalışacağız.
“BİR KADIN YOLDAŞ KONUŞTU MU ERKEKLER TELEFONLARIYLA OYNARDI”
Feminist bir hareket aynı zamanda tacizden söz eder, Lübnan’da hiçbir partide tacizden söz eden yok. Yoldaşlara tacizden bahsetmeye başladığımda şaşırdılar çünkü kimse onlara tacizden söz etmemişti. Sonra açılıp konuşmaya başladılar, insanların onlara nasıl küçümseyerek baktığını, sanki aptallarmış ya da erkek yoldaşlar kadar zeki değillermiş gibi davrandığını anlatmaya başladılar. Toplantılarda bir kadın yoldaş konuşmaya başladığında erkek yoldaşlar telefonlarıyla oynamaya başlar çünkü Whatsapp’ına bakma zamanı gelmiştir, o bitirince ciddi meseleler başlar. Ve bir kadın konuşurken insanlar onu dinlemek zorunda değildir çünkü konuşan bir kadındır. Yani toplumdaki patriyarkal sistemler partinin içinde yeniden üretiliyordu ve kimse burada bir sorun olduğundan bahsetmiyordu.
Bu kadınlarla konuşmaya başladığımızda, evet, konuşamıyorlardı çünkü yirmi yıldır susturulmuşlardı. Bu kadınlarla toplantılar düzenlemeye, tartışmaya ve kadınlar için değişiklik yaratabilecek partinin bu olduğunu söylemeye başladık. Böylece kadınlara daha fazla destek vermek ve onlar için işleri kolaylaştırmak üzere bu partideki çalışma koşullarının değişmesi gerektiğine karar verdik; kadınları değiştirmek, kadınları geliştirmek, kadınları eğitmek değil, partiyi değiştirecektik. Bu sorunlar üzerine tartışmalar açacaktık ki kadınlar bunları konuşmaya, paylaşmaya, bunları çözmenin yollarını arayıp bulmaya başlasın. Ve kendi feminist anlayışımızı geliştirmeye başladık. Bu benim hayatımda yaptığım en önemli ve güzel şeylerden biri.
Üç ay önce bir seminer düzenledik ve tacizin, nesneleştirme gibi kavramların onlar için tuhaf şeyler olacağından ve “Bu kadarı fazla” diyebileceklerinden korktum. Ama sanki bir kapı açılmış gibi oldu, konuşmaya, örnekler vermeye ve her şeyi anlamlandırmaya başladılar. Çünkü bunlar çok uzun bir zamandır çalışan, olup biteni gören, biriktiren kadınlardı ve şimdi bunu konuşuyorlardı. Şu anda yaptığımız işten, bu eğitimden çok memnunum çünkü bu eğitim tarzı da feminist; hiyerarşik değil, iki taraf da birbirinden besleniyor. Lübnan’ın her yerinde gençlik arasında geliştirmeye çalıştığımız da böyle bir şey.
“PARTİYARKAL SİYASET KONUSUNDA DA EĞİTİM VERİYORUZ”
Keşfettiğim şeylerden biri de şu; bu kadınlar çok uzun bir zamandır böyle bir tartışmayla karşılaşmamış, onlara şunu sordum; “Bu partinin sizin için ne yapmasını istiyorsunuz?” Cevap: “Mesele şu ki, parti ne yapar, onu bilmiyoruz.” Bu benim gözlerimi açtı ve onlara partinin nasıl çalıştığını ve partinin onlar için de çalışacağını söyledim. Emir almaya, kendilerine görevler verilmesine alışık olduklarını söylediler. Bu kez, ne türden tartışmalar, destek, hareket ya da her türden faaliyet istediklerini sorduk, biz de bunları destekleyecektik. Bütün bunlar değişiklik yaratacak ve gelecek kongrede yeni iç tüzük maddeleri önereceğiz; tacizi, ayrımcılığı, küçümsemeyi engelleyecek maddeler. Lübnan’da zorbalık çok güçlüdür, burası zorbalığa hoşgörü gösteren bir toplumdur ve bu da tabii çok partiyarkal. Zorbalardan, rekabetten bahsediyoruz. Yani sadece feminizm konusunda değil partiyarkal siyaset konusunda da eğitim veriyoruz. Partinin kendisinin de nasıl patriyarkal olduğunu anlatıyoruz. Şu ana kadar bu aşırı başarılı ilerliyor, birçok yerde bunlara kulak verenler var, özellikle de kırsal bölgelerde.
“İLK KEZ QUEER OLMAK ÜZERİNE KONUŞUYORUZ”
Ayrıca genç erkeklere de anlamlı geliyor çünkü daha zayıf olan erkekler marjinalize ediliyor, efemine erkekler marjinalize ediliyor. Maço olmayan, okumaya, entelektüel konulara meraklı erkekler marjinalize ediliyor. Bütün bunlar birbirini destekleyerek bir sistem yaratıyor ve ilk kez queer olmak üzerine konuşuyoruz. Yani ilk başta erkekler için hassas bir konuydu bu, sadece erkekler için. Şu ana kadar tek bir kadın bile bizim neden queer üzerine konuşuyor olduğumuzu sorgulamadı. Erkeklerse bazen direnç gösterir bazen de sorgular bunu. Bu konuyu çalışırken şunu fark ettik, Lübnan’da kadınlar için durumun bu kadar kötü olmasının sebebi, kanunların olmayışı, kadınları destekleyen iyi kanunlar yok. Ev içi şiddete karşı yasa daha yeni çıktı ve pek de ilerici sayılmaz. Tacizle ilgili yasa yok. Eğitim yok, okullarda, feminizm ya da tacizle ilgili bir şeyler öğretilmiyor. Aile içi de böyle. Ben 35 yaşındayım, yani başıma böyle bir şey gelse annemle konuşacak yaşı geçtim ama onunla konuşmaya kalksam “Hıh, kötü bir şey giymişsindir” der, “Sebep sensin…” Aile içinde de tacizin sorumlusunun kadınlar olduğu söylenir.
“LÜBNAN’DA KADINLAR BİLE TACİZE UĞRADIKLARINI FARK ETMİYOR”
Tacizle ilgili altı ay süren bir araştırma yaptım, şunu fark ettim, Lübnan’da kadınlar bile tacize uğradıklarını fark etmiyor. Bu en büyük sorun. Aile, eğitim, toplum ve yasalar ne feminist bir eğitim içeriyor ne de bu konularda bir tartışma. Bu bağlamda önerimiz şu; erkeklerin meydan okumak için değil, daha fazlasını öğrenmek için soru sorması belli bir düzeyde yasaldır; bizden cevap almak için soru sorabilirler. Çünkü kadınlar bile tacizin ne anlama geldiğini soruyor. Önermeye çalıştığımız şu, bu erkekler sorsunlar, biz de cevaplar sunalım. Bir kadın tacize uğradığında ne hissettiğini söylesin sana, tahlil etmen için değil. Genel olarak oluşturduğumuz şey bu.
“FİLİSTİN, DAVAMIZIN BİR PARÇASIDIR”
LKP’nin Filistin meselesi ve BDS hareketine dair tutumunu anlatabilir misin?
Filistin konusu bizim için çok açık. Biz ya da ben kişisel olarak şunu düşünmekteyiz: Lübnan, Filistin ve Suriye’ye yönelik kavrayışımız bu ülkelerin çok büyük oranda sömürge olmalarıdır. Lübnan ve Filistin’den bahsedersek hiçbir zaman haklı davamızda bir ayrılık olmadı. 60’lar Beyrut’unu bilirsiniz: Beyrut ve genel olarak Lübnan, Filistin hareketi için bir toplantı ve eğitim alanıydı ve bizim perspektifimizde bunun böyle olması iç savaşın başlama nedenlerinden birisi oldu. Bizler için bu, davamızın bir parçasıdır, LKP için Lübnan ve Filistin yoktur, aynı dava için mücadele eden bizler ve yoldaşlarımız vardır.
BDS çok önemli çünkü bize göre bu zaten var olan direnişe bir katkıdır. Hiçbir direniş tek başına işleyemez, bu yüzden silahlı direniş ve ona ek olarak BDS’nin olması gerektiğinden bahsediyoruz. BDS özellikle Lübnan’da işçi sınıfı içerisinde çok kolayca kazanım elde edebilecek bir faaliyet. Herhangi bir yerin İsrail’le ilişkisi olduğundan bahsetmeniz halinde bile insanlar onunla çalışmayı bırakır. BDS’nin çok rahatça çalışabileceği, dostane bir atmosferden söz ediyoruz. Bu yüzden kişisel olarak BDS faaliyetinin sadece kültürel ve akademik düzeylerde değil, aynı zamanda Nestle marka su içen insanlar üzerinde de etkili olması gerektiğini düşünüyorum. Burası Lübnan ve 2006 çok gerilerde kalmadı.
“LÜBNAN BDS’Sİ SADECE AKADEMİK VE KÜLTÜREL ALANLARDA ETKİN”
Şu anda Lübnan BDS’si çok etkin ve etkili, ancak ne yazık ki sadece akademik ve kültürel alanlarda. Partiler, konserler, filmler vs. bunların içinde. BDS Lübnan, hükümetin “Harika Kadın” (Wonder Woman) adlı filmi gösterime sokmamasını sağladı ve bu çok büyük bir başarıydı. Bu çok önemli ancak bence insanlarla ne yiyip ne içtikleri vs. üzerine konuşmak da önemli. Bunu yavaş yavaş geliştirmeyi umuyoruz. Bu LKP’nin yükümlülüklerinden bir tanesi çünkü LKP de BDS grubunun bir üyesi, LKP aynı zamanda gündelik yaşam gereçlerinin boykotunu da BDS hareketi içinde geliştirmek istiyor. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde de oldukça aktifiz. Üniversitedeki yoldaşlarımız BDS faaliyetini yoğun şekilde yürütüyor. Üniversitede de master yaptığım zamanlarda ben de çok aktif bir BDS üyesiydim ve bu nedenle okulu bitirmem 7 yılımı aldı. Bu sırada çok tehdit de aldım. Şu anda üniversite yönetimi BDS’den korkuyor, BDS’nin izin vermeyeceğini düşündüğü faaliyetlere girmiyor.
Lübnan’da BDS, “BDS” adını kullanmıyor değil mi?
Hayır kullanmıyor. Lübnan’da İsrail’le ilişkileri yasaklayan bir yasamız var o yüzden boykot derken İsrail destekçilerine karşı boykottan söz ediyoruz, boykot bu denli güçlü. Bu da sadece Lübnan içinde değil, Arap dünyası için öncü konumda olan bir BDS kampanyası olduğu anlamına geliyor.
Lübnan BDS’sinin sadece Lübnan’da değil bütün Arap dünyası için bir örnek teşkil ettiğini söyleyebilir miyiz?
Daha önce söylediğim gibi toplumsal olarak oldukça destekleyici bir ortam olmasından kaynaklı böyle ve aynı zamanda devletin boykota ilişkin bir yasası var. Bu ikisinin birlikte olması dünyadaki BDS hareketleri içerisinde en yüksek yeri tuttuğumuz anlamına geliyor. Boykot, Filistin bile dahil olmak üzere bütün diğer ülkelerden daha katı şekilde yürütülüyor.
“FİLİSTİNLİ DİRENİŞ GRUPLARINI DESTEKLİYORUZ”
Filistin’deki direniş hareketinin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Durum bir kriz, ortada büyük bir kriz var. Temelde Batı Şeria’da işgalin kucağında oturan bir siyasi grup ile Gazze’de direnişi sürdüren ve burada gerçekten güzel işler yapan birilerinden söz ediyoruz. El-Fetih işgalle birlikte, onun bekçi köpeği olarak çalışıyor. Bu siyasetler arasında bu denli büyük bir parçalanmışlık var ve o nedenle bunlar arasındaki birliğe tamamen karşıyım.
Birlik ama kiminle? İsrail’in bekçi köpeğiyle mi? El-Fetih işgalle ilişkisini kesmedikçe birliğe karşıyız. İslami Cihad’ı kesinlikle destekliyoruz, Hamas’ın Gazze’deki askeri faaliyetlerini destekliyoruz, tabii ki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ni, Filistin Halk Partisi’ni, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’ni destekliyoruz. Ama birlik çağrısı yapamayız.
“KÜRTLERİN ABD İLE İTTİFAKINI ANLAYAMAYIZ”
Kürtlere nasıl bakıyorsunuz? Suriye veya Irak’ta bağlantılarınız var mı?
Irak Kürdistanı ile elbette ki yok. Kuzey Suriye bölgesine PKK tarafından 8 Mart Kadınlar Günü vesilesiyle davet edildik. LKP, FHKC ve PKK’nin tarihsel derin ilişkileri var. Suriye’deki savaşta olumsuz olarak gördüğümüz bir rol oynamaya başladıktan ve ABD ile ittifak kurduktan sonra PKK ile bağlantımızı kestik. PKK’nin Beyrut’taki temsilcisi ile görüşmeler yürüttük, kendilerinden konuya ilişkin ayrıntı talep ettik. Sonrasında bu politikayı kabul etmedik ve tartışmayı sonlandırmaya karar verdik.
O dönemde ilişkiler böyle kesildi. Bu sene 8 Mart’ta, işgal edilmesinden beş gün önce bizi Afrin’e davet ettiler. Afrin’de üç gün kadar kaldım. Daha sonra Kamışlı gibi Kuzey Suriye’deki pek çok yerde YPG/YPJ’den ve PKK’den yetkililerle görüştüm. Kadın yürüyüşünde yer aldım, bu mitingde Türk, Siyonist ve Amerikan işgaline karşı direnenlerin dayanışmasına değindim ve bu konuşma hoşlarına gitmedi. Bize göre her parti öyle ya da böyle kendi boyutlarını bilmelidir. ABD’yle yapılan “geçici ittifak” gerçekte onların [PYD’nin] kararı değildir. Bence ne yazık ki ABD bu kararı almıştır. Burada iki farklı güçten söz ediyoruz değil mi?
Biz dediğim gibi diğer bütün direnişleri destekliyoruz, ancak ABD ile ittifakı anlayamayız ve bunun yanında Türkiye’nin Afrin’deki ve diğer bölgelerdeki işgaline de karşıyız.
“KUZEY SURİYE’DE ZORLANAN FEDERAL YAPIYA İKNA DEĞİLİZ”
Oradaki yoldaşlarla ve kadınlarla bu ittifaka ilişkin görüşmelerimde onlar katledildiklerini ve kendileri gibi bir durumda olan herkesin aynı şeyi yapacağını söylediler, ancak biz bunu yapmıyoruz. Bu, dünyada emperyalizmin merkeziyle ittifak anlamına gelir. Karşı olduğumuz şey budur. Diğer yandan Kürtlerin bütün kültürel ve tarihsel haklarının korunması, Kürt kimliğinin korunması gerektiğini savunuyoruz. Okullarda Kürtçe eğitim hakkının, onların tarihinin öğretilmesinden yanayız. Bölgede insanların onlara belli bir kültür dayatılmadan bu şekilde ortak yaşamaları gerekir. Kuzey Suriye’de zorlanan federal yapıya ikna değiliz.
(Bu söyleşi, Ayşe Düzkan ve Göksel Kılınç tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş, metnin düzeltmeleri Vecih Cuzdan tarafından yapılmıştır. SENDİKA.ORG)