“Erdoğan tarafı”, Meclis komisyonunda 15 Temmuz olayının soruşturulmasını engelleyerek, her iki taraf da mahkemelerde perdeleme yaparak, bu çatışmanın arkasındaki gerçek olayı görmemizi alenen engelledi. Her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, cinayeti, dalavereyi, hileyi, desiseyi halkın karşısında açıkça savunabilen bu iki topluluğun, ortaya çıkmasın diye binbir numara çektikleri, ama birbirlerine karşı hezeyanlarla saldırdıkları bu içerik nasıl bir rezilane ilişkiler, pazarlıklar, aldım-verdimler, ihanetler, arkadan dolanmalar, kazıklamalar, suikastler dizisi olabilir ki?
15 TEMMUZ'UN BÜYÜK SIRRI
Gülen-Erdoğan çatışması 15 Temmuz’da patlak vermedi. Çatışmanın ortalığa döküldüğü ilk tarihin 7 Şubat 2012’de Hakan Fidan’ın Zekeriya Öz tarafından savcılığa çağırılması ve Oslo görüşmelerine katılan MİT görevlileri hakkında Ergenekon davalarının özel yetkili savcıları tarafından yakalama emri çıkarılması olduğu hatırlardadır. “Gülen” tarafından geliştirilen bu hamlenin durduk yerde ortaya çıkmadığı biliniyor. İddianamelere yansıdığı ölçüde, “Gülen tarafı”nın yaptığı “yasadışı dinlemeler”in 2010’da kamuoyuna yansıdıktan (ve Erdoğan hükümeti tarafından örtbas edildikten) bir yıl sonra “Erdoğan tarafı”nı da dinlemeye aldığı Başbakanlık ofislerinde ve MİT’te yapılan aramalarla ortaya çıkarılmıştı.
Gülen’in Oslo görüşmelerine ilişkin “hazırlıkları”nın da Mart 2010’a tarihlendiğini ve bu hazırlıkların 2011 Ekim’inde operasyon materyali olarak kullanılmaya başlandığını dikkate alırsak, “Gülen tarafı” ile “Erdoğan tarafı” arasındaki “didişmenin” 7 Şubat 2012 olayından en az bir yıl önce başladığını varsayabiliriz.
O dönemde ortaklar arasındaki bu çatışmanın, İsrail ile Erdoğan hükümeti arasında “Mavi Marmara Olayı” ile başlayan gerilimin bir sonucu olduğu; Fidan’ın MOSSAD tarafından “İran Ajanı” etiketlemesiyle hedef haline getirildiği, Gülen’in MOSSAD adına MİT’i kontrol altına almak için Fidan’ı etkisiz hale getirmeye kalkıştığı ileri sürülmüştü. Ancak olayın “Kürt Açılımı”nı sabote etmekten, Erdoğan’ın yakın markajına kadar uzanan boyutları bulunuyordu ve bütün bunlar Temmuz 2011’de ABD’nin sponsorluğunda kurulan Türkiye-Katar-Suudi Arabistan ittifakının içerisinde Suriye’deki “uzaktan kumandalı iç savaş” süreci yeni başlatıldığı sırada ortaya çıkmıştı.
Erdoğan ile Gülen arasındaki didişme, iki taraf arasındaki müzakerelerle bir yıllık bir süre için ateşkese dönüştüyse de İmralı sürecinde alttan alta sürdü. Haziran İsyanı karşısında bir araya gelen Erdoğan ve Gülen tarafları arasındaki çatışmanın ikinci açık raundu Eylül ayında “Dershaneler Krizi” ile açıldı. Gülen tarafı hükümetin “Dershaneleri kapatma” manevrasına, 17-25 Aralık 2013’deki “Rüşvet-Kara Para”, bir hafta sonra 1 Ocak 2014’teki “MİT TIR’ları Operasyonu”yla çok sert yanıt verdi.
17-25 Aralık/1 Ocak olayı ile birlikte devlet iktidarındaki Erdoğan-Gülen koalisyonu tam olarak bozuldu ve Erdoğan, polis, adliye ve jandarma/ordudaki Gülen iktidarına karşı Ergenekon artıkları ve MHP ile ittifak kurarak temizlik hareketine girişti. Adliye ve polisteki bu temizlik hareketi için gereken hegemonyanın sağlanmakta olduğu Ergenekon sanıklarının salıverilmesi ile anlaşıldı. 2016 Temmuz YAŞ’ında TSK’nin komuta kademesine de yansıyacaktı ki 15 Temmuz olayı patlak verdi.
2007 seçimlerinden sonra devlet iktidarını ele geçirmek üzere el birliği yapan ve 2010 referandumunun ardından Ergenekon operasyonunu bir önceki Genelkurmay Başkanı’na ve muvazzaf generallere kadar uzatarak devlet iktidarına el koyan Erdoğan-Gülen koalisyonu arasında daha iktidarı alır almaz patlak veren bu çatışmanın nedeni neydi?
“Erdoğan tarafı”, Meclis komisyonunda 15 Temmuz olayının soruşturulmasını engelleyerek, her iki taraf da mahkemelerde perdeleme yaparak, bu çatışmanın arkasındaki gerçek olayı görmemizi alenen engelledi. Ama bu engellemeler bizim bu olayın CIA-MOSSAD-Gülen Hareketi ve “Erdoğan tarafı” arasındaki, emperyalist savaş ve Ortadoğu hakimiyetine ilişkin mutabakat ve işbirliğindeki bir “ayarsızlık”tan patlak verdiğini anlamamızı önlemiyor. 2010’dan başlayıp 2016 Temmuz’una kadar uzanan bu süreç içerisinde “Gülen tarafı”nın Erdoğan tarafına yönelik ataklarının her devresinde “çözüm süreci sabotajları/şantajlarının” ortak bir tema oluşturmasının da özel bir anlamı olmalı.
Bilmediğimiz, halktan saklamak için binbir türlü dalavere çevrilen bu “ayarsızlığın” somut içeriğinin ne olduğu. Her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, cinayeti, dalavereyi, hileyi, desiseyi halkın karşısında açıkça savunabilen bu iki topluluğun, ortaya çıkmasın diye binbir numara çektikleri, ama birbirlerine karşı hezeyanlarla saldırdıkları bu içerik nasıl bir rezilane ilişkiler, pazarlıklar, aldım-verdimler, ihanetler, arkadan dolanmalar, kazıklamalar, suikastler dizisi olabilir ki?
Bunlar devrilip gittikten sonra da Ekim 2011-Temmuz 2016 sürecinin arkasındaki çatışmanın gerçekten ne olduğunu öğrenemezsek bilin ki aynı pisliği sürdürecek bir başka iktidar, görevi sahibinden devralmıştır. (FERDA KOÇ - YENİ YAŞAM-SENDİKA.ORG)
15 TEMMUZ'UN BÜYÜK SIRRI
Gülen-Erdoğan çatışması 15 Temmuz’da patlak vermedi. Çatışmanın ortalığa döküldüğü ilk tarihin 7 Şubat 2012’de Hakan Fidan’ın Zekeriya Öz tarafından savcılığa çağırılması ve Oslo görüşmelerine katılan MİT görevlileri hakkında Ergenekon davalarının özel yetkili savcıları tarafından yakalama emri çıkarılması olduğu hatırlardadır. “Gülen” tarafından geliştirilen bu hamlenin durduk yerde ortaya çıkmadığı biliniyor. İddianamelere yansıdığı ölçüde, “Gülen tarafı”nın yaptığı “yasadışı dinlemeler”in 2010’da kamuoyuna yansıdıktan (ve Erdoğan hükümeti tarafından örtbas edildikten) bir yıl sonra “Erdoğan tarafı”nı da dinlemeye aldığı Başbakanlık ofislerinde ve MİT’te yapılan aramalarla ortaya çıkarılmıştı.
Gülen’in Oslo görüşmelerine ilişkin “hazırlıkları”nın da Mart 2010’a tarihlendiğini ve bu hazırlıkların 2011 Ekim’inde operasyon materyali olarak kullanılmaya başlandığını dikkate alırsak, “Gülen tarafı” ile “Erdoğan tarafı” arasındaki “didişmenin” 7 Şubat 2012 olayından en az bir yıl önce başladığını varsayabiliriz.
O dönemde ortaklar arasındaki bu çatışmanın, İsrail ile Erdoğan hükümeti arasında “Mavi Marmara Olayı” ile başlayan gerilimin bir sonucu olduğu; Fidan’ın MOSSAD tarafından “İran Ajanı” etiketlemesiyle hedef haline getirildiği, Gülen’in MOSSAD adına MİT’i kontrol altına almak için Fidan’ı etkisiz hale getirmeye kalkıştığı ileri sürülmüştü. Ancak olayın “Kürt Açılımı”nı sabote etmekten, Erdoğan’ın yakın markajına kadar uzanan boyutları bulunuyordu ve bütün bunlar Temmuz 2011’de ABD’nin sponsorluğunda kurulan Türkiye-Katar-Suudi Arabistan ittifakının içerisinde Suriye’deki “uzaktan kumandalı iç savaş” süreci yeni başlatıldığı sırada ortaya çıkmıştı.
Erdoğan ile Gülen arasındaki didişme, iki taraf arasındaki müzakerelerle bir yıllık bir süre için ateşkese dönüştüyse de İmralı sürecinde alttan alta sürdü. Haziran İsyanı karşısında bir araya gelen Erdoğan ve Gülen tarafları arasındaki çatışmanın ikinci açık raundu Eylül ayında “Dershaneler Krizi” ile açıldı. Gülen tarafı hükümetin “Dershaneleri kapatma” manevrasına, 17-25 Aralık 2013’deki “Rüşvet-Kara Para”, bir hafta sonra 1 Ocak 2014’teki “MİT TIR’ları Operasyonu”yla çok sert yanıt verdi.
17-25 Aralık/1 Ocak olayı ile birlikte devlet iktidarındaki Erdoğan-Gülen koalisyonu tam olarak bozuldu ve Erdoğan, polis, adliye ve jandarma/ordudaki Gülen iktidarına karşı Ergenekon artıkları ve MHP ile ittifak kurarak temizlik hareketine girişti. Adliye ve polisteki bu temizlik hareketi için gereken hegemonyanın sağlanmakta olduğu Ergenekon sanıklarının salıverilmesi ile anlaşıldı. 2016 Temmuz YAŞ’ında TSK’nin komuta kademesine de yansıyacaktı ki 15 Temmuz olayı patlak verdi.
2007 seçimlerinden sonra devlet iktidarını ele geçirmek üzere el birliği yapan ve 2010 referandumunun ardından Ergenekon operasyonunu bir önceki Genelkurmay Başkanı’na ve muvazzaf generallere kadar uzatarak devlet iktidarına el koyan Erdoğan-Gülen koalisyonu arasında daha iktidarı alır almaz patlak veren bu çatışmanın nedeni neydi?
“Erdoğan tarafı”, Meclis komisyonunda 15 Temmuz olayının soruşturulmasını engelleyerek, her iki taraf da mahkemelerde perdeleme yaparak, bu çatışmanın arkasındaki gerçek olayı görmemizi alenen engelledi. Ama bu engellemeler bizim bu olayın CIA-MOSSAD-Gülen Hareketi ve “Erdoğan tarafı” arasındaki, emperyalist savaş ve Ortadoğu hakimiyetine ilişkin mutabakat ve işbirliğindeki bir “ayarsızlık”tan patlak verdiğini anlamamızı önlemiyor. 2010’dan başlayıp 2016 Temmuz’una kadar uzanan bu süreç içerisinde “Gülen tarafı”nın Erdoğan tarafına yönelik ataklarının her devresinde “çözüm süreci sabotajları/şantajlarının” ortak bir tema oluşturmasının da özel bir anlamı olmalı.
Bilmediğimiz, halktan saklamak için binbir türlü dalavere çevrilen bu “ayarsızlığın” somut içeriğinin ne olduğu. Her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, cinayeti, dalavereyi, hileyi, desiseyi halkın karşısında açıkça savunabilen bu iki topluluğun, ortaya çıkmasın diye binbir numara çektikleri, ama birbirlerine karşı hezeyanlarla saldırdıkları bu içerik nasıl bir rezilane ilişkiler, pazarlıklar, aldım-verdimler, ihanetler, arkadan dolanmalar, kazıklamalar, suikastler dizisi olabilir ki?
Bunlar devrilip gittikten sonra da Ekim 2011-Temmuz 2016 sürecinin arkasındaki çatışmanın gerçekten ne olduğunu öğrenemezsek bilin ki aynı pisliği sürdürecek bir başka iktidar, görevi sahibinden devralmıştır. (FERDA KOÇ - YENİ YAŞAM-SENDİKA.ORG)