Selahattin Demirtaş’ın avukatları, tahliye kararı sonrası yaptıkları mahsup başvurusuyla ilgili hala karar çıkmadığını belirterek “Demirtaş’ın bir saniye dahi bekletilmeden tahliye edilmesi gerekmektedir” dedi...
HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın avukatları Mahsuni Karaman, Ramazan Demir ve Benan Molu 18 Eylül’deki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi duruşması öncesi dava süreci ve Demirtaş’ın tahliye durumuna ilişkin açıklama yaptı.
Avukatlar, Taksim Hill Otel’de gerçekleştirilen basın toplantısında, “Tahliye kararının uygulanması kapsamında mahsup işlemi ve denetimli serbestlik kurumu bir hukuki veya siyasi lütuf değil, en temel haktır. Demirtaş’ın da kanunların açık hükümleri uyarınca tahliyesinin bir an önce sağlanması gerekmektedir” dedi.
Benan Molu tarafından okunan açıklamada, Demirtaş’ın için yargılandığı ana davada verilen tahliye kararı sonrası, tutuklu kaldığı sürenin ceza aldığı dosyanın infaz süresinden mahsubu için 11 Eylül’de başvuru yapıldığı hatırlatıldı.
Teknik ve hukuki açıdan çok kısa sürede sonuçlandırılabilecek mahsup süreci ile ilgili hala bir karar çıkmadığını belirten Molu, “Tahliye kararının uygulanması kapsamında mahsup işlemi ve denetimli serbestlik kurumu bir hukuki veya siyasi lütuf değil, en temel haktır. Demirtaş’ın da kanunların açık hükümleri uyarınca tahliyesinin bir an önce sağlanması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
“Demirtaş bir saniye dahi bekletilmeden tahliye edilmeli”
Molu’nun okuduğu açıklamanın tam metni şöyle:
Değerli basın mensupları,
Bilindiği gibi, Selahattin Demirtaş, diğer 12 HDP’li milletvekili ile birlikte 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklanmış, bu hukuka aykırı, haksız ve siyasi tutuklama kararı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapılmıştı.
Anayasa Mahkemesi 21 Aralık 2017 tarihinde verdiği kararla Demirtaş’ın tutuklanmasında herhangi bir hak ihlali bulmazken, AİHM, 20 Kasım 2018 tarihinde verdiği karar ile 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana tutuklu olan eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun devamı için Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere, sulh ceza ve ağır ceza mahkemeleri tarafından yeterli hiçbir gerekçe sunulamadığı için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) kişi özgürlüğü ve güvenliğini güvence altına alan 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğine; özellikle referandum ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, sadece bir milletvekili ve muhalif bir partinin eş genel başkanı olarak kendisinin değil, aynı zamanda temsil ettiği seçmenlerin de durumunu dikkate alarak tutukluluğu nedeniyle TBMM faaliyetlerine katılmasının imkansız hale gelmesi nedeniyle Sözleşme’ye Ek 1 Numaralı Protokol’ün 3. maddesinde güvence altına alınan serbest seçim hakkının ihlal edildiğine ihlal edildiğine karar verdi.
Bu hak ihlallerinin yanı sıra Mahkeme, Türkiye’deki genel siyasi durumu dikkate alarak başvurucunun siyasi sebeplerle tutuklandığı, tutuklanmasının ardında yatan nedenin ve hakkındaki hak sınırlandırmalarının birincil amacının çoğulculuğu boğmak ve siyasi tartışma özgürlüğünü kısıtlamak olduğu ve buna göre tehdit altında olanın yalnızca Demirtaş’ın bireysel hak ve özgürlükleri değil, tüm demokratik sistem olduğu sonucuna ulaşarak Sözleşme’nin 18. maddesinin (haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlandırılması) ihlal edildiğine karar verdi.
Bu karar, Demirtaş açısından önemli sonuçlar doğurduğu gibi, Mahkeme içtihadı bakımından da oldukça önemli yenilikler getirdi: Mahkeme, ilk kez, parlamento faaliyetleri nedeniyle tutuklanan bir kişinin seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğine karar vermiş oldu. Yine, Mahkeme, Türkiye’ye karşı verdiği bir kararda ilk kez Sözleşme’nin 18. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.
Mahkeme ayrıca, Sözleşme’nin 46. maddesi uyarınca, başvurucu Demirtaş’ın hakkında yeni bir delil olmadığı sürece, özgürlüğünden alıkonulmasının tespit edilen ihlallerin devamı anlamına geleceğini belirterek, Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına da hükmetti.
Bütün bu önemli tespit ve ihlallerin yanı sıra, Daire kararında, davada incelenmeyen, kabul edilemez bulunan ve ihlal bulunmayan iddialarımız da oldu. Bunlardan en önemlisi, şüphesiz, Demirtaş’ın tutuklanmasını haklı gösterecek somut delillerin ve makul suç şüphesinin varlığı nedeniyle Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının c bendinin ihlal edilmediğine ve ifade özgürlüğü ihlali iddiamızın ayrıca incelenmesine gerek görülmemesine karar verilmesidir. Oysa Demirtaş’ın tutuklanmasına dayanak olarak gösterilen deliller, uydurma bazı delillerden ve bir muhalefet partisi eş başkanı olarak yaptığı açıklamalardan, katıldığı basın açıklamaları ve toplantılardan ibarettir. Mahkeme’nin özellikle muhalif kişilerin yaptığı ifade özgürlüğü ve toplantı gösteri hakkı kapsamında korunan açıklama ve eylemler nedeniyle tutuklanmasının makul suç şüphesi taşımadığına, bunun hem özgürlük ve güvenlik hakkını hem de ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine dair yerleşik bir içtihadı bulunmaktadır. Demirtaş davasında bu yerleşik içtihattan sapılmıştır.
Bu nedenle, Mahkeme’nin Daire kararıyla tespit edilen ihlallerle birlikte aleyhte verilen kararların Mahkeme içtihadıyla uyumlu bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için 19 Şubat 2019 tarihinde AİHM Büyük Daire’ye başvurulmuştur. Hükümet de ihlal bulunan maddelere karşı bir itiraz sunmuştur.
Bu karara karşı hem Demirtaş’ın hem de Hükümet’in yaptığı itirazlar AİHM tarafından kabul edilerek davanın Büyük Daire’ye taşınmasına ve 18 Eylül 2019 tarihinde dosyanın bütünü üzerinde duruşma yapılmasına karar verilmiştir.
On yedi hakimden oluşan AİHM Büyük Dairesi’nden beklentimiz, Mahkeme’nin yerleşik içtihadı doğrultusunda yerel mahkemelerin ve Anayasa Mahkemesi’nin gerekçesiz, eksik ve hatalı değerlendirmeleriyle Demirtaş’ın muhalif bir milletvekili ve parti eş genel başkanı olarak ifade özgürlüğünü kullandığı için hukuka aykırı bir şekilde, siyasi sebeplerle tutuklandığının tespit edilmesidir.
Zira AİHM’nin 20 Kasım 2018’de verdiği ihlal kararının ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz’ ifadesinden hemen sonra, Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı davada Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, AİHM kararı üzerine yaptığımız üç tahliye talebini de reddetmiş, İstanbul 2. Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi ise, çözüm sürecinin başlangıcı olan 2013 tarihindeki İstanbul Newroz’undaki konuşmasından dolayı Demirtaş hakkında örgüt propagandası suçundan verilen en yüksek cezalardan biri olan 4 yıl 8 aylık hapis cezasını 4 Aralık 2018 tarihinde onayarak Selahattin Demirtaş’ı hükümlü statüsüne sokmuş ve böylece yargılanmasının tutuksuz devam etmesini talep eden AİHM Daire kararını fiilen uygulanamaz hale getirmiştir.
Ne var ki bu güne kadar yetmiş kez Demirtaş’ın tutukluluğunu değerlendiren ve tutuk halinin devamına karar veren mahkemeler, AİHM Büyük Daire duruşmasından on altı gün önce, üstelik avukatlarının da hazır olmadığı 2 Eylül 2019 tarihli duruşmada Demirtaş’ın tahliyesine karar vermiştir. Savcılığın Demirtaş’ın tahliyesine yaptığı itiraz, Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiş, bu haliyle Demirtaş’ın tutuklu olduğu esas dosyasındaki tahliye kararı kesinleşmiştir.
Ancak 4 yıl 8 ay hapis cezası verilen dosyadaki cezasının infazı devam ettiğinden Demirtaş bu aşamada tahliye edilememiştir. AİHM duruşması öncesi Hükümet’in AİHM dosyasındaki durumu lehine çevirmeye çalışma gayreti olarak değerlendirilebilecek olan tahliye kararı bugün itibarıyla uygulanmış değildir.
Bunun üzerine Demirtaş’ın tahliye olduğu dosyadan tutuklu kaldığı sürenin, ceza aldığı dosyanın infaz süresinden mahsubu için kararı veren İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 11 Eylül 2019 tarihinde başvuru yapılmıştır. Mahsup işlemi esas olarak mahkeme tarafından yapılacak bir hesaplama işlemi olup talep edilmesi halinde mahkemenin hiçbir gecikmeye mahal vermeyecek şekilde bir an önce hesaplama işlemini sonuçlandırması gereken bir süreçtir. Ancak, teknik ve hukuki açıdan çok kısa sürede sonuçlandırılabilecek mahsup süreci ile ilgili bugün itibarıyla söz konusu Mahkeme’den bir karar çıkmamıştır.
Mahsup işlemi sonrası Demirtaş’ın cezası 5 Mayıs 2019 tarihi itibarıyla bir yılın altına düştüğünden, hem son dönem Yargıtay kararları hem de Ceza İnfaz Kanunu’nun açık hükümleri uyarınca denetimli serbestlik kapsamında bir saniye dahi bekletilmeden tahliye edilmesi gerekmektedir.
Demirtaş’ın tahliye edilmesi, 4 Kasım 2016’dan bu yana yaklaşık üç yıldır özgürlüğünden hukuksuz ve haksız bir şekilde mahrum bırakıldığı ve kendisinin sürekli soruşturma, yargılanma ve yeni hapis cezalarıyla cezalandırılma tehdidi altında olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Tahliye kararının uygulanması kapsamında mahsup işlemi ve denetimli serbestlik kurumu bir hukuki veya siyasi lütuf değil, en temel haktır. Demirtaş’ın da kanunların açık hükümleri uyarınca tahliyesinin bir an önce sağlanması gerekmektedir.
Selahattin Demirtaş Vekilleri - 14 Eylül 2019
HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın avukatları Mahsuni Karaman, Ramazan Demir ve Benan Molu 18 Eylül’deki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi duruşması öncesi dava süreci ve Demirtaş’ın tahliye durumuna ilişkin açıklama yaptı.
Avukatlar, Taksim Hill Otel’de gerçekleştirilen basın toplantısında, “Tahliye kararının uygulanması kapsamında mahsup işlemi ve denetimli serbestlik kurumu bir hukuki veya siyasi lütuf değil, en temel haktır. Demirtaş’ın da kanunların açık hükümleri uyarınca tahliyesinin bir an önce sağlanması gerekmektedir” dedi.
Benan Molu tarafından okunan açıklamada, Demirtaş’ın için yargılandığı ana davada verilen tahliye kararı sonrası, tutuklu kaldığı sürenin ceza aldığı dosyanın infaz süresinden mahsubu için 11 Eylül’de başvuru yapıldığı hatırlatıldı.
Teknik ve hukuki açıdan çok kısa sürede sonuçlandırılabilecek mahsup süreci ile ilgili hala bir karar çıkmadığını belirten Molu, “Tahliye kararının uygulanması kapsamında mahsup işlemi ve denetimli serbestlik kurumu bir hukuki veya siyasi lütuf değil, en temel haktır. Demirtaş’ın da kanunların açık hükümleri uyarınca tahliyesinin bir an önce sağlanması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
“Demirtaş bir saniye dahi bekletilmeden tahliye edilmeli”
Molu’nun okuduğu açıklamanın tam metni şöyle:
Değerli basın mensupları,
Bilindiği gibi, Selahattin Demirtaş, diğer 12 HDP’li milletvekili ile birlikte 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklanmış, bu hukuka aykırı, haksız ve siyasi tutuklama kararı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapılmıştı.
Anayasa Mahkemesi 21 Aralık 2017 tarihinde verdiği kararla Demirtaş’ın tutuklanmasında herhangi bir hak ihlali bulmazken, AİHM, 20 Kasım 2018 tarihinde verdiği karar ile 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana tutuklu olan eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun devamı için Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere, sulh ceza ve ağır ceza mahkemeleri tarafından yeterli hiçbir gerekçe sunulamadığı için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) kişi özgürlüğü ve güvenliğini güvence altına alan 5. maddesinin 3. fıkrasının ihlal edildiğine; özellikle referandum ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, sadece bir milletvekili ve muhalif bir partinin eş genel başkanı olarak kendisinin değil, aynı zamanda temsil ettiği seçmenlerin de durumunu dikkate alarak tutukluluğu nedeniyle TBMM faaliyetlerine katılmasının imkansız hale gelmesi nedeniyle Sözleşme’ye Ek 1 Numaralı Protokol’ün 3. maddesinde güvence altına alınan serbest seçim hakkının ihlal edildiğine ihlal edildiğine karar verdi.
Bu hak ihlallerinin yanı sıra Mahkeme, Türkiye’deki genel siyasi durumu dikkate alarak başvurucunun siyasi sebeplerle tutuklandığı, tutuklanmasının ardında yatan nedenin ve hakkındaki hak sınırlandırmalarının birincil amacının çoğulculuğu boğmak ve siyasi tartışma özgürlüğünü kısıtlamak olduğu ve buna göre tehdit altında olanın yalnızca Demirtaş’ın bireysel hak ve özgürlükleri değil, tüm demokratik sistem olduğu sonucuna ulaşarak Sözleşme’nin 18. maddesinin (haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlandırılması) ihlal edildiğine karar verdi.
Bu karar, Demirtaş açısından önemli sonuçlar doğurduğu gibi, Mahkeme içtihadı bakımından da oldukça önemli yenilikler getirdi: Mahkeme, ilk kez, parlamento faaliyetleri nedeniyle tutuklanan bir kişinin seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğine karar vermiş oldu. Yine, Mahkeme, Türkiye’ye karşı verdiği bir kararda ilk kez Sözleşme’nin 18. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.
Mahkeme ayrıca, Sözleşme’nin 46. maddesi uyarınca, başvurucu Demirtaş’ın hakkında yeni bir delil olmadığı sürece, özgürlüğünden alıkonulmasının tespit edilen ihlallerin devamı anlamına geleceğini belirterek, Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına da hükmetti.
Bütün bu önemli tespit ve ihlallerin yanı sıra, Daire kararında, davada incelenmeyen, kabul edilemez bulunan ve ihlal bulunmayan iddialarımız da oldu. Bunlardan en önemlisi, şüphesiz, Demirtaş’ın tutuklanmasını haklı gösterecek somut delillerin ve makul suç şüphesinin varlığı nedeniyle Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının c bendinin ihlal edilmediğine ve ifade özgürlüğü ihlali iddiamızın ayrıca incelenmesine gerek görülmemesine karar verilmesidir. Oysa Demirtaş’ın tutuklanmasına dayanak olarak gösterilen deliller, uydurma bazı delillerden ve bir muhalefet partisi eş başkanı olarak yaptığı açıklamalardan, katıldığı basın açıklamaları ve toplantılardan ibarettir. Mahkeme’nin özellikle muhalif kişilerin yaptığı ifade özgürlüğü ve toplantı gösteri hakkı kapsamında korunan açıklama ve eylemler nedeniyle tutuklanmasının makul suç şüphesi taşımadığına, bunun hem özgürlük ve güvenlik hakkını hem de ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine dair yerleşik bir içtihadı bulunmaktadır. Demirtaş davasında bu yerleşik içtihattan sapılmıştır.
Bu nedenle, Mahkeme’nin Daire kararıyla tespit edilen ihlallerle birlikte aleyhte verilen kararların Mahkeme içtihadıyla uyumlu bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için 19 Şubat 2019 tarihinde AİHM Büyük Daire’ye başvurulmuştur. Hükümet de ihlal bulunan maddelere karşı bir itiraz sunmuştur.
Bu karara karşı hem Demirtaş’ın hem de Hükümet’in yaptığı itirazlar AİHM tarafından kabul edilerek davanın Büyük Daire’ye taşınmasına ve 18 Eylül 2019 tarihinde dosyanın bütünü üzerinde duruşma yapılmasına karar verilmiştir.
On yedi hakimden oluşan AİHM Büyük Dairesi’nden beklentimiz, Mahkeme’nin yerleşik içtihadı doğrultusunda yerel mahkemelerin ve Anayasa Mahkemesi’nin gerekçesiz, eksik ve hatalı değerlendirmeleriyle Demirtaş’ın muhalif bir milletvekili ve parti eş genel başkanı olarak ifade özgürlüğünü kullandığı için hukuka aykırı bir şekilde, siyasi sebeplerle tutuklandığının tespit edilmesidir.
Zira AİHM’nin 20 Kasım 2018’de verdiği ihlal kararının ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz’ ifadesinden hemen sonra, Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı davada Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, AİHM kararı üzerine yaptığımız üç tahliye talebini de reddetmiş, İstanbul 2. Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi ise, çözüm sürecinin başlangıcı olan 2013 tarihindeki İstanbul Newroz’undaki konuşmasından dolayı Demirtaş hakkında örgüt propagandası suçundan verilen en yüksek cezalardan biri olan 4 yıl 8 aylık hapis cezasını 4 Aralık 2018 tarihinde onayarak Selahattin Demirtaş’ı hükümlü statüsüne sokmuş ve böylece yargılanmasının tutuksuz devam etmesini talep eden AİHM Daire kararını fiilen uygulanamaz hale getirmiştir.
Ne var ki bu güne kadar yetmiş kez Demirtaş’ın tutukluluğunu değerlendiren ve tutuk halinin devamına karar veren mahkemeler, AİHM Büyük Daire duruşmasından on altı gün önce, üstelik avukatlarının da hazır olmadığı 2 Eylül 2019 tarihli duruşmada Demirtaş’ın tahliyesine karar vermiştir. Savcılığın Demirtaş’ın tahliyesine yaptığı itiraz, Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiş, bu haliyle Demirtaş’ın tutuklu olduğu esas dosyasındaki tahliye kararı kesinleşmiştir.
Ancak 4 yıl 8 ay hapis cezası verilen dosyadaki cezasının infazı devam ettiğinden Demirtaş bu aşamada tahliye edilememiştir. AİHM duruşması öncesi Hükümet’in AİHM dosyasındaki durumu lehine çevirmeye çalışma gayreti olarak değerlendirilebilecek olan tahliye kararı bugün itibarıyla uygulanmış değildir.
Bunun üzerine Demirtaş’ın tahliye olduğu dosyadan tutuklu kaldığı sürenin, ceza aldığı dosyanın infaz süresinden mahsubu için kararı veren İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 11 Eylül 2019 tarihinde başvuru yapılmıştır. Mahsup işlemi esas olarak mahkeme tarafından yapılacak bir hesaplama işlemi olup talep edilmesi halinde mahkemenin hiçbir gecikmeye mahal vermeyecek şekilde bir an önce hesaplama işlemini sonuçlandırması gereken bir süreçtir. Ancak, teknik ve hukuki açıdan çok kısa sürede sonuçlandırılabilecek mahsup süreci ile ilgili bugün itibarıyla söz konusu Mahkeme’den bir karar çıkmamıştır.
Mahsup işlemi sonrası Demirtaş’ın cezası 5 Mayıs 2019 tarihi itibarıyla bir yılın altına düştüğünden, hem son dönem Yargıtay kararları hem de Ceza İnfaz Kanunu’nun açık hükümleri uyarınca denetimli serbestlik kapsamında bir saniye dahi bekletilmeden tahliye edilmesi gerekmektedir.
Demirtaş’ın tahliye edilmesi, 4 Kasım 2016’dan bu yana yaklaşık üç yıldır özgürlüğünden hukuksuz ve haksız bir şekilde mahrum bırakıldığı ve kendisinin sürekli soruşturma, yargılanma ve yeni hapis cezalarıyla cezalandırılma tehdidi altında olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Tahliye kararının uygulanması kapsamında mahsup işlemi ve denetimli serbestlik kurumu bir hukuki veya siyasi lütuf değil, en temel haktır. Demirtaş’ın da kanunların açık hükümleri uyarınca tahliyesinin bir an önce sağlanması gerekmektedir.
Selahattin Demirtaş Vekilleri - 14 Eylül 2019