Muharrem ayı Aleviler için hem Matem ayıdır hemde muhabbet ayı. Dünyada Alevilerden başka muhabbet ayı olan başka bir topluluk daha var mı bilmiyorum.
Muhabbet canlı bir organizma gibidir. Muhabbette her kişi usulüne uygun destur alıp, aklına takılan soruyu sorarak o kunuda muhabbet edilmesini isteyebilir. Alevi eğitiminin temeli muhabbet cemidir; Aleviler üç canın bir olup muhabbet etmesine de Cem derler, “üç can bir Cem” sözü buradan çıkmıştır. Alevilikte muhabbetin yeri büyüktür bunun için Nesimi, “Gerçek aslımız sorarsan biz muhabbet geliriz, kabdan kaba süzülürüz aşk ile hasıl oluruz” diyor.
Bu yılki Muharrem sohbetlerinde Anadolu’daki Alevi hareketinin tarihi içindeki gelişim sürecini konuşalım istiyorum; destur olursa önerim bu.
Her inanç yaşadığı coğrafyadaki tarihi olaylar içinde kendi kendini var eder; hem tarihten etkilenir hemde tarihi etkiler.
Bunu Anadolu tarihinin gelişimi içinde bir yolculuk yapar gibi Aleviliğin gelişim sürecini izleyerek muhabbetimizi sürdürelim istiyorum.
Alevilerin Anadolu tarihi içinde bariz alarak ilk görülmeleri 1239’da başlayıp 1240’da bastırılan Babayi hurucudur.
Baba İsak ile Baba İlyas önderliğinde başlayan Babayi eylemi bastırılınca, Babayi hareketinden sağ kalanlar Selçuklu Devletince aranmaya başlıyorlar. Bu dönemde Babayi isyanından sağ kalanlar kendilerini gizleyerek yaşıyorlar; Hacı Bektaş’ın bu gün “Delikli taş” diye bilinen mağara civarında yaşadığı dönem bu dönem. “Gayip erenler” tabiri sanırım bu günlerin ürünü olarak çıkıyor. İşte tam bu sırada, Anadolu’ya Moğol akınları başlıyor. 1243’de yapılan Kösedağ savaşında Moğollar Selçuklu devletini ezip geçiyor.
Kösedağ savaşında yenilen Selçuklu ülkesini Moğollar istila etmeye başlayınca Selçuklu Devletinin uç boylarındaki Türk oymakları beylikler kurmaya başlıyorlar; Türk töresinde bir beyin, hutbe okutup, sikke bastırması devlet olduğunu ilan etmek anlamına geliyor. Böylece yirminin üzerinde Türkmen beyliği kutuluyor.
Anadolu’da bu süreç yaşanırken Anadolu’yu doğrudan etkileyen bir gelişmede Mısır’da yaşanıyor; 1250’de Mısır ordusundaki bir nevi paralı asker bir nevide köle konumundaki Türkmen askerler, isyan edip, Devleti ele geçirerek, “Memlüklüler” ya da “Kölemenler” adıyla bilinen Devleti kürüyorlar; bu Devletin asıl adına: “Et devlet et Türkiye” diyorlar. Memlukluların kuzey sınırı, Tarsus ile Elbistan’a kadar uzanıyor. Dulkadiroğlu Beyliği ile Ramazanoğlu Beyliği, Memluklulara bağlı olarak kuruluyorlar.
Dağılmaya başlayan Selçuklu coğrafyasında, beylikler kurulmaya başlayınca, Selçuklu Devletince aranmakta olan Babayiler de rahatlayıp, yeniden toparlanmaya başlıyorlar. İşte Hacı Bektaş Velayet Namesi Babil’lerin Hacı Bektaş etrafında nasıl birlik sağlandığını anlatır. Ben “Ihtırıcı” başlıklı yazımda bu süreci anlatmıştım.
Hacı Bektaş Velayet Namesinde Hacı Bektaşın lakabının bu dönemde “Ihtırıcı konduğunu” yazar; Hacı Bektaş “Ihtırıcı” diye anılmaya başlanır. Ihtırmak kişileri bir yere toplayıp, örgütleme anlamına geliyor.
O dönemde Ihtırımcı diye anılan Hacı Bektaşın etrafında birlik olan Babayi isyanından sağ kalanlar, Hacı Bektaş Dergahını kurup, onun çatısı altında birliklerini sağlıyorlar. “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözü o günlerin bir ürünü. Bunun için Hacı Bektaş Dergahı “Serçeşme” diye anılıyor.
Bu süreçte Anadolu’da kurulan Türkmen beylikleri, kendi içlerinde de mücadeleyede başlıyorlar.
Aslında Beylik densede birer devlet statüsünde olan bu Beyliklerin tümünde Babayilerin hem katkısı hemde etkisi var; bu anlamda 1300 yıllarından Sonra kurulan Osmanlı beyliğinin oluşmasında da bu etkinin olması normal; burada abartılacak hiç bir şey yok.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta şu: Vileyet Namede Hacı Bektaş’ın “Rum ülkesine Türkmen içinde Zülkadirli ilinde Bozok’tan girdi” diye ifade edilir (Hacı Bektaş -İbrahim’i Hacı bölümüne bakınız)
O zaman Dulkadirli ülkesi Memluklu devletinin himayesi altında ya da şöyle diyelim onların himayesinde oluşuyor.
Hacı Bektaş, Serçeşmemiz olan Dergahını Dulkadiroğlu oymağının etkin olduğu coğrafya içine oluşturuyor.
Hacı Bektaş’a, Dergahın yerinin değiştirilmesi üç defa öneriliyor üçünü de reddediyor (bakınız Velayet name Hırkadağı bölümü).
Hacı Bektaş 1272 ya da 1273 de bu dünyadan göçüyor yani ölüyor. Hacı Bektaştan sonra, Hacı Bektaş’ın yerine vasiyeti gereği, Hızır Lele Civan geçiyor; Hacı Bektaş’ın Saru İsmail’e söylediği vasiyetinde, “benim yerime Fatma ananın oğlu Hızır Lale Civan geçsin” diyor.
Hacı Bektaşın dünyadan göçmesinden Sonra, Kızıldeli
Adıyla bilinen Hızır Lale Civan İle Abdal Musa, Bulgaristan’ın Dimitoka bölgesinde Kızıldeli Dergahını kürüyorlar.
Abdal Musa, Kızıldeli Dergahı kurulduktan Sonra, Teke Beyliğine gelip, bu günkü Antalya civarında Abdal Musa Dergahını kürüyor. Bu üçüncü Dergahımız oluyor.
Abdal Musa Dergahından sonrada, Abdal Musa’dan el alan Kaygusuz Abdal, yanındaki 40 Derviş’le beraber Kahire’ye gidip, Kasrul Ayn diye anılan, Mukaddem dağındaki dördüncü Dergahımızı kürüyor. Kaygusuz Alevi Edebiyatının kurucusu kabul ediliyor, çağının en yetkin kişisi. Kaygusuz Abdal’ın 1420’den sonra öldüğü kabul ediliyor.
Aşık Veli, Zülfü Livaneli’nin de söylediği için çok bilinen deyişinde: “Velim aydur, dört Dergahtan evveli, Pirim Hünkar Hacı Bektaşi Veli” diyor. Bu yolda bu dört Dergaha özel bir önem atfediliyor.
Dikkat ederseniz Alevilerin bu dergahlarının dördüde Osman Oğulları hanedanlığının dışında kuruluyor. Kuruluş sürecinde Dergahların Osmanlı Beyliği ile hiçbir bağı ya da ilişkisi yok. Bunun için Ömer Lütfi Barkan gibi kimi yazarların, “Kolonizatör Türk Dervişler” diye kitaplar yazı yazıp, Alevi dervişleri Osmanlı’nın öncü kuvveti, onun ajanları gibi göstermesi külliyen yanlıştır. Bu dervişler inanç abideleridir, her hangi bir devletin öncü gücü ya da ajanı değil.
Bu tarihsel süreçte yol alarak yolculuğumuzu sürdürelim.
Bu süreçte, Osmanlı Beyliği, Bizans kralı ile Sırp kralı başta olmak üzere Avrupa Beyleri ile ittifaklar kurarak Rum diyarındaki bu Türkmen beyliklerini işgal edip ilhak etmeye başlıyor.
İşte bu gelişmelerin üzerine, Yurtları – ülkeleri Osmanlılar’ tarafından ilhak edilen Türkmen devletlerinin önderleri, kurtarıcı olarak Timur’a başvuruyorlar. Karaman oğlu Mehmet Bey’in yazdığı mektup ile Timur’un haki payına gidiyorlar.
Sonuç olarak Timur, Osmanlılar tarafından ülkeleri işgal edilen Türkmen devletlerinin (beyliklerinin) daveti üzere, Yıldırım Beyazıd’dan bu beylikleri kurtarmak için Osmanlı’ya savaş açıp Rum diyarına yürüyor.
1402’deki Ankara savaşında Beyazıd’ın etrafında Sırp kıralı ile Bizans Prensinden oluşan bir Balkan federasyonu oluşurken, Timur’un etrafında da Türkmen Cephesi oluşuyor.
Savaş anında da Osmalı ordusunda bulunan Türkmen askerlerinin, Timur’un safına geçmesi sonucu Ankara savaşını Timur kazanıyor; bu halin anlaşılması için Machiavelli’yi okumak gerekiyor.
Timur’un Urum diyarı denilen Anadolu’ya gelişinde ona en büyük yardımı, öncülüğü Akkoyunlu federasyonunun temsilcisi olan Uzun Hasan’ın dedesi meşhur Kara Yülük Osman Bey yaptığı için, Tımur Diyarbekir ülkesini Akkoyunlulara veriyor (bakınız Walter Hınz, Şeyh Cüneyd ve Uzun Hasan kitabı). Diyar’ı Bekr o zaman bir ülke başşehri Tiğran, bu günkü Diyarbakır’ın adı o zaman Kara Amid.
Ankara savaşını kazanan Timur, Türkmen beylerine verdiği sözü tutup, bu devletleri kendi yerleri olan bölgelerde tekrar kurdurup gidiyor. Dukas, Şikarı, Aşıkpaşa, Hadidi, Vb bütün tarihçiler bu tarihi aynen böyle anlatıyorlar, isteyen oralara bakabilir. (“Anadolu Tarihinin Gizlenen Yanı” adlı kitabım ile “Çelebiler Zamanı” adlı kitaplarımda bu konu ayrıntılı olarak anlatılıyor)
Timur, Ankara savaşından sonra Anadolu’dan giderken, Erdebil’de Safevi Dergahının Şeyhi, Şeyh Ali Baba ile görüşüyor. Şeyh Ali babadan çok etkilenen Timur, Şeh Ali’nin isteği üzere Osmanlı’dan aldığı kimi kaynaklarda 30 bin, kimi kaynaklarda da 40 bin diye geçen savaş esirini Safevi Dergahına bağışlıyor. O dönemde nüfus çok az, birçok ilin nüfusunun beş bini geçmediğini düşünürsek bu sayı muazzam bir şey.
Timur’un bağışladığı bu esirleri, Safevi dervişleri “rahleyi tedrisattan geçirip” yani eğitip, herkesi eski yurtlarına yani Anadoluya gönderiyorlar. Anadolu’ya gelen bu kişiler, kendi çocuklarını da eğitim için Erdebil Dergahına gönderiyor. Bunlar Safevi Dergahının Anadolu’daki taraftarları olup, Safeviler’in çalışmalarını yürütüyorlar. Anadoluda Şah İsmail Safevi Devletini kurunca, onun destekleyicilerinin bir kısmı Timur’un Safevi dergahına bağışladığı bu savaş esirlerinin çocuklarıdır; bu süreç iyi bilinmezse Anadolu’daki Safevi etkisi anlaşılamaz. Bunlar Safevi Devleti kurulunca, Şaha gidelim diye Anadolu’da bulundukları yerlerden göçüp, Safevi ülkesine gitmeye başlıyorlar; Şaha gidelim tabirinin tarihi anlamı bu.
Safeviler’in yani Şah İsmail’in Anadolu’daki etkisini anlamak için burada şu ayrıntıyı da söylemem gerekiyor. Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan, Safevi Şeyhi, Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd’i Akkoyunlu devletinin başşehri olan Diyarbakır’a davet edip, onu bacısı ile evlendiriyor.
Şeyh Cüneyd ile Uzun Hasan’ın bacısı Hatice hatunun evliliğinden Şeyh Haydar dünyaya geliyor. Şeyh Haydar Safevi Tarikatının taraftarlarına 12 dilimli, “Tacı Haydar” denilen Kırmızı börk giydirdiği için, bundan sonra bunlara “Kızılbaşlar” deniyor; Kızılbaş tabiri buradan çıkıyor.
Uzun Hasan, bacısınında oğlu olan Şeyh Haydarı kızı İle evlendiriyor. Bu evlilikten de, Yar Ali, Şah İsmail ile Şeyh İbrahim dünyaya geliyorlar.
Uzun Hasan ölünce, Uzun Hasan’ın oğulları arasında çıkan taht kavgası sırasında Uzun Hasan’ın oğulları ölüyor, Akkoyunlu Devletinde ileri gelen Türkmen oymakları, Erzincan’ın “Sarı Yayla” denen bölgesinde düzenleledikleri kurultayda, Uzun Hasan’ın kızınınında oğlu olan Şah İsmail’in etrafında birleşip, “Kızılbaş Safevi Devletini” kuruyorlar. Bu tarihi süreci bir bütün olarak görmezsek, tarih anlaşılamaz deyip başka bir baba geçiyorum. Safevi Devleti kurulunca, Safevi taraftarı olan Kızılbaşlar “Şaha gidelim” deyip, buradan göçüp, oraya gidiyorlar.
Ankara Savaşında Türkmen’lerin Timur’u desteklemesi sonucu yıkılan Osmanlı devleti on ya da on bir yıl sonra tekrar oluşuyor; buna ikinci Osmanlı Devleti demek gerek.
Osmanlı Devletinin bu ikinci kuruluşu, devşirmelerin etkisi altında oluyor. Bunlar, yani bu devşirmeler bundan sonra Türkmenlere iyi gözle bakmıyorlar; bu konuyu Faruk Sümer, “Safevi Devletinin kuruluşu” ile “Oğuzlar” adlı kitabında çok güzel yazmış; konuyu merak eden oradan okumalı.
Osmanlı Devletinin ikinci kuruluşundan sonra genel olarak Türkmenler, özel olarakta “Işık tayfesi” denen Kızılbaşlar övey evlat muamelesi görüyor; birini aşağılamak için ona “Terk” demek yetiyor; “Terk” Arap aksanına göre “Türk” demek, Terk’in çoğulu Etrâk; “etrâk-ı bi idrak” tabiri buradan geliyor (Konu için Yusuf Akçura’nın, “Yeni Türk Devletinin öncüleri” kitabına bakın)
Osmanlı Devleti ikinci kez kuruluşundan sonra, tekrar güçlenince Anadolu’daki bu devletleri tekrar işgal etmeye başlıyorlar. Bu işgallerden dört ya da beş yıl sonrada ülkesi işgal edilen Beyza’da ailelerin Önderliğinde Osmanlı’nın işgaline karşı bir başkaldırı oluyor; bu başkaldırılara o zaman “huruç etmek” deniyor.
Bu isyanların tümü, ülkeleri işgal edilen yerel halkın başkaldırısıdır ; din – iman savaşı değildir yani.
Osmalı Devletinin en son işgal edip, ilhak ettiği ülke Dulkadirli ülkesidir (tarih 1522).
Dulkadiroğlu devleti, resmi olarak 185 yıl yaşıyor. Dulkadiroğlu Devleti 1522’yılında Osmanlı Devletince ilhak ediliyor.
Dulkadıroğlu devletinin ilhakından beş – altı yıl sonra, Önce Dulkadirli beyzadelerinden Baba Zünnün önderliğinde bir başkaldırı (isyan) başlıyor, bu isyancılar bundan bir yıl sonra başlayan Deli Dündar ile Kalender Çelebi önderliğindeki
Hareketle gelip, katılıyor, Kazovada birleşiyorlar; o çağda yaşayan Pir Sultan bunun için “Sancak kalksın Kazovaya dikilsin” diyor. Kazova’nın yakınlarında olan Cincife denilen bir bölgede Osmanlı ordusunu bozguna uğratıp, yeniyorlar.
Bence Kalender Çelebi, ne kadar manevi lider olsada, Dulkadiroğlu beyzadelerinden Deli Dündar önderliğindeki bu harekete destek oluyor. Kalender Çelebi buraya katılımıda bu hareketin başlamasından sonradır. Yani bu savaş, bir din – iman savaşı değil Osmanlı’nın işgaline karşı Dulkadiroğlu ülkesinin hanedan ailelerinin önderliğinde başlatılan bir savaştır; o zamanlar buna “huruç etmek” deniyor.
Yukarda cep telefonumla kısaca yazdığım gibi isyan denilen bu başkaldırılar, ülkeleri işgal edilen halkın doğal, haklı, baş kaldırışıdır; ben bunlara isyan DEĞİL başkaldırı denmesini öneriyorum. Konu bu perspektifle yeniden konuşulup yazılmalıdır. Kalender Çelebi’nin 1527 yılındaki huruç hareketi bastırıldıktan sonra, bu çapta bir hareket daha yapılamıyor. Bundan sonra Osmanlı zulmüne tepkiler sosyal eşkiyalık şeklini alıyor.
Osmanlı padişahı Kalender ÇELEBİ isyanından 23 yıl sonra yani 1550’de ya da 1551’de Serçeşmemiz olan Hacı Bektaş Dergahına kaynı Sersem Ali babayı atıyor, bu atama günümüzde belediyelere yapılan kayyum atamalarına çok benzer; Çelebiler ile Pir Sultan gibi Alevi önderleri, “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” diye bu atamaya karşı geliyorlar. Böylece Alevilikte yol ayrımı; Babagan – ÇELEBİ ayrımı tarih sahnesine çıkıp, yaşanmaya başlıyor; bu ayrılık bütün Alevi dünyasında yaşanıyor. İşte bu mücadele sürecinde bir ihbarla yakalanan Pir Sultan mahlasını kullanan Koca Haydar, 1563’lü yıllarda asılıyor. Bu tarihi Çelebiler zamanı adlı kitabımda ayrıntılı olarak yazdım. Bundan sonrada yazacağım.
*
Erenler
Tarihte bu yolculuğu şöyle sürdüre biliriz.
Kalender Çelebi İsyanı bu toprakların Osmanlı’ya karşı en büyük halk hareketinin, en büyük isyanının adıdır.
Nazım Hikmet, Şeyh Bedreddin destanını anlattığı gibi bu destansıda anlatsaydı solcular da bu isyanı bilirdi; Aslına bakarsan bütün suç Nazımda, o bunu anlatmadığı için sosyalistler bilgisiz kalıp, bundan haberleri olmadı.
Halbuki Anadolu’nun asıl tarihi bundan Sonra yaşandı.
Anadolu’nun işgalini tamamlayan Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Alevi Dergahlarına yeni bir düzen vermeye başladı.
Osmanlı Hanedanlığının ünlü Padişahı Kanuni, Kalender Çelebi isyanını 1527’de bastırdıktan 23 yada 24 yıl Sonra Alevilerin Serçeşmesi olan Hacı Bektaş Dergahını yönetmesi için, eşi Mahi Devranın abisi, Server Paşayı Hacı Bektaş Dergahının başına atadı. Server Paşa, Alevi tarihinde “Sersem Ali Baba” lakabıyla tanınır.
Bu atama günümüzde halkın seçtiği belediye başkanlarını alıp, halka hizmet etmesini için kendi adamıyın ataması olan “Kayyum atamalarına” tıpa tıp benziyor.
Gün bu gün, zaman bu zaman, şimdi düşün Diyarbakır Belediye başkanlığına kayyum olarak atanan adam Diyarbakır halkına ne diyor: “ben size daha iyi hizmet edeceğim” diyor değil mi? Onunla işbirliği yapanlar, “bal tutan parmağını yalar” hesabı, bu ballı parmağı yalamak isteyenler olduğu gibi, Pir Sultan gibi “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” deyip buna karşı çıkan Pir Sultanlarda olmaz mı? Teorik olarak bu da pek ala mümkün ama bunu tarih gösterecek.
Osmanlı Padişahı Dergahlara adamını atayınca bütün Alevi Dergahları ikiye bölünüyor. Bir Osmanlı Padişahının Dergaha atadığı kayyum varı adamla işbirliği yapanlar kesimi çıkıyor, birde Pir Sultan gibi “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” diyenler çıkıyor.
Geçen günlerde yazdım, Rıza Yıldırım “Bektaşiliğin Doğuşu” adını verdiği kitabında, bu günkü Yunanistan’ın, Dimitoka kentindeki Kızıldeli Dergahını anlatırken, Dergahın ikiye bölündüğünü, bu bölünmenin, 1. Süleyman dediği Kanuni döneminde olduğunu, 1568’den sonrada bu kesimlerden birine verilen belgelerde “Seyyid” denmeye başlandığını söylüyor.
Osmanlı padişahı günümüzde belediyelere kayyum atandığı gibi, kaynını Dergahın başına atayınca dergahlar çevresindeki
Aleviler ikiye bölünüyorlar; bu guruplardan biri Mesela Pir Sultan kayyuma karşı çıkıp, asılırken, diğer gurup onunla işbirliği yapıyor.
Osmanlı Devleti kendisi ile işbirliği yapanları destekleyip onere etmek için onlara Berat vari belgeler veriyor. Alevi tarihinde Osmanlı Devletinin işbirlikçilere verdiği beratlara “Şecere” deniyor. Bu işbirlikçilere verilen Şecrelerde bu belgeyi alan zat, Ehli beyit soyundan bir Seyyid evladıdır. Bu Seyyid evladı, askere gitmeyecek, vergi vermeyecek, bu belgeyi gören her devlet görevlisi bunun işini yapıp saygı gösterecek; bu Seyyid evladı da, Ramazan’da oruç tutturacak, namaz kıldıracak, olanağı olanın Hacca gitmesini sağlayacak deniyor.
Alevi dünyasında Osmanlı’nın Nakubül eşraflık kurumundan Seyitlik belgesi almış çok sayıda Ocakzade dede var. Bir kişiye kırk gün deli desen, deli olguna inanırmış ya, bu hesap bunca zaman içinde Seyyid olduğunu söyleyenlerede inananlar çoğalıyor.
Yaşanılan tarih kadar oraya nereden baktığın önemlidir. Tarihi egemenlerle ezilenler arasındaki sınıflar mücadelesinin anlatımıdır diye bakarsan bunları görürsün yoksa göremezsin; kayyumun ne kadar iyi hizmetler yapıp, bu ballı parmakları yalamaya çalışanları nasıl onere edip, nasıl onları öven belgeler verdiğini anlatır durursun. Bunun için anlatılan tarih kadar anlatanın nerede durup, bunu nasıl anlattığı da önemlidir
(RIZA AYDIN - https://yalansz.wordpress.com/2019/09/04/muharrem-sohbetleri/)