Silahlanma olgusu tarihte hep var olsa da esasen 1871’de Otto ven Bismark’ın Almanya’yı birleştirmesinden sonra hızla yükselişe geçtiği görülür...
"En fazla silah satan ilk beş ülkeden dördünün BM Güvenlik Konseyi’nde dünya barışını koruyor olmaları düşündürücüdür"
A. Rakamlarla Uluslararası Silah Ticareti
Son on yılda dünya genelinde iç savaş, silahlı çatışmalar, terörizm ve büyük ölçekli şiddet olaylarında korkutucu bir artış söz konusu olmaya başlamış; özellikle Orta Doğu, Afrika ve Güney Asya’daki karışıklıklar global güvenliği tehdit eder hale gelmiştir. II.Dünya Savaşı sonrası ABD ile SSCB arasındaki Soğuk Savaş Dönemi’nin 1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla sona ermesinin ardından 2000’lerin başına kadar durulan dünya, 11 Eylül saldırılarıyla beraber hiç düşmeyen bir gerilime şahit olmaya başlamıştır. Son zamanlarda yapılan araştırmalara göre dünya genelinde zorla yerinden edilmiş insanların sayısının 65 milyonun üzerinde olduğu ve bu sayının gittikçe daha hızlı bir şekilde artacağı tahmin edilmektedir.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından 1950-2016 yılları arasındaki dönem için yapılan uluslararası silah transferlerindeki trendlerin analizine göre, Kore Savaşı sırasında 1950’lerde yapılan transferlerde bir artış ve ardından Hindistan ile Pakistan arasındaki savaş döneminde ciddi bir artış daha olduğu göze çarpmaktadır. Pak Savaşı ve Vietnam Savaşıyla beraber silah transferlerindeki artış devam etmiş ve 1980’lerde 1990’ların sonlarındaki tek tük birkaç artış haricinde 2002 yılına kadar göreceli bir düşüş eğilimine tanık olunduktan sonra, Irak-İran Savaşı sırasında doruk noktasına ulaşmıştır. Ancak, 2003’ten itibaren Orta Doğu ve Afganistan’daki durum kötüleştikçe, silah satışları yeniden artmaya başlamıştır. İstatistikler, savaşlar sırasında veya ülkeler / bölgeler siyasi belirsizliklerle karşı karşıya kaldıklarında silah satışlarının artmakta olduğunu göstermektedir.
SIPRI tarafından 2018 yılı Uluslararası Silah Transferi Eğilimleri raporuna göre dünyadaki silah transferi hacmi 2014-2018 yılları arasında 2009-2013 yılları arasındakine göre %7,8 artış göstermiştir. SIPRI, 2014-18’de 67 ülkeyi büyük silah ihracatçısı olarak tanımlamıştır. Bu dönemde en büyük beş silah tedarikçisi – ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Çin – tüm silah ihracatının yüzde 75’ini oluşturmuştur. 2014–18’deki ilk beş, 2009–13’teki ile aynı kalmış ancak toplam büyük silah ihracatı yüzde 10 daha artmıştır. ABD, SIPRI tarafından yayımlanan rapora göre dünyadaki en büyük silah ihracatcısı konumundadır. 2014-18 yılları arasındaki dönemde toplam küresel ihracatını %30’dan %36’ya çıkarmıştır.
SIPRI, 2014–2018 döneminde 155 ülkeyi büyük silah ithalatçısı olarak tanımlamıştır. İlk beş silah ithalatçısı – Suudi Arabistan, Hindistan, Mısır, Avustralya ve Cezayir – 2014–18 arasında toplam silah ithalatının yüzde 35’ini gerçekleştirmiştir. Bunlardan Suudi Arabistan ve Hindistan 2009–13 ve 2014–18 arasında da ilk beş ithalatçısı içinde yer almışlardır. Bölgesel düzeyde, Asya ve Okyanusya, 2014-18’de, ithalatın yüzde 40’ını gerçekleştirmiş; bunu Orta Doğu, Avrupa, Afrika ve Amerika izlemiştir. Asya-Pasifik bölgesindeki tehdit algısının artması nedeniyle Avustralya, büyük askeri silah satın alma politikalarına başlayarak silah ithalatını 2014-18 döneminde %37 oranında arttırmış; sonuç olarak 1950’den bu yana en yüksek seviyeye yükseltmişti.Hindistan ve Pakistan arasındaki uzun süredir devam eden ihtilaflara rağmen, silah ithalatı her iki ülke için de 2014–18’de 2009–13’e göre azalmıştır. Körfez Arap ülkeleri tarafından silah ithalatı 2014-18 arasında büyük bir artış göstermiştir. Bu artışların ardındaki kilit nedenler arasında bir yandan İran ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki güvensizlik, diğer yandan 2015 yılında başlayan Yemen’deki savaş ve 2017 ortasından beri birbirlerine düşman kesilen Katar ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki ilişkiler vardır. Suudi Arabistan’ın silah ithalatı 2014-18 yılları arasında % 192 artmış ve dünyanın en büyük silah ithalatçısı olmuştur. Amerika Suudi Arabistan silah ithalatının yüzde 68’ini sağlamıştır. Orta Doğu’daki devletlerin silah ithalatı 2009-2013 ve 2014-18 dönemleri arasında %87 artmıştır.
SIPRI 2017 yılında dünya çapında yapılan askeri harcamaların için toplamda 1 trilyon 739 milyar dolar harcandığını açıklamıştır. Bu da küresel GSYH’nin yüzde 2.2’sine denk gelmektedir. Ülkelerin askeri harcamalarına ilişkin veriler okunurken; giderlerin salt silah tedarikini yansıtmadığının altını çizmek gerekmektedir. Harcamaların; ordu yapısı ve mevcudu, askeri personel giderleri, kuvvetlerin imkân ve kabiliyetleri, Ar-Ge faaliyetleri, modernizasyon projeleri, küresel ölçekte askeri konuşlanma ve sınır ötesi harekâtlar gibi muhtelif kalemleri içerdiği hesaba katılmalıdır. Dolayısıyla bir ülkenin yıl bazında yaptığı askeri harcamalarındaki artış; örneğin yerli ve milli kaynaklar ürettiği veya yurtdışından doğrudan hazır alım suretiyle tedarik ettiği silah platformları kadar, ordunun sınır ötesinde cereyan eden muharebelere ne kadar sürede ve nasıl bir kuvvetle katıldığına göre değişiklik gösterebilmektedir Ancak küresel ölçekte yapılan askeri harcamalara ilişkin temel trendin on yıllardır pozisyonunu koruduğu da bir gerçektir. Bu trendde dünya genelinde en fazla askeri harcama yapan ilk 15 ülkede başı çeken ülke ABD’dir. ABD’yi yıllara göre sıralamaları değişmekle birlikte (istisnai ya da kısa süreli geçici dönemler hariç) Çin ve Rusya takip etmektedir.
Uluslararası silah ticaretindeki bu verilere bakıldığında dünya çapında askeri harcamalar için ayrılan bütçenin fazlalığı ve silah ticaretindeki büyük artış endişe vericidir. Uluslararası alanda silah ithalatını önemli ölçüde gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerin yaptığı görülmektedir. Bu tür ülkeler genellikle sağlık şartları zayıf, düşük ortalama insan ömrü ve okur yazarlık düzeyi ortak özelliğine sahiptirler. Gelişen ülkelerde büyük sosyo-ekonomik problemlerin çözümü öncelik taşımamaktadır. Araştırmalar gelişen ülkelerin gayrisafi milli hasılasının büyük bir oranının iç çatışmaları bastırma, ulusal güvenlik ihtiyaçları gibi çeşitli sebeplerle silahlanmaya harcandığını göstermektedir. Sonuçta, silah ihracatı yapan ülkelerde refah düzeyi artarken, ithalat yapan gelişen ülkelerde insanlar açlık sınırında veya daha da altında yaşamaya, ülkenin sosyo-ekonomik şartları daha da kötüleşmeye devam etmektedir. Silahlanmaya daha çok harcama, daha çok siyasi istikrarsızlık, daha çok iç ve uluslararası çatışma anlamına gelmektedir. İthal edilen silahlar üretimde kullanılamadığı veya doğrudan tüketim malzemesi olduğu için harcanan paranın ödemesine de katkısı olmamakta, aksine yeni para teminini gerektirmekte ve dolayısıyla endüstriyel ülkelere ekonomik bağımlılığın artmasına sebep olmaktadır. Bu sonuçlar, bölgesel eşitsizlikler artarken uluslararası güvensizlik düzeyinin de arttığını göstermektedir Ayrıca, ulusal kaynakların büyük ölçüde silahlanmaya harcanması hem devletlerin ekonomik güçlerini zayıflatmakta hem de insan güvenliğini tehdit etmektedir. Kişilerin ve ülkelerin gelişme hakkı, insan hak ve özgürlüklerinin yaşatılması oldukça zayıf kalmaktadır. Daha çok silah, uluslara daha çok güvenlik, daha çok refah veya daha çok mutluluk getirmemektedir. Zira, bugün yeryüzünün hiçbir coğrafyası silahlı tehditlerden uzak bulunmamaktadır.(1) Uluslararası alanda en fazla silah ihracatı yapan ilk beş ülkenin (ABD, Rusya, Çin, Almanya, Fransa) içinde dört tane BM daimi üyesinin bulunması, dünya barışını korumak amacıyla yapılan çalışmalara ne kadar önem verildiği konusunda düşündürücüdür.
B. Uluslararası Alanda Yasadışı Silah Ticareti
Uluslararası alanda yasal silah ticaretinin yanında yasal olmayan bir şekilde silah ve mühimmat kaçakçılığının yapıldığı yasadışı silah ticareti de söz konusudur. Yasadışı silah piyasasının, dünyadaki toplam silah ticaretinin %10-20 değerinde olduğu tahmin edilmektedir. Her yıl yaklaşık bir milyon çalınan / kaybedilen silahın ‘Karaborsa’ ile sonuçlandığı tahmin edilmektedir. Yasadışı işlem gören silahlar ve mühimmatlar terör örgütleri, uyuşturucu kartelleri ve insan kaçakçıları tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Yasadışı silah ticaretine konu olan silah ve mühimmatlar büyük oranda uluslararası hukuka aykırı bir şekilde sivillere karşı toplu suçlarda kullanılmaktadır. Araştırmalar silahlı şiddet ve çatışmaların gelişen ülkelerde yoksulluğa ve insan ölümlerine yol açan başlıca sebeplerden olduğunu göstermektedir. Sınır aşan suç örgütleri, ihtiyaç duydukları silah ve mühimmatları uyuşturucu madde kaçakçılığı, insan ve silah ticareti yapmak suretiyle elde ettikleri kara parayla karaborsadan illegal yollarla karşılamaktadır. Her bir suç alanı diğerini etkilemekte, her bir suçtan elde edilen para diğer suçları gerektirmekte ve güçlendirmektedir. Diğer bir ifadeyle, silah ticareti, silahların elde edilmesi ve kötüye kullanılması, insan ve uyuşturucu madde ticareti gibi diğer başlıca suç alanlarını beslemektedir.
Uzun yıllar boyunca sorumsuzca yapılan silah ticaretinin telafi edilemez büyük sonuçlarına rağmen BM, konvansiyonel silahların hukuk dışı ticaretini ancak 1988’de Genel Kurul gündemine alabilmiştir. Nihayet 2 Nisan 2013 tarihinde, BM Genel Kurulu uluslararası güvenlik eksenli Birleşmiş Milletler Uluslararası Silah Ticareti Antlaşması (STA)’nı devletlerin imzasına açmıştır. Küçük silahlardan savaş tanklarına, savaş uçakları ve savaş gemilerine kadar geniş bir şekilde konvansiyonel silahların uluslararası ticareti düzenleyen STA (ATT-Arms Trade Treaty) 24 Aralık 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Düzenleme esas itibarıyla suç örgütlerinin bu silahlara erişimini ve ticaret konusu yapılmasını önlemeye yöneliktir. Bu bağlamda STA, uluslararası adalet, barış ve güvenlik düzeninin tesisine yönelik atılmış önemli bir adımdır. STA, 130 devlet tarafından imzalanmış fakat sadece 99 devlet tarafından yürürlüğe sokulmuştur. Anlaşma uluslararası silah ticaretini düzenleme bakımından bir ilk olarak kabul edilir.
Bu antlaşma, konvansiyonel silahlara ilişkin olarak, bir taraftan, yetkilendirilmiş transferlere mümkün olan en üst uluslararası standartları getirmeyi; diğer taraftan, hukuk dışı faaliyet ve transferleri önlemeyi amaçlamaktadır. Son tahlilde, silah tacirlerinin, korsanların ve çetelerin bu silahlara ulaşımı tamamen önlenemese de zorlaştırılacağı düşünülmektedir. Biyolojik, kimyasal veya nükleer nitelikli silahlar açıkça bu antlaşma kapsamı dışında kalmaktadır. STA’ nın bir bütün olarak ele alındığında aslında bir yükümlülükler manzumesini oluşturduğu görülmektedir. Ne var ki bu yükümlülüklerin yürütümünde herhangi bir bağlayıcı yargısal sistem kurulmamıştır. Dolayısıyla, söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmesi taraf devletlerin istek ve iradelerine bırakılmıştır. Bu yükümlülükler, devletlerin esas itibarıyla yapmak ve/veya yapmamak şeklinde pozitif nitelikte hareketlerini gerektirmektedir. Kuşkusuz STA’nın amacının gerçekleştirilmesi taraf devletlerin yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmelerine bağlı bulunmaktadır. Taraf olan her devletin, BM’den yardım talep edebileceği gibi gerektiğinde yardım etmesi de gerekmektedir.
Ayrıca BM ateşli silahların, parçalarının ve mühimmatlarının yasa dışı imalat ve kaçakçılığına karşı “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek Ateşli Silahlar, Parçaları ve Aksamları ile Mühimmatının Yasa dışı Üretimine ve Kaçakçılığına Karşı Protokol”nü yürürlüğe sokmuştur. Bunun yanında Eylül 2003’ te yürürlüğe giren “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ateşli silah kaçakçılığını da kapsamaktadır.
C. Geçmişten Günümüze Silahlanma Yarışı
Devletlerin tarih sahnesinde belirmesinden sonra üstünlük iddialarıyla desteklenen silahlanma, ilk çağlardan itibaren var olmuş bir gerçektir. Günümüzde terim, devletlerin birbirlerine karşı mutlak olarak üstünlüğü değil de, karşılaştırmalı üstünlüğü olarak nitelendirilebilinir. Ancak silahlanma bir terim olarak; iki ya da daha fazla ulus-devletin birbirine karşı daha gelişmiş teknolojiye, daha büyük ordu ve daha çok silaha sahip olma hırsı olarak tanımlanır.
Silahlanma olgusu tarihte hep var olsa da esasen 1871’de Otto ven Bismark’ın Almanya’yı birleştirmesinden sonra hızla yükselişe geçtiği görülür. Bu süreç Üçlü İttifak’ın kurulmasıyla pekiştiği gibi I. Dünya Savaşına giden yolu da aralamıştır. 1871 – 1919 yılları arasında Almanya, Fransa, Rusya gibi büyük devletlerin arasında büyük bir rekabet olduğu gözlemlenir. Güney Amerika’da da rekabetin etkileri görülür.
I.Dünya Savaşı’nın başlaması ve bitmesi rekabeti bitirmemiş aksine savaş sonucu yapılan anlaşmalarla gerginlik tırmanmıştır. II. Dünya savaşı sırasında kitle imha silahlarının kullanılması savaş sonrası dönemin başlangıcını hazırlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler arasında düşmanca algılanan davranışlar, silahlanma harcamalarını ve nükleer cephane stoklanmasını arttırmış ve temsili savaşlarla, (büyük devletlerin fiilen katılmadığı savaşlar, Proxy wars2, örn. Kore Savaşı, Ortadoğu) konvansiyonel silahlarını birbirine karşı kullanmışlardır.
Soğuk Savaş dönemi silahlanma yarışının zirve yaptığı dönem olarak nitelendirilir. BM Genel Kurul toplantısının ardından 6 ay sonra Amerika ilk nükleer testini yapar. (Crossroad Operasyonu 1946). II. Dünya Savaşı’nın ardından Amerika’nın nükleer tehdidi ve bu konu hakkında bilgisini tekelinde bulundurduğu düşünülmüştür. Fakat Amerikalı uzmanların görüşlerinin aksine Sovyetler, ilk nükleer testiyle tüm dünyayı şok etmiştir. Batılıların deyimiyle ilk yıldırım ( First Lightining) 1949 yılında gerçekleşmiştir ve 1945’te Japonya’ya atılan bombanın kopyası sayılabilecek niteliktedir. İlk testlerin ardında iki süper gücün silahlanması hızlanmıştır ve 1952 yılında Amerika ilk hidrojen bombasını test etmiştir. Ardından 1953’te Sovyetler gerçek bir hidrojen bombası olmayan termonükleer bomba testini yapmıştır. Sovyetler, 1954’te Amerika’nın başka bir hidrojen bombası testinin ardından onu 1955’te yakalayabilmiştir. 1957’de Sputnik adlı uyduyu dünya yörüngesine gönderen Sovyetlere karşı Amerika 1959’da kendi uydusunu yapabilmiştir. Bu anlamda 1941 – 1991 yılları arasında dünya, her an bir nükleer kriz alarmındadır. ABD ve Sovyetlerin ardından sırasıyla Çin, İngiltere ve Fransa nükleer silahlanmaya katılmışlardır; Hindistan ve Pakistan’da bu yarışa 1970’lerde dahil olmuştur. 1960’lardaki yumuşama döneminden sonra Sovyetler ve ABD, SALT-I ve SALT-II anlaşmalarıyla nükleer silahlanmalarını askıya almışlardır ancak, 1975’ten 1980’e kadar silahlanma harcamalarında bir değişme olmamıştır hatta harcamalar artmıştır. Dünya’nın etnik savaşlar ve kargaşanın en yoğun bölgesi olarak Ortadoğu’ya bakıldığında ise silahlanma harcamalarında Suudi Arabistan 1. sırada, İsrail 2. sırada olduğu görülür.
Nükleer gücün keşfiyle beraber silahlanma yarışını tırmandırması ve bunu engellemek için yapılan birçok antlaşmaya rağmen (1959 Güney Kutbu Antlaşması, 1968 Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşması, 1971 Denizyatağı Anlaşması, 1972 Bakteriyotik ve Toksik Silahların Gelişimiyle İlgili Antlaşma, 1974 Eşik Antlaşması) harcamalarda azalmanın aksine ülkelerin harcamalarının gün geçtikçe arttığı gözlemlenmiştir.
D. Nükleer Silahlanma Yarışı
Nükleer silah kullanımı fikri 1930’lu yıllara dayanmaktadır. Madde atomlarının parçalanması ya da atomların birleştirilmesi ile ortaya çıkan enerjinin kuvvetli bir yıkım gücü yaratması, bu gücün silahlarda kullanılması fikrini akla getirmiştir. Nükleer silah kavramı bu şekilde ortaya çıkmış ve günümüze kadar süregelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı itibariyle ülkeler bu silah kullanımını güç unsuru olarak görmüş, adeta yarışa girmişlerdir. Özellikle ABD, İkinci Dünya Savaşı esnasında bu gücünü ortaya koyma çabasında olmuştur.. Nitekim nükleer silah ilk defa ABD tarafından kullanılmıştır. ABD, İkinci Dünya Savaşının seyrini değiştirmek amacıyla Kanada ve İngiltere ile birlikte Manhattan adıyla bir proje başlatmıştır. Amacı atom bombası üretmek olan bu proje, amacına ulaşmış ve 1945 tarihinde “Trinity” adıyla bir nükleer deneme gerçekleştirilmiştir. Bu patlama 19 bin ton patlayıcı seviyesinde, hafife alınmayacak bir patlamadır. İkinci Dünya Savaşı devam ederken ABD savaşı sonlandırma ve Japonya’ ya silah bıraktırma isteği ile 6 ve 9 Ağustos 1946 tarihlerinde Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde çok büyük bir nükleer patlama gerçekleştirmiştir. Binlerce insanın hayatını kaybettiği bu patlama, nükleer silah kullanımı konusunda tartışmalara yol açsa da, sırasıyla 1949 tarihinde Sovyet, 1957 tarihinde İngiltere, 1961 tarihinde Fransa, 1964 ve 1967 tarihlerinde Çin tarafından nükleer denemeleri başlamış ve yıllar boyunca devam etmiştir.
1960‘lı ve 1980‘li yıllar silahlanma çalışmalarının en yoğun yaşandığı dönemdir. Büyük güçler arasında yaşanan bu yarış aslında bütün dünyayı etkileyecek bir tehlikedir. Bu nedenle; 1965 yılında, nükleer silah bulunduran ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin tarafından silahlanmayı sınırlandırabilmek adına çabalar başlamıştır. Bu beş ülke yeni güvenlik denetimleri kurma konusunda önemli yollar kat etmiştir. Özellikle ABD ve Sovyetler Birliği arasında büyüyen silahlanma yarışı, bu yarışa bir son vermek amacıyla iki devlet arasında anlaşma yapma yoluna gidilmesine yol açmıştır. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki gerginliği azaltma görüşmeleri 1969 yılından itibaren başlamış ve Salt Anlaşmalarını oluşturmuştur. Bu anlaşmalardan ilki “Salt I Görüşmeleri” iki buçuk yıl sürmüştür. 16 maddeden oluşan Salt I füzeler konusunu kapsamaktadır. Bu anlaşmanın ikinci evresi olan “Salt-2” 1972’de Cenevre’de başlayıp 18 Haziran 1979’da imzalanmıştır. Salt-1 görüşmelerinin devamı niteliğinde olan bu anlaşmada füzelere ek olarak stratejik uçaklar da konu alınmıştır. Ancak bu sırada Sovyetler tarafından gerçekleştirilen Afganistan işgali bu anlaşmanın yürürlüğe giremeden sonlanmasına sebep olmuştur.
En çok katılım sağlanan ve başarıya ulaşan antlaşma ‘Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT)’dır. 1 Temmuz 1968 ‘de başta ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği katılımıyla elli ülke tarafından imzalanmıştır. 5 Mart 1970 ‘de ise bu üç ülke dahil olmak üzere kırk ülke tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşmanın temel prensipleri nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, nükleer enerjinin barış için kullanılmasının teşvikidir. Fakat Rusya’nın Kırım işgali gibi güçlü devlet krizleri, bu süreci yavaşlatmıştır.
2009 yılında ABD başkanı Barack Obama Prag’da nükleer sıfır politikasını anlatan bir konuşma yaparak silahsızlanma konusu ile ilgili ABD hassasiyetini yansıtmıştır. Bu konuşmanın ardından “NPT gözden geçirme konferansı” gerçekleştirilmiş ve barışa engel konular tartışılmıştır. 2010 yılında bu konferans sonucu 12 ülkenin katılımıyla NPDI kurulmuştur. Bu girişim; NPT gözden geçirme konferansında elde edilen analizleri ileriye götürme ve silahlanmanın yayılmasını önleme gündemini ilerletme amacı taşımaktadır. NPDI (Nükleer Yayılmanın Önlenmesi ve Silahsızlanma Girişimi), yıllardır silahsızlanmaya tam olarak ikna edilemeyen bazı güçlerin engellediği barışçıl nükleer enerji kullanımına yeniden bir umut niteliğindedir.
2012 yılında NPDI üyesi ülkeler Ahmet Davutoğlu ev sahipliğinde İstanbul’da bir araya gelmiştir. Toplantı 10 ülkenin katılımında gerçekleşmiştir. Yapılan bu toplantının ikincisi New York da gerçekleşmiştir. New York toplantısında ise katılımcı ülkeler tarafından (Türkiye, Almanya, Avustralya, Hollanda, Japonya, Kanada, Meksika, Polonya, Şili, Birleşik Arap Emirlikleri) ortak bir bildiri yayınlanmıştır. Bu bildiriden bir kesit şu şekildedir; “Bakanlar, nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya hedefi etrafında birleşen ve kuruluşundan bu yana geçen iki yıllık süre içinde ortaya koyduğu somut işbirliği önerileriyle nükleer silahsızlanma ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi alanında etkin bir oluşum olarak kendini kanıtlayan NPDI’ın bu alandaki çabalarını önümüzdeki dönemde de aktif bir biçimde sürdürmesini kararlaştırmışlardır’’. 2015 yılında NPT gözden geçirme konferansı tekrar toplanmış ve konferans sonrası katılımcılar beklentilerinin oldukça yüksek olduğunu bildirmiştir. 2016 yılı Ocak ayında ortak bir bildiri yayınlanmış ve Kuzey Kore nükleer denemesi kınanmıştır. 2017, nükleer silahlanma karşıtları için geçen yıl önemli bir yıl olmuştur. Birleşmiş Milletler’e (BM) üye 122 ülke nükleer silah üretmeme veya sahip olmama konusunda anlaşmıştır. Ancak bu adım, dünyayı nükleer silahsız bir yaşam hedefine yaklaştırma konusunda başarısız olmuştur.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) en son tahminlerine göre, dünya çapında dokuz ülkenin sahip olduğu 14 bin 465 adet nükleer silah bulunmaktadır. Bu ülkeler ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore’dir. Her ne kadar uluslararası olarak dokuz ülke azınlıkta olsa da, bu ülkelerin nükleer silahlarından vazgeçme konusunda bir niyetleri bulunmaması tehlike yaratmaktadır. SIPRI’nin nükleer silahlar proje sorumlusu Shannon Kile, DW’ye verdiği mülakatta dünya çapındaki nükleer silahların sayısının geçen yıla göre kısmen azaldığını, ancak varolan silahların modernize edildiğini söylemiştir. Kile, “Bu, bazısı 40 veya 50 senelik olan silahların yenileriyle değiştirildiği, ancak aynı zamanda yeni kapasite ve teknik özellikleri bulunan yeni silahların geliştirildiği anlamına geliyor” demiştir.
Sonuç olarak, nükleer enerjinin kötüye kullanılması sorunu bütün dünyayı ilgilendiren ciddi bir tehlike haline gelmiştir. Bu tehlikenin yayılmasını önlemek için bazı devletler çalışmalarını sürdürse de, çıkar ve güç çatışmalarının olduğu bir dünyada bu fikrin tamamen ortadan kalkması beklenilemez. (HATİCE KÜBRA ENSAR - Kaynak: İstanbul Üniversitesi İnsan Hakları Kulübü - 31 TEMMUZ 2019 - vicdaniret.org)
KAYNAKÇA
SIPRI, “Armaments, Disarmament and International Security”, SIPRI Yearbook Summary 2018″, 2018. https://www.sipri.org/sites/default/files/2018-11/yb_18_summary_en.pdf
SIPRI, “TRENDS IN INTERNATIONAL ARMS TRANSFERS, 2018”, SIPRI Fact Sheet, Mart 2019. https://www.sipri.org/sites/default/files/2019-03/fs_1903_at_2018.pdf
GÖZLÜGÖL, Suat Vakkas, “Birleşmiş Milletler Uluslararası Silah Ticareti Antlaşması”, Mustafa Kmal Üniversitesi Sosyal Bilgiler Enstitüsü Dergisi, X/23, 2013, s. 313-333.
https://www.sipri.org/research/armament-and-disarmament/arms-transfers-and-military-spending/international-arms-transfers
https://thinktech.stm.com.tr/uploads/raporlar/pdf/2322018154417295_stm_blog_kureselaskeriharcama.pdf
"En fazla silah satan ilk beş ülkeden dördünün BM Güvenlik Konseyi’nde dünya barışını koruyor olmaları düşündürücüdür"
A. Rakamlarla Uluslararası Silah Ticareti
Son on yılda dünya genelinde iç savaş, silahlı çatışmalar, terörizm ve büyük ölçekli şiddet olaylarında korkutucu bir artış söz konusu olmaya başlamış; özellikle Orta Doğu, Afrika ve Güney Asya’daki karışıklıklar global güvenliği tehdit eder hale gelmiştir. II.Dünya Savaşı sonrası ABD ile SSCB arasındaki Soğuk Savaş Dönemi’nin 1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla sona ermesinin ardından 2000’lerin başına kadar durulan dünya, 11 Eylül saldırılarıyla beraber hiç düşmeyen bir gerilime şahit olmaya başlamıştır. Son zamanlarda yapılan araştırmalara göre dünya genelinde zorla yerinden edilmiş insanların sayısının 65 milyonun üzerinde olduğu ve bu sayının gittikçe daha hızlı bir şekilde artacağı tahmin edilmektedir.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından 1950-2016 yılları arasındaki dönem için yapılan uluslararası silah transferlerindeki trendlerin analizine göre, Kore Savaşı sırasında 1950’lerde yapılan transferlerde bir artış ve ardından Hindistan ile Pakistan arasındaki savaş döneminde ciddi bir artış daha olduğu göze çarpmaktadır. Pak Savaşı ve Vietnam Savaşıyla beraber silah transferlerindeki artış devam etmiş ve 1980’lerde 1990’ların sonlarındaki tek tük birkaç artış haricinde 2002 yılına kadar göreceli bir düşüş eğilimine tanık olunduktan sonra, Irak-İran Savaşı sırasında doruk noktasına ulaşmıştır. Ancak, 2003’ten itibaren Orta Doğu ve Afganistan’daki durum kötüleştikçe, silah satışları yeniden artmaya başlamıştır. İstatistikler, savaşlar sırasında veya ülkeler / bölgeler siyasi belirsizliklerle karşı karşıya kaldıklarında silah satışlarının artmakta olduğunu göstermektedir.
SIPRI tarafından 2018 yılı Uluslararası Silah Transferi Eğilimleri raporuna göre dünyadaki silah transferi hacmi 2014-2018 yılları arasında 2009-2013 yılları arasındakine göre %7,8 artış göstermiştir. SIPRI, 2014-18’de 67 ülkeyi büyük silah ihracatçısı olarak tanımlamıştır. Bu dönemde en büyük beş silah tedarikçisi – ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Çin – tüm silah ihracatının yüzde 75’ini oluşturmuştur. 2014–18’deki ilk beş, 2009–13’teki ile aynı kalmış ancak toplam büyük silah ihracatı yüzde 10 daha artmıştır. ABD, SIPRI tarafından yayımlanan rapora göre dünyadaki en büyük silah ihracatcısı konumundadır. 2014-18 yılları arasındaki dönemde toplam küresel ihracatını %30’dan %36’ya çıkarmıştır.
SIPRI, 2014–2018 döneminde 155 ülkeyi büyük silah ithalatçısı olarak tanımlamıştır. İlk beş silah ithalatçısı – Suudi Arabistan, Hindistan, Mısır, Avustralya ve Cezayir – 2014–18 arasında toplam silah ithalatının yüzde 35’ini gerçekleştirmiştir. Bunlardan Suudi Arabistan ve Hindistan 2009–13 ve 2014–18 arasında da ilk beş ithalatçısı içinde yer almışlardır. Bölgesel düzeyde, Asya ve Okyanusya, 2014-18’de, ithalatın yüzde 40’ını gerçekleştirmiş; bunu Orta Doğu, Avrupa, Afrika ve Amerika izlemiştir. Asya-Pasifik bölgesindeki tehdit algısının artması nedeniyle Avustralya, büyük askeri silah satın alma politikalarına başlayarak silah ithalatını 2014-18 döneminde %37 oranında arttırmış; sonuç olarak 1950’den bu yana en yüksek seviyeye yükseltmişti.Hindistan ve Pakistan arasındaki uzun süredir devam eden ihtilaflara rağmen, silah ithalatı her iki ülke için de 2014–18’de 2009–13’e göre azalmıştır. Körfez Arap ülkeleri tarafından silah ithalatı 2014-18 arasında büyük bir artış göstermiştir. Bu artışların ardındaki kilit nedenler arasında bir yandan İran ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki güvensizlik, diğer yandan 2015 yılında başlayan Yemen’deki savaş ve 2017 ortasından beri birbirlerine düşman kesilen Katar ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki ilişkiler vardır. Suudi Arabistan’ın silah ithalatı 2014-18 yılları arasında % 192 artmış ve dünyanın en büyük silah ithalatçısı olmuştur. Amerika Suudi Arabistan silah ithalatının yüzde 68’ini sağlamıştır. Orta Doğu’daki devletlerin silah ithalatı 2009-2013 ve 2014-18 dönemleri arasında %87 artmıştır.
SIPRI 2017 yılında dünya çapında yapılan askeri harcamaların için toplamda 1 trilyon 739 milyar dolar harcandığını açıklamıştır. Bu da küresel GSYH’nin yüzde 2.2’sine denk gelmektedir. Ülkelerin askeri harcamalarına ilişkin veriler okunurken; giderlerin salt silah tedarikini yansıtmadığının altını çizmek gerekmektedir. Harcamaların; ordu yapısı ve mevcudu, askeri personel giderleri, kuvvetlerin imkân ve kabiliyetleri, Ar-Ge faaliyetleri, modernizasyon projeleri, küresel ölçekte askeri konuşlanma ve sınır ötesi harekâtlar gibi muhtelif kalemleri içerdiği hesaba katılmalıdır. Dolayısıyla bir ülkenin yıl bazında yaptığı askeri harcamalarındaki artış; örneğin yerli ve milli kaynaklar ürettiği veya yurtdışından doğrudan hazır alım suretiyle tedarik ettiği silah platformları kadar, ordunun sınır ötesinde cereyan eden muharebelere ne kadar sürede ve nasıl bir kuvvetle katıldığına göre değişiklik gösterebilmektedir Ancak küresel ölçekte yapılan askeri harcamalara ilişkin temel trendin on yıllardır pozisyonunu koruduğu da bir gerçektir. Bu trendde dünya genelinde en fazla askeri harcama yapan ilk 15 ülkede başı çeken ülke ABD’dir. ABD’yi yıllara göre sıralamaları değişmekle birlikte (istisnai ya da kısa süreli geçici dönemler hariç) Çin ve Rusya takip etmektedir.
Uluslararası silah ticaretindeki bu verilere bakıldığında dünya çapında askeri harcamalar için ayrılan bütçenin fazlalığı ve silah ticaretindeki büyük artış endişe vericidir. Uluslararası alanda silah ithalatını önemli ölçüde gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerin yaptığı görülmektedir. Bu tür ülkeler genellikle sağlık şartları zayıf, düşük ortalama insan ömrü ve okur yazarlık düzeyi ortak özelliğine sahiptirler. Gelişen ülkelerde büyük sosyo-ekonomik problemlerin çözümü öncelik taşımamaktadır. Araştırmalar gelişen ülkelerin gayrisafi milli hasılasının büyük bir oranının iç çatışmaları bastırma, ulusal güvenlik ihtiyaçları gibi çeşitli sebeplerle silahlanmaya harcandığını göstermektedir. Sonuçta, silah ihracatı yapan ülkelerde refah düzeyi artarken, ithalat yapan gelişen ülkelerde insanlar açlık sınırında veya daha da altında yaşamaya, ülkenin sosyo-ekonomik şartları daha da kötüleşmeye devam etmektedir. Silahlanmaya daha çok harcama, daha çok siyasi istikrarsızlık, daha çok iç ve uluslararası çatışma anlamına gelmektedir. İthal edilen silahlar üretimde kullanılamadığı veya doğrudan tüketim malzemesi olduğu için harcanan paranın ödemesine de katkısı olmamakta, aksine yeni para teminini gerektirmekte ve dolayısıyla endüstriyel ülkelere ekonomik bağımlılığın artmasına sebep olmaktadır. Bu sonuçlar, bölgesel eşitsizlikler artarken uluslararası güvensizlik düzeyinin de arttığını göstermektedir Ayrıca, ulusal kaynakların büyük ölçüde silahlanmaya harcanması hem devletlerin ekonomik güçlerini zayıflatmakta hem de insan güvenliğini tehdit etmektedir. Kişilerin ve ülkelerin gelişme hakkı, insan hak ve özgürlüklerinin yaşatılması oldukça zayıf kalmaktadır. Daha çok silah, uluslara daha çok güvenlik, daha çok refah veya daha çok mutluluk getirmemektedir. Zira, bugün yeryüzünün hiçbir coğrafyası silahlı tehditlerden uzak bulunmamaktadır.(1) Uluslararası alanda en fazla silah ihracatı yapan ilk beş ülkenin (ABD, Rusya, Çin, Almanya, Fransa) içinde dört tane BM daimi üyesinin bulunması, dünya barışını korumak amacıyla yapılan çalışmalara ne kadar önem verildiği konusunda düşündürücüdür.
B. Uluslararası Alanda Yasadışı Silah Ticareti
Uluslararası alanda yasal silah ticaretinin yanında yasal olmayan bir şekilde silah ve mühimmat kaçakçılığının yapıldığı yasadışı silah ticareti de söz konusudur. Yasadışı silah piyasasının, dünyadaki toplam silah ticaretinin %10-20 değerinde olduğu tahmin edilmektedir. Her yıl yaklaşık bir milyon çalınan / kaybedilen silahın ‘Karaborsa’ ile sonuçlandığı tahmin edilmektedir. Yasadışı işlem gören silahlar ve mühimmatlar terör örgütleri, uyuşturucu kartelleri ve insan kaçakçıları tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Yasadışı silah ticaretine konu olan silah ve mühimmatlar büyük oranda uluslararası hukuka aykırı bir şekilde sivillere karşı toplu suçlarda kullanılmaktadır. Araştırmalar silahlı şiddet ve çatışmaların gelişen ülkelerde yoksulluğa ve insan ölümlerine yol açan başlıca sebeplerden olduğunu göstermektedir. Sınır aşan suç örgütleri, ihtiyaç duydukları silah ve mühimmatları uyuşturucu madde kaçakçılığı, insan ve silah ticareti yapmak suretiyle elde ettikleri kara parayla karaborsadan illegal yollarla karşılamaktadır. Her bir suç alanı diğerini etkilemekte, her bir suçtan elde edilen para diğer suçları gerektirmekte ve güçlendirmektedir. Diğer bir ifadeyle, silah ticareti, silahların elde edilmesi ve kötüye kullanılması, insan ve uyuşturucu madde ticareti gibi diğer başlıca suç alanlarını beslemektedir.
Uzun yıllar boyunca sorumsuzca yapılan silah ticaretinin telafi edilemez büyük sonuçlarına rağmen BM, konvansiyonel silahların hukuk dışı ticaretini ancak 1988’de Genel Kurul gündemine alabilmiştir. Nihayet 2 Nisan 2013 tarihinde, BM Genel Kurulu uluslararası güvenlik eksenli Birleşmiş Milletler Uluslararası Silah Ticareti Antlaşması (STA)’nı devletlerin imzasına açmıştır. Küçük silahlardan savaş tanklarına, savaş uçakları ve savaş gemilerine kadar geniş bir şekilde konvansiyonel silahların uluslararası ticareti düzenleyen STA (ATT-Arms Trade Treaty) 24 Aralık 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Düzenleme esas itibarıyla suç örgütlerinin bu silahlara erişimini ve ticaret konusu yapılmasını önlemeye yöneliktir. Bu bağlamda STA, uluslararası adalet, barış ve güvenlik düzeninin tesisine yönelik atılmış önemli bir adımdır. STA, 130 devlet tarafından imzalanmış fakat sadece 99 devlet tarafından yürürlüğe sokulmuştur. Anlaşma uluslararası silah ticaretini düzenleme bakımından bir ilk olarak kabul edilir.
Bu antlaşma, konvansiyonel silahlara ilişkin olarak, bir taraftan, yetkilendirilmiş transferlere mümkün olan en üst uluslararası standartları getirmeyi; diğer taraftan, hukuk dışı faaliyet ve transferleri önlemeyi amaçlamaktadır. Son tahlilde, silah tacirlerinin, korsanların ve çetelerin bu silahlara ulaşımı tamamen önlenemese de zorlaştırılacağı düşünülmektedir. Biyolojik, kimyasal veya nükleer nitelikli silahlar açıkça bu antlaşma kapsamı dışında kalmaktadır. STA’ nın bir bütün olarak ele alındığında aslında bir yükümlülükler manzumesini oluşturduğu görülmektedir. Ne var ki bu yükümlülüklerin yürütümünde herhangi bir bağlayıcı yargısal sistem kurulmamıştır. Dolayısıyla, söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmesi taraf devletlerin istek ve iradelerine bırakılmıştır. Bu yükümlülükler, devletlerin esas itibarıyla yapmak ve/veya yapmamak şeklinde pozitif nitelikte hareketlerini gerektirmektedir. Kuşkusuz STA’nın amacının gerçekleştirilmesi taraf devletlerin yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmelerine bağlı bulunmaktadır. Taraf olan her devletin, BM’den yardım talep edebileceği gibi gerektiğinde yardım etmesi de gerekmektedir.
Ayrıca BM ateşli silahların, parçalarının ve mühimmatlarının yasa dışı imalat ve kaçakçılığına karşı “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek Ateşli Silahlar, Parçaları ve Aksamları ile Mühimmatının Yasa dışı Üretimine ve Kaçakçılığına Karşı Protokol”nü yürürlüğe sokmuştur. Bunun yanında Eylül 2003’ te yürürlüğe giren “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ateşli silah kaçakçılığını da kapsamaktadır.
C. Geçmişten Günümüze Silahlanma Yarışı
Devletlerin tarih sahnesinde belirmesinden sonra üstünlük iddialarıyla desteklenen silahlanma, ilk çağlardan itibaren var olmuş bir gerçektir. Günümüzde terim, devletlerin birbirlerine karşı mutlak olarak üstünlüğü değil de, karşılaştırmalı üstünlüğü olarak nitelendirilebilinir. Ancak silahlanma bir terim olarak; iki ya da daha fazla ulus-devletin birbirine karşı daha gelişmiş teknolojiye, daha büyük ordu ve daha çok silaha sahip olma hırsı olarak tanımlanır.
Silahlanma olgusu tarihte hep var olsa da esasen 1871’de Otto ven Bismark’ın Almanya’yı birleştirmesinden sonra hızla yükselişe geçtiği görülür. Bu süreç Üçlü İttifak’ın kurulmasıyla pekiştiği gibi I. Dünya Savaşına giden yolu da aralamıştır. 1871 – 1919 yılları arasında Almanya, Fransa, Rusya gibi büyük devletlerin arasında büyük bir rekabet olduğu gözlemlenir. Güney Amerika’da da rekabetin etkileri görülür.
I.Dünya Savaşı’nın başlaması ve bitmesi rekabeti bitirmemiş aksine savaş sonucu yapılan anlaşmalarla gerginlik tırmanmıştır. II. Dünya savaşı sırasında kitle imha silahlarının kullanılması savaş sonrası dönemin başlangıcını hazırlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler arasında düşmanca algılanan davranışlar, silahlanma harcamalarını ve nükleer cephane stoklanmasını arttırmış ve temsili savaşlarla, (büyük devletlerin fiilen katılmadığı savaşlar, Proxy wars2, örn. Kore Savaşı, Ortadoğu) konvansiyonel silahlarını birbirine karşı kullanmışlardır.
Soğuk Savaş dönemi silahlanma yarışının zirve yaptığı dönem olarak nitelendirilir. BM Genel Kurul toplantısının ardından 6 ay sonra Amerika ilk nükleer testini yapar. (Crossroad Operasyonu 1946). II. Dünya Savaşı’nın ardından Amerika’nın nükleer tehdidi ve bu konu hakkında bilgisini tekelinde bulundurduğu düşünülmüştür. Fakat Amerikalı uzmanların görüşlerinin aksine Sovyetler, ilk nükleer testiyle tüm dünyayı şok etmiştir. Batılıların deyimiyle ilk yıldırım ( First Lightining) 1949 yılında gerçekleşmiştir ve 1945’te Japonya’ya atılan bombanın kopyası sayılabilecek niteliktedir. İlk testlerin ardında iki süper gücün silahlanması hızlanmıştır ve 1952 yılında Amerika ilk hidrojen bombasını test etmiştir. Ardından 1953’te Sovyetler gerçek bir hidrojen bombası olmayan termonükleer bomba testini yapmıştır. Sovyetler, 1954’te Amerika’nın başka bir hidrojen bombası testinin ardından onu 1955’te yakalayabilmiştir. 1957’de Sputnik adlı uyduyu dünya yörüngesine gönderen Sovyetlere karşı Amerika 1959’da kendi uydusunu yapabilmiştir. Bu anlamda 1941 – 1991 yılları arasında dünya, her an bir nükleer kriz alarmındadır. ABD ve Sovyetlerin ardından sırasıyla Çin, İngiltere ve Fransa nükleer silahlanmaya katılmışlardır; Hindistan ve Pakistan’da bu yarışa 1970’lerde dahil olmuştur. 1960’lardaki yumuşama döneminden sonra Sovyetler ve ABD, SALT-I ve SALT-II anlaşmalarıyla nükleer silahlanmalarını askıya almışlardır ancak, 1975’ten 1980’e kadar silahlanma harcamalarında bir değişme olmamıştır hatta harcamalar artmıştır. Dünya’nın etnik savaşlar ve kargaşanın en yoğun bölgesi olarak Ortadoğu’ya bakıldığında ise silahlanma harcamalarında Suudi Arabistan 1. sırada, İsrail 2. sırada olduğu görülür.
Nükleer gücün keşfiyle beraber silahlanma yarışını tırmandırması ve bunu engellemek için yapılan birçok antlaşmaya rağmen (1959 Güney Kutbu Antlaşması, 1968 Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşması, 1971 Denizyatağı Anlaşması, 1972 Bakteriyotik ve Toksik Silahların Gelişimiyle İlgili Antlaşma, 1974 Eşik Antlaşması) harcamalarda azalmanın aksine ülkelerin harcamalarının gün geçtikçe arttığı gözlemlenmiştir.
D. Nükleer Silahlanma Yarışı
Nükleer silah kullanımı fikri 1930’lu yıllara dayanmaktadır. Madde atomlarının parçalanması ya da atomların birleştirilmesi ile ortaya çıkan enerjinin kuvvetli bir yıkım gücü yaratması, bu gücün silahlarda kullanılması fikrini akla getirmiştir. Nükleer silah kavramı bu şekilde ortaya çıkmış ve günümüze kadar süregelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı itibariyle ülkeler bu silah kullanımını güç unsuru olarak görmüş, adeta yarışa girmişlerdir. Özellikle ABD, İkinci Dünya Savaşı esnasında bu gücünü ortaya koyma çabasında olmuştur.. Nitekim nükleer silah ilk defa ABD tarafından kullanılmıştır. ABD, İkinci Dünya Savaşının seyrini değiştirmek amacıyla Kanada ve İngiltere ile birlikte Manhattan adıyla bir proje başlatmıştır. Amacı atom bombası üretmek olan bu proje, amacına ulaşmış ve 1945 tarihinde “Trinity” adıyla bir nükleer deneme gerçekleştirilmiştir. Bu patlama 19 bin ton patlayıcı seviyesinde, hafife alınmayacak bir patlamadır. İkinci Dünya Savaşı devam ederken ABD savaşı sonlandırma ve Japonya’ ya silah bıraktırma isteği ile 6 ve 9 Ağustos 1946 tarihlerinde Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde çok büyük bir nükleer patlama gerçekleştirmiştir. Binlerce insanın hayatını kaybettiği bu patlama, nükleer silah kullanımı konusunda tartışmalara yol açsa da, sırasıyla 1949 tarihinde Sovyet, 1957 tarihinde İngiltere, 1961 tarihinde Fransa, 1964 ve 1967 tarihlerinde Çin tarafından nükleer denemeleri başlamış ve yıllar boyunca devam etmiştir.
1960‘lı ve 1980‘li yıllar silahlanma çalışmalarının en yoğun yaşandığı dönemdir. Büyük güçler arasında yaşanan bu yarış aslında bütün dünyayı etkileyecek bir tehlikedir. Bu nedenle; 1965 yılında, nükleer silah bulunduran ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin tarafından silahlanmayı sınırlandırabilmek adına çabalar başlamıştır. Bu beş ülke yeni güvenlik denetimleri kurma konusunda önemli yollar kat etmiştir. Özellikle ABD ve Sovyetler Birliği arasında büyüyen silahlanma yarışı, bu yarışa bir son vermek amacıyla iki devlet arasında anlaşma yapma yoluna gidilmesine yol açmıştır. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki gerginliği azaltma görüşmeleri 1969 yılından itibaren başlamış ve Salt Anlaşmalarını oluşturmuştur. Bu anlaşmalardan ilki “Salt I Görüşmeleri” iki buçuk yıl sürmüştür. 16 maddeden oluşan Salt I füzeler konusunu kapsamaktadır. Bu anlaşmanın ikinci evresi olan “Salt-2” 1972’de Cenevre’de başlayıp 18 Haziran 1979’da imzalanmıştır. Salt-1 görüşmelerinin devamı niteliğinde olan bu anlaşmada füzelere ek olarak stratejik uçaklar da konu alınmıştır. Ancak bu sırada Sovyetler tarafından gerçekleştirilen Afganistan işgali bu anlaşmanın yürürlüğe giremeden sonlanmasına sebep olmuştur.
En çok katılım sağlanan ve başarıya ulaşan antlaşma ‘Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT)’dır. 1 Temmuz 1968 ‘de başta ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği katılımıyla elli ülke tarafından imzalanmıştır. 5 Mart 1970 ‘de ise bu üç ülke dahil olmak üzere kırk ülke tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşmanın temel prensipleri nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, nükleer enerjinin barış için kullanılmasının teşvikidir. Fakat Rusya’nın Kırım işgali gibi güçlü devlet krizleri, bu süreci yavaşlatmıştır.
2009 yılında ABD başkanı Barack Obama Prag’da nükleer sıfır politikasını anlatan bir konuşma yaparak silahsızlanma konusu ile ilgili ABD hassasiyetini yansıtmıştır. Bu konuşmanın ardından “NPT gözden geçirme konferansı” gerçekleştirilmiş ve barışa engel konular tartışılmıştır. 2010 yılında bu konferans sonucu 12 ülkenin katılımıyla NPDI kurulmuştur. Bu girişim; NPT gözden geçirme konferansında elde edilen analizleri ileriye götürme ve silahlanmanın yayılmasını önleme gündemini ilerletme amacı taşımaktadır. NPDI (Nükleer Yayılmanın Önlenmesi ve Silahsızlanma Girişimi), yıllardır silahsızlanmaya tam olarak ikna edilemeyen bazı güçlerin engellediği barışçıl nükleer enerji kullanımına yeniden bir umut niteliğindedir.
2012 yılında NPDI üyesi ülkeler Ahmet Davutoğlu ev sahipliğinde İstanbul’da bir araya gelmiştir. Toplantı 10 ülkenin katılımında gerçekleşmiştir. Yapılan bu toplantının ikincisi New York da gerçekleşmiştir. New York toplantısında ise katılımcı ülkeler tarafından (Türkiye, Almanya, Avustralya, Hollanda, Japonya, Kanada, Meksika, Polonya, Şili, Birleşik Arap Emirlikleri) ortak bir bildiri yayınlanmıştır. Bu bildiriden bir kesit şu şekildedir; “Bakanlar, nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya hedefi etrafında birleşen ve kuruluşundan bu yana geçen iki yıllık süre içinde ortaya koyduğu somut işbirliği önerileriyle nükleer silahsızlanma ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi alanında etkin bir oluşum olarak kendini kanıtlayan NPDI’ın bu alandaki çabalarını önümüzdeki dönemde de aktif bir biçimde sürdürmesini kararlaştırmışlardır’’. 2015 yılında NPT gözden geçirme konferansı tekrar toplanmış ve konferans sonrası katılımcılar beklentilerinin oldukça yüksek olduğunu bildirmiştir. 2016 yılı Ocak ayında ortak bir bildiri yayınlanmış ve Kuzey Kore nükleer denemesi kınanmıştır. 2017, nükleer silahlanma karşıtları için geçen yıl önemli bir yıl olmuştur. Birleşmiş Milletler’e (BM) üye 122 ülke nükleer silah üretmeme veya sahip olmama konusunda anlaşmıştır. Ancak bu adım, dünyayı nükleer silahsız bir yaşam hedefine yaklaştırma konusunda başarısız olmuştur.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) en son tahminlerine göre, dünya çapında dokuz ülkenin sahip olduğu 14 bin 465 adet nükleer silah bulunmaktadır. Bu ülkeler ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore’dir. Her ne kadar uluslararası olarak dokuz ülke azınlıkta olsa da, bu ülkelerin nükleer silahlarından vazgeçme konusunda bir niyetleri bulunmaması tehlike yaratmaktadır. SIPRI’nin nükleer silahlar proje sorumlusu Shannon Kile, DW’ye verdiği mülakatta dünya çapındaki nükleer silahların sayısının geçen yıla göre kısmen azaldığını, ancak varolan silahların modernize edildiğini söylemiştir. Kile, “Bu, bazısı 40 veya 50 senelik olan silahların yenileriyle değiştirildiği, ancak aynı zamanda yeni kapasite ve teknik özellikleri bulunan yeni silahların geliştirildiği anlamına geliyor” demiştir.
Sonuç olarak, nükleer enerjinin kötüye kullanılması sorunu bütün dünyayı ilgilendiren ciddi bir tehlike haline gelmiştir. Bu tehlikenin yayılmasını önlemek için bazı devletler çalışmalarını sürdürse de, çıkar ve güç çatışmalarının olduğu bir dünyada bu fikrin tamamen ortadan kalkması beklenilemez. (HATİCE KÜBRA ENSAR - Kaynak: İstanbul Üniversitesi İnsan Hakları Kulübü - 31 TEMMUZ 2019 - vicdaniret.org)
KAYNAKÇA
SIPRI, “Armaments, Disarmament and International Security”, SIPRI Yearbook Summary 2018″, 2018. https://www.sipri.org/sites/default/files/2018-11/yb_18_summary_en.pdf
SIPRI, “TRENDS IN INTERNATIONAL ARMS TRANSFERS, 2018”, SIPRI Fact Sheet, Mart 2019. https://www.sipri.org/sites/default/files/2019-03/fs_1903_at_2018.pdf
GÖZLÜGÖL, Suat Vakkas, “Birleşmiş Milletler Uluslararası Silah Ticareti Antlaşması”, Mustafa Kmal Üniversitesi Sosyal Bilgiler Enstitüsü Dergisi, X/23, 2013, s. 313-333.
https://www.sipri.org/research/armament-and-disarmament/arms-transfers-and-military-spending/international-arms-transfers
https://thinktech.stm.com.tr/uploads/raporlar/pdf/2322018154417295_stm_blog_kureselaskeriharcama.pdf