Türkiye halkları ile sorunları, dertleri benzer olan dünya halklarının isyanı çok uzağımızda değil. Bu nedenle boğazda havai fişek gösterileriyle değil, işçiye boyun eğdirmeye çalışarak değil, emperyalizmden medet umarak değil, açılımlar, normalleşmeler bekleyerek değil… Direnerek, isyan ederek, taleplerimiz gerçek olacak, özlemini duyduğumuz yaşam kurulacak...
YIKILMADAN DEĞİŞMEZ
Saray’da yapılan Cumhuriyet Bayramı kabul törenini, Sözcü, Aydınlık gibi gazetelerin davet edilmesi nedeniyle “açılım”, “normalleşme” diye yorumlayanlar oldu. Oysa Erdoğan’dan iş kapmak için birbirinin üstüne çıkan bildiğimiz Saray sanatçılarının katıldığı bildiğimiz gösteri. Sorun, her durumdan normalleşeceğiz beklentisi çıkaranlarda; sorun, Erdoğan her arkama dizilin dediğinde mutlaka “milli” bir anlam bulup onun arkasına dizilenlerde.
Erdoğan’dan hala “açılım”, “normalleşme” hatta iktidarı paylaşma bekleyenlere kötü bir haberimiz var. Bunların hiçbiri olmayacak. Saray’a beklentilerle gidenler Kenan Evren döneminden kalma geleneğe uyarak “baget ekmek arası döner”leri yerken Suriye’nin kuzeyine yönelik askeri müdahale nedeniyle ABD Temsilciler Meclisi Türkiye’ye yaptırım kararını onayladı. 29 Ekim günü, Cizre halkının %77’sinin oyuyla seçilen HDP’li Belediye Eş Başkanı Mehmet Zırığ’ın yerine kayyum atandı. Aynı gün İstanbul Boğazı’yla ilgili imar yetkisi dâhil bütün yetkileri İBB’den alıp, atamalarını Cumhurbaşkanı’nın yapacağı Boğaziçi Başkanlığı’na verecek bir kanun taslağı hazırlandı. AKP karşısında oluşan en geniş halk koalisyonunu bölmek pahasına, başta CHP olmak üzere muhalefetin bir kısmı “milli güvenlik” yalanının arkasına dizilirken AKP MYK’sinde savaşın AKP’nin oylarını nasıl etkilediğinin hesabı yapılıyordu.
Saray’ın savaşında halkların çıkarı yok
Suriye’nin kuzeyine yönelik askeri müdahale 17 Ekim’de ABD’yle, 22 Ekim’de Rusya’yla varılan ateşkes anlaşmalarından sonra kâğıt üzerinde bitti. Soçi’deki Putin-Erdoğan görüşmesinden çıkan 10 maddelik mutabakat metninde yer alan Türkiye’nin Tel Abyad-Serekaniye hattındaki durumunu koruması ve YPG’nin sınırdan 30 km dışarı çıkarılması maddeleri Erdoğan açısından hem iç politikada hem de dış politikada hanesine başarı olarak yazıldı. Ancak bu anlaşma sayesinde Suriye ordusu yeniden Türkiye sınırına yerleşti. Türkiye’nin 450 kilometrelik hat boyunca gözlem noktaları kurmasına izin çıkmazken, Ruslar bu hatta Suriye ordusunun noktalar kuracağını açıkladı. Hem ABD’yle hem de Rusya’yla imzalanan ama aslında YPG-QSD ile yapılan ateşkesler sırasında TSK’nin Suriye topraklarına birlikte girdiği cihatçıların saldırıları durmadı. Son olarak Milli Savunma Bakanlığı, Serekaniye kırsalında 18 Suriye askerinin rehin alındığını açıkladı. Tüm bu gelişmeler Suriye çatışmasının uzunca bir süre varlığını sürdüreceğini ve AKP himayesindeki cihatçıların emperyalistler tarafından bir istikrarsızlık aracı olarak kullanılabileceğini gösteriyor. Üstelik İdlip sorunu ortada duruyor. Sürecin nasıl ilerleyeceği henüz yeni başlayan Suriye Anayasa Komitesi toplantılarına da bağlı olacak. ABD ise bu süreçte gerçekleştirdiği El-Bağdadi operasyonuyla “Bölgeden çıkmadım ve Kürt güçleriyle işbirliğine devam ediyorum” mesajı verdi. ABD hem Kürt güçleriyle ilişkiyi sürdürmek açısından hem de ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak için Suriye’nin kuzeyinden çektiği güçlerini doğudaki petrol sahalarına konuşlandırmayı sürdürüyor. Bu hızlı süreçte, savaşın başında sorduğumuz soruyu yine sormak ve daha fazla insana sordurmak gerek. Bu savaş kimin için yapıldı? Irak ve Suriye’de binlerce insanı katlettiği gibi, Türkiye’de de yüzlerce insanın katlinden sorumlu tutulan IŞİD lideri Bağdadi’nin Türkiye sınırına 5 km uzakta yaşadığını ABD operasyonuyla öğrendik. Erdoğan savaşı teröre karşı yaptığını söylemişti ama belli ki Bağdadi Türkiye sınırında güvenli bir şekilde yaşıyormuş.
Savaşın bir diğer sonucu YPG-QSD ve komutanı Mazlum Abdî’nin bu sürecin öne çıkan aktörü olarak uluslararası görünürlüğünün artması ve Şam’dan Rusya’ya, ABD’den Kanada’ya meşru bir komutan olarak kabul edilmesi. Ancak, Kürtlere karşı savaş sınırın bu tarafında kayyumlar, operasyonlar ve tutuklamalarla devam ediyor. Cizre ile birlikte kayyum atanan HDP’li belediye sayısı 19’a yükseldi. Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyum atanmasının ardından geç de olsa muhalefetin verdiği ortak tepki havayı tersine çevirmişti. Ancak Suriye savaşı Kürtleri ayrıştırıp düşman ilan etmenin vesilesi oldu. Kürt hareketinin Suriye’de aldığı pozisyon, ülkemizdeki değme aydınların bile içindeki şovenizmi kaşır oldu. Tüm bunlar gösteriyor ki AKP karşısında oluşan en geniş halk ittifakının koruması yerel seçim süreci kadar kolay olmayacak. Emperyalizme, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı bu topraklar üzerindeki halkların eşitliğini, kardeşliğini ve özgürlüğünü savunan bir yurtseverliğin inşa edilmesi dışında bir seçenek yok.
Erdoğan güçlü bir iktidar için her şeyi yapar
Erdoğan Suriye savaşıyla kazandığı pozisyonu içeride kaybettiği gücü yeniden tahkim etmek üzere değerlendirmeye başladı. AKP’nin kuruluşundan bu yana görev yapmış il başkanlarıyla bir araya geldiği toplantıda mesajı açıktı: “Hiçbir kardeşimizi eski AK Partili olarak sıfatlandıramayız.” Geçtiğimiz haftalarda da “Partimizde görev alan arkadaşlarımızın daima önlerinde yeni kapılar açık olmaya devam edecektir” demişti. Erdoğan alenen kayırmacılık propagandası yaparak partisindeki çözülmeyi durdurmaya çalışıyor. Malum, öyle bir düzen kurdular ki Bilal Erdoğan’ın arkadaşı ve İBB’nin eski maaşlı çalışanı Hüseyin Avni Önder iki yıllık şirketiyle tarihi Haydarpaşa ve Sirkeci gar ihalelerini alabiliyor. Ancak ekonomik kriz koşullarında ve büyükşehirleri kaybetmişken AKP’nin dağıtabileceği payın sınırları var. Bu nedenle sermayeyi kurtarma operasyonları vergilerle, zamlarla, harçlarla giderek daha fazla halkın sırtına bindiriliyor. Geçtiğimiz ay yapılan zamların enerji şirketlerinin ihtiyacı için olduğu açıkça söylenmişti, Varlık Fonu ile İstanbul Finans Merkezi’ndeki üç inşaat şirketi kurtarılmıştı. Şimdi de İstanbul Finans Merkezi projesi için Saray’da özel bir birim oluşturuldu.
Meclis’te 2020 bütçesi hazırlıkları başladı. Kayırmacılığın, yandaş beslemenin sonuçları bütçede de görülecektir. Örneğin rejim değişikliği sonrası icat edilen Cumhurbaşkanlığı ofislerine, 2020 yılı bütçesinden toplam 330 milyon TL aktarılacak. Diyanet’in bütçesinin 1,1 milyar lira artırılarak 11,5 milyar liraya çıkarılması teklif edildi. Diyanet, böylece 16 bakanlıktan 8’ini geride bıraktı. Diyanet bütçesinin önemli bir kısmını vakıf ve derneklere ayırmak üzere alıyor. Memura 2020 yılı için %4+4 oranında maaş verilirken Erdoğan’ın maaşı %9,06’lık artışla ayda 81 bin 250 liraya yükselecek. Hazine ve Maliye Bakanlığı kriz karşısında bütçe gelirlerini artırmak için yeni vergi düzenlemesi hazırlıyor. Bu düzenlemenin serveti vergilendirdiği söylense de asıl yük düşük gelirli emekçilerin sırtında birikmeye devam ediyor. Halihazırda bir asgari ücretli Eylül’den bu yana maaşını 79 TL eksik alıyor. Maaşından aylık kesinti toplamı 729 olan asgari ücretli bir işçi bu kesintiler haricinde, kullandığı her ürün ve hizmet için ayda en az 731 TL vergi ödüyor. Erdoğan elindeki şimdilik en iyi araç olan savaş propagandasıyla bu büyük bedelin altında ezilen halkın öfkesini kontrol ediyor. Ancak her propagandanın bir karşı propagandası her ideolojinin bir karşı ideolojisi vardır. Muhalefet halka borç yükü altında kıt kanaat yaşamanın dışında seçeneği olduğunu göstererek yol alabilir. Erdoğan’ın İslamcılıkla bezeli çürümüş neoliberal ideolojisinin karşıtı kuşkusuz sosyalizmdir.
CHP bilinçli tarihsel rolünü oynuyor
Sarayın savaşına bir kez daha destek veren CHP bu tutumunun sonuçlarını yaşayacaktır. AKP’nin karşısında muhalefetin birlik zemininin zedelenmesi bir yana kayyum siyasetinin batıdaki yansımalarının da çok geçmeden açığa çıkacağı görülüyor. Kılıçdaroğlu kayyumlar için geç kalmış bir itirazla “demokrasiye aykırıdır” diyor. Bu cılız karşı çıkışın üzerinden çok geçmeden İBB’nin elinden İstanbul Boğazı’ndaki yetkilerinin alınmasına dair kanun tasarısı hazırlandığı haberleri medyaya yansıyor. Dahası AKP’nin, henüz ayrıntıları belli olmasa da birçok yetkiyi belediyelerden alan bir yerel yönetimler yasa tasarısı hazırladığı da biliniyor.
CHP’nin belediyecilik deneyimleri de “halk için halkla birlikte” olmaktan çok uzak. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi de ulaşım ücretlerine zam yaptı. Maltepe Belediyesi ise bir yıl önce imzalanan Toplu İş Sözleşmesi maddelerinin uygulanmasını isteyen temizlik işçilerini işten attı. Ankara’da ve İzmir’de Halkevleri ulaşım zamlarına karşı eylem süreçleri başlattı. Maltepe’de ise işçiler DİSK Genel İş sendikasıyla birlikte ve toplumsal muhalefetin verdiği destekle direniyor. CHP, Erdoğan’a duyulan öfke nedeniyle aldığı oyların koşulsuz bir destek anlamına gelmediğinin farkında olmasa da Maltepe direniş alanındaki işçiler bunu yüksek sesle söylüyor. AKP karşısında verilen taktik destek, sosyalistlerin sosyal demokrasinin sınıfı düzene boyun eğdirmeye kodlu politikalarına uyum göstereceği ya da sessiz kalacağı anlamına gelmez. CHP’nin hatalarının solun yenilgisine dönüşmemesinin koşulu CHP’nin emek düşmanı, rantçı yerel yönetim pratiklerinin karşısında etkin bir mücadele örgütlemektir.
Yeni bir isyan ve direniş dönemi
Türkiye’deki kaotik süreç içerisinde halkın sorunları, istekleri, tepkileri henüz sokakta görünür değil. Örgütsüzlük, AKP faşizmi, özne eksikliği… Yine de bugünlerde Türkiye halklarının kulağına çalınan bir isyan dalgası dünyayı kasıp kavuruyor. Irak’ta işsizlik ve yoksulluk karşısındaki sokak isyanı yasaklara ve devlet şiddetine rağmen sürüyor. Lübnan’da ekonomik krizin yükü ve yeni vergiler karşısında oluşan sokak hareketleri başbakanı istifasını açıklamaya zorladı. Şili’de metro ücretlerine yapılan zamma karşı başlayan direniş kısa sürede neoliberalizm ve devlet başkanı Pinera karşısında ülkedeki yetişkin nüfusun çoğunluğunun katıldığı bir isyana dönüştü. Hükümet geri adım atıyor ama halka yetmiyor. Şili, neoberalizmin laboratuvarı olarak bilinir. Şimdi o laboratuvarda özelleştirilen kamu hizmetlerinden biri olan enerjiyi satan şirketin plazası alev alev yanıyor.
Türkiye halkları ile sorunları, dertleri benzer olan dünya halklarının isyanı çok uzağımızda değil. Bu nedenle boğazda havai fişek gösterileriyle değil, işçiye boyun eğdirmeye çalışarak değil, emperyalizmden medet umarak değil, açılımlar, normalleşmeler bekleyerek değil… Direnerek, isyan ederek, taleplerimiz gerçek olacak, özlemini duyduğumuz yaşam kurulacak. Dünyadaki isyan dalgası düzen içi sol deneyimlerin eleştirisini de içeriyor. Erdoğan rejimi düzene entegre, uzlaşmacı bir muhalefetle değişemez. Yıkılmadan değişmez. Halkın talep ve özlemlerini düzeni değiştirme hedefiyle gündemleştiren bir sol siyaset bu topraklarda da mümkündür. (SENDİKA.ORG)
YIKILMADAN DEĞİŞMEZ
Saray’da yapılan Cumhuriyet Bayramı kabul törenini, Sözcü, Aydınlık gibi gazetelerin davet edilmesi nedeniyle “açılım”, “normalleşme” diye yorumlayanlar oldu. Oysa Erdoğan’dan iş kapmak için birbirinin üstüne çıkan bildiğimiz Saray sanatçılarının katıldığı bildiğimiz gösteri. Sorun, her durumdan normalleşeceğiz beklentisi çıkaranlarda; sorun, Erdoğan her arkama dizilin dediğinde mutlaka “milli” bir anlam bulup onun arkasına dizilenlerde.
Erdoğan’dan hala “açılım”, “normalleşme” hatta iktidarı paylaşma bekleyenlere kötü bir haberimiz var. Bunların hiçbiri olmayacak. Saray’a beklentilerle gidenler Kenan Evren döneminden kalma geleneğe uyarak “baget ekmek arası döner”leri yerken Suriye’nin kuzeyine yönelik askeri müdahale nedeniyle ABD Temsilciler Meclisi Türkiye’ye yaptırım kararını onayladı. 29 Ekim günü, Cizre halkının %77’sinin oyuyla seçilen HDP’li Belediye Eş Başkanı Mehmet Zırığ’ın yerine kayyum atandı. Aynı gün İstanbul Boğazı’yla ilgili imar yetkisi dâhil bütün yetkileri İBB’den alıp, atamalarını Cumhurbaşkanı’nın yapacağı Boğaziçi Başkanlığı’na verecek bir kanun taslağı hazırlandı. AKP karşısında oluşan en geniş halk koalisyonunu bölmek pahasına, başta CHP olmak üzere muhalefetin bir kısmı “milli güvenlik” yalanının arkasına dizilirken AKP MYK’sinde savaşın AKP’nin oylarını nasıl etkilediğinin hesabı yapılıyordu.
Saray’ın savaşında halkların çıkarı yok
Suriye’nin kuzeyine yönelik askeri müdahale 17 Ekim’de ABD’yle, 22 Ekim’de Rusya’yla varılan ateşkes anlaşmalarından sonra kâğıt üzerinde bitti. Soçi’deki Putin-Erdoğan görüşmesinden çıkan 10 maddelik mutabakat metninde yer alan Türkiye’nin Tel Abyad-Serekaniye hattındaki durumunu koruması ve YPG’nin sınırdan 30 km dışarı çıkarılması maddeleri Erdoğan açısından hem iç politikada hem de dış politikada hanesine başarı olarak yazıldı. Ancak bu anlaşma sayesinde Suriye ordusu yeniden Türkiye sınırına yerleşti. Türkiye’nin 450 kilometrelik hat boyunca gözlem noktaları kurmasına izin çıkmazken, Ruslar bu hatta Suriye ordusunun noktalar kuracağını açıkladı. Hem ABD’yle hem de Rusya’yla imzalanan ama aslında YPG-QSD ile yapılan ateşkesler sırasında TSK’nin Suriye topraklarına birlikte girdiği cihatçıların saldırıları durmadı. Son olarak Milli Savunma Bakanlığı, Serekaniye kırsalında 18 Suriye askerinin rehin alındığını açıkladı. Tüm bu gelişmeler Suriye çatışmasının uzunca bir süre varlığını sürdüreceğini ve AKP himayesindeki cihatçıların emperyalistler tarafından bir istikrarsızlık aracı olarak kullanılabileceğini gösteriyor. Üstelik İdlip sorunu ortada duruyor. Sürecin nasıl ilerleyeceği henüz yeni başlayan Suriye Anayasa Komitesi toplantılarına da bağlı olacak. ABD ise bu süreçte gerçekleştirdiği El-Bağdadi operasyonuyla “Bölgeden çıkmadım ve Kürt güçleriyle işbirliğine devam ediyorum” mesajı verdi. ABD hem Kürt güçleriyle ilişkiyi sürdürmek açısından hem de ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak için Suriye’nin kuzeyinden çektiği güçlerini doğudaki petrol sahalarına konuşlandırmayı sürdürüyor. Bu hızlı süreçte, savaşın başında sorduğumuz soruyu yine sormak ve daha fazla insana sordurmak gerek. Bu savaş kimin için yapıldı? Irak ve Suriye’de binlerce insanı katlettiği gibi, Türkiye’de de yüzlerce insanın katlinden sorumlu tutulan IŞİD lideri Bağdadi’nin Türkiye sınırına 5 km uzakta yaşadığını ABD operasyonuyla öğrendik. Erdoğan savaşı teröre karşı yaptığını söylemişti ama belli ki Bağdadi Türkiye sınırında güvenli bir şekilde yaşıyormuş.
Savaşın bir diğer sonucu YPG-QSD ve komutanı Mazlum Abdî’nin bu sürecin öne çıkan aktörü olarak uluslararası görünürlüğünün artması ve Şam’dan Rusya’ya, ABD’den Kanada’ya meşru bir komutan olarak kabul edilmesi. Ancak, Kürtlere karşı savaş sınırın bu tarafında kayyumlar, operasyonlar ve tutuklamalarla devam ediyor. Cizre ile birlikte kayyum atanan HDP’li belediye sayısı 19’a yükseldi. Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyum atanmasının ardından geç de olsa muhalefetin verdiği ortak tepki havayı tersine çevirmişti. Ancak Suriye savaşı Kürtleri ayrıştırıp düşman ilan etmenin vesilesi oldu. Kürt hareketinin Suriye’de aldığı pozisyon, ülkemizdeki değme aydınların bile içindeki şovenizmi kaşır oldu. Tüm bunlar gösteriyor ki AKP karşısında oluşan en geniş halk ittifakının koruması yerel seçim süreci kadar kolay olmayacak. Emperyalizme, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı bu topraklar üzerindeki halkların eşitliğini, kardeşliğini ve özgürlüğünü savunan bir yurtseverliğin inşa edilmesi dışında bir seçenek yok.
Erdoğan güçlü bir iktidar için her şeyi yapar
Erdoğan Suriye savaşıyla kazandığı pozisyonu içeride kaybettiği gücü yeniden tahkim etmek üzere değerlendirmeye başladı. AKP’nin kuruluşundan bu yana görev yapmış il başkanlarıyla bir araya geldiği toplantıda mesajı açıktı: “Hiçbir kardeşimizi eski AK Partili olarak sıfatlandıramayız.” Geçtiğimiz haftalarda da “Partimizde görev alan arkadaşlarımızın daima önlerinde yeni kapılar açık olmaya devam edecektir” demişti. Erdoğan alenen kayırmacılık propagandası yaparak partisindeki çözülmeyi durdurmaya çalışıyor. Malum, öyle bir düzen kurdular ki Bilal Erdoğan’ın arkadaşı ve İBB’nin eski maaşlı çalışanı Hüseyin Avni Önder iki yıllık şirketiyle tarihi Haydarpaşa ve Sirkeci gar ihalelerini alabiliyor. Ancak ekonomik kriz koşullarında ve büyükşehirleri kaybetmişken AKP’nin dağıtabileceği payın sınırları var. Bu nedenle sermayeyi kurtarma operasyonları vergilerle, zamlarla, harçlarla giderek daha fazla halkın sırtına bindiriliyor. Geçtiğimiz ay yapılan zamların enerji şirketlerinin ihtiyacı için olduğu açıkça söylenmişti, Varlık Fonu ile İstanbul Finans Merkezi’ndeki üç inşaat şirketi kurtarılmıştı. Şimdi de İstanbul Finans Merkezi projesi için Saray’da özel bir birim oluşturuldu.
Meclis’te 2020 bütçesi hazırlıkları başladı. Kayırmacılığın, yandaş beslemenin sonuçları bütçede de görülecektir. Örneğin rejim değişikliği sonrası icat edilen Cumhurbaşkanlığı ofislerine, 2020 yılı bütçesinden toplam 330 milyon TL aktarılacak. Diyanet’in bütçesinin 1,1 milyar lira artırılarak 11,5 milyar liraya çıkarılması teklif edildi. Diyanet, böylece 16 bakanlıktan 8’ini geride bıraktı. Diyanet bütçesinin önemli bir kısmını vakıf ve derneklere ayırmak üzere alıyor. Memura 2020 yılı için %4+4 oranında maaş verilirken Erdoğan’ın maaşı %9,06’lık artışla ayda 81 bin 250 liraya yükselecek. Hazine ve Maliye Bakanlığı kriz karşısında bütçe gelirlerini artırmak için yeni vergi düzenlemesi hazırlıyor. Bu düzenlemenin serveti vergilendirdiği söylense de asıl yük düşük gelirli emekçilerin sırtında birikmeye devam ediyor. Halihazırda bir asgari ücretli Eylül’den bu yana maaşını 79 TL eksik alıyor. Maaşından aylık kesinti toplamı 729 olan asgari ücretli bir işçi bu kesintiler haricinde, kullandığı her ürün ve hizmet için ayda en az 731 TL vergi ödüyor. Erdoğan elindeki şimdilik en iyi araç olan savaş propagandasıyla bu büyük bedelin altında ezilen halkın öfkesini kontrol ediyor. Ancak her propagandanın bir karşı propagandası her ideolojinin bir karşı ideolojisi vardır. Muhalefet halka borç yükü altında kıt kanaat yaşamanın dışında seçeneği olduğunu göstererek yol alabilir. Erdoğan’ın İslamcılıkla bezeli çürümüş neoliberal ideolojisinin karşıtı kuşkusuz sosyalizmdir.
CHP bilinçli tarihsel rolünü oynuyor
Sarayın savaşına bir kez daha destek veren CHP bu tutumunun sonuçlarını yaşayacaktır. AKP’nin karşısında muhalefetin birlik zemininin zedelenmesi bir yana kayyum siyasetinin batıdaki yansımalarının da çok geçmeden açığa çıkacağı görülüyor. Kılıçdaroğlu kayyumlar için geç kalmış bir itirazla “demokrasiye aykırıdır” diyor. Bu cılız karşı çıkışın üzerinden çok geçmeden İBB’nin elinden İstanbul Boğazı’ndaki yetkilerinin alınmasına dair kanun tasarısı hazırlandığı haberleri medyaya yansıyor. Dahası AKP’nin, henüz ayrıntıları belli olmasa da birçok yetkiyi belediyelerden alan bir yerel yönetimler yasa tasarısı hazırladığı da biliniyor.
CHP’nin belediyecilik deneyimleri de “halk için halkla birlikte” olmaktan çok uzak. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi de ulaşım ücretlerine zam yaptı. Maltepe Belediyesi ise bir yıl önce imzalanan Toplu İş Sözleşmesi maddelerinin uygulanmasını isteyen temizlik işçilerini işten attı. Ankara’da ve İzmir’de Halkevleri ulaşım zamlarına karşı eylem süreçleri başlattı. Maltepe’de ise işçiler DİSK Genel İş sendikasıyla birlikte ve toplumsal muhalefetin verdiği destekle direniyor. CHP, Erdoğan’a duyulan öfke nedeniyle aldığı oyların koşulsuz bir destek anlamına gelmediğinin farkında olmasa da Maltepe direniş alanındaki işçiler bunu yüksek sesle söylüyor. AKP karşısında verilen taktik destek, sosyalistlerin sosyal demokrasinin sınıfı düzene boyun eğdirmeye kodlu politikalarına uyum göstereceği ya da sessiz kalacağı anlamına gelmez. CHP’nin hatalarının solun yenilgisine dönüşmemesinin koşulu CHP’nin emek düşmanı, rantçı yerel yönetim pratiklerinin karşısında etkin bir mücadele örgütlemektir.
Yeni bir isyan ve direniş dönemi
Türkiye’deki kaotik süreç içerisinde halkın sorunları, istekleri, tepkileri henüz sokakta görünür değil. Örgütsüzlük, AKP faşizmi, özne eksikliği… Yine de bugünlerde Türkiye halklarının kulağına çalınan bir isyan dalgası dünyayı kasıp kavuruyor. Irak’ta işsizlik ve yoksulluk karşısındaki sokak isyanı yasaklara ve devlet şiddetine rağmen sürüyor. Lübnan’da ekonomik krizin yükü ve yeni vergiler karşısında oluşan sokak hareketleri başbakanı istifasını açıklamaya zorladı. Şili’de metro ücretlerine yapılan zamma karşı başlayan direniş kısa sürede neoliberalizm ve devlet başkanı Pinera karşısında ülkedeki yetişkin nüfusun çoğunluğunun katıldığı bir isyana dönüştü. Hükümet geri adım atıyor ama halka yetmiyor. Şili, neoberalizmin laboratuvarı olarak bilinir. Şimdi o laboratuvarda özelleştirilen kamu hizmetlerinden biri olan enerjiyi satan şirketin plazası alev alev yanıyor.
Türkiye halkları ile sorunları, dertleri benzer olan dünya halklarının isyanı çok uzağımızda değil. Bu nedenle boğazda havai fişek gösterileriyle değil, işçiye boyun eğdirmeye çalışarak değil, emperyalizmden medet umarak değil, açılımlar, normalleşmeler bekleyerek değil… Direnerek, isyan ederek, taleplerimiz gerçek olacak, özlemini duyduğumuz yaşam kurulacak. Dünyadaki isyan dalgası düzen içi sol deneyimlerin eleştirisini de içeriyor. Erdoğan rejimi düzene entegre, uzlaşmacı bir muhalefetle değişemez. Yıkılmadan değişmez. Halkın talep ve özlemlerini düzeni değiştirme hedefiyle gündemleştiren bir sol siyaset bu topraklarda da mümkündür. (SENDİKA.ORG)