Şili’nin protesto hareketi küçük tavizler peşinde değil. Neoliberalizmin ve Pinochet diktatörlüğünün bütün mirasını alt üst etmek istiyor...


(Geçtiğimiz) hafta sonu Şili, demokrasinin dönüşünden bu yana gerçekleşen en büyük gösterilere sahne oldu. Santiago’da bir milyondan fazla insan sağcı Sebastián Piñera yönetimini protesto etmek için sokaklara çıktı.

Ekim ayının başlarından itibaren toplu taşıma ücretlerinin artmasına duyulan öfke yükselirken protesto hareketi kısa zamanda emekli maaşları, sağlık hizmetleri ve ücretlere dair uzun süredir varlığını sürdüren toplumsal ve ekonomik kaygılara doğru genişledi. Ancak ülkenin bütün köşelerine uzanırken, talepler de derinleşti: Protestocular yeni bir anayasa ve Pinochet rejimi sonrasında oluşturulan ülke siyasetinin çok daha köklü bir şekilde reformunu talep etmeye başladılar.

Şehirler, sosyalist besteci ve Allende yönetiminin destekçisi iken 1973 darbesinde öldürülmüş Victor Jara’nın sesiyle çınlarken Şili’nin protesto hareketini Santiago’dan, hareketin katılımcısı ve siyasal aktivist Isidora Cepeda Beccar ile ele alıyoruz:

İlk olarak bu protesto hareketinin nasıl başladığı hakkında bana biraz bilgi verir misiniz?

ICB: İlk kertede protestolar yönetim, toplu taşıma ücretlerini artırdığı için başladı. Şili’de bu ayarlamaları yapmakla yükümlü Toplu Taşıma Uzmanları Kurulu bulunuyor. Söz konusu artışın petrol fiyatlarında artış, tüketici fiyat endeksindeki değişim ve diğer etkenlerle ilgili olduğunu ileri sürdüler. Fiyatları pek fazla bir artış ifade etmeyecek biçimde otuz peso artırdılar, yönetim protesto beklemiyordu. Ancak öğrenciler örgütlendiler ve halkı bilet ücreti ödememeleri için teşvik ettiler. Bunlar aslında ayrı biletleri olan lise öğrencileriydi, bu nedenle artış onları neredeyse hiç etkilememişti.

“Bunu ailem için yapıyorum” diyorlardı, ya da “Bunu annem için yapıyorum”. Metro turnikelerini insanlar ödemeden geçiş yapsın diye açmaya kalktılar. Protestolar sorunlara yol açtı ve polis biber gazıyla müdahale etti. Bunun anlamı sadece öğrencilerin değil, istasyondaki ya da trendeki herkesin biber gazına maruz kalmasıydı.

Protestolar bu nedenle yoğunlaştı ve daha sonra geçtiğimiz Cuma kaos o kadar arttı ki bazı metro istasyonları kapatıldı. Santiago tam bir karmaşa içindeydi. İşlerinden evlerine gitmeye çalışan insanlar metro istasyonuna gidiyor ve kapalı olduğunu görüyorlardı, sonra bir sonraki istasyona gidiyorlar ve onu da kapanmış buluyorlardı. Pek bir bilgi yoktu. Bazı durumlarda insanlar kapanmış metro istasyonlarına saldırdılar. Bazı istasyonlar, şüpheli bir şekilde ateşe verildi.

O gece Piñera yönetiminin olağanüstü hal ilan etmesinin bahanesi buydu. Ancak protestolara yoğun bir halk desteği vardı. Son aylarda yönetim mensuplarının Şili toplumundaki milyonları etkileyen güvencesizlikten bihaber olduklarını gösterdikleri bir dizi beyanları olmuştu. İşçi sınıfı aileleri ücretlerinin yüzde 20 ya da daha fazlasını ulaşıma ayırmak zorundalar. Protestolar, insanların genelde işten eve gitmek için iki saat yolculuk yapmalarının gerektiği düşük gelirlilerin mahallelerinde başladı. İnsanlar iş için yaşadıklarını ve pek başka bir şey yapamadıklarını hissediyorlardı.

Bunun sonucu protestoların hızla yaygınlaşmasıydı. Halk demokrasinin geri gelmesinden bu yana üstü örtülmüş gibi duran talepleri eklemlemeye başladı. Bütün kariyerleri boyunca iyi ücretlerle çalışanların sonunda kendilerini yoksulluk içinde buldukları özel emeklilik sistemi hakkında konuşuldu. Aynı durum sağlık sistemi için de geçerli. Devlet esasen kamusal sağlık sistemini ortada bıraktı, çok sayıda iyi doktor ve fakat yetersiz altyapı mevcut. Geçen ay doktorlar ilaç yokluğundan dahi şikayet ediyorlardı. İnsanlar basit operasyonlar için üç ay beklemek zorunda kalabiliyor. Yakın tarihli bir rapor 2018’de uzun bekleme süreleri nedeniyle 26 bin kişinin hayatını kaybettiğini gösterdi.

Derinden hissedilen adaletsizlikler mevcut. Bunlar, Şili’de diktatörlük sonrasındaki sistemin sadece küçük bir seçkin gruba fayda sağladığını ifşa ediyorlar. Medya Şili’yi, sadece zengin bir ülke, Latin Amerika’nın incisi olarak ele alıyor. Ancak emekçiler kendi gündelik yaşamlarında pek böyle bir gerçekliği görmüyorlar. Bu hareket durumu nasıl değiştireceğini size net bir şekilde söyleyemiyor, ancak açık bir şekilde değişim talep ediyor.

Geçtiğimiz yıl Sebastián Piñera’nın seçilmesinden bu yana Şili’nin sağcı bir başkanı var. Piñera yönetimi harekete nasıl yanıt verdi?

ICB: Hareket aslında Piñera öğrencileri dinlemeyi reddettiği için başladı. Ancak beklenmedikti, genelde yönetimin önlemlerine karşı küçük protestolar olur. “Sonunda yorulacaklar ve devam edeceğiz” diye düşünürler. Piñera yönetimi her işçinin yaşamını olumsuz etkileyen metro istasyonlarını kapatma kararını aldığında ve daha sonra protestolara bu kadar sert baskıyla karşılık verdiğinde durum değişti.

Metro istasyonlarının ateşe verildiği aynı Cuma günü, enerji şirketi Enel’e ait olan başka bir yer yandı. Bu yangını kimin başlattığını gerçekten bilmiyoruz. Piñera yönetimi bunu hareketin fesat gruplar tarafından örgütlendiğine dair bir kanıt ve onların ifadesiyle “her vatandaş”a yönelen bir saldırı olarak gördü. Konuyu oldukça popüler olan hareketin taleplerinden çıkararak onu şeytanlaştırmaya çalışmak bir hataydı. İnsanlar yönetimin kendilerinden ne kadar kopuk olduğunu fark etti.

Geçtiğimiz Cumartesi Piñera yönetimi gerginliği artırarak sokaklara orduyu sevk etti. Sonra Pazar günü Piñera bir sonraki aşamaya geçti ve harekete karşı “savaş” açtığını söyledi. Kelimesi kelimesine “hiçbir şeye ve hiç kimseye saygı duymayan güçlü ve acımasız bir düşmana karşı savaştayız” dedi. Düşmanın kim olduğunu söylemedi ve çeşitli yorumlara açık kapı bıraktı. Gerçek sorun olan yaygın hoşnutsuzluğu, kaosu ve acımasız örgütlü insanların yarattığı tehdit hayaletini çağırarak bastırıyordu.

Sıradan çoğu insan bunun aşırıya kaçmak olduğunu hissetti. Büyük çoğunluğun gözünde açık olan kaygıları kenara atmanın bir gerekçesi yoktu. Yangınları kimin başlattığı halen belirsiz, ancak insanlar Başkanın olmayan bir canavar yaratmaya kalktığını düşündüler. Gerçekte olan şey yıllardır biriken öfke ve hayal kırıklığı. İnsanlar şiddet olaylarını başlatmadılar, ancak çoğu insan bu olayların nedenini anladı.

Yanıt olarak orduyu sokağa çıkarmak kayda değerdi. Şili’de ordunun tarihi olumlu bir tarih değil. Ordu sadece kendi insanlarına karşı harekete geçti. Modern zamanlarda başka bir ülkeyle savaşa girmedi. Orduyu sokaklarda görmek rahatsızlık verici, ancak ordu yakın geçmişte kendi insanlarınıza işkence etmiş ve siyasal faaliyetleri nedeniyle insanları öldürmüşse bu daha da fazla rahatsızlık verici oluyor. Olanlar halen popüler tahayyülde canlılığını koruyor.

Birden sokaklarda zırhlı araçlar ve tanklar gördük. Metro istasyonlarının girişlerindeydiler. Walmart gibi süpermarketleri koruyorlardı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu sırada çoğu insan evlerine döndü, çünkü sokağa çıkma yasağı ihlal edilirse ne olacağını bilmek istemiyorlardı. Bütün bunlar bir kuşatma altında yaşadığımız fikrini güçlendirdi.

Protestocularla hem ordu hem de polis arasında çatışmalar oldu. Resmi rakamlar on sekiz kişinin öldüğünü söylüyor, ancak protestolar gece, sokağa çıkma yasağı altında gerçekleştiğinde aslında ne olduğunu bilmiyoruz. Basın diye bir şey yok. Polis insanların evlerine baskın düzenliyor ve eylemcileri gözaltına alıyor. Toplamda 3000’den fazla insan gözaltına alındı.

Bu haftanın başında Piñera tavizler vermeye başladı. Yönetim ulaşım zamlarını geri aldı ve Piñera’nın “yeni sosyal gündem” dediği emeklilik, sağlık ve asgari ücrette reformları öne çıkardı. Ancak bunlar kayda değer bir nitelik taşımıyorlar. Şili’de “bugün için ekmek, yarın için açlık” diye bir deyiş vardır. Asgari ücret bugün 300000 peso (414 ABD Doları) ve Piñera bunu kimseyi yoksulluktan kurtarmayacak olan bir miktarda, 50000 peso (69 Dolar) kadar artırmayı vadetti. Çarşamba günü bu tavizleri açıkladıktan sonra bugüne kadar görülen protestoların en büyüğü gerçekleşti.

O momentte, Çarşamba gününe kadar olanların Başkanın dinlemesine yetmediği gibi her şeyi enine kesen bir anlayış oluştu. Olanlar, Başkanın neoliberal sistemin ve aslında eşitsizliğin doğrudan nedeni olan kalkınma modelinin temel unsurlarında dahi taviz vermesine yetmiyordu. Cuma günü sadece Santiago’da 1,2 milyondan daha fazla sayıda insan sokaklardaydı. Diğer şehirlerde binlerce kişi protestolara katıldı.

Bu gösteride talepler çeşitliydi, fakat bir tema etrafında dönüyorlardı: Başkanın istifasından yeni bir anayasa teklifine; medya eleştirisinden, polisin ve ordunun davranışına serzenişe… Hareket yönetimin çatışmayı şimdiye kadar ele alışını ve katılığını eleştiriyordu.

Hareket nasıl gelişti? Açıkça genişledi…

ICB: Hareketin tek bir lideri ya da onu koordine eden tek bir örgüt bulunmuyor, ancak sosyal medya önemli bir rol oynadı. Örneğin tek bir grup, yerel feminist bir örgüt Facebook’a şu zamanda meydanda toplanma çağrısını koyduğunda bu bilgi mahallede yayılıyor. Metro istasyonlarında gösteriler, farklı meydanlarda yerel gösteriler, daha sonra ilerledikçe daha büyük gösteriler şeklinde hareket gelişti. Geçen hafta kitlesel gösteriler gerçekleşti.

İnsanlar yönetimin yıkıcılık anlatısına yanıt geliştirdiler. Yangınların ve yağmalayan insanların fotoğraflarını gördüler, bu nedenle metro istasyonlarını ve mahallelerini korumak için örgütlendiler. Bu da insanları bir araya getirdi, yani yönetimin taktiği geri tepti. Hareket yayıldı – önce metro bilet fiyatlarının arttığı Santiago’daydı. Ancak geçtiğimiz Cumartesi Valparaíso, Concepción, Temuco, Punta Arenas’ta da gösteriler ve sokağa çıkma yasakları vardı. Hareket ulusal bir nitelik kazandı.

Sokağa çıkma yasaklarına karşı insanların dairelerinin pencerelerinden tencere tava çaldıkları cacerolazos görüldü. Olanlar, hareket ulusal hale gelse de nasıl her mahallede mevcut olduğuna dair bir anlayış sağlıyor. Cacerolazos herkesin Victo Jara’nın “El Derecho de Vivir en Paz, “Barış içinde Yaşama Hakkı” adlı şarkısıyla kendilerine eşlik etmesi çağrısı sosyal medyada yayıldığında daha da güçlü hale geldi.

Victor Jara’nın müziğinin Santiago’da insanların evlerinden yükseldiğini duymak inanılmazdı. Hareket büyürken insanların ¡El Pueblo Unido, Jamás Será Vencido!, “Birleşen Halk Asla Yenilmez” şeklinde tezahürat yaptıklarını duyabiliyordunuz. Bu sesler sizi kırk, elli yıl öncesine, Unidad Popular [Allende’nin iktidardaki koalisyonu] zamanına götürüyor, ancak bağıranlar eski tüfekler değil, öğrenciler.

Bu şarkılar sadece Santiago’da değil uluslararası solda da Şili solu ve Allende yönetimine dair büyük umutların olduğu zamanları anımsatıyor. Şili’de bugünün solu harekete nasıl karşılık verdi?

ICB: Sol, bu hareket hakında konuşmaya istekli değil. Hareketin hoşnutsuzluğu otuz yıl öncesine uzanıyor, sadece diktatörlüğe değil, demokrasiye geçişe de. Sol ise son yirmi yılın çoğunda iktidardaydı [merkez sol Demokrasi Partisi ve daha sonra Sosyalistler aracılığıyla].

İktidardaki Sosyalistlerin Allende’nin partisi olmadığını görmeliyiz. Gördüğümüz solcu Başkanlar, Ricardo Lagos ama aynı zamanda Michele Bachelet diktatörlüğün mimarisini değiştirmediler. Pinochet yapıyı dikti, onlar sadece geliştirdiler. Piyasanın işleyişine ayak uyduramayanlara destek olmak için sosyal programlar oluştururken özelleştirme yolunda devam ettiler. Bugün sosyal devlet büyük oranda Resmi Sol dediğiniz şey tarafından biçimlendirildi.

Resmi Solun son yönetimi, son Bachelet yönetimi Nueva Mayoría, “Yeni Çoğunluk” adıyla seçimlerde yarıştı ve Komünistleri de bloka dahil etti. 2010’daki öğrenci gösterilerinden bu yana Şili’de Komünist Parti Camila Vallejo ve Karol Cariola gibi yeni ldierler çıkardı. Çok iyiler ve kendilerine dair çokça umut besleniyordu. Ancak yönetimdelerken oldukça disiplinlilerdi ve yönetici seçkinleri desteklediler. Bu onların güçlü ve eleştirel  bir ses haline gelmelerini zorlaştırıyor. Diğerleriyle aynı grupta sayılıyorlar.

Şili’de ayrıca Frente Amplio ya da “Geniş Sol” olarak adlandırılan bir “yeni” Sol mevcut. Podemos’tan esinlenmiş bir parti olan Revolución Democratica yanı sıra Yeşil partiler, hümanistler, feministler ve benzerlerini barındırıyor. Son seçimlerde iyi bir performans sergilediler, ve parlamentoda yirmi sandalye kazandılar, ancak gösterilere dair net bir söz söylemekte zorlandılar. İlk Cumartesi bilet fiyatlarının düşürülmesine dair parlamentoda oylama vardı – bazıları tartışmaya katılacaklarını, diğerleri ordu çekilene kadar katılmayacaklarını söylüyordu. Ne yapacakları son derece belirsizdi.

Frente Amplio yeni bir siyasetçiler neslini temsil ediyor, ancak deyim yerindeyse “halkla birlikte” olduklarını söyleyemem. Söylemleri halkın çıkarlarını savunuyor, ancak siyasetçileri eğitimli orta sınıf mensupları. Aslında bir taban oluşturamadılar. Komünist Parti ise tersine düşük gelirlilerin yaşadığı mahallelerde ve sendikalarda güçlü bir katılım yapısına sahip. Çoğu yerde güç sahibiler. Frente Amplio’nun toplumsal örgütlerde zayıf bir varlığı mevcut. Ancak çok yeni oldukları için bu beklenebilir.

Genel olarak solun bu protestoları beklemediğini ve bazı açılardan Solun kendi temsil etmek istediği insanlardan ne kadar uzak olduğunu gösterdiğini düşünüyorum. Şimdi hepsi bekliyor ve yapabilecekleri kadar katılmaya çalışıyorlar, dinlediklerini göstermeye çalışıyorlar. Kitlesel gösterilerden sonra talepleri şekillendirmek üzere cabildos içinde yani tabandan yukarıya (siyasal partilerden bağımsız) toplumsal katılım mekanları yaratma ve burada yer alma çağrıları mevcut. Bu çağrıların çoğu bağımsız ancak eminim Komünist Parti tabanını cabildosa halk katılımını teşvik etmek üzere harekete geçirecektir.

Sendikalar protestolara aktif destek sundular mı?

ICB: Evet. Şili’de uzun zamandır sendikalar parçalılardı, sadece kendi taleplerine odaklanmışlardı. Bu protesto hareketiyle daha geniş, popüler taleplere yanıt verdiklerini gördük. Bunlar sadece madencilerin ya da balıkçıların ya da ulaşım işçilerinin sorunları değil, toplumun sorunları.

Pazartesi günü, bazı sendikalar iş bırakmaya ve gösterilere katılmaya karar verdiler. Şili için önemi yüzünden “ülkenin aylığı” dediğimiz madencilik sektöründe ve limanlarda iş bırakma gerçekleşti. Ayrıca metro işçilerinin gücünü görmek de ilginçti. İlk Cuma günü, sendika liderleri polis baskısının aynı zamanda kendi işçilerini istasyonlarda nasıl tehlikeye attığı hakkında konuştu. Bu onları daha geniş protesto hareketiyle aynı doğrultuya taşıdı.

Sendikalar daha sonra Çarşamba günü kitlesel protestoyla birleşen genel grev çağrısında bulundular ve ayrıca bu hafta sonu (Ekimin son hafta sonu, ç.n.) gösterileri desteklediler.

Hareketin başarı şansı nedir?

ICB: Hareketin taleplerini eklemleyen tek bir sözcü olmadığı için buna yanıt vermek zor. Hareket çok yayılmış durumda, bu nedenle ilk kertede yanıt yönetimden geldi. Piñera öfkeyi dindirecek reformlar önerme fırsatına sahip oldu, ancak böyle yapmadı. Şimdi ne olacağını göreceğiz.

Buna benzer toplumsal hareketler çok hızlı alevlenebilirler. Ancak tehlike uzun süre yanamayacak olmalarıdır. İnsanlar işe gitmek zorunda, bir süre sonra işlerin normale dönmesini istiyorlar. Hareketin kurumsal bir biçiminin olmamasının tehlike arz ettiğini düşünüyorum. Bana göre, talepler Sol tarafından ileriye taşınmadıkça uzun vadede herhangi bir gerçek değişime yol açamaz. Şu anda kimse belirgin bir şey diyemez – örneğin hareketin asgari ücreti şu kadar artırmak istediğini ve yönetim taviz verirse bunun bir zafer olacağını söyleyemiyoruz.

Hareketin şu ya da bu meseleye dair olmadığı açık. Sorunun temeline uzanan soruları ortaya koyuyor. Bu nedenle yeni bir anayasa talep etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bugün anayasamız Pinochet’ye ve Şikago Oğlanlarına uzanan Şili’deki neoliberalizmin mirası. Kökten değişim için bu kökleri kesmeliyiz. Yeni oyun kuralları yaramalıyız.

Her kesimden temsilcinin yer aldığı, kurucu meclisin kaleme aldığı, bütünüyle yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Bu gerçek iktidarı halka verecek ve çok ihtiyaç duyulan yeni bir siyasal alana katılma, dahil olma ve toplumsal olarak adanmışlık kültürünü teşvik edecek. Bugün başkan, parlamento ve siyasal partiler halkı temsil etmiyorlar. On yıllardır bunu yapmadılar, neden şimdi başlasınlar ki?

(Tribune internet sitesinden alınarak PolitikYol için Ali Rıza Güngen tarafından çevrilmiştir)
Daha yeni Daha eski