İktidar bloğunda çatlaklar var, bu çatlaklar derinleşirken nasıl bir müdahalede bulunmak gerekiyor? Kafa yoracağımız şey budur. Türkiye’de emekçi halkın kendi safını oluşturmak için neoliberalizme karşı yürüttüğümüz mücadelelerde bu süreçte nasıl bir yol izleneceğinin de ipuçları var...


Süleyman Soylu bildiğimiz gibi ne sıradan bir AKP’li ne de Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, İdris Naim Şahin, Binali Yıldırım ve Bülent Arınç gibi Erdoğan’ın geçmişten gelen bir dava arkadaşı. 15 Temmuz’dan sonraki süreci yönetmek ve örgütlemek için devletin kontrgerilla ağlarının atadığı bir insan nasıl kendi isteği ile o koltuğa oturmadıysa kendi isteği ile de o koltuğu bırakamaz. Bunun arka planında başka bir şey var.

Gelelim 12-13 Nisan’da sergilenenlere. Kimisi bunun Soylu’yu aklamak için kimisi de Tayyip Erdoğan’ı kurtarmak için yapıldığını söylüyor. Kimin gözünde aklanacaktı Soylu? Milliyetçi muhafazakâr kesimin mi, yoksa muhalefetin mi? Tabii ki milliyetçi muhafazakâr kesim, diyenler vardır. Böyle bir şeye neden ihtiyacı olsun ki Soylu’nun? İstifa açıklamasının ardından Twitter TT listesinin neredeyse tamamında Soylu ile ilgili milliyetçi muhafazakâr kesimin paylaşımları vardı. Türkiye’nin yarısını aç bıraksalar, hapse atsalar ya da öldürseler bile AKP ve Tayyip Erdoğan’dan vazgeçmeyecek bir topluluğun gözünde aklanmaya ihtiyacı yok Soylu’nun.

Tayyip Erdoğan’ın haberi olmadan bu istifanın gerçekleşemeyeceğini söyleyenler de vardı. Gerçekten doğruydu. Şöyle düşünelim Erdoğan güçlü bir iktidarı temsil eden her şeyi kendi elinin altında olmasını isteyen birisi, topluluğu da bunu biliyor. Topluluğu Erdoğan’dan habersiz kuş uçmadığını düşünüyor. Bir bakanın kendi kafasına göre istifa etmesi, Erdoğan’ın tabanında ve sermaye çevrelerinde pek hoş karşılanmaz, oyun gibi algılanmaz. Aksine şüphe ve çatlaklar yaratır.

Erdoğan, Soylu’nun istifasını kabul etseydi ne olacaktı? Yerine geçebileceklere dair birkaç isim sıralandı. Ancak ilerleyen dönemde o görevi Soylu gibi yürütecek bir karakteri hemen bulamaz. Çünkü geçtiğimiz süreç AKP’nin seçim yenilgileri, sert çatışmalar, derinleşen kriz ve toplumsal hoşnutsuzlukla yüz yüze geldiği, tüm bunlar karşısında baskı şiddet ile yönetmeye çalıştığı bir süreçti. Herhangi bir bakanın yönetimiyle geçiştirilebilecek bir dönem değildi.

İlk söylediğimizi yeniden söyleyelim. Soylu parti içine tırnaklarıyla kazıyarak gelmemiştir. Onu oraya Erdoğan da getirmemiştir. Erdoğan’ın önüne birileri getirmiştir. 40 yıldır yol yürüdüğü arkadaşlarına bile güvenmeyen bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Soylu oraya kontrgerilla ağları tarafından oturtulan bir insandır. İlerleyen dönemlerde bu daha anlaşılır hale gelecektir. Bu süreci ya doğru okuyup kendi hedeflerimiz doğrultusunda hareket edeceğiz ya da TV ve internet karşısında izleyeceğiz. Artık oy yaydan çıktı. İktidar tehlikeli bir rotada ilerliyor. Süreci bugüne kadar olduğu gibi yönetmeye kalkarsa daha da zorlanacak. Ama AKP için artık normale dönmek gibi bir durum söz konusu değil. AKP ayakta kalabilmek ve iktidarını sürdürmek için her alanda saldırgan bir çizgi izlemek zorunda.

İlerleyen dönemlerde “normal” bir süreç yaşamayacağız. Bilelim ki izleyerek geçiştirilebilecek ya da “filler tepişiyor çimen olmayalım” deyip kenara çekilebileceğimiz bir zaman değil.

Toplumsal muhalefete düşen
İktidar bloğunda çatlaklar var, bu çatlaklar derinleşirken nasıl bir müdahalede bulunmak gerekiyor? Kafa yoracağımız şey budur. Türkiye’de emekçi halkın kendi safını oluşturmak için neoliberalizme karşı yürüttüğümüz mücadelelerde bu süreçte nasıl bir yol izleneceğinin de ipuçları var.

Türkiye’de artık neoliberal dönüşüm tamamlanmış ve toplumda büyük mağduriyetler ve hoşnutsuzluklar oluşmuştur. Korona krizi sermaye düzeninin halkın canına, geleceğine kastettiğini yakıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Mağduriyetlerin ve hoşnutsuzlukların yaşandığı alanları örgütlemek bu dönem bizler için önemlidir. Örneğin Doğa Koleji’nde işten atılan öğretmenle, çocuklarının eğitim hakkı ellerinden alınan velileri beraber örgütlemek gibi. Ya da korona krizinden sonra iyice ayyuka çıkan sağlık sisteminin yetersizliği karşısında bu alanda mağdur sağlık çalışanlarıyla, hastaları beraber örgütlemek gibi. Aslında sermaye politikalarının yarattığı yıkımın sadece o sektörde çalışanlar için değil toplam bir halk mağduriyeti yarattığının altını çizilmesi gerekmektedir. Bu dönem sermaye politikalarının yarattığı mağduriyetlerin daha da tırmanacağı bir dönem. Mesele, mağdur olan inanları nasıl bir mücadele biçimiyle örgütleyeceğimizdir.

Geçmişte Kocaeli Depremi sonrasında oluşturduğumuz Yaşamevleri, Van depremi sonrasında kurduğumuz Van Çocuk Evi, Soma Maden Katliamı’nın ardından inşa ettiğimiz Soma Madenci Evi gibi deneyimlerimiz var. Şimdi bunlara farklı alanlarda kooperatifler, dayanışma ağları oluşturularak, hayatta kalma mücadelesine komünal örgütlenmelerle yanıt aranarak yeni deneyimler ekleniyor, daha da eklemeliyiz.

Korona günlerinde mahalle mahalle dolaşan devrimciler, mütevazı ölçekte de olsa insanların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik çalışmalarda bulunuyor. Ayrıca internet üzerinden yaptığımız halk sağlığı, işçi hakları gibi birçok etkinlik de bize aslında yeni bir örgütlenme biçiminin ipuçlarını da veriyor. Daha önce şube binalarımızda, eylemlerimizde, panellerde bir araya getirmeye çalıştığımız kitleyi internet etkinlikleriyle bir araya getirip farklı bir biçimde dayanışma ağları kurmaya çalışıyoruz. Evet, bunlar evden çıkmakta zorlandığımız kitleyle bire bir temas etme aralığı bulamadığımız bir dönemde önemli. Ama bu yaptıklarımız yeterli mi? Bu iktidarı alaşağı etmek için daha yeni ve etkili yollar da bulmamız gerekiyor mu?

Bundan sonra yaşanacak olan krizlerin sonuçları AKP’yi daha da zorlayacak. İşsizlik, yoksulluk ve güvencesizlikle boğuşan halk bu tarz krizlerle daha sıkıntılı günler yaşadıkça hoşnutsuzluğu artacak. İşsizlik, hayat pahalılığı, kira borcu, kredi borcu, kredi kartı borcu… Bu sıkıntılar karşısında yaraya merhem sürmekten çok, sıkıntılara yol açan iktidarı yıkacak bir öfkeyi ve yeni bir hayatı örgütlemeliyiz.

İktidar büyük krizler yaratarak ilerliyor. Ya o karanlığın içinde yok olacağız ya da kafamızı kaldırıp mücadele edeceğiz. Doğrudur, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. (UĞUR AKALIN - SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski