Eski İngiliz rahip Thomas Malthus, gıda üretimi aritmetik (1-2-3-4) artış gösterirken, nüfusun geometrik olarak (1-2-4-8) olarak artacağını ve bu sebeple besin ihtiyacının gıda üretim kapasitesini aşacağını söylerken yanılıyordu. Malthus 1789'da bu incelemesini yazdığında dünya nüfusu yaklaşık bir milyar idi. Şimdi ise neredeyse sekiz milyar olmasına rağmen bilim insanları herkesin beslenebileceği miktarda yeterli gıdanın üretilmekte olduğunu söylüyor. Ama açlık hala sürüyor. Neden?

Kanat Bukezhanov, Coronavirus, 2020

Sevgili arkadaşlar,

Tricontinental: Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nden selamlar.

21 Nisan’da BM Dünya Gıda Programı (WFP) başkanı David Beasley, dünyanın bir ‘açlık salgını’ yaşadığını söyledi. Aynı gün, Gıda Krizlerine Karşı Küresel Ağı ve Gıda Güvenliği Bilgi Ağı, 2020 yılı Küresel Gıda Krizleri Raporunu yayımladı. Raporda 55 ülkede 318 milyon insanın akut gıda güvensizliği yaşadığı ve akut açlığın zirvesinde olduğu belirtildi. Bu sayı durumu bariz bir şekilde gerçekte olduğundan az göstermektedir: yoğun faaliyet için gerekli kalori ihtiyacı dikkate alınarak ölçüldüğünde gerçek sayının – küresel pandemi öncesi – 2,5 milyara yakın olduğu görülebilirdi.

Raporda açlığın nedenlerinin silahlı çatışma, iklim değişikliği ve ekonomik türbülans olduğu söyleniyor. Ayrıca, ‘COVID-19 salgını gibi bir şok veya stres etkeni’ sonucunda, daha fazla insanın akut gıda güvensizliği durumuna girebileceği belirtiliyor. Dünya nüfusunun yarısı salgının sonucu olarak aç kalma tehlikesi yaşıyor.

Tricontinental: Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde, “açlık salgını” tehlikesini ele aldık. Kıdemli Dostumuz P. Sainath (Kırsal Hindistan Halk Arşivi’nin kurucusu), Richard Pithouse (Tricontinental: Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ofisi Güney Afrika Koordinatörü) ve benim hazırladığım aşağıdaki bülten, ‘açlık salgını’nın devasa ağırlığına odaklanıyor. Bültenin sonunda, Büyük Kapatılmanın bu yönüne odaklanan 10 maddelik bir gündem sunuyoruz. Bu maddeler hakkında düşüncelerinizi almak isteriz.

Uluslararası Para Fonu’nun Büyük Kapatılma olarak adlandırdığı durum, Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre 2,7 milyar insanın ya tamamen işsiz kalmasına ya da işsizlik riski yaşamasına sebep oldu, birçok insan ise çaresizlik içinde yoksulluk ve açlığa sadece bir iki gün kadar uzak. Açlık halihazırda dünyanın birçok bölgesinde belirgin olarak görülüyor. Toplumsal hareketler, yatay dayanışma biçimlerini aşağıdan örgütlemek için ellerinden geleni yapıyorlar, fakat gıda ayaklanmaları her yerde, Hindistan, Güney Afrika, Honduras gibi ülkelerde epeydir bir realite. Birçok devlet bu direnişlere ekmek yerine militarize bir biçimde kolluk kuvvetlerinin mermileriyle karşılık veriyor.

Salgından önce, 2014 senesinde Birleşmiş Milletler’in Gıda ve Tarım Örgütü şunları yazdı: ‘Mevcut gıda üretim ve dağıtım sistemleri dünyayı doyuramıyor’. Bu çok çarpıcı ifadenin ciddiye alınması gerekirdi. Ayak sürüyerek alınan önlemlerin işe yaramayacağı açık. Gıda sektöründe, sermayenin gıda üretim ve dağıtım süreçlerindeki hakimiyetini kıracak toplumsal bir devrime ihtiyaç var

Açlık, modern uygarlığın bir asır önce hayatımızdan çıkarmış olması gereken acı bir gerçek. İnsanların bir yandan otomobil yapmayı, uçak uçurmayı öğrenirken öte yandan açlık rezaletini ortadan kaldırmaması ne anlama geliyor?

Eski İngiliz rahip Thomas Malthus, gıda üretimi aritmetik (1-2-3-4) artış gösterirken, nüfusun geometrik olarak (1-2-4-8) olarak artacağını ve bu sebeple besin ihtiyacının gıda üretim kapasitesini aşacağını söylerken yanılıyordu. Malthus 1789’da bu incelemesini yazdığında dünya nüfusu yaklaşık bir milyar idi. Şimdi ise neredeyse sekiz milyar olmasına rağmen bilim insanları herkesin beslenebileceği miktarda yeterli gıdanın üretilmekte olduğunu söylüyor. Ama açlık hala sürüyor. Neden?

Pek çok insan mülksüzleştirilmiş olduğu için açlık dünyamızı sarmış durumda. Kırsal bölgelerde, şehirlerde toprağa erişiminiz yoksa, kendi besininizi üretemezsiniz. Toprağınız var, fakat tohum ve gübreye erişiminiz yoksa, çiftçi olarak yapabilecekleriniz sınırlanmış demektir. Hem toprağınız hem de  yiyecek alacak paranız yoksa açlıktan ölürsünüz.

Bu durum sorunun temelini oluşturur. Bu sorun, paranın tanrılaştırıldığı, kırsal ve kentsel toprakların piyasa aracılığı ile  bölüştürüldüğü, gıdanın sermayenin kâr elde etmesi için üretilen bir metadan ibaret olduğu burjuva düzeni tarafından çözülemez. Dünyaya yayılmış açlığı ortadan kaldırmak amacıyla uygulanan mütevazı gıda dağıtım programları ise genellikle sermayenin kontrolündeki tarım şirketlerinden süpermarkete doğru uzanan gıda sistemini besleyen devlet sübvansiyonları olarak çalışır.

Geçtiğimiz on yıllar boyunca gıda üretimi küresel tedarik zincirinin hakimiyetine girdi. Çiftçiler ürünlerini piyasaya kolayca süremez, sadece perakende satış noktalarında yiyecekleri işleyen, dağıtan ve paketleyen bir sisteme satmaları gerekir hale geldi. Finans dünyası çiftçiyi spekülasyon tuzağına düşürdüğü için bu satış işlemi de göründüğü kadar kolay gerçekleşmez. Birleşmiş Milletler’in gıda hakkı alanındaki özel sözcüsü Olivier De Schutter 2010’da, yatırım ve emeklilik fonlarının, yatırım bankalarının, meta türev araçları ile yarattığı spekülasyonlar yoluyla tarım sektörünün gücünü nasıl artırdıklarını dile getirmişti.  O yazıda, bu finansal kurumların ‘genel olarak tarımsal piyasanın temelleriyle ilgilenmedikleri’ de belirtiliyordu.

Sistemde herhangi bir şok yaşandığında tüm tedarik zinciri çöker, çiftçiler de ürünlerinin tüketilmesini sağlamak yerine onları yakmak veya gömmek zorunda kalır. Financial Times’ta Aime Williams’ın Amerika Birleşik Devletleri’ndeki durum üzerine yazdığı gibi, bu yaşananlar adeta ‘Büyük Bunalım’dan manzaralar gibidir: bir yanda binlerce Amerikalı gıda bankaları önünde sıraya girerken öte yanda ürünlerini imha eden çiftçiler’.

Dünyanın dört bir yanındaki tarım işçilerine, çiftçilere ve sosyal hareketlere kulak verdiğimizde, yaşadığımız bu kriz sırasında sistemin nasıl yeniden düzenlenmesi gerektiğine ilişkin dersler olduğunu görürüz. Aşağıda bu hareketlerden edindiklerimizin bir kısmını paylaşıyoruz. Bunlar, hem hemen uygulanabilecek acil önlemlerin hem de sürdürülebilir gıda güvenliğinin ve giderek daha sonra gıda egemenliğinin- yani, gıda sistemi üzerinde halk kontrolünün- nasıl sağlanacağına ilişkin daha uzun vadeli önlemlerin toplamıdır.

Acil durum gıda dağıtımını yürürlüğe koyun. Hükümetlerin kontrolündeki yiyecek stokları açlıkla mücadele için kullanılmalıdır. Devlet kaynakları insanların beslenmesi için ciddi boyutlarda kullanılmalıdır.

Tarımsal işletmeler, süpermarketler ve spekülatörler tarafından piyasaya sürülmeyen fazla gıda kamulaştırılarak gıda dağıtım sistemine katılmalıdır.

İnsanların beslenmesi gerekir. Yiyecek dağıtımı yeterli değildir. Devlet, halkın da katılımıyla gıdaya erişimi sağlamak için halk mutfak zincirleri oluşturmalıdır.

Hasat zorluğu yaşayan çiftçilere hükümet desteği sağlanmalı; hasadın Dünya Sağlık Örgütü’nün güvenlik ilkelerine göre yapılmasından devletler sorumludur.

Büyük Kapatılma sırasında çalışıp çalışamayacaklarına bakılmaksızın tarım işçileri, çiftçiler ve diğerleri için geçim ücretleri talep edilmeli ve bu kriz sonrasında da bu talep sürdürülmelidir. Acil durumlarda işçilere temel işçi muamelesi yapıp, daha sonra “normalleşme” döneminde haklı talepleri reddetmenin bir anlamı yoktur.

Büyük ölçekli gıda dışı ihracat ürünlerini teşvik etmek yerine çiftçilerin gıda üretimi yapmaları için finansal destek sağlanmalıdır. Yoksul ülkelerde milyonlarca yoksul çiftçi, daha zengin ülkelerde yetişmeyen ihracat ürünlerini üretmekte, örneğin, İsveç’te biber veya kahve yetiştirmek imkansızdır.

Dünya Bankası, yoksul ülkelere dolar kazanmak için bu tür ihracat ürünlerine odaklanmalarını “tavsiye eder.” Bu tavsiyenin, ailelerini geçindirecek kadar üretim kapasitelerini geliştiremeyen küçük çiftçilerin hiçbirine yardımcı olmayacağı açık. Bu çiftçiler de kendileri ve aileleri için herkes gibi gıda güvenliğine ihtiyaç duyuyor.

Yediklerimize muazzam miktarda karbon enjekte eden gıda tedarik zincirinin gereksiz karmaşıklığını yeniden düşünün. Gıda dağıtım zincirlerini küresel dağıtımdan ziyade bölgesel dağıtıma yönelik olacak şekilde yeniden yapılandırın.

Türev ürünleri, vadeli işlemler piyasalarını kontrol altına alarak gıda spekülasyonunun önüne geçin.
Kırsal ve kentsel topraklar piyasa mantığı dışında tahsis edilmeli, gıda üretiminin ve fazla ürünün dağıtımın süpermarketlerin kontrolü dışında gerçekleşmesini sağlayacak pazarlar oluşturulmalıdır. Halklar yaşadıkları bölgenin gıda düzeni üzerinde doğrudan kontrole sahip olmalıdır.

1978 Alma-Ata Bildirisi’nin gerekli gördüğü evrensel sağlık sistemleri oluşturulmalıdır. Güçlü halk sağlığı düzeni, acil sağlık sorunlarının önüne geçmek için daha etkilidir. Bu tür kurumların güçlü bir kırsal boyutu olmalı ve hüviyeti, sağlık kartı olmayanlar da dahil olmak üzere herkese açık olmalıdır.

Zengin ülkelerde yaşayanlar da dahil olmak üzere dünyamızda birçok insanın bu kriz öncesinde de açlığa mahkum olması kapitalizmin başarısızlık derecesinin ciddi bir göstergesidir. Bu kriz sırasında açlığın katlanarak patlamasının müsebbibi kapitalizmdir. Açlık insanlığın sorunlarının en başında gelir, bu kriz sırasında da insanlara gıda sağlamak için acil adımların hemen atılması gerekmekte.

Ayrıca, metalaşma, kâr güdüsünün toplumsal olarak yıkıcı mantığına karşı, kırsal ve kentsel toprakların, tohum, gübre gibi üretim araçlarının ve gıdanın kendisinin sosyal değerinin ifadesi ve savunulması hayati önem taşıyor.

1943’te İngiliz İmparatorluğu’nun bürokratları Bengal’deki tahıla el koyarak halkı,  1-3 milyon insanın ölümüne sebep olan korkunç bir kıtlığa sürükledi. O dönemde on dokuz yaşında olan Hindistan Komünist Partisi üyesi Sukanta Bhattacharya, Anti-Faşist Yazarlar ve Sanatçılar Derneği için Akal (Kıtlık) adlı bir şiir antolojisi derlemişti. Bhattacharya bu kitapta Hey Mahajibon [En Büyük Hayat!] isimli bir şiir yayınlamıştı.

Ey büyük hayat! Yeter bu şiirler.
Şimdi sert, haşin nesir vakti.
Erit dokunaklı şiir çanlarını.
Bugün sağlam nesir çekicini vurma vakti.

Şiirin yumuşaklığı gerekmez bize.
Ey şiir, bugün dinlenebilirsin.
Açlığın mahvettiği bir dünya şiirsel değildir.
Dolunay yanmış ekmeğe benziyor.

Bu Bülten’i sonlandırırken, Tricontinental: Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’ndeki çalışmalarımızı desteklemenizi hatırlatmak isterim. Web sitemizde, sağdaki bağlantılardan Bağış butonunu tıklayarak desteğinizi gerçekleştirebilirsiniz. Teşekkürler.

Sevgiyle, Vijay.

[Tricontinental’deki İngilizce orijinalinden Müge Ertürk tarafından Sendika.Org için çevrilmiş, çeviri E. Ahmet Tonak tarafından gözden geçirilmiştir]
Daha yeni Daha eski