DIŞARIDA BİR SALGIN VAR; PEKİ İÇERİDE NE VAR? 

Akademisyenlerinizi süründürdüler. Sustunuz.

Politikacılarınızı ezip geçtiler. Sesiniz çıkmadı.

Gazetecilerinizi yok ettiler. Seyrettiniz.

Hukukçularınızı yaktılar. Katlandınız.

Sanatçılarınızı uçurumlardan attılar. Umursamadınız.

Şimdi doktorlarınızı yok etmeye çalışıyorlar.

Bir salgınla değil de sanki toplumun maddi manevi sağlığına hizmet eden kim varsa, ne varsa ona karşı savaşıyorlar. 

Bir düşünün...

Şu salgın zamanında bile zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve önceliğinde asla halkın mağduriyetleri olmayan iktidarlar...

Hangi dinamiklerle nasıl hâlâ iktidar hayali kurabiliyorlar?

Çünkü unuttunuz... Hızla unuttunuz.

Yoksulluk ve çaresizlik yüzünden;

Her an vagonların önüne atlayıp ölmeye kalkışabilecek insanlarla birlikte metroya biniyorsunuz.

Kendisini sulara attı atacak insanlarla birlikte köprüden geçiyorsunuz.

Cebinde ateşiyle dolaşan ve bedenini meydanlarda yakmaya hazırlanan insanlarla aynı caddelerde yürüyorsunuz.

Annesinin kucağında, çöpten çıkarılmış bir mısır koçanını kemiren dilenci bir çocuğun hemen yanı başında, pembe tütü giydirdiği küçük kızına itinayla midye dolma yediren kadına boş gözlerle bakıp geçiyorsunuz.

Kırılmış kaldırım taşlarının parçalarını bir puzzle gibi yerine yerleştiren evsiz kadının imdat çağrılarıyla dolu deliliğini görmezden geliyorsunuz.

Şehrin farklı köşelerine dağılmış kara çarşaflı genç kızların, başına oturdukları türlü çöplerle dolu büyük siyah poşetleri parçalayıp gülüşerek içinden yiyecek ayıklamasının yeni bir dilenme modeli olduğunu düşünürken buluyorsunuz kendinizi.

Sokakta yerde yatan, ölmüş mü, sızmış mı, uyumuş mu anlayamadığınız insanların sayısının arttığını fark etmemek için gözlerinizi sıkı sıkı kapatıyorsunuz.

Henüz salgının yol açtığı şu ağır çıkışsızlıklar yokken, sadece olağanlaşmış bir yoksulluktan, kendisi intihar ederken ailesini de yok etmeye kalkışan insanları çoktan unuttunuz.

Yoksulluğun bu ülkede birileri için kader olduğuna kendinizi ikna ettiğiniz anda...

Başınıza gelebilecek her şeye de ikna oldunuz.

Camileri açan ve okulları kapatan...

Metroya bindiğinizde başınızı öne eğip telefonunuza bakmayın.

Bakışlarınızı duvarlardaki ekranlara kilitlemeyin.

Gözünüzü boşluğa ya da tavana ya da ayaklarınıza dikmeyin. 

Etrafınıza bakın. Dikkatlice bakın. 

Kaldırım diplerine büzüşmüş tiner kokan küçücük çocukların üzerine basmamak için attığınız adımların sertleştikçe sertleştiğini;

İstemsizce sıktığınız yumruklar yüzünden tırnaklarınız avuçlarınızı deldiğini;

Camileri açan, okulları kapatan, kendisine miting alanları açıp, ülkedeki sanat alanlarını daraltan...

Sadece işçisini, memurunu, öğretmenini, avukatını, çiftçisini, madencisini, gencini, yaşlısını, yoksulunu, engellisini, hastasını değil...

Doktorunu bile adamdan saymayan bir iktidar dilinin ölçüsüzlüğüne emanet ettiğiniz canınızı sıkması gereken gerçekleri fark edin.

Halkını düşünmeyen bu iktidarın, içi tilkilerle dolu kafasına göre yönettiği bir ülkede hem kişisel tarihinizin hem de içinde bulunduğunuz toplumun siyasi tarihinin en gafil günlerini yaşıyorsunuz.

Belki bugün de salgından sağ çıktığınızı sanıyorsunuz ama felaketi fırsata çevirmeye çalışan hadsiz bir iktidar yüzünden tehlikeli bir girdabın içine batıyorsunuz. 

Sorun kendinize

Sorumluluklarının önceliğinde mağduriyet giderme olmayan ve kendisini eleştiren herkesi topun ağzında tutan bir iktidar aslında neye yarar, kime yarar?

Ve böylesine olağanüstü bir dönemde nasıl olur da ülke, aslen toplumun en kıymetlisi olması gereken doktorlarından oluk oluk kanar?

Türk Tabipleri Birliği’ne dil uzatacak kadar aymaz olan politikacılar bu ülkede hangi cüretle hâlâ ortalardalar?

...

Tamam.

Dışarıda tehlikeli bir salgın var.

Ama şu an içeride ondan daha korkunç şeyler var. (MİNE SÖĞÜT - CUMHURİYET) 

Daha yeni Daha eski