Zaman zaman nefes alma imkânı bulsa da Küba ekonomisi kendini bağımlılıktan ve krizden çıkaramamaktadır. Bu durum, 30 yılı aşkındır sürmekte...
Zaman zaman nefes alma imkânı bulsa da Küba ekonomisi kendini bağımlılıktan ve krizden çıkaramamaktadır. Bu durum, 30 yılı aşkındır sürmektedir. Ülkenin bağımsızlığını ve sistemin toplumcu yapısını korumak için zorunlu olarak başvurulan tedbirler ise başta turizm ve özel girişimcilik olmak üzere dipten öne doğru kapitalizmin boy vermesine yol açmıştır. Küba için esas tehlike burada bulunuyor. Küba'nın yaşadığı ağır ekonomik sorunların temel nedeni, sosyalizmin, küçük bir ülkenin imkanlarıyla kapitalist dünyanın kuşatması altında kendini sürdürme güçlüğünden kaynaklanmaktadır. Bu güçlüğün aşılması kendi olanaklarıyla mümkün olmamaktadır...
SOSYALİZM VE KÜBA'YI ANLAMAK
11 ve 12 Temmuz günlerinde Küba’da halkın bir bölümünün yaşadıkları sorunları ülkeyi yönetenlere duyurmak için yaptıkları sokak eylemlerinin toplumsal nedenlerden kaynaklandığı görülmektedir. Sosyal sorunların kitlelerin yığınsal tepkilerine yol açması derin sınıf farklılıklarının yaşandığı mülkiyetçi toplumlarda gözlenen bir durumdur. Kapitalist toplumun örgütleniş biçimi geniş emekçi yığınlarının sömürülmesi üzerine kurulu olduğu için toplumsal olayların kaynağı sermaye-emek ilişkilerinde bulunur. Zenginliği yaratan işçi sınıfının zahmetli yaşamı ve düzenli bir işi bile olmayan yoksulların sefaleti ve buna eşlik eden özgürlükten yoksun toplumsal grupların durumu ve devletin yapısının baskıcı karakteri sosyal olayları kaçınılmaz bir olgu haline getirir.
Fakat söz konusu olan Küba gibi toplumcu sisteme sahip bir ülke olunca kitlelerin protesto hareketlerinde bulunması yadırgatıcı bulunabilir. Küba’nın bugünkü gerçekliğini anlamak için, sermayenin propaganda aygıtlarının olayları ve olguları çarpıtan yorum ve haber sunumlarının dışına çıkmak gerekir. Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere egemen güçlerin Küba’ya dair insanlığa benimsetmeye çalıştığı düşünme biçimi gerçeği değil onun görünümüne dayanan bir ideolojik çarpıtmayı temsil eder. Ama aynı zamanda son protesto olaylarını Amerikan emperyalizminin organize ettiği bir tezgah olarak düşünmek ve gerçeği bununla sınırlamak, adanın bağımsızlığını ve halkçı toplum yapısını korumada yaşadığı sorunları göz ardı eden yüzeysel bir yaklaşımdır.
Küçük bir kasaba olan San Antonio de los Banos’ta başlayan ve başkent Havana dahil diğer bazı başka şehirlere sıçrayan eylemlere katılım sınırlı bir yoğunluğa sahipti. Ama bu halkın geniş kesimlerinin özellikle ekonomik koşulların aşırı kötü olmasından şikayet etmediği anlamına gelmez. Küba ağır ekonomik, sosyal ve politik sorunlar yaşamaktadır. Sorunların en ağırı ve acil çözüm bekleyeni halkın beslenme sorunudur.
Bütün tarihi sömürgeciliğe ve onun emperyalist biçimine direnmekle geçmiş bu halkın yaşadığı sorunların temel nedeni emperyalizmin önünde diz çökmemesidir. Kardeşleri olarak gördüğü ve güçleri Küba’yla karşılaştırıldığında devasa olan Sovyetler Birliği ve Çin’in kapitalizme teslim olduğu dünyada, zalim kapitalist tanrılara karşı Prometheus’un insanları kurtaracak ateşini söndürmemeye çalışan bu küçük adanın mecalinin daha ne kadar dayanacağı kendisinden ziyade dünyanın yakın geleceğinin alacağı şekle bağlı olacaktır.
Sonucu şimdiden bilmek mümkün değildir. Çünkü sosyalizm ile kapitalizm arasındaki mücadelenin kaderini belirleyen tarihin ilerlemeci akışı değil, mücadelenin amansızlığı olacaktır. Akıl, irade ve eylem olarak üstün gelen zaferi elde edecektir. Çünkü içinde insanların yer aldığı süreçlerin yazgısını belirleyen, doğada gözlenen döngüsel hareketlerin yasası değil insanın niteliğini belirleyen bilinç ve onu özne haline getiren eylem ve iradedir.
Her halükarda Küba 1959’da gerçekleştirdiği devrimden sonra yarattığı toplumun sosyal ve kültürel nitelikleriyle, sömürge dünyasının emperyalizmden kurtuluşuna verdiği enternasyonalist destekle ve 1990’lardan bu yana zalimlerin önünde boyun bükmemesiyle tarihin baş köşesine kurulmayı hak etmektedir.
Sınırlı bir katılımla ve sürekli hale gelmeden sönümlenen eylemlerin kaynağı, ne karşıdevrimcilerle komünistler arasında olan çatışma ne bir diktatörlük rejimine karşı özgürlüğü elinden alınmış bir halkın başkaldırısı ne de yozlaşmış bir sosyalist sisteme karşı işçi sınıfının tepkisi olarak görülmelidir. Tepkilerin kaynağı olarak toplumun ideolojik olarak sisteme karşı olduğunu, yani bağımsızlığı ve kamucu bir yönetimi (Küba’daki sistemi şimdiki haliyle kamucu ya da halkçı kavramlarıyla nitelendirmek, onun bütünsel yapısını tanımlamada daha gerçekçi bir kavramdır. Çünkü sistemin sosyalist yapısında son yıllarda önemli gerilemeler yaşandı) istemediğini ileri sürmek eksik bilgiye dayanmıyorsa açıkça emperyalizm yandaşlığıdır.
Peki bu durumda protestoların nedenini nasıl anlaşılır kılabiliriz? Bu soruyu akla uygun yanıtlamak için Küba gerçekliğini tarihi bir bakış açısıyla ekonomik ve siyasal alanda incelemek gerekir.
Batı Uygarlığı’nın laneti
Küba’nın tarihi bağımsızlık için sömürgeciliğe karşı verilen direnişin tarihidir. Avrupa kıtasının kapitalizmin eşiğinde olduğu 1492’de Kristof Kolomb adaya ayak bastığında adanın nüfusu, Bartoleme de la Casas’a göre iki yüz bin dolaylarında idi. (Bartoleme de la Casas, Kristof Kolomb’un ikinci yolculuğuna katılmış İspanyol tarihçi, hukukçu, Hristiyan din adamıdır. Yolculuğu ve İspanyolların yaptığı vahşeti anlatan eserler yazmıştır. Sömürgeci vahşete tanık olduktan sonra yerli halkların insani hakları için mücadele etmiştir.) Bu nüfusun büyük bölümünü Tainos halkı oluşturuyordu. Yanı sıra Arawaks ve Karaib kabile toplulukları da adanın sakinlerindendi.
Kolomb’u oraya gönderenler o dönem Avrupa’sının güçlü ülkesi olan İspanya’nın tüccarları, bankerleri ve mutlak monarşisiydi. Yolculuğun esas menzili ticari amaçlar için deniz yoluyla Hindistan’a varmaktı. Bir gemici olarak Kolomb sürekli batıya doğru bir seyir izlediğinde Hindistan’a ulaşacağını düşünüyordu. Yola çıktıklarından 70 gün sonra ise kendilerini Küba’nın da içinde olduğu Karayip Adaları’nda buldular. Bu tarih kısa bir süre içinde Küba’nın yerli halkının kırımdan geçtiği sömürgeciliğin soygun, talan, tecavüz, işkence ve köleleştirmeden ibaret olan tarihinin başlangıcıdır. Papa VI. Alexander’ın fermanıyla adaya yerleşen İspanyol sömürgecileri 50 yıl içerisinde yerli halkın tümünü vahşi yöntemlerle imha ettiler.
Avrupa sömürgeciliğinin vahşi gerçekliği ”kaşifin” seyir defterinde açık bir biçimde görülür.
Kolomb yerlilerle ilk karşılaşmasındaki izlenimini ve onlara yönelik niyetini tuttuğu notlarda şöyle belirtir:
Gelişmiş ve sağlıklı vücutları, yakışıklı yüzleri var. Silahsızlar ve silah tanımıyorlar. Onlara bir kılıç gösterdiğimde keskin kenarından acemice tutup kendilerini kestiler. Demiri kullanmıyorlar. Mızraklarını kamıştan yapıyorlar. Bunlardan iyi köleler olabilir. Elli kişiyle bunların hepsine boyun eğdirebilir, istediklerimizi yaptırabiliriz. ( Howard Zinn, Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi, İmge Kitabevi, syf.7)
Kolomb’u oraya gönderenlerin ve kendisinin amacı, köle elde etmekle sınırlı değildi. Peşinde olduğu, yerliler için bir süs eşyası olmaktan öte anlamı olmayan altındı. İspanya’nın egemenleri ilk yolculuğunda üç gemi ve 90 kişilik bir mürettebatla destek verdikleri Kolomb’a ikinci yolculuğunda 17 gemi ve 1200 civarında silahlı insan desteği verdiler. Çünkü köleleştirme yoluyla zenginleşmenin imkanına vakıf olmuşlardı.
Başlangıçta konuklarına karşı oldukça cömert ve misafirperver davranan ada insanları, onların vahşetiyle tanışınca direnmeye başlarlar. Mücadelenin koşulları eşit olmadığından yenilirler. Direnişin önderi Hautey yakalanır ve yakılarak öldürülür. Bartoleme de la Casas’ın anlattığına göre yakılmadan önce İspanyol papaz vaftiz olmayı önerir. Direnişin lideri papaza sorar: “Vaftiz olanlar öldükten sonra nereye giderler?” “Cennete” diye yanıtlar papaz. “Peki İspanyollar öldükten sonra nereye gider?” diye tekrar sorar Hautey. Papaz, “Eğer vaftiz olmuşlarsa cennete” diye yanıtlar. “O halde ben oraya gitmeyeyim, bu vahşi insanlarla birlikte olmaktansa cehenneme gitmeyi tercih ederim” der.
Direniş ezilip adanın sahibi olan halklar kırımdan geçtikten sonra İspanyol sömürgecileri adaya tamamen hakim olurlar. Adanın verimli topraklarını işletmek için işgalciler Afrika’dan köle getirirler. Yerli halkı soykırımdan geçirdikleri için şeker kamışı ve tütün tarlalarında çalıştıracakları işgücünü Afrikalıları köle haline getirerek karşılarlar. Bu dönem Küba toprakları İspanyol sömürgecileri için hem bir köle ticaret merkezi hem de diğer bölge adalarının kolonileştirilmesi için bir üs haline gelir.
İspanyol egemenliği Küba’daki varlığını 4 asır boyunca sürdürür. Halk 1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren bağımsızlık mücadelesine girişir. Mücadelenin önderi Carlos Manuel Cespedes, çiftlikleri olan zengin bir avukattır. Sahibi olduğu köleleri azat ederek 1868 yılında silahlı isyanı başlatır. 10 yıl süren savaşın 3 yüz bin Kübalının ölümüne yol açtığı düşünülmektedir. Savaşın sonunda Küba kesin bağımsızlığını kazanamamış olsa da İspanyol sömürgeciliğinin kendisini sürdürme koşulları çökmeye başlar. 1895 yılında Jose Marti’nin önderliğinde başlayan ikinci bağımsızlık savaşı 4 yüzyıllık İspanyol sömürgeciliğinin bitmesine yol açan gelişmeler yaratır.
İspanyol sömürgeciliğinin bitmesi Küba’nın bağımsız ve kendi kaderini kendisi belirleyen bir ülke olmasıyla sonuçlanmadı. İngiltere’ye karşı bağımsızlığını kazanıp güçlü bir kapitalist ülke haline gelen Amerika, emperyalist hamlelerini yoğunlaştırmaya başlamıştı. Çoktandır Küba’ya el koymak isteyen Amerika bu fırsatı Marti’nin önderlik ettiği ikinci Küba bağımsızlık savaşı sırasında buldu. (Marti Amerikan emperyalistlerinin Küba’ya çıkışını görmeden 19 Mayıs 1895’te sömürgeci İspanyol güçleriyle yapılan bir muharebede öldü. Öldüğünde 42 yaşındaydı. Ölmeden önceki yazılarında halkını Amerika’nın ülkesine yönelik emperyalist emelleri konusunda uyardı: “Canavarı tanıyorum, çünkü ininde yaşadım.”)
Çağını doldurmuş ve gücünü tüketmiş İspanyol sömürgeciliğini Küba’dan çıkarmak Amerikan emperyalizmi için zor olmadı. Bağımsızlık mücadelesinde Küba’nın yanında gözüken Amerika, 1898’de adadaki İspanyol güçlerine saldırdı. İspanyol güçleri çok direnmeden teslim olmayı ve Küba’dan çıkmayı, 10 Aralık 1898’de Paris’te yapılan antlaşmayla kabul ettiler. Böylece görünüşte bağımsız bir devlet olan Küba’da klasik İspanyol sömürgeciliğinden boşalan yeri Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgeciliği aldı.
Amerikan egemenliği altında Küba’nın doğal zenginliklerinin hemen hemen bütünü Amerikan şirketlerinin kullanımına geçti. Adanın en önemli tarımsal üretimini sağlayan şeker kamışı arazileri başta olmak üzere, verimli toprakların büyük bir kısmı Amerikan şirketlerinin mülkiyeti haline geldi.
Zamanla Küba Amerikan yeni-sömürgeciliği altında Amerikalı zenginlerin, şirketlerin, mafya örgütlerinin ve ahlak düşkünü insanların kumar fuhuş ve zevk merkezi haline geldi. O yıllarda görünümü oldukça şatafatlı bir yaşam sunan ülkenin gerçekliği halkın yaşadığı derin bir sefalet ve baskı tarafından belirleniyordu. Dünya Bankası’nın verilerine göre 1950 yılında halkın yüzde 60’ı açlık sınırında yaşıyordu.
Küba halkı bu duruma boyun eğmeyi kabul etmedi. Topraksız köylüler, sefalet içinde yaşayan kent emekçileri, halkını ve ülkesini savunan aydınlar ve üniversite öğrencileri, Amerikan emperyalizminin kuklası olan Batista diktatörlüğünü devirmek için devrimci eylem ve faaliyetlerini yoğunlaştırmaya başladılar.
Küba Devrimi ve sosyalizm
Küba’nın tarihsel kaderini belirleyen iki deniz yolculuğu olmuştur. Birincisi yazının yukarıdaki bir bölümünde dile getirdiğimiz Kristof Kolomb’un yolculuğudur. Bu yolculuğun amacı, Avrupalı egemenlerin zenginleşme tutkusuydu. Bu küçük adanın Avrupalı açgözlüler tarafından bulunmasının bedeli yıkım oldu.
Avrupa egemenlerinin dünyanın zenginliğine el koymak için orta çağda yaptıkları iki büyük seferden bahsedecek olursak; birincisi Ortadoğu’nun zenginliğini talan etmek amacıyla din kisvesiyle düzenlenen Haçlı Seferleri’dir, ikincisi ise feodalizmin ve Orta Çağ’ın son demlerinde deniz yoluyla uzak doğu zenginliğine ulaşmak isterken tesadüfen buldukları Amerika kıtası ve etrafındaki adalara yönelik olandır. Haçlı Seferleri iki asra yakın bir sürecin sonunda püskürtüldü.
Fakat ne yazık ki Amerika kıtasına yönelik Avrupa egemenlerinin altına ve gümüşe hücum saldırısı, insanlık tarihindeki en ağır çöküntülerden birinin yaşanmasına yol açtı. Avrupa uygarlığına tarihte en baş köşeyi verenler Asyalı Moğolların vahşetini anlatmayı pek severler ve bunda tarihsel hakikatler bakımından bir yanlışlık yoktur. Fakat söz konusu olan Avrupa sömürgeciliği olduğunda bunun yüksek Avrupa uygarlığının aşağı uygarlık seviyesindeki halklara götürülmesi olarak tanımlamayı ileri sürerler. Gerçek olan ise bunun tam tersidir.
Amerika kıtasının zora dayalı fetihler yoluyla Avrupa ”uygarlığı”na dahil olması yerli halkların birçok yerde bütün varlıklarıyla yok olmasına yol açmıştır. Kaybedilen sadece doğal zenginlikler ve topraklar olmamıştır. Örneğin Küba’da yerli halk o güne kadar inşa ettikleri kültürleri ve dilleriyle birlikte katliamlar yoluyla tarihten silinmişlerdir.
Kolomb’un, içinde Küba’nın da olduğu topraklara ayak basmasından sonra insanlık tarihinde üç yıkıcı sonuç ortaya çıkmıştır:
Bugün, yaşadığımız gezegen ve üzerindeki bütün canlılar için bir tehdit olan kapitalizm, bu kıtadan elde edilen servetlerin sayesinde doğumunu gerçekleştirdi.
Avrupa kıtasının, özellikle kuzeyinden göç edenlerin kurduğu Amerika, zaman içinde tarihin tanıdığı en yıkıcı güç haline gelecekti. Avrupa kapitalizminin ifrazatı olan Amerikan kapitalizmi ortaya çıktığından bu yana insanlığa kan kusturmaktan başka bir işe yaramamıştır.
Milyonlarca insanın vahşi yöntemlerle avlanarak yurtları Afrika’dan Küba dahil Amerika kıtasına taşınması ve köle haline getirilmesi ve derilerinin renginden dolayı hala ırkçılığın kurbanı olmaları da, sözde kendisini üstün gören Avrupa ”uygarlığı”nın ürünüdür.
Küba’nın kaderini değiştiren ikinci yolculuk Kolomb’dan 454 yıl sonra yapıldı. Meksika’nın Tuxpan kıyılarında kalkan, gerçek taşıyıcı gücü 12 kişi olan ama içinde 82 devrimcinin bulunduğu küçük bir yat Küba’ya doğru yol aldı. Grubun önderliğini yapan Fidel Castro, 1953’te giriştiği fakat başarılı olmayan, halkını sömürgecilikten ve onların işbirlikçisi diktatörlükten kurtaracak devrimi yeniden başlatmak istiyordu. Grubun içinde en yüksek insani duygularla harekete katılmış, devrimci ve insani meziyetleriyle bütün zamanların en çok etki bırakmış kahramanı Che Guevara da bulunuyordu.
Silahlı bir isyanın başarısı için gerekli olan bilinç ve irade tutarlılığını gösteren öncü grup, gerilla savaşı yöntemiyle kısa sürede yoksulların, üniversite öğrencilerinin ve halkına hizmet etmek isteyen aydınların desteğini aldı. 1 Ocak 1959’da halkın devrimci güçleri ülkenin bütününde iktidarı ele geçirdiğinde, ada halkının yaşamı olumlu yönde değiştiği gibi özgürlük ve eşitlik mücadelesi de kendine enternasyonal düzeyde etkili olan yeni bir üs inşa etti.
Küba Devrimi, ülkenin bir parçası olan Amerika kıtası ve yeryüzünün bütün coğrafyalarındaki ezilen ve sömürülenler için içeriği insani olan devrimci sonuçlar yarattı. Her şeyden önce halkını emperyalist sömürgecilikten ve onun işbirlikçisi diktatörlük rejiminden kurtardı. Bununla yetinmeyen devrimci önderlik halkın geniş desteğiyle devrime sosyalist nitelik kazandıran sosyal dönüşümlere girişti.
Her iki dönüşüm (bağımsızlık ve sosyalizm) İspanyol sömürgeciliğinin 5 yüzyıl önce başlattığı yıkım sürecinin sonu oldu. İlk defa Amerika kıtasının bir toprağında insanın, sosyal ve kültürel gelişmesinin insancıl koşulları yaratıldı. Bir canlı türü olarak insanın varlığı doğa tarafından belirlenirken, insan gerçekliği, doğanın yalın bir uzantısı olmaktan ibaretti. İnsanın varlığının sömürgecilik tarafından belirlendiği koşullarda ise maddi yaşamında ortaya çıkan sefalete kültürel ve ruhsal çöküntü eşlik eder. Küba halkının bilinçli iradesiyle gerçekleştirdiği Devrim, insanın kendi nesnel gerçekliğini, koşulların kısıtlayıcı engellerine rağmen, bütünsel olarak geliştirebilmesinin önünü açtı.
Devrimin kırkıncı yılını anma etkinliklerinde Fidel’in halka yaptığı konuşmada bu gerçekliği somut verilere dayalı olarak görebiliriz:
Sosyalizm olmadan, istisnasız ülkenin en uzak ve en ücra köşelerinde bile bütün çocuklarımız için okullarımız ve öğretmenlerimiz olamazdı. Ne ihtiyacı olanlar için özel olarak hazırlanmış okullarımız ne yüzde 100’lük ilk öğretim düzeyimiz ne de yüzde 98,8’lik orta öğretim düzeyimiz olabilirdi. Tam bir bilimsel eğitim veren meslek okullarımız, üst düzeyde eğitim veren yüksek okullarımız, askeri okullarımız, spor akademilerimiz, fiziksel eğitim veren spor okullarımız, ticaret okullarımız profesyonel teknik ve politeknik eğitim enstitülerimiz, işçi ve köylüler için kolejlerimiz, dil okullarımız veya sanat okullarımız ülkenin her bölgesine yayılmazdı. Sosyalizm olmadan, Küba’nın bugün 700 bin üniversite mezunu, 15 öğretmen eğitim koleji, 22 tıp okulu, toplamda 51 yüksek eğitim enstitüsü, 137 bin üniversite öğrencisine eğitim veren fakülteleri olmazdı. Sosyalizm olmadan 67 bin 500 doktorumuzla, 250 binin üzerinde profesör ve öğretmenimizle, 34 bin fiziksel eğitim ve spor eğitmenimizle, bu üç kategoride de (nüfusla orantılandığında) dünyadaki en yüksek düzeyi yakalayamazdık. Sosyalizm olmadan, spor insanların bir hakkı olamaz ve Küba (nüfusla orantılandığında) dünyanın en fazla olimpiyat madalyası kazanan ülkesi olamazdı. Sosyalizm olmadan, bugün sahip olduğumuz politik kültür seviyesine ulaşamazdık. Sosyalizm olmadan 30 bin aile doktorumuz, 436 polikliniğimiz, 275 hastanemiz, hem genel hem de uzmanlık alanında hizmet veren cerrahi müdahale, pediatri ve doğum hastanelerimiz ile13 adet uzmanlaşmış tıp enstitümüz olamazdı. Sosyalizm olmadan, doğum sırasında ölen çocukların sayısı binde sekizlerden daha aşağıya çekilemezdi. 13 bulaşıcı hastalığa karşı geliştirilen aşılar çocuklarımızı koruyamaz, insanlarımızın ortalama yaşam süresi 76 yıla çıkartılamazdı. HIV virüsü oranı ABD ve diğer zengin ülkelerdeki gibi 0,6 değil de 0,03 olmazdı. 2000 yılında kan bağışında bulunmak için gönüllü olan 575 bin kişi olmazdı.
Sosyalizm olmadan, Küba 42 yıldır, Avrupa’nın birçok köşesinde olduğu gibi, başka bir dünyadan gelmiş gibi garip kıyafetler giyen adamlarla ve isyan karşıtı araçlarıyla, coplarla, kalkanlarla, plastik mermilerle, göz yaşartıcı gazlarla, biber gazlarıyla ve diğer araçlarıyla halkının üstüne saldıran polislerin baskısından ve vahşiliğinden acı çekmekten kurtulamazdı.
Sosyalizm olmadan yüzbinlerce Kübalı, enternasyonalist görevleri üstlenemez, ülkemiz Afrika’nın bir parça toprağı uğruna bile sömürgeciliğe karşı verdiği mücadeleye katkıda bulunamaz, ayrımcılık, ırkçılık ve faşizmin nefret dolu sisteminin görünüşte yenilmez olan kuvvetlerine karşı mücadele ederken bir damla kanlarını bile dökemezlerdi.
Sosyalizm olmadan, Devrimin yarattığı sonu gelmez insan kaynağı sayesinde, 40 binden fazla Kübalı sağlık görevlisi, 90’dan fazla ülkede oluşturulan gönüllü uluslararası işbirliğine katılamaz, Latin Amerika, Karayipler ve Afrika’daki geniş kapsamlı sağlık programlarını geliştirmek için yardım edemezdi.
Sosyalizm olmadan, Üçüncü Dünya ülkelerinden gelen 15 bin 600 öğrenci, Küba üniversitelerinde eğitim göremez, bu ülkelerden gelen 11 bin öğrenci Küba’da yüksek lisans eğitimi göremezdi.
Sosyalizm olmadan 24 ülkeden ve 63 etnik gruptan genç insan Latin Amerikadaki saygın tıp okullarımızda eğitim göremez ve her yıl 2 bin yeni öğrenci bu okullara kayır yaptıramazdı.
Sosyalizm olmadan, 1986’daki Çernobil felaketinden etkilenen üç ülkenin 19 bin çocuğuna ve yetişkinine bu özel dönemin ortalarındayken sağlık hizmeti sunamaz, Brezilya’nın Goias kentindeki radyasyon sızıntısından zarar gören 53 kişiye de elimizi uzatamazdık.
Sosyalizm olmadan, uyuşturuculardan, genelevlerden, kumarhanelerden, organize suçlardan, ölüm mangalarından, linç girişimlerinden ve kanun dışı cezalandırmalardan temizlenmiş bir ülke olamazdık.
Sosyalizm olmadan, eskiden küçük görülen ve yüz kızartıcı işlerde çalıştırılan Kübalı kadınlar, neredeyse tüm kalkınmış kapitalist ülkelerin ulaşamadığı bir hedef olarak, bugün ülkemizin teknik işgücünün %65’ini oluşturamaz, eşit iş için eşit ücret alamazlardı. (MAI ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu, Küba Devlet Başkanı Fidel Castro’nun Devrim’in sosyalist karakterini ilan edilişinin 40. yıldönümünde yaptığı konuşma. 16 Nisan 2001, Havana. Türkçeleştiren Utku Umut. Fidel’in yaptığı konuşma daha geniştir. Konuşmanın tümü okunduğunda Devrim’in yarattığı gelişmelerin insani zenginliğinin boyutları daha derinlemesine görülür.)
Emperyalizme karşı yalnız kalan mücadele
Fidel Castro bu konuşmayı yaptığı tarihte, Küba on yıldır ağır ekonomik sorunlarla boğuşuyordu. Sovyetler Birliği ve uydusu durumundaki yozlaşmış sosyalizmin diğer ülkeleri, Kübayla olan bütün ekonomik ilişkilerini kesmişler Çin ise çoktan kapitalist yolu benimsemişti.
Devrimden bu yana Amerikan ambargosu ve kapitalist dünyanın düşmanlığı koşullarında yaşayan Küba’nın ekonomik ilişkilerinin mutlak düzeydeki ağırlığı Sovyetler Birliği ve müttefikleriyle kurulan ilişkilere dayalıydı. Yaptığı ihracatın yüzde 70’i Sovyetler Birliği ileydi. Yüzyılların sömürge koşullarının ürünü olarak ekonomisi baskın biçimde şeker kamışı üretimine dayalı olan Küba’nın ürettiği şekerin yanı sıra en önemli yeraltı zenginliği olan nikelin büyük kısmını satın alan yine Sovyetler Birliği’ydi. Ülkenin kalkınma çabaları için gerekli olan para da esas olarak Sovyetler Birliği ve diğer COMECON’a üye ülkelerden sağlanıyordu. Gerçeğe yakın rakamlarla 1960’tan 1983’e kadar Küba’nın başta Sovyetler olmak üzere Comecon ülkelerinden düşük faiz oranlarıyla aldığı kredi miktarı 33 milyar dolar civarındadır. Ayrıca 1981 yılından 1984 yılına kadar aynı ülkelerden yılda 750 milyon değerinde askeri destek alınıyordu. Enerji gereksiniminde büyük oranda dışarıya bağımlı olan adanın petrol ihtiyacını düşük fiyatlarla Sovyetler karşılıyordu. Bütün bu hayati ekonomik gerçeklere bir de eğitim, kültür, turizm vb. alanlardaki yoğun karşılıklı ilişkileri eklediğimizde Sovyetler Birliği’nin içerden çürüyerek çökmesinin Küba için ne kadar geriletici etkiler yarattığını görmek mümkün hale gelir. Örneğin, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden önce Küba, yılda 4 milyon tona yakın şekeri Sovyetler Birliği’ne, 1 milyon ton şekeri de diğer Comecon’a üye ülkelere ihraç ediyordu. 1993’e gelindiğindeyse Rusya’nın Küba’dan aldığı şeker miktarı 2 tondur. Onu da eski fiyattan değil kapitalist borsaların belirlediği fiyatlar üzerinden aldı.(Kaynak:Conflits.Cuba-Russie:plus d’un demi siécle de diplomatie.MathieuSauvajot.31 janvier 2020)
Şeker kamışının o yıllarda Küba ekonomisindeki önemini anlamak için bazı rakamlara bakmakta yarar vardır. Adanın yaptığı ihracatın yüzde 75’i şeker sektörüne dayalıydı. Üretimde çalışan nüfusun yüzde 20’si bu sektörde istihdam ediliyordu. Şeker ihracatındaki büyük düşüş, ekonominin diğer temel sektörlerinde durgunluğa yol açan olumsuz bir domino etkisi yarattı. Döviz yokluğu ve Sovyetler’in yerini alan Rusya’nın petrol sevkiyatını durdurması ülkenin enerji gücünün ağır şekilde zayıflamasına yol açtı. Petrol ve diğer enerji kaynaklarının yetersizliği tarımsal faaliyetin neredeyse çökmesine yol açtı. Köylüler toprağı sürmek için traktörlerini çalıştıracak yakıttan yoksun olduğu için tekrar hayvan gücüne başvurdular. Yüksek enerji açığı ülke düzeyindeki ulaşım ve taşımacılığın ve enerjiye bağımlı olarak gerçekleşen bütün insani faaliyetlerin gerilemesine yol açtı.
Ekonomideki bu ani çöküş halkın, içinde beslenme de olan, temel insani ihtiyaçlarını karşılamada büyük güçlükler yaşadığı bir dönemin başlangıcı oldu. Hükümetin ve halkın “Perido Especial” diye tanımladığı bu dönemin ilk yıllarında, Küba’nın Gayri Safi Milli Hasılasında yüzde 35 düşüş oldu. (Comprendre Cuba.Hector Lemieux.)
İleri yıllarda siyasal yapıyı koruyarak iktisadi alanda yapılan değişimlerle, ekonomik ve sosyal sorunlarda azalma gerçekleştirme sağlanmışsa da ülkenin Sovyetler Birliği’nin çökmesinden bu yana yaşadığı ağır sorunlar varlığını hep sürdürdü.
Devrimden sonra izlenen ekonomi politikaları
Küba devriminin her aşamasında Che’nin önemli roller üstlendiği bilinir. Bu gerçekliği üç alanda ele almak mümkündür. Birincisi diktatörlüğe karşı gerilla mücadelesi verilirken savaşta gösterdiği yüksek politik-askeri önderlik. İkincisi iktidar alındıktan sonra Küba’yı ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş mücadelesinin güvenilir bir merkezi haline getirerek devrime kazandırdığı enternasyonalizm. Üçüncüsü devrimin karakterinin sosyalist biçim almasındaki önemli katkıları.
Granma yatıyla devrim için yola çıktıklarında 82 kişilik gerilla grubu içinde ideolojik olarak sosyalizmi benimseyen iki kişi olduğu tarihçiler tarafından belirtilir: Che ve Raul Castro. Diğerleri sosyalizme karşı olmasa da gelişmiş bir sosyalist düşünsel yapıya sahip değillerdi diye kabul edilir.
Daha dağlardayken Che, mücadeleye önderlik eden 26 Temmuz hareketiyle ülkenin komünist güçlerinin ilişkisini özenle geliştirmeye başlar. Fidel, Sovyetler Birliği’nin reformcu politikalarına göre davranan Küba Sosyalist Partisi’ne kızgındır. Çünkü silahlı mücadeleye dayalı devrim anlayışına karşı çıkmaktadırlar. Fidel Castro, devrim için 1953’te Moncada Kışlası’na saldırdığında Sosyalist Parti, Fidel ve arkadaşlarını maceracılıkla suçlamıştı. Buna rağmen kurtuluş mücadelesinin diyalektik gelişimi hem devrime sosyalist bir nitelik kazandırdı hem de içerde ve dışarda sosyalist güçlerle çok boyutlu ilişkiler kurulmasına yol açtı.
26 Temmuz Hareketi iktidar olduktan sonra sosyalist ülkelerle ilişkilerin ve Küba ekonomisinin sorumluluğu Che Guevara’ya verildi. Bunda şüphesiz onun sosyalist kimliği ve devrime önderlik eden grubun içindeki en gelişmiş entelektüel düzeye sahip olması rol oynadı.
Che, Sovyetler Birliği’ne yaptığı bir kaç yolculuktan sonra Sovyetler Birliği’nin örgütlediği sosyalizm biçimine ve Marksizm’in yozlaştırılmış biçimi olan ideolojik görüşlerine vakıf oldu.
Che ile Sovyet yöneticileri arasındaki sorunlardan biri Küba ekonomisinin nasıl inşa edileceği ile ilgiliydi. Sovyet ekonomi uzmanlarının önerisi, Küba’nın bir tarım ülkesi olarak kalkınmasıydı. Che bu görüşe şiddetle karşı çıktı. Che’nin düşüncesine göre Küba’nın hem ekonomik bağımsızlığını kazanması, hem de halkın refah düzeyinin yükselmesi için, ekonominin kesinlikle endüstrileşmeyi gerçekleştirmesi gerekiyordu. Küba’nın sanayileşmesi için Sovyet yöneticilerinden teknolojik ve finansal destek istediğinde reddedildi.
Ayrıca Che, Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezilerde, ekonomik verimliliği arttırmak için kapitalizme ait öğelerin kullanıldığını gördü. Che’nin sosyalizmin ekonomik inşasıyla ilgili düşünceleri Sovyet yöneticileriyle uyuşmuyordu. Piyasa ve bireysel özendirmeleri, kapitalizme özgü değerleri, sosyalizmin inşasında kullanmayı sorunlu buluyordu. Bireysel maddi teşviklerin, devlet şirketlerinin karlılık temelinde ticari ilişkiler kurması gibi etmenlerin, ekonomiyi geliştirici araçlar olarak kullanılması, Che’nin itiraz ettiği bir yöntemdi. Küba ekonomisinin bu yolla örgütlenmesini kabul etmedi. Che’ye göre Sovyetler birliği kapitalizme özgü değer hukukunun ve pazar kanunlarının etkisine girmişti.
Bu büyük devrimcinin görüşlerinde ne kadar haklı olduğunun görülmesi için fazla uzun zaman geçmedi.
Siyasi planda emeğin diktatörlüğüne, ekonomik bakımdan üretim araçlarının ortak mülkiyetine ve sosyal bakımdan eşitliğe dayanan sosyalizmin, bu temel ilkelerinden sapıldığında, tarihin çarklarının geriye doğru döneceğini Sovyetler Birliği’nin çöküşü gösterdi. Che bunu ölmeden önce görmüştü.
Che’nin takdir edilmeyi hak eden öngörüsünde ne kadar isabetli düşündüğünü, Küba’nın 30 yılı aşkındır uğraştığı ekonomik sorunlarda görebiliyoruz. Bugünkü ekonomik sıkıntıların yaşanmasında şüphesiz Amerikan emperyalizminin ambargosunun ve kuşatmasının büyük payı var. Ama devrimden önceki 450 yıllık hayatını sömürge olarak yaşamış ve kendisini ekonomik olarak geliştirememiş bir ülkenin siyasal özgürlüğünü ekonomik bağımsızlıkla geliştirmesi gerekiyordu. Bunun yolu devrimden sonra iktisat politikasını sanayileşme üzerine kurmaktı.
Guevara’nın sanayileşme çizgisine karşı çıkan ve Küba’ya esas olarak tarımı geliştirerek kalkınma yolunu öneren Sovyetler Birliği’nin amacı; Küba ekonomisini kendi tarımsal ihtiyaçları için şekillendirmekti. Che’nin karşı çıkmasına rağmen Küba devrimci liderliğinin Sovyet önerisini kabul etmesi (büyük oranda başka alternatifleri olmadığı için) bugün Küba sosyalizmini, altyapısı bakımından yıkım noktasına getiren bir diğer önemli sebeptir. Sovyetler Birliği çökünce adanın altyapısı da çöktü. Devrimden sonra nispeten geliştirilen endüstriyel altyapı da bu yıllarda beşte dört oranında geriledi.
Sosyalizmin kazanımlarını korumak için kabul edilen zorunlu geri adımlar ve sonuçları
Sosyalist kampın dağılmasının yarattığı olumsuz koşullarda; devrimi sürdürmek ve halkın en temel ihtiyaçlarını karşılamak için Küba devrimci önderliği, ekonomi politikalarında bir dizi yeni uygulamayı yürürlüğe soktu. Amaç ekonomiyi yeni politikalarla canlandırmaktı. 1991’de başlayan bu süreç koşullara bağlı olarak yapılan değişikliklerle varlığını sürdürmektedir. Yeni ekonomik politikaları ve sonuçlarını 3 ana gelişme bağlamında incelemek gerçeklere uygun bir yaklaşım olarak görülebilir.
Ülkenin yeniden turizme açılması ve bunun ada halkının yaşamında yol açtığı ekonomik, kültürel ve sosyal dönüşümler.
Ülkeye döviz girişini arttırmak için dövizle alış verişin yapıldığı, içinde kapitalist ülkelerden ithal edilen lüks tüketim ürünlerinin bulunduğu mağazalar açmak.
Ekonominin temel sektörlerinde kamu mülkiyeti korunurken kentlerde ve köylerde özel işletmelere izin vermek.
Turizm
Küba devrimden önce popüler bir turizm ülkesiydi. Gerçekte bu, başta Amerikalılar olmak üzere yabancıların gelip eğlendikleri türden bir turizmdi. O yıllarda Küba denildiğinde akla gelen içinde fuhuşun da olduğu eğlenceli hayattı. Devrim bu duruma son verdi. Küba’nın, Kolomb adayı ilk gördüğünde dile getirdiği bütün doğal güzelliklerini kendi ve diğer sosyalist ülkelerin vatandaşlarına açtı. Devrimden önceki turizm, ülkenin güzelliklerini kendi vatandaşlarından sakınmakla kalmayıp bir de toplumun yozlaşmasına sebep olan bir niteliğe sahipti. Devrimden sonraki turizm ise Kübalıların kendi ülkesini tanıması,tatillerini ülkenin değişik yerlerinde geçirmelerini, adanın değişik bölgelerinde ikamet eden insanlar arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin gelişmesini, bu ilişkilerin bir sonucu olarak moral ve sosyal değerlerin yükselmesini en önemlisi ada toprakları üstünde yaşayan bütün yurttaşlar arasında ortak bir kimliğin inşa edilmesine katkıyı sağladı. Yanı sıra diğer sosyalist ülke yurttaşları da kafileler halinde Küba’da tatil yapma imkanı buluyorlardı.
İnsanın kültürel, ruhsal ve sosyal gelişmesine hizmet eden bu turizm anlayışı 1990’lı yıllardan itibaren giderek etkisini yitirdi. Ülkeyi yeniden klasik turizme açmakla elde edilmek istenen döviz sahibi olmaktı. Buna zorunluydular. Çünkü yaşamın sürmesi ve devrimin topluma kazandırdığı başta eğitim, sağlık, konut ve benzeri hakların korunabilmesi için ülkenin dövize ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacın teminini sağlayan en önemli kaynaklardan biri yabancılara yönelik turizmdi. Fakat bu turizmin Küba’nın sosyalist toplumu üzerinde geriletici etkileri oldu.
Devlet eğlenme amaçlı turizmin olumsuz etkilerini azaltmak için tedbirler alsa da, Küba toplumunun bu turizmden oldukça olumsuz etkilendiğini söyleyebiliriz.
Kısa sürede yılda 4 milyona yakın turist ağırlamaya başlayan Küba’da turizm sektöründe çalışmak, nitelikli yüksek eğitim sahibi insanlar için bile cezbedici hale geldi. Bir otelde ya da turistlere hizmet eden bir işletmede çalışmak ekonomik bakımdan bir üniversite öğretim üyesine bile daha çekici olmaya başladı. Durum öyle bir hal aldı ki, ülkenin eğitim hayatında da olumsuz gelişmeler baş gösterdi. Öğrenciler için eğitimde öncelikli tercih, turizm sektöründe çalışabilmek için sahip olunması gereken bir meslek edinmek oldu. Süreç içinde doktor, avukat, mimar, öğretim üyesi gibi iyi bir eğitim sonucu meslek sahibi olan birçok insan da işlerini bırakarak turizm alanında resmi ya da gayri resmi olarak çalışmaya başladı. Çünkü bu yolla elde ettikleri gelir resmi işlerinden elde ettikleri maaşa göre çok daha fazlaydı. Turistlerle yakın ilişkinin sağladığı olanaklardan yararlanan insanlar, dolar üzerinden gelir elde etmeyi ve bu yolla daha iyi yaşamayı eski işlerini sürdürmeye tercih etmeye başladılar. Bu durum turizm merkezlerine doğru bir göçü kışkırttı. Devlet bu olumsuz sosyal gelişmeyi önlemek için Varadero gibi en büyük turizm alanlarına giriş ve çıkışları izne bağlamak zorunda kaldı. Turizmin yaygınlaşması ve önemli bir ekonomik sektör haline gelmesi fuhuşun, puro kaçakçılığının ve değişik türden yasadışı ekonomik etkinliklerin ortaya çıkmasına, toplumun ahlaki değerlerinin düşmesine ve Küba yurttaşları arasında sosyal farklılıkların oluşmasına neden oldu.
Devrimin sosyal ve kültürel değişimleri sonucu ortadan kalkan seks turizmi kendini yeniden göstermeye başladı. Yabancıların büyük ilgi duyduğu ve dünyanın en beğenilen purolarının satışında yolsuzluklar yaygınlaştı. Kamuya ait mağazalarda fiyatı 500 dolardan fazla olan bir kutu (içinde 25 adet bulunur) puro yasadışı yollardan 50 dolardan bile daha ucuza satılmaya başlandı. Bu yasadışı ticaret Küba’da neredeyse olağan hale gelmiştir. Bu işi yapan şebekelerin içinde sigara üreten atölye ve fabrikaların yöneticileri, işçileri ve bunu turistlere pazarlayan aracılar yer almaktadırlar.
Dövizle satış yapan mağazalar ve iki farklı para birimi
Ekonomik hayatı kurtarmak için başvurulan ve toplumsal etkileri sosyalizmi zayıflatan, diğer iki uygulama, sadece dolarla alışveriş yapılabilen mağazalar ve Küba’nın kendi resmi parasının (CUB, peso cubano) yanı sıra yine bir Küba parası olan CUC’un(dövize çevrilebilir peso) tedavüle sokulması oldu. Dövize çevrilebilir ikinci parayla amaçlanan ülkenin ihtiyaç duyduğu ithalat için devletin döviz gereksinimini güçlendirmekti. Bunun için turistlerin tüketimini kolaylaştıracak ve halkın elinde bulunan dövizleri merkez bankasına aktaracak bir araç olarak CUC resmi paranın yanı sıra işlem görmeye başladı. Turistler kaldıkları turizm merkezlerinden uzaklaştığında CUC ile bütün ödemelerini yapabiliyorlardı. Kartla ödeme yapmak ya da para çekmek sadece ülkenin en gelişmiş turizm merkezlerinde mümkündü.
Ülkenin turizme açılmasıyla birlikte, küçük özel işletmelere serbestlik tanındı. Bu işletmelerin varlığı da esas olarak yabancı turistlere bağımlıdır. Etkinlikleri ağırlıklı olarak evini pansiyon olarak kullanma, lokantacılık, taksicilik, küçük hediyelik eşyalar satma vb. alanlara dayalıdır. Turistler bu alanlardaki bütün ödemelerini CUC’la yapabilir. Dövizin, CUC’a her dönüştürülmesinde, 3,25 oranında kesinti yapılır (Not:1 ocak 2021 de alınan bir kararla konvertible olan para ortadan kaldırılmıştır. Yapılan açıklamayla 6 ay içinde tek para birimine geçileceği resmi olarak ilan edilmiştir.).
Küba’nın döviz kaynaklarından biri de yurt dışında yaşayanların yakınlarına gönderdikleri yardımlardır. Küba halkının yüzde 40’nın dışarıda yaşayan yakınlarından yardım aldığı düşünülmektedir. Bu aynı zamanda nüfusun yüzde 60’ının dışardan gelen yardımdan yoksun olduğunu gösterir. Yardımların tümünü yeterli oranda düşünmemek gerekir. Birçok yardım senede birkaç kez bazı örneklerde ise bir defa yapılmaktadır. (Mediapart Cuba-dossier/la rebellion du 11/07/2021,la devaluation monétaire a été l’étincelle)
Dövizi olan Kübalıların, dolarla satış yapan mağazalarda alış veriş yapma hakkı vardır. Maaşını CUB ile alanlar ise bu haktan yoksundur. Bu eşitsizliği arttıran bir önemli diğer gerçek ise konvertible olmayan parayla satış yapan mağazalarda sınırlı sayıda tüketim maddesi bulunmasıdır. Dövize çevrilebilir parayla satış yapan mağazalarda ise tüketim maddeleri hem kalite olarak iyi hem de çeşitlilik bakımından çok daha fazla bulunmaktadır. Bugün Küba’da 3 milyon çalışan insan maaşını CUB’la almaktadır. Bu paranın satın alma gücü düşük olduğu gibi bu parayla alış veriş yapılan mağazaların raflarında çoğu zaman aranılan temel tüketim maddeleri bulunamamaktadır.
Satın alma gücünün farklılaşması, buna bağlı olarak tüketilen maddelerin kalitesinde ortaya çıkan eşitsizlik ve bu durumun devlet eliyle örgütlenmesi toplumun göreceli olarak en yoksul kesiminin tepkilerinin nedenidir. Gelir ve tüketim gücündeki farklılaşma, eşitlikçi sosyal yapının aşınmasına da kaynaklık etmiştir. Sistem değil ama Sovyet modeli sosyalizmin bir yansıması olan devlet üst bürokrasisinin daha iyi yaşaması da toplumsal homurdanmalara yol açan bir diğer nedendir.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra başlayan krizin yükünün bütün toplum kesimleri tarafından eşit olarak paylaşılmaması, devrimin eşitlik üzerinden birliğini sağladığı sosyal yapının farklılaşmasına neden olmaktadır.
Bu durum halkın ve devlet yönetiminin bir tercihi olarak görülmemelidir. Bağımsızlık ve sosyalizm için kahramanca mücadele etmiş, Afrika ve Latin Amerika’da ezilen halkların sömürgecilikten kurtuluşu için on binlerce evladının kanıyla toprakları sulamış, sömürgeciliğin yol açtığı gerilikten ve yerel yöneticilerin halk düşmanı politikalarından dolayı başta sağlık olmak üzere insani hizmetlerden yararlanamayan onlarca ülkenin muhtaçlarının yardımına koşmuş bir halkın ve onun siyasal biçimlenişi olan iktidarının, eşitlikçi ve insanı kültürel olarak geliştirici bir sistem olan sosyalizme uygun olmayan davranış ve politikalara başvurması zorunluluklardan kaynaklanmaktadır. Halk için bu zorunluluk temel insani ihtiyaçlarını karşılamak iken, devlet için ise dünya koşullarının yarattığı gerilemeye rağmen bağımsızlığı ve sistemin halkçı yapısını korumak olarak görülmelidir.
Küba ve özel işletmeler
Küba sosyalist kampın çöküşünden sonra yaşadığı ekonomik durgunluğu ve gerilemeyi aşmak için denetimli özel mülkiyete ve ferdi girişimciliğe izin verdi. Kırsal kesimde kolektif tarım işletmelerinin yanı sıra ortaya çıkan özel girişimciliğe kentlerde özel küçük ticari işletmeler eşlik etti. Son yıllarda bu işletmelerin sayısı ve ekonomik güçleri büyümüştür. Bazıları orta ölçekte kapitalist işletme sayılabilir. Birçoğu birey ya da aile üyelerinin emeğine dayalı olan bu ekonomik faaliyetlerin bir kısmında ücretli işçiler de çalışmaktadır. Varlıkları turizmin bir uzantısı durumundadır. Özellikle yabancı turistlere yönelik oda ve ev kiralama, gastronomi, taksi taşımacılığı gibi hizmetler üreten yapıdadırlar.
1990’ların başında göze çarpmayacak kadar sınırlı olan özel girişimcilik,2010’dan itibaren devlet tarafından çıkarılan yeni yasalarla hem teşvik edildi hem de etkinlik alanları genişletildi. Barack Obama’nın ABD Başkanı olduğu yıllarda yumuşama ve olumlu gelişme gösteren Küba-Amerika ilişkileri, Küba özel sektörünün gelişmesine ve hükümetin özel girişimciliğin önünü yasal olarak daha da açmasına etki etti. 1962’de başlayan Amerikan ambargosu, Bush’un başkan olduğu 2004 yılında yeni kısıtlamalarla genişletilmişti. Amerika’da yaşayan bir Kübalının ülkesini ziyaret etmesinin ve yakınlarına para göndermesinin önüne engelleyici duvarlar örüldü. Ülkesine gitmek isteyen bir Kübalının, birinci dereceden (anne, baba, kardeş) Küba’da yaşadığını belgelerle kanıtlaması gerekirdi. İzin alanların adada kalma hakkı üç sene içinde 14 günle sınırlıydı. Bu süre içinde günde elli dolardan fazla harcaması yasaktı. Bir diğer yasak ise kimse Küba Komünist Partisi’ne üye birine para gönderemezdi. Birinci derecede aile üyelerine gönderilen para miktarının ayda 100 doları geçmemesi sınırı vardı.
Obama başkanlığındaki yönetimin bazı yasakları yumuşatması, bazılarını kaldırması, en başta para transferlerinin ve seyahatin serbest hale gelmesi Küba ekonomisi üzerinde canlandırıcı etki yarattı. Amerika’da yaşayan iki milyondan fazla Kübalının her yıl 6 yüz bin kadarı ülkelerine gitmeye başladı. Para havalelerinin ve Küba’da yaptıkları harcamaların önündeki yasal engeller ortadan kalktı. Ayrıca Amerikan turizm şirketlerinin Küba’ya yönelik faaliyetleri serbest bırakıldı. Bu gelişmeler küçük ve orta boy özel girişimciliğin güçlenmesini doğurdu. Hükümet yasalarla birçok işkolunda kendi hesabına çalışmayı serbest bıraktı.
Pandeminin ve Trump yönetiminin Küba’yı boğan sıkılaştırılmış ve genişletilmiş yasaklarının yıkıcı etkilerinden önce Küba ekonomisinin yüzde 15’lik kısmı serbest girişimcilere dayanıyor ve toplam 605.908 insan bu faaliyetlerde istihdam ediliyordu. Bu sayılar kayıtlı verilere dayanmaktadır. Gerçekte çalışabilir durumda olduğu halde kayıtlı bir işi olmayan 1,4 milyon insanın bir biçimde hayatını bu sektörden kazandığı tahmin edilmektedir. Bir başka açıklamayla bu çalışan nüfusun yüzde 30’u demektir. Fakat devlet toplum yararına olmak maksadıyla özel işletmelerin üzerindeki belirleyici hakimiyetini her zaman sürdürdü. İspanyolca cuentapropistas diye adlandırılan girişimcilerin tespit edilebilen gelirleri vergiye tabidir. Ekonomik faaliyetlerinde ihtiyaç duydukları girdileri temin eden kamu şirketleridir. Dış ticaret tekeli eksiksiz, devletin tasarrufundadır.
Amerika’yla ilişkilerin göreceli olarak iyileştiği bu yıllar aynı zamanda Küba’nın dış ilişkilerinin diğer ülkelerle olumlu bir ivme kazandığı yıllardı. Aslında Küba’nın Sovyetler’ in yıkımından kaynaklanan ağır ekonomik sorunlarını aşması Obama’yla değil, Hugo Chavez’in Venezüella’ya başkan olmasıyla başladı. 6 Aralık 1998’de yapılan seçimleri kazanan Chavez içeride, yoksulların yararına etkili sosyal reformlar yapmaya, dışarıda ise anti-emperyalist bir çizgi yürürlüğe koydu. Dış ilişkilerdeki öncelikli adımlarından biri, zor durumdaki Küba’yla dayanışma oldu. Enerji ihtiyacının yüzde 70’ini dövizle dışarıdan alan Küba’ya Chavez idaresindeki Venezüella, her gün 92 bin varil petrol gönderiyordu. Karşılığında ise Küba’dan eğitimli insan gücü alıyordu. En çok da doktor ve diğer sağlık görevlileri ve aynı dili konuştukları için öğretmen isteniyordu. Chavez’in estirdiği sol rüzgarın katkısıyla Brezilya da dahil Latin Amerika’nın birçok ülkesinde Küba’yla iyi ilişki geliştiren ve genel bir tanımlamayla ve ölçülü bir yaklaşımla sol olarak kabul edilebilecek partiler hükümet oldular. Bu ülkelerin hepsi yüzyıllardır sömürgeciliğin ve onların işbirlikçilerinin egemenliği altında yaşadığından geri kalmış, bundan dolayı halk başta sağlık olmak üzere temel insani hizmetlerden yoksun bir durumdaydı.
Küba bu ülkelerle ekonomik ilişkilerde esas olarak eğitimli insan gücü göndererek yararlandı. Dünyanın en gelişmiş sağlık ve eğitim sistemine sahip Küba’nın dış ülkelere yaptığı sağlık hizmetlerinden elde ettiği döviz yılda 6 ile 8 miyar arasındadır. Turizmden sonra ülkenin ikinci büyük döviz geliri bu sahada elde edilmektedir.
Yeri gelmişken bir gerçeği belirtmek gerek. Sosyalizmin insancıl yapısıyla kapitalizmin insanlık dışı niteliğini gösteren en iyi örnek Küba’dır. Devrim olduğunda ülkede toplam 6286 doktor vardı Bunların 3 bini Amerika’ya kaçtı. 3286 doktorla yola çıkan sosyalizm sadece 2011- 2012 eğitim yılında 11 bin yeni doktoru yetiştirdi. Üstelik diplomalarını alan 5694’ü Latin Amerika, Asya ve Afrika’nın yoksul ülkelerinden gelen öğrencilerdi. Aynı yıl eğitilen ve sağlık hizmetlerinin değişik alanlarında görev yapacak olan toplam mezun sayısı 32 bin 171’dir. Aynı yılın verilerine göre 178 Kübalıya bir doktor düşmektedir. Dünyada, nüfusa oranla kişi başına en fazla doktorun düştüğü ülke Küba’dır. Devrimden önce 1 olan tıp fakültesi sayısı 2012’de 24’e ulaşmıştı. 1998’de Orta Amerika ve Karayip Adaları’nda yaşayan yoksulları perişan eden kasırgadan sonra Küba, 15 Kasım 1999’da Latin Amerika Tıp Fakültesi’ni (ELAM) açtı. 2011-2012 eğitim yılında bu okulda dünyanın 116 ülkesinden toplam 24 bin öğrenci değişik dallarda sağlık eğitimi alıyordu. Bu okullarda eğitim gören yabancı öğrenciler tekrar ülkelerine dönerek sağlık hizmetlerinde bulunuyorlar. Dünya Sağlık Örgütü Küba’nın sağlık sisteminden ve dışarıya yönelik sağlık faaliyetlerinden övgüyle bahseder. Korona virüsüne karşı mücadelede Küba, 38 ülkeye doktor ve sağlık görevlileri göndererek yardım etmektedir. Bu ülkelerin içinde İtalya ve Fransa gibi metropol kapitalizmin zengin ülkeleri de var. Adanın gayri safi milli hasılasının yüzde 11’i sağlık sistemine, yüzde 10,10’u eğitime ayrılmaktadır. Fransa gibi zengin bir ülkede eğitime ayrılan miktar, gayri safi iç gelirin (PİB) sadece yüzde 6,9’udur.
Küba’nın insancıl sosyal yapısı ona düşmanlık yapanlar tarafından bile övgüyle dile getirilmiştir. Carter’ın başkan olduğu yıllarda Amerika’nın Küba’daki çıkarlarını savunmakla sorumlu olan Wayne S.Smith, bir demecinde, Kübayı son on yıllarda vuran toplam 16 kasırgada, sadece birkaç kişinin öldüğünü bu oranın ABD’de 15 kat yüksek olduğunu itiraf etti. (yararlanılan kaynaklar.-Mediapart. Cuba l’ile de la santé.-Open Edition:Le Système de santé à Cuba.-Unesco)
Devrim kısa sürede Küba ekonomisini sosyalizme uygun olarak yüzde 90 seviyesinde toplumcu bir yapıya kavuşturmuştu. Bugün ekonominin, ulusun kaderini belirleyen temel sektörleri hala topluma ait olsa da özel işletmelerin ekonomik etkinliği oldukça güçlü bir düzeye ulaşmıştır. Tarımda faaliyet yürüten özel firmalar ülkenin tükettiği meyvenin yüzde 83’ünü, mısırın yüzde 83,1’ini, fasulyenin yüzde 77,9’unu üretmektedir. Toprağın mülkiyetinin kamusal niteliği sürmektedir. Devlet toprağı, 20 yıllığına kendi hesabına çiftçilik yapmak isteyen köylülere kiralamaktadır.
Ekonomiyi canlandırmak için uygulamaya konulan yeni reformlar, Küba vatandaşları arasında, gelir ve tüketim gücü orantısızlığının neden olduğu farklı sosyal katmanların çıkmasına neden oldu. Dövizle satış yapan mağazaların açılması, turizmin etkin bir faaliyet haline gelmesi, özel girişimciliğe izin verilmesi, Küba’nın toplum yapısını kapitalizme özgü olumsuz olguların etkisine açık hale getirdi.
Bütün özel işletmelerin patronlarının işçi çıkarma hakkı, yasal olarak kabul edilmiştir. İşçiler çoğu zaman 8 saatten fazla çalışmaktadırlar. Fazla mesaileri pek ödenmez ve sendikadan yoksundurlar. Küçük ve orta boy özel işletmelerin yapısına dair teferruatlı bilgiler resmi olarak açıklanmasa da bunlardan güçlü olanların 100 dolayında ücretli işçi çalıştırdığı bilinmektedir. Devlet Başkanı Miguel Diaz Canel son açıklamalarında özel işletmelerin önündeki yasal engellerin kaldırılacağını ve ekonominin bazı sektörlerinde özel işletmelere ihracat ve ithalat izni verileceğini, bu yönlü düzenlemelerin 2022 yılında hayata geçeceğini açıkladı.
Zaman zaman nefes alma imkânı bulsa da Küba ekonomisi kendini bağımlılıktan ve krizden çıkaramamaktadır. Bu durum, 30 yılı aşkındır sürmektedir. Ülkenin bağımsızlığını ve sistemin toplumcu yapısını korumak için zorunlu olarak başvurulan tedbirler ise başta turizm ve özel girişimcilik olmak üzere dipten öne doğru kapitalizmin boy vermesine yol açmıştır. Küba için esas tehlike burada bulunuyor. Yerinde yapılacak sıradan bir gözlemle görülebilecek önemli gerçeklerden biri de, birbiriyle bağlantılı bu iki gelişmenin toplumun sosyal ve kültürel yapısını kapitalizme özgü ilişkilere ve anlayışlara doğru sürüklerken, devlet ve parti kademelerinde yozlaşmanın da görülür hale gelmesidir.
Protestolara yol açan nedenler
Yazının giriş bölümünde açıklandığı gibi 11/07/2021 tarihinde olan tepkilerin nedeni ideolojik bir içeriğe sahip değildir. Katılım düzeyi sınırlı, süresi ise çok kısa olan protestoların nedeni, halkın günlük yaşamı sürdürmede karşılaştığı ağır sorunlardır ve adanın yaşadığı ağır ekonomik çöküntüyle ilgilidir. Yürüyüşlere neden olarak gösterilen ”diktatörlük”, bir emperyalizm propagandasıdır.
Ekonomisinin 30 yıl boyunca Sovyetler Birliği’ne bağımlı olduğu Küba, partneri yıkılınca başka ilişkilere bağımlı olarak yaşayan bir süreç içine girdi. Ekonomik çarkın dönmesini sağlayan dinamizm, başta turizm ve Venezüella önde olmak üzere Latin Amerika’nın bazı ülkeleriyle, karşılıklı yarar üzerine kurulan ilişkilere dayanıyordu. Obama döneminde ABD’nin ambargoda bazı yumuşatmalara gitmesi ekonominin tekrar düzelmesine ayrıca katkıda bulundu.
Trump’ın başkan olmasıyla ABD’nin Küba ve Latin Amerika’ya yönelik politikası yeniden azgın bir düşmanlığın üzerine kuruldu. Obama’nın biraz gevşettiği yasaklar sertleştirilerek ve 240 maddeyi kapsayacak şekilde genişletildi. Amerika’da yaşayan Kübalıların seyahatlerinin zorlaştırılması, para transferlerinin engellenmesi, (para transferlerinin en büyük kuruluşu olan Western Union Küba’ya yönelik bütün para işlemlerini durdurdu. Avrupa’dan bile bankalar aracılığıyla para göndermek mümkün olmamaktadır. Bu durum Küba ve Amerika’da işbirliği içinde çalışan bir mafyanın ortaya çıkmasına neden oldu. Ailesine para göndermek isteyen Amerika’da yaşayan bir Kübalı, Amerika’daki mafya üyesine parayı teslim etmektedir. Şebekenin Küba’daki üyesi bu parayı alıcıya vermektedir. Parayı gönderen bunun için şebekeye gönderdiği paranın %20’si oranında bir ücret ödemektedir.) turizm şirketlerinin Küba’yla çalışmasının durdurulması, ekonominin önemli döviz kaynaklarından birini zayıflamasına neden oldu.
Kapitalizmin faşist eğilimdeki temsilcisi olan Trump’ın Küba üzerindeki olumsuz etkilerinden biri de adayla kardeşçe ilişki içinde olan Venezüella’yı her bakımdan kuşatma altına alması oldu. Küba enerji ihtiyacının yüzde 70’ini dışarıdan karşılayan bir ülkedir. Sovyetler’in yıkımından sonra doğan enerji açığını Chavez’in başkan olmasından itibaren Venezüella karşılıyordu. Venezüella’nın ABD tarafından politik ve ekonomik olarak kuşatmaya alınması, Küba ekonomisini olumsuz etkiledi.
Ayrıca Latin Amerika’nın en büyük ekonomisine sahip olan Brezilya’da, ABD’nin müdahalesiyle Küba’yla iyi ilişkileri olan hükümetin yerini faşist ve ABD uşağı Bolsanaro iktidarının alması. Kısa bir süre için olsa da, darbe yoluyla Bolivya’daki ilerici Evo Morales hükümetinin yıkılması da ada ekonomisi için iyi olmadı.
Küba’yı olumsuz etkileyen bu dış gelişmeler, pandeminin yarattığı ülke ve dünya çapındaki gelişmelerin ekonomide yarattığı durgunlukla birleşince zaten kırılgan olan ada ekonomisi çöktü. Küba bütün çabalarına rağmen beslenme ürünlerinde dışarıya olan yüksek bağımlılığını gideremedi. Halkın tükettiği besinlerin yüzde 80’i ithal edilmektedir. 2019 yılında dışarıdan ithal edilen yiyecek ürünlerine yapılan ödeme 2 milyar dolardır. Ayrıca sanayinin çalışması için gerekli olan ham madde de dışarıdan alınmaktadır. Küba’nın dış ticaret açığı oldukça yüksektir. 2019 yılındaki resmi rakamlara göre 7,5 milyar dolardır. 10 milyar dolar ithalata karşılık yapılan ihracat 2,5 milyar dolardır (Mediapart Cuba-dossier).
İhracat ve ithalat dengesinden kaynaklanan açığı Küba, temel olarak dışarıda görev yapan sağlık elemanlarının ve yurt dışında yaşayan Kübalıların gönderdiği dövizlerden ve turizmden elde ettiği gelirlerden karşılamaktadır. Sadece dışarıda çalışan sağlık görevlilerinin 8 milyar dolara yakın girdisi, dış ticaret açığını kapatmaya yetiyordu. Ülke, turizmden kazandığı ve dışarıda yaşayan Kübalıların yakınlarına gönderdiği yardımlardan oluşan parasal güçle ekonomisini döndürebiliyordu. Amerikan ambargosunun yeniden ağırlaşması, pandemiden dolayı turizmin durma noktasına gelmesi, sağlık sisteminin getirdiği döviz miktarında azalmanın ortaya çıkması, bunlara ek olarak ülkenin en önemli ihracat ürünlerinden olan şeker kamışı üretiminde yüksek bir düşüşün yaşanması, (hesaplanan üretimin yüzde 60’ı gerçekleştirilmiştir) kıtlığa ve işsizliğe yol açtı. Devletin turizmden elde ettiği gelirlerde büyük bir düşüş yaşandığı gibi, varlıkları temel olarak turizme bağlı olan özel girişimcilik de durma noktasına geldi. Hükümetin 126 özel büyük firmayı kapsayan bir anketinde, firmaların yüzde 80,1’i ambargodan dolayı nefes alamaz halde olduklarını, yüzde 55’i satış yapamadıklarını çünkü sattıkları malı ambargodan dolayı tekrar temin edemediklerini, yüzde 40’ı ise tasarladıkları yeni atılımları ve büyümeyi yapamadıklarını söylemişlerdir. Salgına karşı halkın sağlığını korumak için sınırlar kapatıldığında birçok özel firma lisanslarının iptali için kurumlara başvurdu. Çünkü devlete vergi verecek imkanları kalmamıştı. Bu duruma çözüm olarak izlenen iktisat politikaları durumu sosyal olarak daha da kötü hale getirdi. Hükümet halkın yiyecek ihtiyacını karşılamak için döviz bulmak zorundaydı. Dış gelirlerin azalmasından kaynaklanan açığı içeriden karşılama yoluna gidildi. Nakit parayla (döviz ya da dövize çevrilebilir Küba parası) alışveriş yasaklandı. Bankaya döviz yatıranlara karşılığında bir kart verildi. Bu karta sahip olanlar, dövizle satış yapan mağazalardan alışveriş yapma imkanına kavuşmuş oluyordu. Fakat milyonlarca Kübalı maaşını Peso’yla aldığı için dövizden yoksundu. Peso’yla satış yapan mağazalarda ise başta yiyecek olmak üzere birçok tüketim maddesi bulunmuyordu. Bu durum insanların mecburen Pesolarını karaborsada dövize çevirmesine yol açtı. 1 dolar için insanlar 25 peso ödemek zorunda kaldı. Çünkü eve ekmek götürmek gerekiyordu. Yoksulların cebindeki para kısa sürede tükendi. Devletin yaptığı yiyecek yardımı yetersiz olmaya başlayınca tepkiler ortaya çıktı. Protestoların gerçek nedeni toplumun en yoksul kesiminin, yaşamak için gerekli olan temel ihtiyaçlarını karşılayamayışıdır. Kriz onlarca ülkeden gelen yardımlarla geçici olarak aşıldı. Bu ülkeler içinde Vietnam, Çin, Rusya, Venezüella, Bolivya, Meksika başta gelmektedir
Sonuç yerine
Sovyetler Birliği ve Çin politik üst yapının yozlaşması sonucu kapitalizme dönüş yaptılar. Ekim Devrimi’nin Avrupa’ya sıçrayamaması, içeride devlet eliyle sosyalizmin örgütlenmesine dışarıda ise kapitalizmle aynı dünyayı paylaşmaya neden oldu. Sosyalizmin toplum iradesini dışlayarak örgütlenmesi, ayrıcalıklı yaşayan bir ”komünist” elitin ve bürokrasinin egemenliğini doğurdu. Ülkeyi yurttaşları dışlayarak yönetenler bunlardı. Bu elitin ülke dışı politikası hiçbir zaman devrimci enternasyonalizme dayanmadı. Egemeni oldukları toplumda ayrıcalıklı yaşamlarını sürdürmek için, bütün ülkelerdeki komünist partilerini devrime değil kendilerince ”ilerici” buldukları burjuva partilerinin peşine taktılar. Bu devrimci sosyalizmden sapmış konumlarını kabul edilebilir hale getirmek için devrimci teoriyi tahrif ettiler. Tek ülkede sosyalizm düşüncesinin abartılması ve emperyalizmle barış içinde yaşama gibi düşünceler geliştirdiler. Che, ezenlerle ezilenler, sömürenlerle sömürülenler barış içinde yaşayamaz diye itiraz ettiğinde onu maceracılıkla suçladılar.
Revizyonist elitin egemenliğindeki Sovyetler Birliği’nin sonu utanç verici oldu. Milyonlarca emekçinin kanı ve teriyle kurulmuş ülke direniş olmadan kapitalizme teslim edildi. Bu geçişe önderlik edenler de emekçilerin yarattığı zenginliği talan ederek kapitalist oligarklara dönüştüler. Sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde yıkılması bir süreç sonunda ve bürokratik devlet eliyle oldu.
Çin Devrimi, insanlığın yararlandığı büyük buluşlara imza atmış ve uygarlıklar kurmuş bir halkın, sömürgeciliğe ve feodalizme karşı görkemli bir devrimi olarak başladı. Ezilenler, sömürülenler ve devrimciler üzerindeki etkisi muazzam boyutlarda oldu. Fakat Çin Devrimi’nin her zaman iki büyük sorunu oldu. Birincisi devrimden önce ve sonra Sovyetler Birliği’yle ilişkilerinin seyri, ikincisi de kendi içindeki ideolojik yarılma. Devrimden önce Sovyet liderleriyle sorun, devrimin izleyeceği yol ve ittifaklar politikasıyla ilgiliydi. Mao’nun önderliğinde halk savaşı çizgisinden ve devrimin işçi köylü ittifakına dayanmasından ödün verilmedi. Devrimden sonra bu ilişki daha da sorunlu hale geldi. Sonunda iki düşman ülke haline geldiler. Mao bile ölmeden önce Sovyetler Birliği’ni emperyalist olarak görüyor, Amerika’yla ilişkilerin geliştirilmesini onaylıyordu.
Çin Devrimi’nin daha büyük sorunu, ideolojik alanda yaşandı. Partinin içinde sürekli bir çizgi mücadelesi eksik olmadı. Devrimden sonraki ideolojik çatışma, gelişmek için, ülkenin nasıl bir ekonomik yol ve buna uygun bir dış politika ve devlet kurması konularında oldu. Sonunda, kapitalist yoldan da olsa ülkenin sanayileşmesini savunan kanat iktidara kesin olarak hakim oldu. Düşünceleri kadim Çin felsefesinin bir yansımasıydı. Önderleri Deng Xiaoping’e göre “önemli olan kedinin siyah ya da beyaz olması değil fareyi tutmasıydı.” Kediyi kapitalizm olarak seçtikleri için Çin Devrimi içeriden yozlaşarak son buldu. Uzun süreli bir halk savaşı sonucu gerçekleşen devrimin kaderini tayin eden emekçiler değil yine bir elitti.
Küba devrimi hiçbir zaman yalpalamadı. Bütün zamanların en büyük gücü Amerikan emperyalizmine karşı verilen mücadelenin tarihte benzerini bulmak mümkün değildir. Bu mücadelenin son otuz yılı ise yokluklar içinde geçti. Buna rağmen Kübalı devrimciler hiçbir zaman emperyalizm karşısında diz çökmeyi kabul etmediler. Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin çöküşünün son adımlarını atarken ve bütün diğer sosyalist ülkeler onu uysalca izlerken Kübalı devrimciler, içeride ve dışarıda sosyalizme bağlı kalmayı sürdürdüler. Bedelinin çok ağır olduğunu bildikleri halde…
Küba bütün varlığıyla özgürlüğün ve eşitliğin yeryüzünün bütününe egemen olması için hep devrimci enternasyonalist bir anlayış ve pratik içinde oldu. Küçük bir adanın kısıtlı imkanlarını çok aşan bir fedakarlıkla, sömürgeciliğe ve yoksulluğa karşı savaşan halkların yardımına koştu. Başta Latin Amerika ve Afrika olmak üzere emperyalizme ve yerli oligarşilere karşı yürütülen mücadelelere askeri, siyasi ve ekonomik olarak sınırsız destekte bulundu. Güney Afrika’nın ırkçı rejimi Amerikan emperyalizmiyle birlikte Angola’da iç savaş çıkardığında, devrimci iktidarın yardımına koşan Küba oldu. Küba, Angola devrimci kuvvetleriyle birlikte savaşmak için 36 bin askerini gönderdi. Bu enternasyonalist savaşçıların binlercesi, sömürgeciliğe karşı savaşta öldü. Küba aynı yıllarda Afrika’nın yoksul ülkelerine, sosyal ve ekonomik gelişmelerine yardım etmek için toplam yarım milyon insan gönderdi.
Küba devrimi ve Küba halkı ağır sorunlarla boğuşmaktadır. Sosyalizme bağlı kalmak ve bağımsızlığı yitirmemek için 30 yıldır saygıyı hak eden bir direniş içindedirler. Kapitalizme karşı yapılan hiçbir devrim Küba devrimi kadar ayakta kalamadı.
Küba’nın yaşadığı ağır ekonomik sorunların temel nedeni, sosyalizmin, küçük bir ülkenin imkanlarıyla kapitalist dünyanın kuşatması altında kendini sürdürme güçlüğünden kaynaklanmaktadır. Bu güçlüğün aşılması kendi olanaklarıyla mümkün olmamaktadır. Sosyal bünyeyi gerileten adımları liderliğin Çin ve Sovyetler Birliği örneklerinde olduğu gibi yozlaşması değil koşullar dayatmaktadır. Fidel devrimin sosyalist karakterinin ilan edilişinin 40. yıl dönümünde 16 Nisan 2001’de halka yaptığı konuşmada bu gerçeği belirtir.
Bugün uyguladığımız sosyalizm, hayallerimizdenkinden hala uzak. Geçirdiğimiz özel dönem bizi geriye dönmeye zorlayarak yürüdüğümüz yolu uzatıyor. Acı veren eşitsizlikler ortaya çıktı. Sabırla dayanma iradesi gösterenler, kendini her şeyden çok devrimci meselelere adayanlar, en sadık kol emekçilerimiz ve aydınlarımız, en yoksul ve en vefakâr insanlarımız, en vicdanlı devrimcilerimiz bu kaçınılmaz durumu anladılar. (MAI ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu)
Dünyanın bütün devrimcilerinin Küba’yı anlamaları ve bütün gücüyle yanında durmaları gerekir. (AHMET GÜNEŞ - SENDİKA.ORG)
Yararlanılan Kaynaklar:
Cuba-dossier
Cuba, L’île de la santé
Cuba, le nouveau pays futur
– Salim Lamrani, Etat de siège : Les sanctions des Etats-Unis contre Cuba
Open Edition. Le système éducatif cubain.
Cuba et L’URSS, 30 ans d’une relation improbable.
Cuba depuis le début de la Période spéciale : différents voyageurs pour de
multiples impacts.
– LAROUSSE. Cuba : histoire
– Perspective Monde. Progrès et méfiance : Les relations Etats-Unis et Cuba
Intervention Cubaine en Angola
– Contretemps. Cuba sur la route du capitalisme autoritaire.À propos du nouveau virage
économique.
– Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi.Howard Zinn
– Santosh Mehrotra, Le développement humain à Cuba
Hiç yorum yok