Ne var ki eskiden yani değirmenin suyu akarken muhafazakar hassasiyetler masalının alıcılarını çoğaltmak kolaydı. Şimdi ise yüzde elliyi hesap ederken eldekini kaybetme durumunda iktidar. Ve artık bir kesimi diğerine karşı can derdine düşüren yalan propagandanın kapsama alanına daha az nüfus giriyor...
Bu hafta evlerde kullanılan elektriğe yüzde 25 oranında zam yapıldı. Botaş da doğal gaz fiyatlarının yüzde 30 yükseltildiğini ilan etti. Siyasi gündem de bir hayli yoğundu. Canan Kaftancıoğlu’nun Silivri’ye götürülmesi, İmamoğlu’nun duruşması, tutuklamalar nedeniyle hassas hale gelmiş olan Gezi’nin yıl dönümü eylemlerine yönelik polis kuşatması, gözaltılar ardı ardına geldi.
Ekonomi bilimiyle uğraşanlar enflasyon oranını yükseltecek olan yaz dönemi zamları için, bu daha başlangıç diyorlar. Bu öngörü bir veriyken gündem yığılması o kadar tesadüf olmasa gerek.
Rakiplerini her yönden kuşatıp can derdine sokarak kendisini zayıflatacak gelişmeleri söz konusu olmaktan çıkarmak iktidarın bildik bir taktiğidir. Sonuçta alakalı alakasız lakırdı bolluğunda ortaya öyle bir kakofoni çıkar ki halk olmadık şeyleri konuşmaya başlar.
Şimdi de ne DİSK AR’ın araştırmasına yansıyan ilk üç ayın büyüme rakamları, ne kur korumalı mevduat hesabıyla ötelenmiş sorunun büyüyerek geri döneceği temmuz enflasyonu ile ilgili öngörüler işitilebildi bu gürültüde. 2022’nin en büyüyeni Koç Holdingin bünyesindeki Aliağa TÜPRAŞ’ta işten çıkarmalar üzerine kendilerini fabrikaya kapatan işçilerin, onlarla dayanışma için sokağa çıkan PETKİM ve Star emekçilerinin ‘hassasiyetler’i, İSO 2021’de dünyanın kârını elde ettikleri için ilk 500’e giren Gaziantep’teki şirketlerde işten çıkarmalar nedeniyle yaşanan kaynama da fark edilemedi. Ama iktidar muhafazakar hassasiyetleri, bir sınıfın diğer sınıfa tahakküm niyetini açığa çıkarmanın zevkiyle kaşıdıkça kaşıdı. Durduk, sürtük konuşuyoruz.
Sürtük bir anlamıyla işsiz güçsüz, orada burada çat kapı dolaşanlara deniyor. Hafifletici ve aşağılayıcı bir argo. Daha sert anlamları da var elbette ve daha ziyade kadınlar için kullanılıyor.
Erdoğan’ın Gezi direnişçilerine yönelttiği bu hakaret sözü, her gün sayıları artan ‘işsizlerin’in yoğunlaşan yaşam kaygısının hedefini eş değer bir şiddetle kendi muhaliflerine -ona göre ‘işsiz güçsüz’ sürtüklere- kaydırmak gibi, tanıdık bir deneyime bağlanıyor. Bunun Gezi direnişi sırasında camide içki içtiler, başörtülü bacılarımız, deri ceketli saldırganlar vb. gibi ithamlarla örülmüş zehirli söylemden bir farkı yok. Hepsi aynı pakette.
Şimdi de aynı şey. Elektrik ve gaz zamlarını konuşturmamak için sigara ve alkollü içki zamlarına abanıyor ve şöyle diyor Erdoğan: ‘Devamlı vergiyi artırıyoruz. Bundan da çok rahatsızlar. Aç sefil geziyor, ama rakıyı, birayı almaktan geri durmuyor.’ Bunun ‘Açım, yoksulum diyorsan çıkar telefonunu’ gibi bir sokak bilgeliğinden hiç farkı yok! Aynı çarpıtma, aynı olgunlaşmamış mantık muhakemesi.
Erdoğan bu tür bir retorikle yıllardır ‘sınıfa karşı sınıf’ yapılandırdı. Bunun Türkçeye tercümesi; gerçek sömürgeni ihya edebilmek için aynı sınıfın bir bölümünü diğerine karşı bilemek oluyor. Hayali sınıf savaşları açıyor; sürtüklere, deri giysililere, camiye ayakkabıyla girenlere ceza üstüne ceza yağdırıyor. Bunlar yoksulluk edebiyatı yapıp sigaraya ve ‘sulu’ya (alkollü içkiye) yapılan zamlar üzerinden nifak çıkaran kesimler. Her türlü kötü muameleye layıklar. Çünkü iyi sınıfın kötü sınıfa, sadık tebaanın kökü dışarıda olanlara, elitlere ve ayrıcalıklılara karşı savaşımı bu. Ama öte yandan kendisini ilgilendiren sorunlara ses çıkardığında Erdoğan’ın iyi sınıfının başına gelecek olanın da habercisi.
Peki gerçek sınıfsal tabloya gelelim: Mesela madalyonun ön yüzünde 2020-2022 arasındaki büyümeden sermayeye düşen payın yüzde 41.7’den 47.6’ya çıkmış olması var. DİSK AR yayımlıyor: 2020 1. çeyrekte emeğe büyümeden düşen pay yüzde 39.1 iken 2022’nin aynı dönemi için yüzde 31.5’e düşmüş durumda. Hazine boşalmış, borçlar kapıyı çalmış, iki ay önce kur erozyonunu ötelemek için alınmış önlemlerin etkisi bitmek üzereyken misliyle geri dönen sorunlar içinden çıkılmaz olmuş. Şirketlere vergi, ihracat, yatırım kolaylığı sağlamaktan emekçilere bakamayan iktidar, maliyenin bütün yükünü emekçinin cebinde kalan üç beş kuruşla döndürmeye teşne durumda. Daha aile zenginleşmesine, bir vakıftan bir diğerine kan bağıyla akan offshore aktarmalara gelemedik bile.
Çünkü varsa yoksa hâlâ aynı dava. Muhafazakar ve dini hassasiyetler sürtüklere karşı!
Bu yöntemle 2013’te Gezi taleplerine ilgisiz kalamayan, eşikteki seçmenini evin içine geri gönderebilmişti Erdoğan. O zamanlar evde zor tuttuğunu iddia ettiği topluluk aslında hiç öyle ‘sınıfsız imtiyazsız bir kitle’ değil, daha o zaman bile bölünmekte olan bir topluluktu çünkü. Erdoğan karşısındaki kitlesel muhalefeti yoksulların asıl sınıf düşmanı ilan edip karşısına diktiği muhafazakar değer bariyerini tahkim ederek topladı ortalığı.
Ne var ki eskiden yani değirmenin suyu akarken muhafazakar hassasiyetler masalının alıcılarını çoğaltmak kolaydı. Şimdi ise yüzde elliyi hesap ederken eldekini kaybetme durumunda iktidar. Ve artık bir kesimi diğerine karşı can derdine düşüren yalan propagandanın kapsama alanına daha az nüfus giriyor. (NURAY SANCAR - EVRENSEL)