2013 haziranında Gezi Parkı ve çevresinde kurulan revirler hâlâ vahşi bir karşı-propagandanın konusu olmayı sürdürüyor. Özellikle, en sert çatışmaların yaşandığı yerde bulunan ve revire dönüştürülen Dolmabahçe Bezmiâlem Valide Sultan Camii için hâlâ “ayakkabılarla girdiler, içki içtiler” denebiliyor. Oysa fotoğraflar, orada bulunan gazeteciler, doktorlar öyle demiyor. Caminin müezzini Fuat Yıldırım ise “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem. Camide içki içilmedi” dedikten sonra sürgün edilmişti. Peki civardaki çatışmaların yoğunlaştığı 1-2 Haziran günlerinde camide ve çevresinde neler yaşandı? Express’in Gezi özel sayısından...
DOLMABAHÇE VALİDE SULTAN CAMİİ’NDEKİ HEKİMLERİN GÖZÜYLE 1-2 HAZİRAN 2013: Ne ayakkabı ne içki, sadece Hipokrat
Dolmabahçe Camii’ne neden gittiniz?
Canan: 1 Haziran gecesi orada bir revir açılmıştı. Çatışma olduğunu duyunca Gümüşsuyu’na indik, stadı geçemedik.
Elif: Bir yerde yardıma ihtiyaç olduğunda ya da revir oluşturulduğunda, merkeze duyuruluyor, hekimler de öğreniyor. Tabip Odası’ndaki merkezden Bahçeşehir Üniversitesi’nin orada yardıma ihtiyaç olduğunu öğrendik. Oda’dan malzemelerle çıktık. Kimimiz çalıştığımız hastanelerden malzeme aldık, camideki ilkyardım ekibine katıldık. Altı doktor, on tıp öğrencisi vardı. İlk gece daha sakindi. Kapsül yaralanması gelmiyordu pek. Gazdan etkilenenler vardı.
2 Haziran gecesi neler oldu?
Elif: Camiye ilk ulaşanlardan biri bendim. Çatışma yoğunlaşmıştı, yaralılar artıyordu. Kapı açık değildi. Cami görevlileri aracılığıyla rica ettik, açıldı.
Canan: Asistanlar ve öğrencilerle birlikte yaklaşık otuz kişi olmuştuk. Yanımızda getirdiğimiz tıbbi malzemeleri çıkardık. Tabip Odası’ndan malzeme istedik. Gönüllü getirenler de oldu.
Mekânı nasıl organize ettiniz?
Fırat: Caminin dış kapısıyla iç kapı arasında küçük bir koridor ve devamlı kapalı duran bir muşamba örtü var. Görevlilerden caminin içinde nelere, nerelere dikkat edeceğimizi öğrendik.
Elif: Ayakkabıları çıkarttırdık. Ben kendi ellerimle ayakkabıları çıkartıyordum.
Fırat: Ayakkabıların durduğu bölümde iki-üç doktor vardı. Yaralılar dışında kimseyi içeri sokmuyorduk.
Canan: Durumu çok ciddi olmayan yaralılar kapı önünde tedavi ediliyordu.
Elif: İç kapıdan önce, muşambayla ayrılan bölümde bekleyen birinci doktor yaralının nesi olduğuna bakıyor. Diğeri ayakkabıları çıkarıyor. Üçüncüsü sprey sıkıp damla damlatıyor.
Fırat: İçerideki ekip yaralıyı devralıyor.
Elif: Astım gibi solunum yolu hastalıkları olanlar, dikiş atılması ya da gözetimde tutulması gerekenler, ağır durumdakiler içeri alınıyor.
Canan: Ağır durumdakileri cerrahi ve dahiliye olarak ikiye ayırdık. Bir bölümü yoğun gözetime ayırdık, oraya en ağır yaralıları koyduk.
Fırat: Avizenin altını açık yarası olanlara, dikiş atılması gerekenlere ayırdık. Ama gelen travmaların sayısı giderek arttı.
Ne gibi travmalar?
Fırat: Göz travması, yüz travması, kafa travması; kapsülle doğrudan nişan aldıkları için… Göğüs ve bacağa da geliyordu. Aynı anda içeri giren yaralı sayısı 10’u bulunca durum zorlaştı.
Elif: Ambülansların camiye ulaşmasında sorun yaşanıyordu. Burnunda yarık olan ağır bir vaka vardı. Onu epey bir süre transfer edemedik. Kötüleşenlerin hepsini transfer edemiyorduk, önceliği olanları seçmek gerekiyordu.
Böyle olağanüstü hallerde hekimlik yapma tecrübeniz var mıydı?
Fırat: Hiçbirimizin böyle bir ortamda, yani neredeyse savaş ortamında hekimlik tecrübesi yok. O yüzden, hastane acil servis pratiğine benzetmeye çalıştık, acil poliklinikmiş gibi hareket ettik.
Elif: Çoğumuz ‘99 depreminden sonra tıp fakültesine başlamış insanlarız. Bir problem de, çalışan sağlık ekibinin sürekli değişmesiydi. Bir grup geliyor, sonra başka bir yere desteğe gidiyordu.
Fırat: Bir ara cerrahımız vardı, sonra gitti.
Elif: O nedenle acil servisteki gibi bir disiplin sağlayamadık. Bir süre sonra, kontrolümüzden çıktı. Ayakkabı hassasiyetini ilk günden çok iyi anlamıştık. Fotoğraflarda da görülüyor, herkes ayakkabısız.
Fırat: İlk iki saatte cami görevlileri de içerideydi. Sonra o kadar arttı ki yaralı sayısı, bir ara, kapının önüne gaz atıldığında, 80 yaralı vardı.
Elif: Biz turist değiliz, camiye nasıl girilmesi gerektiğini biliyoruz. Orada içki içilmedi. Hepimiz Hipokrat yemini etmiş insanlarız. Kimliğini önemsemeden herkesin sağlık durumunu iyileştirmeye gittik. Yeminimizin hakkını vermek zorundayız.
Fırat: Cami direnişçiler için bir üs haline getirilmiş gibi bir algı var. Bu doğru değil. Cami yaralıların tedavisi için açıldı, stadı geçemediğimiz için yaralıların gidebileceği başka yer yoktu. Hastaların kayıtlarını tutmak için uğraştık. Medyanın girmemesine özen gösterdik. Hastanın şuuru bulanık olduğu için röportaj yapılmasını kabul etmedik. El Cezire ve New York Times’a bile izin vermedik. Ama gözlem yapmalarına izin verdik. Hasta yakınlarını da içeride tutmadık.
Elif: Büyük bir yoğunluk vardı. Bazı hekim arkadaşlarımız düşüp bayıldı.
O gece bu kadar çok yaralı olmasını neye bağlıyorsunuz?
Canan: Şiddet çok fazlaydı. Etrafta kaçacak yer yoktu. Orası dar bir tünel gibiydi.
Fırat: Her zamankinden daha şiddetli bir çatışma vardı. Kapının önüne ara ara gaz atılıyordu. İç bölgedeki ayakkabı çıkarma kısmında gaza maruz kaldık. Kapının önünde, öğrenci ağırlıklı, hafif yaralılarla ağır yaralıları ayıran bir grup vardı. Hafif yaralıları orada tedavi ediyorlardı; bir ara yirmi-otuz kişi birikmişti. Oraya da gaz atılınca onlar da içeriye doluşmak zorunda kaldılar. Bir yandan yaralılara müdahale etmeye çalışıyoruz, bir yandan gaza maruz kalıyoruz. Aramızdan biri “arkadaşlar, şu an polisin etrafı çevirdiğini anladık, hep beraber oturuyoruz” dedi. O sırada diz çöküldü, çünkü bir saldırı ânında her şey daha karmaşık olabilirdi.
Elif: Diğer revirler hep ya kapalı binaların içinde ya da Gezi’deydi. Camininse büyük kısmı camdan oluşuyordu. En ufak bir saldırının içeride büyük bir etki yaratması muhtemeldi.
Fırat: Filmlerdeki savaş ortamında gibiydik. Teslim alınmayı bekliyorduk sanki. Hem bir korku ortamı, hem de bir yandan güven vardı.
Canan: Yaralıların acil olanlarının hepsini o arada hastanelere göndermiştik.
Elif: Hastamın ve kendimin can güvenliğimden aynı anda endişe etmek hekim olarak hiç alışık olmadığım bir durumdu.
Fırat: Ağır bir hastayla ilgileniyordum. O sırada arkadaşlar polisle pazarlık etmeye çalışıyordu.
Canan: “Burada yaralılar varken revire müdahale etmeyin” dedik.
Caminin imamıyla iletişiminiz nasıldı?
Elif: Yaralı geldiği müddetçe içeride olmamız gerekiyordu. Bu nedenle imama güvenmeyi doğru bulduk.
Fırat: İmam hastaların ve doktorların can güvenliği için yardım etti. “Bana güvenin” dedi. Biz de ona güvendik. Son noktaya geldiğimizde yorulmuştuk. Beş saattir çalışıyorduk.
Elif: İmam bize herkesin güvenli bir şekilde çıkmasını sağlayacağını söyledi.
Canan: Polis 15 dakika içinde küçük gruplar halinde camiyi terketmemizi, yoksa müdahale olacağını söyledi. Toplayabildiğimiz kadar malzeme topladık.
Fırat: En son biz çıktık.
Canan: 15 dakika verildiği için her şeyi toplayamadık.
Elif: Dışarısı hâlâ çok gazlı olduğundan maske takıp çıkmak gerekti. Maske takmamız eylemcilerden olduğumuza dair delil olarak gösterilmiş. Amacımız yüzümüzü gizlemek değildi. Gazdan nefes alamıyorduk. Bir şey göremiyorduk. (Express, sayı 136, Haziran 2013)