Sürekli aynı şeyi yapıyor.

Daha önce de Zonguldak'ta, Kayseri'de Samsun'da da yapmıştı.

Dün de Van'da yaptı.

"Van'a üniversiteyi kim getirdi? Biz" dedi toplanan kalabalığa konuşurken.

40 yıllık Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin açılışını kaşla göz arasında kendi iktidarı dönemine ışınladı.

Evet aynen öyle; ışınladı! Taşıdı demiyorum, ışınladı. Hem de gözünü bile kırpmadan.

İşin asıl tuhaf yanı, kendisini dinleyen kalabalıktan bir kişi bile gülmedi buna, gülmedi ve alkışladı.

Bir Zonguldak konuşmasında; "Zonguldak'a üniversiteyi biz getirdik" demesi geliyor aklımıza hemen.

Orada da kendisini dinleyen kalabalıktan bir kişi bile gülmemişti buna, gülmemiş ve alkışlamıştı.

"İzmir'de havaalanı mı vardı, yoktu, biz getirdik" deyince de alkış almıştı.

Başka birçok konuşmasında dile getirdiği bunlara benzer her cümlesi alkışlandı.

***

 Sürekli aynı şeyi yapıyor burası tamam da, peki neden yapıyor?

Hadi yapıyor, eyvallah da... peki hiçbir bir gerçekliği olmayan bu tür sözleri neden hep alkışlanıyor?

Kendisini dinleyen bir İzmirli, bir Zonguldaklı, bir Vanlı  bu cümlelere inanacak kadar aptal mı?

Peki inanıp da alkışlayacak kadar?

Hayır, elbette aptal değil hiçbiri de.

Ortada berbat bir "alış veriş" var sadece, hepsi bu!

Taraflarından birinin mecbur bırakıldığı bir "alış veriş".

Yoksulluğun, çaresizliğin ve bu ikisine bağlı olan teslimiyetin yön verdiği bir "alış veriş".

Elbette ki o teslimiyetin bolca bir din sosuna bulandırıldığını da unutmamak gerekiyor.

Daha doğrusu, din diye kakalanan sosa.

***

Tekrar yukarıdaki sorumuza dönelim mi?

Sürekli aynı şeyi yapıyor burası tamam da, peki neden yapıyor?

Neden hep aynı ama asla gerçek olmayan cümleler kuruyor?

Sadece cümleler mi?

Neden sürekli bir "düşman" yaratma pozisyonunu asla terk etmiyor?

Yazar, çizer, akademisyen, sanatçı, aydın, gazeteci, medya, politikacı, öğrenci, emekçi, kadın, işadamı, eski asker, eski vekil, eski büyükelçi, Esad, Suriye, İsveç, Finlandiya, Yunanistan, kılık kıyafet, içki, sigara, kitap, ateist, aktivist, sendika, pankart, avukat, hak arayanlar, slogan, üniversiteler... 

Daha onlarcası eklenebilir bu listeye.

Bir insanın bu kadar "düşmanı" olur mu hiç?

Olmaz demeyin, olur, hem de bal gibi olur.

20 yıl yeter de artar bu kadar "düşman" yaratmak için.

20 yılı tamamlamanın belki de tek ve biricik koşulu "düşman" yaratmak olursa... elbette olur.

Yüzde elliikiyi bu hayali "düşmanlar" yardımıyla yakaladığını deneyimlemiş bir insan için olur.

Artık o yüzde elliiki, yüzde otuzların altına kadar düşmüşse hele, haydi haydi olur.

O "bir insan" Erdoğan'sa olur.

Eskisinden daha yoğun, daha fazla, daha keskin bir biçimde hem de.

Sıkışmıştır artık ve kaybediyordur. Kaybettiğini de her gün görüyordur.

 O nedenle "düşman" da bu kadar çok ulur.

Hep beraber geldiğimiz ya da getirildiğimiz noktada, bu "düşmanların" karşısında ve Erdoğan'ın arkasında sıraya geçenlerin sayısı yarıya kadar neredeyse düşmüşse... taraftar sayısını artıramayacğını bilen, gören ve her gün soluksuz yaşayan Erdoğan da mecburen "düşman" sayısını artıracaktır, işte bu yüzden bu kadar çok "düşman" olur!

Olur ama... şimdiye kadar, aslında hep yok hükmündeki "düşmanlar" karşısında ve Erdoğan'ın yanında saf tutanlar artık ve sadece kendi cepleri yanında ve kendi ceplerinden yana duranların yanında saf tutmaya başlamışlarsa... 

İşte o zamanları yaşıyoruz artık.

Yani, hani hep denir ya, "gelecek de bir gün gelecek" diye... İşte geldi!

Bu yazının başında vurguladığımız o gerçeklikle uzaktan yakından alakası olmayan cümleler ile hayali düşmanların ve aklınıza gelebilecek başka her türlü şeyin bile Erdoğan'ın yenilgisini önlemeye asla yetmeyecekleri zamanlar...

Dedik ya, işte artık o zamanları yaşıyoruz.

Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın! (HAYRİ GÜNEL)

Daha yeni Daha eski