Biçare müttefikler, zorunlu ittifaklar, bir de gönülçelen!

Bu yıl ne “ittifak” yaptı, değil mi?

Cumhur idi, Millet idi, HDP’nin 7’li masası (pardon 6) derken Sosyalist Güç Birliği ile ittifak sayısı 4 oldu. İnce ve Özdağ da “Türkiye İttifakı”nı kuracaklarını açıklayınca sayı 5’e çıktı. 6, 7, 8 olmayacağını kim iddia edebilir ki. Ya da hepsinin bozulup yerine yenilerinin kurulmayacağını?

Şu soruyla başlamak yararlı olabilir; ittifak(lar) neden kuruluyor?

Aslında Türkiye siyasi tarihinde, ittifak yapmayı (müttefik olmayı) zorunlu kılan etken neredeyse hep seçim sistemi olmuş. Özellikle belirli bir oy oranını geçmeyi zorunlu kılan seçim sistemini atlatmanın tek yolu; oyları birbirine ekleyerek siyasi temsil hakkı kazanmak. Ancak tarihte başarılı örnek bulmak çok zor. Yine de en başarılı sayılabilecek olan(lar)ı hatırlamak, yerinde olacaktır.

Turgut Özal, 9 Kasım 1989'da Kenan Evren'den boşalan cumhurbaşkanlığına SHP ve DYP'nin muhalefetine rağmen seçilir. 12 Aralık 1990'da İnönü ile Demirel buluşur, ortak bildiri imzalayarak erken seçim isterler. “Solu” birleştirerek seçime gitmek isteyen Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) lideri Erdal İnönü, Demokratik Sol Parti (DSP) ile birleşme teklifini Bülent Ecevit’e sunar. Ecevit bu teklifi, işi yokuşa sürerek imkânsız kılar. SHP, DSP ile kuramadığı işbirliğinin ardından sol siyasette yeni bir birlikteliğe yönelir ve solun yeni aktörü Halkın Emek Partisi (HEP)[1] ile işbirliğine gider. Bu işbirliği sonucunda SHP listelerinden seçime giren 21 HEP'li, milletvekili seçilir.

Fikri Sağlar, bu birliktelik için “Türkiye’nin Trakya’sı, Türkiye’nin Güneydoğu’suyla kucaklaştı” sözlerini kullanır. Alparslan Türkeş’in başında bulunduğu Milliyetçi Çalışma Partisi’ne (MÇP) yakınlığıyla bilinen Ortadoğu Gazetesi ise Bülent Ecevit’in “SHP bölücülerle işbirliği yapıyor” sözlerini manşetten verecektir.

Aynı seçimlerde bir başka ittifak daha yaşanacaktır; Erbakan’ın Refah Partisi (RP) çatısı altında. Baraja takılacağı kesin olan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) adayları RP listelerinden seçime girerler. Ve Türkeş, 11 yıl sonra tekrar TBMM’ye girmeye “hak” kazanır.[2]

Sonuç olarak; DYP yüzde 27,03 oranında oy alarak 178 milletvekilliği kazanmış böylece birinci parti olmuştur. İktidardaki ANAP ise yüzde 24,01’le 115 milletvekili çıkarırken, SHP üçüncü parti olmuş ve yüzde 20,75’le 88 milletvekili çıkartabilmiştir. Erbakan’ın RP’si yüzde 16,88 oranındaki oyuyla 62 milletvekili, Ecevit’in DSP’si ise yüzde 10,75 oranında oy alarak ancak 7 vekilliğe sahip olmuştur. (Yani SHP+DSP oyu yüzde 31,50. Milletvekilliği sayısı ise yüzde 50’nin üzerinde)

İTTİFAKSIZ İKTİDAR İMKÂNSIZ

Tekrar bugüne dönersek, yani ittifakların neden kurulduğuna!

Bu dönemki ittifakların seçim sisteminin zorlamasından ziyade, rejimin zorlamasından kaynaklandığını söylemek lazım. Yüzde 7 olan baraj sadece küçük partileri ittifaka girmeye ya da ittifak kurmaya zorlayan bir etken. Oysa AKP’nin, MHP’nin, CHP’nin, İYİP’in ve HDP’nin baraja takılma sıkıntısı yok. Yeni rejimin yani başkanlık sisteminin; iktidara sahip olanların dışındaki tüm aktörleri sadece iktidar olanaklarından uzaklaştırması değil, aynı zamanda tüm siyasi süreçlerde etkisiz/yaptırımsız hale getirmesi ittifakları kaçınılmaz hale getirdi. Ya iktidardasınız ya da siyasi geveze!

Bir başka ifade ile bugünün Türkiye’sinde siyasi aktörlerin gücü, siyasi hedeflerinin büyüklüğüyle belirleniyor. Hedefte iktidar olmak yoksa siyasal varlık da “ciddiye alınmak”tan uzaklaşıyor. İktidar olmayı gerçekçi göstermek ise kurulan müttefiklik ilişkileri ile mümkün. Kılıçdaroğlu’nun ve Akşener’in ayrı ayrı cumhurbaşkanlığına aday olması ve ikinci turda ortaklaşması da bir tercihti. Ancak belirlenen tercih bu olmadı. Çok öncesinden kurulan “müttefiklik”, başarılı olunabileceğine ilişkin bir kanaat oluşturduğu gibi, Kılıçdaroğlu’nun (neredeyse açıktan) cumhurbaşkanlığına, Akşener’in de (açıktan) başbakanlığa aday olma iddiası, siyasi pusulanın bu iki aktöre dönmesinde önemli etken. Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” iddiası değil midir, onu hala gönüllerde tutan! Babacan’ın, Davutoğlu’nun sönükleşmesi, kuşkusuz iddialarının zayıflığıyla doğrudan ilgili (bu arada, bunların siyasi iddiasını bilen var mı?!). Bahçeli’nin durumunun da bu konuyla ilgisi var ama onun sorunları daha büyük!

****

Sanırım birileri “tamam amaç hasıl oldu, yazıyı burada bitir” diyor. Hatta o birilerinin içinden bazıları “devam edersen, yazdıklarınla değil, yazmadıklarınla itham edileceksin” demeye başladı bile…

Ama bir yazı böyle bir cümleyle bitirilemez ki… El mecbur, devam…

****

SOLDAKİ ARMUDUN SAPI VAR ONUN SOLUNDAKİ ÜZÜMÜN DE ÇÖPÜ

Anlaşıldığı üzere asıl konumuz; sol ittifaklar ya da solcuların içinde bulunduğu ittifaklar ya da solcuların yapmak zorunda kaldığı ama tercih etmediği ittifaklar…

Şu cümleyle başlayalım çünkü sonunda lazım olacak (onunla bitireceğiz); “hayal etmeye bile cesaretimiz olmazsa nasıl gerçek olsun, değil mi?”[3]

Örgütlü ya da örgütsüz solun, “tarihin en kritik siyasi sürecinden geçtiğimiz bu dönemde”[4] siyasi iddiası nedir? Türkiye halklarının hayatını siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel olarak değiştirecek hangi somut/gerçek bir “değişiklik” (100 yıl sonra değil şimdi) yapacaklarını vaat ediyorlar?

HDP ve başlamadan 9’lu, başlayınca 8’li, ikinci adımda 7’li, şimdilik 6’lı masası ile başlamak zorunlu! (Bu kinayeli cümlenin sorumlusu herhalde cümleyi kuran olamaz).

HDP’nin kısıtları aşikâr. Bir tarafta Ortadoğu coğrafyası mevcut. Daha doğrusu Suriye ve Irak jeo-politiği. Bilindiği üzere emperyalist aktörlerin Suriye topraklarına müdahalesi Kürt siyasi hareketi için hem fırsat hem kriz oluşturdu. Irak’ın istikrarsızlığı da hem kriz hem fırsat idi zaten. Kısacası görünür gelecekte Kürt Siyasi Hareketi, tüm önceliklerini bu bölgedeki gelişmeler üzerinden belirleyecek. Özellikle Suriye’de uluslararası hukuk tarafından “tanınmaya” bu kadar yakın iken.

Diğer yandan Türkiye egemen sınıflarının “gel-git”leri bir türlü HDP’yi sisteme entegre edecek bir formül bulamadı, bir formülde uzlaşamadı.[5] Erdoğan’ın alternatif yaratma, kandırma, yedekleme taktikleri en sonunda topyekûn tasfiye/imha etme (hem bölgede hem ülkede) aşamasına ulaştı. Belediyelere atanan kayyumlar, cezaevlerine doldurulan partililer, dokunulmazlığı kaldırılan vekiller, tahliye edilmeyen hasta tutsaklar…

Gelinen noktada Kürt siyasi hareketi için tek bir tercih (zorunlu) mevcut; Erdoğan’dan kurtulmak.[6] Dolayısıyla ve özellikle Irak ve Suriye’de Erdoğan’ın siyasi/askeri icraatlarından kurtulmak.

Bunun için Türkiye’de oluşmuş Erdoğan karşıtı cephenin içinde yer almak, içinde olmasa bile yakınında durmak, omuz vermek. Sadece bunun makul ve mantıklı bir yolunun bulunması ve müttefikler tarafından da kabul görmesi gerek.

Kürt siyasi hareketinin bu (zorunlu) tercihi karşı-devrimci midir, işbirlikçilik midir ya da sınıf mücadelesinin reddi midir? Hâlâ 1919’dan, 1923’ten kurtulamamış (hatta biraz daha geriye gidip dogmatik Marxizmden kurtulamamış) bir “sosyalist” değilseniz buna yanıt vermekte zorlanırsınız? Çünkü aynı zamanda Kürt siyasi hareketinin (merkezi düzeyde olsa bile) laikliği önemsemesini, kadınların eşitliğini öncelemesini, Türkiye soluyla ortak hareket etme ısrarını görmezden gelemezsiniz!

Birileriyle kalıcı ya da geçici ittifak kurmak, müttefik olmak için bardağın boş tarafında değil, dolu tarafında neler olduğuna bakmak gerekir. Yani ortaklaşılan konuların neler olduğuna? ABD ile ilişkileri var, sınıf mücadelesini önemsemiyorlar, ulus kimliğini öne çıkarıyorlar türünden ifadeler ittifak kurmamanın mazeretleridir.[7] Bu topraklarda bağımsız aday çalışmalarının birlikte yapıldığı ve kazanıldığı dönemleri hatırlamak gerek. Ufuk Uras için ortak kampanya yapılırken Kürt hareketi bugünden çok mu farklı idi? Ya da Selahattin Demirtaş’ın adaylığının yarattığı heyecan sadece Kürtlere mi aitti? Bunlar sosyalizme zeval getirmedi de…

Bırakın Saray karşısında güçlü bir üçüncü cephe yaratmayı, tek başına şu gerekçe yeterli olmalı; ezilen bir halkın siyasi temsiliyetini yani iradesini devrettiği bir örgütün geçici, sınırlı bir ittifak önerisi bu kadar kolayca elinin tersiyle itilmemeli (idi). Üstelik (neredeyse) bu öneri üzerine ve öneriyi reddetmeyi kolaylaştırma adına (aynı zamanda itibarsızlaştırma) ve bir de adına “sosyalist” denen yeni ittifak kurmak![8]

****

Elbette bir de bütün ufkunu; kendi örgütlerini korumak, hadi biraz daha büyütmek olarak sınırlayanlar var. Politik doğrultu kaybedilmediği sürece bu tercih ne kötüdür ne de yanlış. Politik olarak biriktirmecidir, tarz olarak reformisttir, örgütsel olarak da konformist. Ve kırılma anlarını, sıçrama zamanlamasını sürekli kaçırır. “Hayal edecek cesaret”in yerini alışkanlıklar (günlük siyasi işler) işgal etmiştir.[9]

HAYAL-Ü İTTİFAK

Bu yazının, (yukarıda taşlarını döşedikten sonra) sonuç bölümüne sıra geldi.

1-SHP-HEP ittifakı, Kürt halkının temsilcileri ile sosyal-demokrat kitlenin temsilcileri arasında ortak siyasi hedefler kurulabileceğini göstermiştir. Ve bu durum sıçramalı sonuçlar yaratmıştır.

2-Sol örgütler, büyük oranda “sosyalist mahallenin” baskısıyla Kürt siyasi hareketi ile tarihte birlikte davranmış ve bu işbirliği, bırakın olumsuz sonuç yaratmayı, ilerletici politik sonuçlar yaratmıştır.

3-Solun, uzun süredir kaybettiği hayal gücü, devrimci irade, “sözde imkânsız” projeler üretme yeteneği yeniden kazanılabilir. Böyle bir yöntem, hiçbir sonuca “yol açmasa” bile statükoyu/statükoları sallar.

****

Şimdi, lafı daha fazla evirip çevirmeden bodoslama “öneriye” geçelim!

Bu seçimlere, CHP+HDP+Sosyalistler İttifakı olarak girmek mümkün müdür?

Elbette 'hayır!', değil mi? CHP, asla kabul etmez, seçmeni de (daha önce kabul etmiş olsa da şimdi!) etmez. Derin devlet zaten izin vermez. Sosyalistleri hem CHP’nin hem de HDP’nin peşine takmak olur. Olsa bile oy sayısı yetmez. Diğerleri gidip AKP ile birleşir.

Tamam, tamam, benimki sadece bir hayal, dedim ya… (cesaretimi maruz görün)

Şimdi bu hayali, birlikte ilerletmek isteyenlerle devam edelim. (Hayal kurmak istemeyenler, devamını okumayabilirler elbette).

Ve diyelim ki “bütün mahalle” birleşti ve millet ittifakını bozdu ya da mahalle karıştı ve "kendiliğinden” bozuldu.[10] Ortada koca bir siyasi boşluk. Geri kalan 5’li, yani İYİP+SP+DP+Gelecek+Deva, iktidar alternatifi olabilir mi?

Aritmetik: CHP, yüzde 30’a yakın, HDP yüzde 15’e yakın yüzde 1-3 gibi sosyalistler. Kaç etti? Yüzde 40-45. Yaratacağı sinerjiyi ekleyin. Bir de ne yaparsa yapsın Erdoğan’a oy vermeyecek karşı mahalledekileri. Ufak da olsa bir ihtimal mevcut değil mi?!

Bu ülkede siyasetin, baskının aşağıdan gelmesiyle ama kuruluşun yukarıdan dizaynıyla işlediğini biliyoruz. Böyle proje, iyi bir “dizayn” ile tek bir bireyin savrulmasına olanak vermeyeceği gibi sol toplumsal ilişkileri yeniden inşa edeceği de kesin. Bir de hatırlamak gerekir ki SHP-HEP ittifakı 30 yıl önce “yukarıdan” kurulmuştu, oysa bu arada çok çok daha güçlü bir ittifakın “aşağıdan” kurulduğuna tanıklık etti bütün meydanlar; Gezi İsyanı’nda…

Sosyalistler, CHP’nin ve HDP’nin peşine takılırmış. Eğer böyle bir durumda, bağımsızlıklarını koruyamıyorlar ise, farklı ve devrimci bir iktidar perspektifi geliştiremiyorlar ise bırakın takılsınlar (diyeceğim ama!!).

Emperyalistler izin vermez, patronlar tutuşur, derin devlet elinden gelen her şeyi yapar. Bunların herhangi biriyle “karşılaşmadan” sosyalistlik yapmayı “hayal eden” var mı? İzin verin de “çatışma” bunlarla ve buradan kurulsun!

Bu gece uyumadan önce bir “hayal” kurun!

“Hayal etmeye bile cesaretiniz yoksa”, iyi uykular… (YAVUZ HALAT - GAZETE DUVAR)

NOTLAR 

[1] HEP; içerisinde SHP’den ayrılan milletvekillerinin de bulunduğu Kürt siyasetçiler tarafından 7 Haziran 1990 tarihinde kurulan ve Kürt siyasi hareketinin Türkiye'deki ilk yasal temsilcisi olarak kabul edilen parti.

[2] CHP’nin Akşener’in İYİP’i için yaptığını, o dönem RP, Türkeş için yapmıştır.

[3] Ozz Büyücüsü

[4] Bizim zamanımızda neredeyse bütün siyasi analiz yazıları buna benzer bir cümle ile başlardı!

[5] Gel; SHP ile ittifak, Git; Çiller-Ağar dönemi. Gel; Öcalan’ın yakalanması, Git; Öcalan’ın tecridi, Gel; Dolmabahçe görüşmeleri, Git; Dolmabahçe inkârı, Gel; Rojova, Git; Rojava ve Git-Gelme; Tayyip Erdoğan.

[6] Bu amaç için yerel seçimlerde Kürt seçmene CHP amblemine hatta Mansur’a oy verdirtmeyi bile tercih ettiler.

[7] ABD’ye karşı ya da ortak sınıf örgütü kurmak için önerilmiyor ki. Ya da gelin ulus kimliğimize sahip çıkın diye de değil. Hatta birlikte devrim yapalım da…

[8] Bunun böyle olmadığını iddia edecek olanların, şu soruya yanıt bulması gerekli; bu ülkede “sosyalist ittifak” kurma ihtiyacı şimdi mi hasıl oldu? Özellikle, yıllardır bu konudaki en basit birlikte davranma önerilerini bile görmezden gelenlerin…

[9] Bu bölüme, 7’li masayı 6’ya düşüren Halkevlerine değinmeyi de eklemek gerekecek. Kusura bakmasınlar, bu tutumun ne ideolojik ne politik ne de “devrimci sandık taktiği” gibi gerekçelerle açıklanabilecek bir hali yok. Kişisel gelgitlerle ya da tabanın CHP sempatisine teslim olmakla açıklamak en azından daha dürüstçe olur. Sandık önlerine konduğunda, kitlenin CHP tercihine meyletmesi çok daha kolaylaştırılmış oldu sadece.

[10] Gürsel Tekin'in "HDP'ye bakanlık verilebilir" sözü ipleri gerebiliyor ya da RP’nin İstanbul Sözleşmesi karşısındaki tutumu yok sayılıyor. Yani bozulması gayet mümkün.

Daha yeni Daha eski