SEYİT RIZA'NIN İDAMININ YILDÖNÜMÜ

Dersim'i Çağlayangil ve Batur'dan Dinliyoruz

Seyit Rıza'nın idamında görev alan İhsan Sabri Çağlayangil'dan "Dersimlileri fare gibi boğdular, gaz kullandılar" sözlerini ilk duyanlardan biri o dönem bürokrat olan CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu, 22 yıl sonra Öymen'e sessiz...

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkan yardımcısı Onur Öymen'in sözleriyle 10 Kasım'da tepkileri üzerine çektiği Dersim harekatı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Tunceli'de yaptığı ziyarette gündeme geldi.

Tuncelililer, kendilerini ziyaret eden Gül'e, 1938 yılında yaklaşık 12 bin kişinin Türkiye'nin değişik bölgelerine sürgün edildiği 40 ile 70 bin arasında insanın yaşamına mal olan Dersim harekatıyla ilgili, "devlet, iç barış için gönül alma veya özür mahiyetinde bir mesaj versin" istemini iletmişlerdi.

Bu sözler kamuoyunda tartışılmakta olduğu sırada Dersim meselesi, Mecliste yapılan demokratik açılım ön görüşmeleri sırasında Öymen'in hükümeti eleştirirken sarf ettiği sözler sadece Tunceli değil medya ve siyasette sert tepkilere neden oldu.


"Katliamı duyan Kılıçdaroğlu 22 yıl sonra tepkisiz"

Öymen, "Analar ağlamadı mı diyorsunuz? Analar ağladı diye kimse terörle mücadeleyi bırakmaz. Dersim isyanında da analar ağladı ama hiç kimse mücadeleyi bırakmadı o dönem. Sizin esasen terörle mücadele etmeye cesaretiniz yok" diyordu.

Öymen'in sözlerine tepkisiz kalan bir Cumhuriyet Halk Partili (CHP) de Kemal Kılıçdaroğlu idi. Oysa CHP Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Kılıçdaroğlu, harekatın korkunç yönlerini ilk ağızdan duymuş bir kişiydi.

Hukukçu ve insan hakları savunucusu Hüseyin Aygün, 1987 yılında Tunceli'de kamu hizmetinde bir bürokrat olan Kılıçdaroğlu'nun Süleyman Demirel'in sağladığı bir randevuyla bizzat katliamın yaşandığı dönemde Seyit Rıza'nın idamında görev alan İhsan Sabri Çağlayangil ile buluşma imkanı bulduğunu ve şu sözleri işittiği söylüyor: "Dersimlileri fare gibi boğdular, gaz kullandılar".

Bu söyleşiyi gerçekleştiren ve kayda alan kişi olan Kılıçdaroğlu, bu görüşmesinden 22 yıl sonra, Öymen'in sözleri kendisine hatırlatıldığında "yorum yok" diyecekti. (Kılıçdaroğlu'nun Çağlayangil'le yaptığı görüşmenin ses kaydı için tıklayınız)

Seyit Rıza'nın idamının yarınki yıldönümü öncesinde Bianet, Dersim harekatına tanıklık edenlerden Çağlayangil ve Muhsin Batur'dan o karanlık günleri aktarıyor:

Çağlayangil'den "Dersim Olayı"

Tanju Cılızoğlu'nun hazırladığı ve Bilgi Yayınları'nın bastığı "Çağlayangil'in Anıları- Kader Bizi Una Değil, Üne İtti" kitabında (sayfa 72-73) isyancı olmakla suçlandığı için alelacele idam edilen Seyit Rıza ile ilgili bölüm Çağlayangil'den şöyle aktarılıyor:

...İşte bu olay, Dersim İsyanı'nın başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor: "Bu meseleyi kökünden hallediniz"

...Ceza İnfaz Kanunu, her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali, bir de çingene cellat buldu. Gece 12.00'de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var.

Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi, "Peki" dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı.

Kararlar okununca hâkim, ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarptırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar.

"İdam Tünne" diye bir vaveyla koptu.

Biz Seyit Rızayı aldık. Otomobilde, benimle Polis Müdürü İbrahim'in arasına oturdu. Jeep, jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı.

"Asacaksınız" dedi ve bana döndü: "Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?"

Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. "Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz" dedi.

Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben, Fındık Hafız asılırken Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız'ın idamı bitti.

Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti.

"Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir" dedi.

Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi.

Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akıbetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu cesaretine takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet müdürüne, "Ben üşüdüm, otele gidiyorum" dedim.

Seyir Rıza asılır en ileride oğlunun da sesi geliyordu:

"Kulun kölen olam. Sığırtmacın olam. Gençliğime acıyın, öldürmeyin beni!"

Batur, anlatmamayı tercih ediyor, özür diliyor

Milliyet Yayınları'ndan çıkan "Anılar ve Görüşler- Üç Dönemin Perde Arkası" kitabında (sayfa 25) ise Muhsin Batur, Dersim harekatında yer alan emekli bir general olarak, bunun bir katliam olduğunu doğrularcasına şunları söylüyordu:

...Günlerden bir gün Alayımıza emir geldi... tren yolu ile Elazığ'a intikal edilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. Tren yolculuğumuz 40 kişinin paylaştığı kapalı yük vagonlarında pek ilkel ve zor koşullar altında gerçekleşti, Elazığ'ın biraz uzağında Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.

Alaya verilen özel görev, Elazığ bölgesinde büyük bir manevra ve resmi geçit ile bitti... subaylara ve bizlere Atatürk imzalı birer madalya dağıttılar.

Alaya verilen bu görev bittikten sonra tekrar yük vagonlarına binerek Gaziantep'e doğru yola çıktık, Narlı istasyonunda indik, iki günlük bir yürüyüşten sonra bir manevraya katıldık. Rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak'ın da manevrayı izlediğini, yapılan taarruzu beğendiği için tekrarını istediğini duyduk ve tekrarladık.

Ateş altında olduğumuz varsayımı ile hedef göstermeden sürünerek ilerliyor ve kısa sıçrayışlar yapıyorduk, bize böyle öğretmişlerdi... ancak tatbikat üzüm bağları içinde yapılıyordu... önümüzde daha iyi bir üzüm salkımı gördükçe öne doğru sıçrıyorduk (BİANET - 14 KASIM 2009)


Kılıçdaroğlu sordu Çağlayangil yanıtladı KONU: DERSİM

Tartışmayı Başbakan Erdoğan başlattı: “Dersim’i CHP bombaladı.” Ardından Başbakan gibi düşünen bazı köşe yazarları konuyu CHP lideri Kılıçdaroğlu’na getirip, “Kılıçdaroğlu Dersim’le yüzleşmelidir” diye yazdı. Bilmelidirler ki, onlar Dersim’in adını bile bilmeden Kılıçdaroğlu bu olayla ilgili araştırmalar yaptı. Bunların bir bölümünü benimle paylaştı. İşte Türkiye sağının önemli isimlerinden İhsan Sabri Çağlayangil’in Kılıçdaroğlu’na anlattıkları...

İKİ ay önce.

CHP Genel Merkezi’nde Kemal Kılıçdaroğlu’yla sohbet ediyoruz.

Bir hafta önce Hürriyet’ten Faruk Bildirici’ye geniş bir röportaj vermişti. Konu orada söylediği bir söze geldi.

Şöyle demişti:

“Bu konuyu (Dersim’i) araştırma gereği duydum. Lise yıllarından başlayarak yerel tarih konusunda ciddi bir merakım vardı. Tarih Vakfı’nın dokümanlarını, kaynaklarını toplamaya çalıştım. Canlı kişilerle konuştum. Tarihçi Cemal Kutay ile görüştüm. O dönemde Başbakan olan Celal Bayar’ın konuyu çok iyi bildiğini söyledi. ‘Ben randevu alacağım, gelirsiniz beraber gideriz’ dedi. Cemal Kutay randevu alınca beni çağırdı, gittim. 1986’ydı sanırım. Kutay’a güzel de bir badem ezmesi almıştım. Dedi ki, ‘Celal Bayar hasta, görüşme şansımız olmayacak’. Ben de içimden kızdım. ‘Herhalde beni atlattı’ dedim. Otobüsle Ankara’ya dönerken yolda haberleri açtı şoför. Celal Bayar’ın hastaneye kaldırıldığını söyledi. Sonra Celal Bayar taburcu olmadan vefat etti ve o görüşme hiç olmadı. O görüşme olsaydı belki çok şey öğrenecektim.

İhsan Sabri Çağlayangil ile görüşmemi sağlayan bir yeminli mali müşavir arkadaşımdı. Onun ricası üzerine randevuyu Cavit Çağlar aldı. Çağlayangil’in Yalova’daki evinde buluştuk. Bir arkadaşın radyo teybiyle gitmiştim. O konuştu, banda aldım. O döneme ait güzel bilgiler verdi. O yaşta müthiş bir hafızası vardı. Ben o bütün bilgileri, bendeki dokümanları araştırma yapan güvendiğim bir arkadaşıma devrettim.”

Kılıçdaroğlu’nun bana verdiği belgelerden biri de İhsan Sabri Çağlayangil’le yapılan görüşmenin teyp kaydıydı.

CHP Genel Merkezi’ndeki sohbette konuyu bu teyp kaydına getirip, “Arkadan bir türkü çıkıyor, bunun Dersim’le bir ilgisi var mı” diye sordum.

Güldü. “Sayın Çağlayangil’in anlattıklarını kasede almak istedik. Acemiyiz. Öylesine bir teyp bulduk, içine de evden bir kaset koyduk. Hatta evde kablo yeterli gelmedi, masayı filan çektik; rahmetli Çağlayangil de bize yardım etmişti.”/images/100/0x0/55eb1856f018fbb8f8aab67d

Kayıt iyi değildi. Sesler anlaşılmıyordu. Bir yerden sonra ise sesler hiç duyulmuyordu.

Ancak, buna rağmen Türkiye yakın tarihi açısından oldukça verimli bir görüşme yapmıştı Kılıçdaroğlu.

Teypten anlaşılıyor ki, Türkiye sağının duayen isimlerinden Çağlayangil çok samimi konuşuyor; tüm bildiklerini anlatıyor.

Şimdi sizlere o görüşmeyi aktaracağım.

Fakat bir noktanın altını çizmeme izin verin:

Bugün Dersim faciası sadece CHP’nin üzerine yıkılmak isteniyor.

Başbakan Erdoğan Sakarya mitinginde yaptığı konuşmada dedi ki: “‘Vergi vermediler’ diye Dersim’in köylerini kim bombaladı; zamanının, o zamanki Cumhurbaşkanı’nın emriyle. Kimdi; İsmet İnönü, CHP’nin başındaydı. Yani CHP bombaladı.”

O halde...


Kemal Kılıçdaroğlu bundan yıllar önce neden Türkiye sağının iki önemli siyaset adamı Celal Bayar ve İhsan Sabri Çağlayangil’le görüşmek istedi?

Tarihi bu kadar eğip bükmeye kimsenin hakkı yok.

Bakın Çağlayangil neler söylüyor:

(Kayda giriliyor)

Çağlayangil: Dersim hakkında en güzel kitabı hizmete mahsus olmak kaydıyla ve 100 nüsha basılmak şartıyla Kazım Orbay yazmıştır, Jandarma Genel Komutanı iken.

Kılıçdaroğlu: Kitabı gördüm efendim. Türk Tarih Kurumu’nun kütüphanesinde var.

Çağlayangil: Var. Onda tarihi izahat var. Ve Dersim hakkında en iyi, en resmi tetkik de odur. Ben Malatya Emniyet Müdürü’yken Kürt meselesine merak sardım. (...)

İki ayrı rapor yazdım o devirde bakanlığa verdim. Raporların birer nüshası bende fakat ‘ara bul’ derseniz, bu evrak-ı perişanın içinde imkânı yok bulamam.

İki büyük siyaset Cumhuriyet’te zaman zaman hâkim olmuş ve çarpışmıştır. Birincisi, bunlara şiddet yoluyla, baskı yoluyla hâkim olmak.

İkincisi kültür yoluyla hâkim olmak.

Kültür yoluyla hâkim olmak siyasetinin müdafii Avni Doğan gibi dördüncü umum müfettişliği yapmış, o havalide uzun müddet valilik ve müfettiş-i umumilik yapmış, Kürtleri tanımış kimselerdi.

Fakat Türk siyasetine Fevzi Çakmak’ın mutaassıp görüşü hâkimdi. Fevzi Çakmak Doğu’ya yol yapmanın, Doğu’da mektep açmanın, Kürtleri elit hale getirmenin, oraya medeniyet sokmanın aleyhindeydi. ‘Bunlar uyanırlarsa istiklal fikrine kapılırlar ve vatanımız bölünür’ diyordu. (...)

Dersim’i merak ettiğim zaman Dersim’i gezdim.

Kılıçdaroğlu: Hangi yıldı efendim?

Çağlayangil: 1936-37. (O dönem) Dersim’e jandarma giremiyor. Dersim’e tahsildar giremiyor. Dersim’de ağa nüfuzu hâkim. Dersim’de hükümet yok. Dersim’de Türkiye Cumhuriyeti otoritesi yok.

E otorite olmayınca o boşluğu ağa doldurmuş. Bir yandan hükümranlık Cumhuriyet’te; bir yandan otorite Kürt ağasında. Bu çelişki Dersim’in mukadder hayatını yaşıyor. (...)

Bunun sonucu o tarihte de Dersim’de harekât cereyan etti..

Harekât da şöyle başlamıştı:

Fırat üzerinde Şeytan Köprüsü denen bir yer vardır. Onun başında karakol vardır. O Şeytan Köprüsü’nden geçilince Dersim’e geçilmiş olur. O karakolda İsmail Hakkı isminde bir yedek subay komutasında 33 jandarma eri nöbet tutuyor. Orası Dersim’in kapısı. Seyit Rıza bir gece kuvvetleriyle basıyor. İsmail Hakkı Bey’i ve 33 jandarmayı da şehit ediyor. Onun üzerine Abdullah Alpdoğan Paşa, Kastamonulu; ona emir veriliyor. ‘Bütün ordu iştirak etsin bu Dersim’i temizleyin’ diyorlar. Dersim hareketi böylece başlamış oldu.

Dersim’de ilk harekat Galatalı Şevket Bey tarafından yapılmıştır. Galatalı Şevket Bey bir albay. Mersin’deki Kürtlerin Kürtçe şarkılarında hâlâ Galatalı Şevket Bey’in yaptığı mezalimin, öldürdüğü kimselerin ağıtları ve destanları yaşar. Hâlâ söylerler. (...)

Kılıçdaroğlu: Abdullah Paşa o ara Elazığ’da...

Çağlayangil: Elazığ’da. Ben de Malatya Emniyet Müdürü’yüm. Haliyle otomobile bindik Elazığ’a gittik. Abdullah Paşa bizi misafir etti. Harekât başlayalı 1-2 ay olmuştu. Abdullah Paşa dedi ki ‘Bu kefereyi kıstırdım; ekinlerini yaktım uçakla. Mağaralara iltica ettiler. Fakat dağlık arazi karargâh-ı Munzur’da’ dedi. ‘Bu dağları tuttular. Bu dağları bir mavzerli alay tutabilir. Öyle geçitler var’ dedi.

(...) ‘Bir kadın var’ dedi ‘bunların içinde.’ Kadının resmini de gösterdi ‘o kadar nişancı ki’ dedi; karakolda kapı aralığından jandarmayı vurmuş. ‘Çok zorluk çekiyorum’ dedi. ‘Bunlara haber gönderdim. Bunların 15 kişi aşiret başı liderleri var. Bunları bize teslim edin hareketi durduracağım dedim.’ Mehil istemişler. ‘Yarın bu mehil bitiyor. Madem merak ediyorsunuz beraber gidelim, cevap getirecek Kürtler’ dedi.

Biz ertesi gün 2 otomobil ve koruyucu manga, bir de taze ekmek çuvallara doldurulmuş bir kafile halinde hareket ettik. Bir yerde yanlışlıkla ateş yedik. O badireyi geçtik bir acayip yere vardık.

Abdullah Paşa ‘İnmeyin arabadan, bizden evvel insinler’ dedi. Sonradan paşa olan Şevket Bey (anlaşılmıyor) onlar falan indiler. Bir yar var, bayağı derin. Kürtlerle yapılan anlaşma gereğince iki taraf da o aşağıya silahsız inmesi lazım. Abdullah Paşa, Vali, ben ineceğiz. Abdullah Paşa haber yolladı. ‘Biz üç kişi ineceğiz. Yabancı değildir, biri Malatya Emniyet Müdürü’dür, biri Malatya Valisi’dir. Çekinmesinler.’

Biraz bekledik tercüman geldi. Ona izah edildi vaziyet. Sonradan 15-20 kişi geldi. Kürt bunlar. Bende fotoğrafları var. Bunlar garip adamlardı. Uzun boylu, insan güzeli, göğüslerinden kıllar sarkmış, kumral, koyu kumral kişilerdi. Heybetli adamlardı.

Abdullah Paşa psikolojik hareket etti. ‘Ekmekleri dağıtın’ dedi. Karşı taraf aç. Muhasarada. Bunlara fırından yeni çıkmış ekmekleri dağıttılar. Herkese birer ekmek verildi. Yarısını yediler yarısını koyunlarına koydular.

Abdullah Paşa uygun bir konuşma yaptı. Dedi ki, ‘Siz Demenan aşiretisiniz. Ben Kastamonuluyum. Taşköprülüyüm. Niçin Kastamonu’ya Kastamonu demişler bilir misiniz? Kastamonu bir dere içindedir. İki tarafı yardır. Bir tarafa bir aşiret yerleşmiş, bir tarafa bir aşiret yerleşmiş. Bir tarafa Kast aşireti yerleşmiş, bir tarafa Tuman aşireti yerleşmiş. Kast-Tuman demişler. Ben Tuman aşiretindenim. Tuman zamanla Demenan olmuş. Ben sizin aşiretinizin cedlerindenim. Birbirimizle akrabayız. Sizi iğfal eden, başlarınızdaki size isimlerini verdiğim adamlardır. Bunlar ortadan kalkarsa arada bir itilaf kalmaz. Birbirimizle iyi geçiniriz. Umarım ki iyi haber getirdiniz’ dedi.

İsmini hatırlamadığım (bir süre ses kesik) Kürtçe anlattı, tercüman bize tercüme etti. Adam diyor ki, ‘Beyanatınız bizi duygulandırdı. Vereceğiniz isimlerden üçü hariç bunları size teslime karar verdik.’

Abdullah Paşa üç kişinin kim olduğunu sordu. İçlerinden biri bu iyi nişancı kadın. İki kişi de başka adam var.

Abdullah Paşa bu üç kişinin istisna edilmesine razı olamayacaklarını, üç kişinin de tesliminin gerektiğini beyan etti ve bu üç kişinin istisnasının sebebini sordu. Kürt, büyük bir samimiyetle dedi ki; ‘Bir kadının bir kocası olur. Siz bir hareket yapıyorsunuz burada, bu hareket gelir geçer. Buralar yine Kürt ağalarına kalır. O zamanlar bize zulmeder bu ağalar. Bizi kurtaramazsınız siz. Siz bütün Dersim’e hâkim olsanız, oraya devlet otoritesi girse, zaten biz ağaya kul olmayız. Ama siz yoksunuz. Bizim daimi muhatabımız ağa olduğu için ve kudret de onda olduğu için, bunlar da en büyük olduğu için sizin değil onların dediğini yapmaya mecburuz.’

Abdullah Paşa şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim’in de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler.

Sonra biz geri döndük, yeni mehil istendi. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler, mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi.

Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer, siz de girebilirsiniz.

(...) Abdullah Paşa ile olan tetkiklerimi bitirmiş, Ankara’da göreve başlamıştım.

Kılıçdaroğlu: 1938’de mi 37’de mi?

Çağlayangil: 37’de. Yani o tarihten 34 ay geçmişti. (İçişleri Bakanı) Şükrü Kaya çağırdı dedi ki Atatürk Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek, Elazığ’a da uğrayacak, Seyit Rıza ile ilgili mahkeme bitmiş fakat karar tebliğ edilmemiş. Elazığ’da 6 bin Kürt toplanmış, Atatürk’ün seyahatini duymuşlar. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın affı için şefaat isteyecekler. Yanına sivil adamlarını al git, Atatürk gelmeden önce mahkeme kararı uygulansın da Kürtlerin Atatürk’e müracaatları ve ricası olmasın’ dedi. Ben 35 sivil polis aldım yanıma gittim (devamında ses bozuk). Cellat, Çingene buldular infaz için. ‘15 kâğıt isterim. Üç-dört de ... (anlaşılmadı) ... isterim’ dedi. Hapishaneye gittik. Yedi idam mahkûmu vardı. İçinde Seyit Rıza ve oğlu da var. Biz Elazığ Emniyet Müdürü İbrahim ile Seyit Rıza’yı aldık.

İmam, dini telkin yapmak istedi, Seyit Rıza kabul etmedi. Jandarma karakolunun önünde bir meydan vardı, orada asılacaklardı. Oraya götürdük. Savcı bir yafta yapıştırdı. ‘Vasiyetin var mı’ dedi. ‘Kırk lira param var onu oğluma verin’ dedi. Halbuki oğlu da asılacak farkında değil.. (anlaşılmadı). ‘Başka vasiyetim’ yok dedi. Beyaz gömlekle çıktı sehpaya; bomboş meydana -sanki insan doluymuş gibi- hitap etti: ‘Biz evlad-ı Kerbela’yız. Bihatayız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir ... (anlaşılmadı).”

(...) O şekilde Seyit Rıza artık bitti, kapandı. Yani Dersim’deki liderler bu şekilde bertaraf edildi. Diğer öbür liderler de Dersim harekâtında hayatlarını kaybettiler. Kürtler üzerinde ağalığa başlayacak, yeni liderlik yapacak kimse kalmadı. (Bundan sonra ses tamamen kayıp...) (22 AĞUSTOS 2010 - HÜRRİYET)

Daha yeni Daha eski