68 kuşağını böyle öğrenenin vay haline

Bu yazının yazılma sebebi Gün Zileli'nin 17 Ekim’de youtube'de yayımlanan “1972 Karanlığı” başlıklı programı. Öyle şeyler söylüyordu ki kimi konularda gerçeklikle bağı tamamen koparmış gibiydi.


Gün Zileli’yi kitaplarıyla tanıdım. Havariler, Yarılma, Sapak… Aydınlık hareketindendi, kitaplarında bu harekete dair çok şey anlatıyordu. Bunu yaparken “dedikodu” aktarmayı da ihmal etmiyordu. Kim kitap hırsızıydı, kimlerle bir olup geneleve gitti, kimin eşi ona yakışmazdı da sonra zaten falancayla birlikte oldu vs. MİT’çi Mehmet Eymür atin.org sitesinde bu tip dedikoduları alıntılayıp “Geçmişi ve düşünceleri ne olursa olsun, demek ki hem kendine hem de başkalarına karşı dürüst bir insan” demişti. Bir de “aferin” almıştı yani…

Aradan zaman geçti, Gün Zileli yazmaya devam etti. Sonraki yıllarda kendini anarşist olarak tanımlar oldu. Nazilere karşı savaşan bir Sovyet keskin nişancısı olan Semyon Nomokonov’la ilgili bir paylaşımın altına “katilliğe övgü” yazışını hatırlıyorum, sanıyorum politik pozisyonunu anlatmak için yeterli.

Günün birinde FluTV’nin kurucusu İlker Canikligil, Zileli’yi keşfetti ve “Ben Anarşist Gördüm” adıyla bir program yaptı. Yetmedi, Zileli’ye bir seri yaptırmaya başladı.

Bugünkü yazının yazılma sebebi de 17 Ekim’deki “1972 Karanlığı” başlıklı, 134 bin izlenen bölüm. Yorumlara bakılırsa çok sayıda genç ’68’i ilk kez Zileli’den dinliyordu. Ama Zileli öyle şeyler söylüyordu ki kimi konularda gerçeklikle bağı tamamen koparmış gibiydi.

Teker teker gidelim.

İDDİA 1: "İLK NİHAT ERİM HÜKÜMETİ REFORMCUYDU"

Gün Zileli şöyle diyor:

“12 Mart denir durur ama 12 Mart’tan hemen sonra kurulan I. Nihat Erim Hükümeti ve 11 bakan kesinlikle reformcu. Hatta toprak reformu lafları dolaşmaya başlamıştı. Bu yanlış biliniyor, sanki 12 Mart muhtırası verildi, hemen ordu gümbür gümbür… Böyle bir şey yok.”

Devam ediyor:

“Olayların seyrini bazı şeyler değiştirdi. Elrom’un kaçırılmasıdır. 12 Mart’tan dört gün sonra Deniz Gezmiş yakalandı. O zaman hiçbirimizin aklına Denizlerin asılacağı gelmiyordu. Öyle bir şey yok ve asılmayacaklardı. Herkes legal çalışmalarını devam ettiriyordu. Türkiye 12 Mart’a kadar neyse legal ortamı, öyle devam etti.”

“Neden kaçırdı?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:

“Sansasyon için, bence başka hiçbir nedeni yok.”

Bir an karşımda Nihat Erim var ve o konuşuyor sandım. “Reformculuk” o dönem 12 Mart’ı meşru göstermeye çalışanların argümanıydı. Durum ise Zileli’nin iddiasında olduğu gibi Elrom’un kaçırılmasına dek güllük gülistanlık değildi.

I. Nihat Erim Hükümeti zaten kendi içinde krizler yaşadı. AP’liler hükümetten çekildi, sonra tekrar dahil oldu vs. Ancak bu krizler arasında bile yaşananlardan bazıları tabloyu göstermeye yetiyor.

Nihat Erim daha hükümet programını okurken senatoda şunları söylemişti:

“İhtilal yapacağım diyene, ben devletin boynunu uzattırmam, seni öldüreceğim diyeni ben önce öldürürüm.”

7 Nisan 1971’de güvenoyu aldı. 22 Nisan günü bakın ne dedi:

“Tedbirler balyoz gibi kafalarına inecektir.”

26 Nisan’da 11 ilde; Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Zonguldak, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya, Diyarbakır, Siirt ve Hatay’da sıkıyönetim ilan edildi.

27 Nisan’da Dev-Genç kapatıldı.

28 Nisan’da Akşam ve Cumhuriyet; 30 Nisan’da Devrim, İşçi-Köylü, Proleter Devrimci Aydınlık, Türk Solu ve Aydınlık hakkında kapatma kararı verildi.

Devam ediyorum…

1 Mayıs günü yabancı basın mensuplarına bir açıklama yaptı:

“Bugünkü 1961 Anayasası çok daha ileridedir. Bu da şimdiki jeopolitik durumu da Türkiye’nin göze alamayacağı bir lüks teşkil eder.”

Hani diyor ya, “Olayların seyrini Elrom’un kaçırılması değiştirdi” diye.

Elrom’un kaçırılma tarihi 17 Mayıs’tır!

Yani faşizm zaten göstere göstere geliyordu.

Elrom’un kaçırılmasına “sansasyon” deyip geçen Zileli, THKP-C’nin “Tutuklu bulunan devrimcilerin serbest bırakılması” talebini içeren bildirisini hatırlatmıyor.

Zileli, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmelerine dair şunları söylüyor:

“Öyle sıkışmışlar ki… Ankara’da Mahir, bir evden çıkıyor, 15 dakika sonra oraya baskın yapılıyor. O kadar büyük bir kovalamaca var. Bu kovalamaca ortamında hiç olmazsa şanımızla şerefimizle ölelim dediler. Hakikaten bir intihar.”

Burada bir gerçeği daha hatırlatmak gerekiyor; “Zaten başka yol yoktu” yaklaşımı süreci anlatmak için yetersiz kalıyor. Daha önce yazmıştım; Mahir’in firarından sonra yurt dışına çıkmasını önerenler oldu.

Bakın Oğuzhan Müftüoğlu’nun sözlerine: “Denizleri bırakarak gitmek istemediler. Yapılacak ne varsa kalanların yapması önerisini de kabul etmediler.”

İşte Necmi Demir’in anlattıkları: “Denizlerin idam edilmeleri söz konusuyken, Mahirlerin yurt dışına çıkamayacaklarını kısa sürede anladık.”

Bir örnek daha vereyim. Bu da TİP’li Rasih Nuri İleri’den:

“Mahirler hapisten kaçar kaçmaz ben onlara mesaj gönderdim. ‘Aman büyük bir felaket olacak, mümkünse yurt dışına kaçın.’ (…) Deniz Gezmiş hapisteyken onu orada kaderine bırakıp kaçmayı kendine yediremedi.”

Eksiği bu şekilde tamamlamak zorundayız, bilinçli bir tercih söz konusuydu.

İDDİA 2: "12 MART’TAKİ SİSTEMATİK İŞKENCE DEĞİL"

Gün Zileli 12 Mart sürecini anlatırken şöyle diyor:

“İşkence derken öyle sistematik işkence değil belki ama heriflerin eline düştün mü sırtın her tarafın mosmor olur yani.”

Peki sistematik işkence ne demektir?

İşkencenin belli bir yerde ya da belli bir zaman zarfında daim, yaygın ve kasten olması… İşkence ve kötü muamele yasa dışı olmasına karşın, yetkili amirlerin eylemi cezalandırmak için tasarrufta bulunmaması, yinelenmesinin önlenmemesi, yetkin bir soruşturma açılmaması…

12 Mart sürecindeki işkencelere maruz kalanlara çokça örnek verebiliriz maalesef. O dönem hapis yatmış, gözaltına alınmış isimlerin yaşadıklarından kitaplar yazıldı.

Dediğim gibi, sayfalar dolusu örnek verilebilir ama Gün Zileli’nin iddiasını, bizzat Gün Zileli’nin kitabı üzerinden çürütmek yeterli olacaktır. 12 Mart döneminde tutuklanan Zileli, Havariler kitabında bakın neler söylüyor:

“Önce biraz falaka vurdular. Falaka işkencesinin, çok acı vermesine rağmen dayanılması mümkün bir şey olduğunu fark ettim. Ama birden… Bütün vücudumun korkunç bir acıyla sarsıldığını hissettim. Elektrik vermeye başlamışlardı. (…) Bütün vücudunuzu lime lime ederken iradenizi de aynı şekilde binlerce parçaya ayırıyordu. Sanki vücudumun bütün hücreleri milyonlarca çengelli iğneye takılmıştı ve her elektrik verilişinde bu çengelli iğneler bütün hücrelerimi milyonlarca yöne doğru çekiştiriyordu.”

Bu nasıl “sistematik olmayan” bir işkence ki, elektrik verecek donanıma sahip, falaka var, işkence tezgahları hazır, cezaevleri dışında da bu işe özgü mekanları var ve yapanlar kesinlikle cezalandırılmıyor.

Gün Zileli için işkencenin “sistematik” sayılması için neler gerekiyor?

İDDİA 3: "ÜLKÜ OCAKLARI DÜELLOYA ÇAĞIRDI, SOL CEVAP VERDİ, BU YANLIŞTI"

Gün Zileli konuşuyor:

“Türkiye’de bir antiemperyalist, Antiamerikan bir yükseliş oldu ve bu yaygınlık kazanmaya başladı. İktidar bence paramiliter güçleri harekete geçirerek bunun önünü kesmeye çalıştı. Özellikle Ülkü Ocakları vasıtasıyla solu düelloya çağırdı. Ne yazık ki sol da bu düello çağrısına bir ölçüde cevap verdi. Halbuki hiç vermemesi gerekiyordu. Bence yanlış bir adımdı o.”

Bu bir “davetmiş”, keşke davete icabet edilmeseymiş…

Silahlanmanın iki temel sebebi ve süreci vardı.

Türkiye’nin dört bir yanında faşistler devlet destekli komando kamplarında molotofkokteyli nasıl yapılır, silah nasıl kullanılır dersi alıyordu. Maaşa bağlanıyorlardı. Devlet korumasında silahlanıyorlardı. Bir yandan da kolluk güçleri öğrencilerin peşindeydi. İlk sebep devletin ve devlet destekli faşistlerin saldırılarının gerektirdiği bir savunma ihtiyacıydı.

İkincisi ise, daha sonraki süreçte Küba, Venezuela, Kolombiya’daki silahlı devrimci mücadelenin yarattığı etkiydi. Filistin’de olup bitenler de kuşak üzerinde etkili oldu.

Bunların hiçbiri “düello teklifine cevap” değildi. Düello değil, pusu demek doğrusu.

Sahi; Vedat Demircioğlu’nu, Taylan Özgür’ü, Battal Mehetoğlu’nu öldürenler “Düelloya davet edip” mi öldürmüştü?

Şimdi programın tekrar toplamına bakıyorum.

“12 Mart başta ‘iyiydi’, Elrom kaçırılmasa böyle olmayacaktı, zaten sol düello teklifini kabul ederek hata yapmıştı, kaldı ki ‘sistematik işkence’ yoktu.”

Zileli’nin 12 Mart’ı böyle.

Bunca şeyden sonra başlıktakini tekrarlamaktan başka bir şey kalmıyor bize:

’68 kuşağını Gün Zileli’den öğrenenlerin vay haline... (HAKAN GÜNGÖR - EVRENSEL)


Evrensel Gazetesinde Hakkımda Çıkan Yazıya İlişkin Kısa Bir Düzeltme

Flutv’de İlker Canikligil’in benimle yaptığı, 17 Ekim 2022’de yayınlanan “1972 Karanlığı” başlıklı söyleşi üzerine bugünkü (30 Kasım) Evrensel gazetesinde Hakan Güngör imzalı bir yazı yayınlanmış.

Tartışmayı severim.

Demagoji unsurları barındırdığı için polemikten uzak durmaya çalışırım.

Çarpıtmadan ise nefret ederim.

Bu kısa açıklamada, sadece Hakan Güngör’ün yazısındaki bir çarpıtmayı düzeltmekle yetineceğim.

Hakan Güngör, yazısının bir yerinde şöyle demiş:

“Gün Zileli 12 Mart sürecini anlatırken (abç. GZ) şöyle diyor:

‘İşkence derken öyle sistematik işkence değil ama heriflerin eline düştün mü sırtın her tarafın mosmor olur.’”

Hakan Güngör, beni “yalanlamak” için Havariler kitabımdan, nasıl elektrik işkencesi gördüğümü anlatan bir alıntı yaptıktan sonra yazısına şöyle devam etmiş:

“Bu nasıl “sistematik olmayan” bir işkence ki, elektrik verecek donanıma sahip, falaka var, işkence tezgahları hazır, cezaevleri dışında da bu işe özgü mekanları var ve yapanlar kesinlikle cezalandırılmıyor.”

Gelelim İlker Canikligil’in benimle yaptığı röportaja. Sadece 23.42 ile 24.03 arasını alıyorum:

“Canikligil: İçerde kötü muamele var mıydı?

GZ: Vardı tabii, artık vardı. 72 yılıyla birlikte cezaevlerinde de çok kötü muamele başlamıştı.

Canikligil: İşkence vardı…

GZ: Dayaklar falan tabii tabii… İşkence derken öyle sistematik işkence değil belki ama heriflerin eline düştün mü bütün sırtın, her tarafın mosmor olurdu.”

Görüleceği gibi ben “sistematik işkence yoktu” ama “dayak vardı” derken sadece Mamak Cezaevi’nden söz ediyorum. 12 Mart dönemindeki sistematik işkence ile cezaevindeki kaba dayak arasındaki farkı bilmek ve sadece bir cezaevindeki durumla ilgili söylenenleri bütün bir 12 Mart dönemine teşmil etmemek gerekirdi. Bu, açık çarpıtmaya girmektedir.

Henüz genç olduğunu tahmin ettiğim Hakan Güngör arkadaş bunu bilerek mi yaptı, yoksa dikkatsizlikten mi, bilmiyorum. Ama bir hayli deneyimli olduklarını bildiğim Evrensel editoryal sorumlularının, ne yazık ki, çarpıtmaya bile bile önayak olduklarını düşündüğümü belirtmek zorundayım. (Gün Zileli / 30 Kasım 2022)

Daha yeni Daha eski