Tarikatlar devletten önce onlara nüfuz etti, onları cemaatlerin ülkücü koluna dönüştürdü. Birlikte karanlıkta büyüdüler ve karanlığı büyüttüler.


“Mahmud Efendi hazretlerimizin en çok sevdiği siyasetçi Muhsin Yazıcıoğlu abimizdi…” Cübbeli Ahmet’in sözü bu. Gerçekten de Büyük Birlik Partisi’nin kurucusu eski ülkücü tetikçi Muhsin Yazıcıoğlu, Cübbeli Ahmet’in yakın zamanda ölen şeyhinin çok yakınıydı. Sık sık gider eteğine yüz sürerdi. Bir helikopter kazasında ölünce, partisi ve yakın olduğu cemaatler bunun kaza olduğunu kabullenmek istemedi. Ondan bir siyasi aziz imal etmek istiyorlardı, kaza bunu sıkıntıya sokmuştu. O gün bugündür kazada suikast arayışı devam ediyor. 

Ölümünden bir yıl sonra Muhsin Yazıcıoğlu'nun, İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu'na “İki aydır beni çok sıkı takibe aldılar. Ölürsem beni siz yıkatın” diye vasiyette bulunduğu iddia edildi. Bu iddia Nakşibendi tarikatının en radikal kolu İsmailağa cemaatine mensup “Abdullah Hoca”nın cemaate vaazında ortaya atılmıştı. İsmailağa Camii'nin internet sitesine de konulan sohbet videosunda anlatılanlara göre, cemaatin lideri Ustaosmanoğlu uzun zamandır görmediği Yazıcıoğlu'na “özledim, gelsin” diye haber göndermişti. Bu çağrı üzerine Yazıcıoğlu Ankara'dan İstanbul'a gelip hocayla buluşmuştu. Bu buluşma sırasında iki aydır takip edildiğini söyleyen Yazıcıoğlu, Mahmut Ustaosmanoğlu'na “Bundan sonra ne yapacağımı tam bilemiyorum. Ölümüm hadise olursa beni dualarından esirgeme. Cenazemi de sen yıkat, kefenlet” demişti. Tabii bunları söylerken odada onlardan başka bir kimse yoktu. 

Bütün tarikatların yancısı

Ancak o videoda bundan daha “sarih” bilgiler var. Abdullah Hoca, Yazıcıoğlu’nun cemaatlerle ilişkisini şöyle anlatıyor: “Bir siyasi partinin Genel Başkanı olmasına aldırmadan memlekette ne kadar Hak Dostu var ise hepsiyle görüşmeye çalışırdı. Hacı Ahmet Kayhan Baba'dan Seyyid Muhammed Raşid hazretlerine, Esad Çoşan Hoca Efendiden, Mahmut Efendi Hazretlerine kadar bütün kanaat önderleriyle istişare ederdi. Zaman zaman bu yüzden sıkıntılar da yaşamadı değil. Mesela MHP’de hakkında yapılan eleştirilerden biri insanları otobüslere doldurup Adıyaman'ın Menzil Köyüne götürmesi idi. Birkaç yıl evvel Fatih Cami’nde ki bir cenazede rahatsızlığından dolayı ayağa kalkamayan Mahmut Ustaosmanoğlu Hoca Efendi’nin elini öperken çekilen pozlardan dolayı medyada yer alan haberleri hepimiz hatırlarız.” Anlatılanlardan anlaşılanlara göre Muhsin Yazıcıoğlu MHP çizgisinin temsil ettiği “Türk-İslam Sentezi”nin bir adım daha ileriye taşımış, “İslam Türk Sentezi”ne dönüştürmüştü. Çizgisinde İslamcılık Türkçülüğün önüne geçmişti. Haliyle tarikatlara MHP’den daha fazla yaklaşmıştı. 

Şimdi dillendirilmiyor ama Fethullahçılarla da pek yakındı. AKP’nin ilk yıllarında iktidar ortağı olan Fethullahçılar Yazıcıoğlu partisinin militanlarını birer manivela olarak kullanıyordu. Hrant Dink başta o dönemin bütün önemli siyasi cinayetlerinde Alperenlerin dahli vardı. Ama sonra işler birden bozuldu, Cemaatle Yazıcıoğlu’nun arası açıldı. Hatta ölümünde Cemaatin eli olduğu iddia edildi. O kadar ki Yazıcıoğlu ailesi avukatı Selami Ekici, helikopterin düşüş nedenini ortaya çıkaracak cihazları söken ve kaybeden ekipten 2 kişinin Cemaat’in darbe girişimi sonrası tutuklandığına dikkat çekti. Fethullah Gülen, Yazıcıoğlu’nun ölümün ardından, “Aldansanız bile kimseyi aldatmayın. Çünkü aldatma günahtır. Aldanırsanız böyle kurban gidersiniz. Bir perşembe akşamı vefat edersiniz, bir cuma günü cenazenize ulaşırlar” demişti. 

Destici partiyi cemaatçilerle yeniledi

Yazıcıoğlu ölüp çekilince koltuğuna Mustafa Destici oturdu. Destici’nin de ilk işi halefi gibi cemaatlere koşup el etek öpmek oldu. 2014’te İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nu ziyaret etti. Ziyarette, Cübbeli Ahmet de hazır bulundu. Destici’yi Mahmut Ustaosmanoğlu’na “Muhsin Yazıcıoğlu’nun arkadaşı. Babası da emekli imam” diye tanıtıldı.

Ama Destici’nin Fethullahçılarla ilişkileri hepsinden iyiydi. Destici’nin Mahmut Hoca’nın eteğini öptüğü yıl örgütte cemaat tartışması çıktı. Muhaliflerin iddiasına göre Destici gelir gelmez parti yönetimini Fethullahçılarla doldurmuş, partiyi FETÖ’ye angaje etmişti. Tartışmaların fitilini ateşleyen gelişme Destici’nin CHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na desteğini açıklamasıydı. Alperen Ocakları Genel Başkanı Serkan Tüzün, Destici'ye, “Cemaatini de alıp gideceksin” diyordu. 

Ancak Alperen Ocakları, Destici'yi “Cemaatçi” olmakla suçlayan bildiriyi reddederek Genel Başkanlarının yanında olduklarını açıkladı. Tartışma da böylece kapanmış oldu.

Yaşarken de ölürken de tarikatçı

Yazıcıoğlu'nun cenazesi bu tartışmaların gölgesinde Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı'nı yazdığı yer olarak tanınan Ankara’daki Taceddin Dergahı'nın bahçesine gömüldü. Bu tercihin sebebi tam olarak hâlâ bilinmiyor. Mehmet Akif Ersoy da Yazıcıoğlu gibi bir İslamcıydı. Taceddin Dergahı ise vaktiyle Celvetiye Tarikatı için yapılmıştı. Celvetiyye, soyağacına göre, Bayramiyye tarikatının bir koluydu. Ama Nakşibendiye ile de yakındı. Bayramiye silinince Nakşibendiliğin önemli mekanlarından biri oldu. Mekanın Yazıcıoğlu için önemi buradan kaynaklanıyor.

Yazıcıoğlu, İsmailağacılara yakınlaşmadan önce Nakşibendilerin lideri konumundaki Esat Coşan'ın yakınıydı. Coşan, Mehmet Zahit Kotku'dan sonra o posta oturmuştu. Her fırsatta Muhsin Yazıcıoğlu'yla bir araya geliyor, Coşan'ın verdiği yemeklerde Yazıcıoğlu hemen yanında onur konuğu olarak yer alıyordu. Ama Çoşan okullu bir tarikatçıydı, alaylı Mahmut Ustaosmanoğlu bu yarışta kazanan olmayı başaracaktı. Böyle olunca Yazıcıoğlu da İskenderpaşa’dan İsmailağa’ya yatay geçiş yapmış oldu.


Mehmet Akif’le tarikat kardeşliği mi?

Sanılanın tersine Yazıcıoğlu’nun bu mekâna gömülmeyi vasiyet etmesinin Mehmet Akif’le doğrudan bir ilişkisi yok. Hatta tarikatlar bir İttihatçı olan Akif’ten nefret ediyorlardı. Akif’in tarikatlarla da bilinen bir bağı da yok. Mehmet Akif'in babası Tahir Efendi, Fatih Medresesi'nde hocaydı. Ancak Tahir Efendi, oğlu Akif'i medreseye değil, mahalle mektebine yolladı. Akif'in annesi Şerife Hanım, Nakşibendi Gümüşhanevi Dergahı Şeyhi Ahmed Ziyaüddin Efendi‘nin müridiydi. Mehmet Akif Ersoy, Mülkiye'yi bırakıp Baytar Mektebi'ne geçti. Ersoy'un içki arkadaşı ünlü şair Neyzen Tevfik'ti. Ancak Akif Tevfik Fikret'i sevmez, karşılıklı atışırlardı. Finansörlüğünü Mısırlı Abbas Halim Paşa‘nın yaptığı “Sebilü'r Reşad”ı çıkaran Mehmet Akif Ersoy, “Akıl hocası” Babanzade Ahmet gibi, Batılılaşmaya karşı çıkmayan ama geleneği de yok saymayan bir İslamcılığı savunuyordu. Daha önemlisi İttihatçıydı, II. Abdülhamid'in can düşmanıydı. Birinci Dünya Savaşı'nda Teşkilat-ı Mahsusa görevlisi olarak Arabistan çöllerinde ve Lübnan‘da görev yaptı. Milli Mücadele'den yanaydı. Şeyhülislam'ın Ulusal Kurtuluş Savaşı'na katılanlar hakkında ölüm fetvası çıkardığını öğrenince dayanışma için Ankara'ya koşmuştu. Birinci Meclis'te Burdur Milletvekili olarak görev yaptı. Ancak islami tonu yüksek bir yönetim umuyordu, olmayınca kendi kendini sürgün etti.

İslamcılar Akif’i sevmiyor

Bütün bu özellikleri nedeniyle Mehmet Akif islamcı olmasına rağmen İslamcılarca pek sevilmiyor. Erdoğan’ın tarihçisi Kadir Mısıroğlu, bir konuşmasında İstiklal Marşı’nı eleştirerek Mehmet Akif Ersoy için “serserinin teki” demişti. Erdoğan’ın bir başka hocası Nakşibendi Cemaati’nin önde gelen isimlerinden Ömer Öztürk, Ersoy için “Kafir” imasında bulunmuştu. Yine AKP'ye yakın “Cübbeli Ahmet Hoca” onun için, “Reformisttir. Afgani’nin adamıdır. Mehmet Akif’in ne işleri var sakat! Sultan Abdülhamit’in bütün sülalesine ana avrat sövüyor, kâfir diyor” demişti. 

Mehmet Akif Ersoy’un torunu Selma Argon Ersoy, eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ı ziyaretinden sonra, Sebilürreşad dergisinde, Kahraman'ın “İttihatçılar haindir, dolayısıyla onlara destek verenler de” ifadelerini kullandığını yazmıştı. Kahraman bu sözleriyle Mehmet Akif Ersoy’un geçmişini hedef almıştı.

Taceddin Dergahı için son bir not daha. Bu dergah Kurtuluş Savaşı yıllarında Hint kökenli İngiliz casusu Mustafa Sagir’in mektup adresiydi. Mehmet Akif o mektuplardan birini görünce şifreli olduğunu anlamış, Mustafa Sagir’i ihbar etmişti. Mustafa Kemal’e suikast hazırlığı içinde olduğunu itiraf eden Mustafa Sagir yakalanıp idam edilmişti. 

Tarikatlar Alperen Ocakları ile alan düzlüyor

Muhsin Yazıcıoğlu MHP ile yollarını ayırıp Büyük Birlik Partisi’ni kurunca “Ülkü Ocakları”nın bir benzeri olarak Alperen Ocaklarını kurdu. Alperen Ocakları BBP’nin militan gençlik teşkilatıydı. Fethullahçılar iktidar ortağı olunca Emniyet’teki adamları vesilesiyle bu ocağa yakın pek çok ismi devşirdi. Devşirdiği bu isimlerle alan düzlemeye girişti. 2000’li yıllardan bugüne işlenmiş pek çok siyasi cinayette ve düzenlenen saldırıda bu ocağın adı geçiyor haliyle. İşte onlardan bazıları:

Rahip Santoro Cinayeti: 

Trabzon’da 5 Şubat 2006 tarihinde Rahip Santoro 16 yaşındaki Oğuzhan Akdin tarafından öldürüldü. Olaydan 3 gün sonra Trabzon’da yakalanan Akdin, 18 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Akdin’in Alperen Ocakları’yla organik bağı olduğu iddia ediliyordu.

Danıştay Saldırısı: 

17 Mayıs 2006’da Ankara’daki Danıştay 2. Dairesi üyelerine gerçekleştirilen saldırıda, Alparslan Arslan, üye hâkim Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürdü. Silahlı saldırı ile Özbilgin’i öldüren Arslan, daire Başkanı Mustafa Birden ve daire üyeleri Ayla Gönenç, Ayfer Özdemir ve tetkik hâkimi Ahmet Çobanoğlu’nu yaraladı. Saldırının gerekçesi olarak gösterilen ise Danıştay 2. Dairesi’nin 26 Ekim 2005 tarihinde türban yasağı hakkında verdiği karardı. Danıştay saldırganı Alparslan Arslan’ın üniversite yıllarında BBP gençlik teşkilatları ve Alperen Ocağı’na bağlı olduğu ve kendisine “reis” denildiği dava sürecinde ortaya çıktı.

Hrant Dink Cinayeti:

19 Ocak 2007’de Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, çalıştığı gazetenin önünde silah saldırı sonucu öldürüldü. Hrant Dink’i öldüren 17 yaşındaki Ogün Samast’ın Trabzon Alperen Ocakları’yla ilişkili olduğu ortaya çıktı. Cinayeti azmettirmekten tutuklu yargılanan ve daha önceki McDonalds’ın bombalanması eylemini de yapan Yasin Hayal BBP ve Alperen Ocakları’nın etkili isimlerinden biriydi. Dink davasında yargılanan diğer tutuklu sanık Erhan Tuncel’in BBP ile yakın ilişkisi, Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte yer alan fotoğrafıyla resmedilmişti.

Zirve Katliamı:

18 Nisan 2007’de Malatya’daki Ağbaba İşhanı 3. Kat 9 numarada faaliyet gösteren Zirve Yayınevi’ne saldırı gerçekleşti. Alman Tilman Ekkehart Geske, Uğur Yüksel, Necati Aydın defalarca bıçaklanıp boğazları kesilerek öldürüldü. “Zirve Yayınevi katliamı” olarak bilinen cinayeti gerçekleştirenler arasında yer alan 1988 Malatya Doğumlu Emre Yıldırım’ın Alperen Ocakları’yla ilişkisi de yine dava sürecinde ortaya çıktı. 

Topkapı Sarayı’ndaki Konsere Saldırı:

11 Temmuz 2009 yılında dünyaca ünlü piyanist İdil Biret’in Topkapı’da vereceği konser Alperen Ocakları’na üye bir grup tarafından basıldı. ‘Topkapı Sarayı’nda şarap içilecek’ diyerek tekbir getiren grup, Topkapı Sarayı’na yürüdü.

Kemal Kılıçdaroğlu'na Yumruklu Saldırı:

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 8 Nisan 2014’te Meclis'te Grup konuşması yapmak üzere salona yürüdüğü sırada yumruklu saldırıya uğradı. Saldırgan Orhan Övet ilk ifadesinde Alperen Ocakları'na üye olduğunu söyledi.

12 Eylül öncesindeki sola yönelik pek çok katliamın planlayıcısı ve tetikçisi Muhsin Yazıcıoğlu yarım aziz mertebesinde Taceddin Dergahı’nın bahçesinde yatıyor. Koltuğuna oturan Mustafa Destici Fethullahçılarla olan samimi fotoğraflarını unutturmayı başardı, şimdi AKP’nin önderliğindeki Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı. Temel motivasyonu anti-komünizm olan, bir ayağı tarikatlarda bir ayağı devletin karanlıklarında olan bir “siyasi parti”nin kısa tarihi bu. Tarikatlar devletten önce onlara nüfuz etti, onları cemaatlerin ülkücü koluna dönüştürdü. Birlikte karanlıkta büyüdüler ve karanlığı büyüttüler. (ORHAN GÖKDEMİR - SOL.ORG)

Daha yeni Daha eski