Endüstriyel futbola karşı durmuş yağız devrimci kaptan Socrates’in yarın ölüm yıl dönümü. Onun hikâyesine yakından bakalım.
AH SOCRATES...
Yaşı yetenler hatırlar, dünya kupası tarihinin kupayı kazanamamış en iyi takımıydı, 1982 Dünya Kupası’nın Brezilya’sı; Leandro, Zico, Falcao, Cerezo, Eder, Junior… O takım uluslararası sahnede hiçbir zaman gerçek bir başarı elde edemedi, ancak oynadıkları hücum futbolu, enfes golleri futbol belleklerimizde yer etti. Şimdi dünya kupası zamanları ama rüşvetin gölgesinde, insan haklarından sicili kabarık Katar kupası bize göre değil. Bu vesileyle hatırlayalım o takımın sigaraya, içkiye, gece hayatına düşkün, dağınık saçlı, sert bakışlı, endüstriyel futbola karşı durmuş yağız devrimci kaptanını, yaşı yetmeyenlere anlatalım hikâyesini kalemimiz yettiğince…
9 Şubat 1954 tarihinde Brezilya’nın “Belem do Para” şehrinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Yunan mitolojisine meraklı babası ona “Socrates” adını vermiş, diğer iki kardeşin de adları Sofocles ve Sostenes… Henüz 10 yaşında, ülkesinde yaşanan askeri darbenin tüm acılarına şahitlik etmiş; ilerleyen yıllarda ülkesinde yaşanan tüm sosyal adaletsizliklere karşı duran bir önder olarak nam salmış. Futbol oynadığı yıllarda tıp eğitimi görmüş; kariyeri sonrasında diplomalı bir doktor olarak sporcu sağlığıyla uğraşan bir klinik kurmuş; aynı zamanda fakir bir semt hastanesinde çalışmış; liderlik ve sosyal ilişkiler üzerine seminerler vermiş; gazetelerde makaleleri yayınlanmış. Ülkesinde “O Doutor” (doktor) olarak bilinmesi boşuna değil anlayacağınız. 1974’te Botafogo’da başlayan kariyerinde Corinthians, Fiorentina, Flamengo, Santos takımlarında top koşturdu. İlk takımı Botafogo… 18 yaşında takımla sahaya çıkarken ancak futbolu hâlâ sadece bir eğlence olarak gördüğü ve bunun onu tıp okulundan daha fazla uzaklaştırmasını istemediği için profesyonel bir sözleşme imzalamayı reddetmiş. Ancak yönetim ısrarcıymış ve bu nedenle futbolcunun antrenman yapmasına gerek olmadığı, sadece maçlarda oynadığı bir düzenleme yapılmış. Bu sayede, zamanının büyük bölümünü derslerine ayırırken sevdiği oyunu oynayarak para kazanmasını sağlamış…
İzlememiş olanlar için belirtelim, futbola santrfor olarak başlamış, sonraları ofansif orta saha rolünde parlamış zarif, yetenekli, teknik oyun kurucu. İki ayağını raket misali kullanabilen, hücum oyunlarını bir orkestra şefi gibi yöneten, tempoyu ayarlayan, uzaklardan vuruşlarıyla müthiş gollere imza atmış, telefon kulübesinde adam geçebilen 10 numara. Attığı gollerde takım arkadaşlarının kutlamalarına genellikle katılmazdı, en çabuk oyuncu olmamasına ve oyunu daha yavaş tempoda oynamayı tercih etmesine rağmen futbol zekâsı ve oyunu okuma yeteneğiyle öne çıkardı. 1977'de, 23 yaşında, Sao Paulo Tıp Üniversitesinden mezun olarak doktor olduğunda Botafogo yönetimi onu bırakma niyetinde değildi, mesleğinde kazanamayacağı parayı önererek sözleşme imzalamasını sağladı. Kendisini futbola adamıştı ama içki ve sigaradan vazgeçmedi. 1978’de ülke futbolunun devlerinden Corinthians’a transfer oldu, 1984’e kadar kaldığı takımda 135 maçta 74 golü var.
1981'de, 27 yaşında hem kulübün hem de milli takimin kaptanıydı. 27 yaşında, Brezilya futbolunda ve uzun süre bir askeri diktatörlük tarafından ezilen ülkedeki günlük yaşamda onu çevreleyen sosyal eşitsizlikler çok keskin ve endişe vericiydi. Corinthians'a daha genç ve daha ilerici bir futbol direktörü atandığında içeriden bir devrim başlatma fırsatını gördü. Daha sonra “Corinthians Demokrasisi” olarak anılacak olan bir hareket başlattı ve kısa süre sonra başkandan temizlikçilere ve malzemeciye kadar kulüpteki herkese eşit oyu hakkı tanıdı. Takımın nasıl ve ne zaman seyahat edileceğinden deplasman maçlarına kadar her konuda birlikte karar veriyorlardı. Galibiyet primleri tüm oyuncular arasında eşit paylaştırılırken tüm kulüp personeli o primden pay alıyordu. Başlattığı harekete “Sorumlulukla Özgürlük” sloganı verildi. Takımın ülkedeki 27 milyon taraftarı değişimi fark etmişti., Maçlarda demokrasi adına tezahürat yapmaya ve şarkılar söylemeye başladılar. 1984’te 1,5 milyon Brezilyalının önünde yaptığı demokrasi konuşmasında kongrenin seçimleri yeniden düzenlemesi adına anayasa değişikliğini gündeme getirdi. Demokrasi hareketinin yükselmeye başladığı zamanlarda, 1984’te Fiorantina’ya transfer oldu.
İçkiye ve sigaraya düşkündü; haliyle gece hayatına ve kadınlara. Dört evlilik yaptı, bir seferinde takım arkadaşlarını ertesi hafta sonu düğününe davet edeceğini duyurdu. Arkadaşlarından biri, “Önümüzdeki hafta sonu gelemem,” dedi, “Ama merak etme, bir sonrakine geleceğim.” Andrew Downie’nin onun hayatını kaleme aldığı kitabında (Doktor Socrates: Footballer, Philosopher, Legend) Fiorentina kariyerinin başlangıcını şu hikâyeyle anlatır. Mayıs 1984'te Fiorentina’da ilk günleri… Takım arkadaşlarıyla sezon öncesi tıbbi muayenede Floransa tıp merkezinde solunum ve kardiyoloji testleri için koşu bandına çıkmayı beklerken sakince bir sigara yakar ve bir nefes çeker. O esnada ekip doktoru içeri girer ama gördüğüne inanamaz. “Nefesini test etmek üzereyiz, o sigarayla işin ne?” diye sorar şaşkınlıkla. “Ama doktor,” der futbolcu, “sınav için ciğerlerimi ısıtıyorum.” Takım arkadaşları gülmekten yere yıkılır, doktor hışımla dışarı çıkar. O olay Brezilyalının İtalya'daki mutsuz zamanların başlangıcı olur. İlk günden itibaren kişiliğinden taviz vermeyeceğini, kendi yolunda gideceğini vurgulamıştır. En çok hangi İtalyan’a saygı duyduğu sorulduğunda, Mazzola veya Rivera (Inter ve AC Milan'ın futbolcuları), yanıtı kayda değer: “Onları tanımıyorum. Gramsci’yi orijinal dilinden okumak ve işçi hareketinin tarihini incelemek için buradayım.” İtalya’da geçirdiği mutsuz sezondan sonra 1986’da ülkesine, Flamengo takımıyla döndü. Sonrasında Santos’ta forma giydi. Futbolu 1990’da bıraktığında 36 yaşındaydı…
2004 senesinde İngiltere’nin kuzey amatör liglerinde yer alan Garforth Town takımında antrenör-futbolcu olarak futbola dönüş yaptı. Bir ay kaldığı takımda Tadcaster Albion’a karşı oynanan maçın son 12 dakikasında sahaya girdiğinde 50 yaşındaydı. Öylesine futbol sevdalısına yakışacak cinsten. 4 Aralık 2011 günü, Sao Paul’daki Albert Einstein Hastanesi’nde geride altı çocuğunu ve arkasından ağlayan bir ulusu bırakarak aramızdan ayrıldığında 57 yaşındaydı. Ölümünden kısa süre önce kendisiyle yapılan söyleşide, yaşamında onu en çok etkileyen, ona ilham veren üç insanın John Lennon, Che Guevara ve Fidel Castro olduğunu söylüyordu. Küba, hayalindeki Brezilya’ydı. “Keşke Küba’da dünyaya gelseydim!” demiş. Hayalinde yatan, herkesin aynı fırsatlara sahip olduğu, eşitliğin temel olduğu, zenginle, yoksul arasındaki farkın uçurum olmadığı ülke. Dünya Kupasını hiç kaldıramamış olmasına üzülüp üzülmediğini soran bir gazeteciye şöyle cevap vermişti: “Unvanların ne ehemmiyeti var? Biz oynadığımız oyunla turnuvaya heyecan getirmiştik. Biz o turnuvanın en keyif veren takımıydık. Sorun bakalım insanlara, 1982 Dünya Kupasından neyi hatırlarlar? Ben söyleyeyim, İtalya’yı değil, Brezilya’yı!” Futbolun kendisine verdiği en güzel şeyin, insanları tanıma şansı olduğunu dile getirmiş. Ve devam etmiş: “İçinde yaşadığımız toplumun her iki tarafını da görebiliyordum.”
Şimdi dünya kupası zamanları. Brezilya eski Brezilya olmasa da gruptan çıkmayı garantiledi. Güney Amerika’nın Sambacılarını izlerken aramızdan ayrılışının 11. yıldönümünde hatırlayın hayat karşısındaki duruşu, politik görüşü, devrimciliğiyle iz bırakmış Brezilyalıyı. Kendi adıma, izlediğim tüm dünya kupalarının en futbol keyfi veren takımıydı 1982 Brezilya’sı ve hiçbir dünya kupası Socrates kadar güzel olmadı… (ZİYA ADNAN - BİRGÜN)