Türkiye’deki bugünkü saflaşmayı belirleyenin, dinamik modern kent ile durgun taşra olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir anlamda bu, toplumun canlı dokusu ile ölü dokusu arasındaki mücadele olarak da görülebilir.
SEÇİM SOSYOLOJİSİ: MODERNLİK, ULUSALLIK, SINIFSALLIK
Seçim sonuçlarından sosyolojik analizler yapabilmek için buraya 14 Mayıs 2023 I. Tur C.Başkanlık seçimlerinden bazı rakamları aktarmam gerekiyor.
Şehir ve İlçelerin yanlarındaki (M) işareti “modern” şehir ya da ilçeleri, (T) işareti ise “taşra” şehir ya da ilçelerini imlemektedir. Bu işaretler, bir sonraki ara başlığın altında açıklanacak “modernist-taşra” çatışmasının anlaşılmasında belirleyici olacaktır.
Türkiye’nin 15 büyük ilindeki sonuçlar (seçmen sayısına göre sıralanmıştır):
İstanbul (Kılıçdaroğlu %48.56) 10 milyon seçmen (M)
Ankara (Kılıçdaroğlu %47.32) 4 milyon seçmen (M)
İzmir (Kılıçdaroğlu %63.31) 3 milyon seçmen (M)
Antalya (Kılıçdaroğlu %53.13) 1,5 milyon seçmen (M)
Adana (Kılıçdaroğlu %50.89) 1,5 milyon seçmen (M)
Mersin (Kılıçdaroğlu %57.18) 1.2 milyon seçmen (M)
Diyarbakır (Kılıçdaroğlu %71.96) 900 bin seçmen (M)
Muğla (Kılıçdaroğlu %62.90) 700 bin seçmen (M)
Denizli (Kılıçdaroğlu %49.36) 700 bin seçmen (T)
Bursa (Erdoğan%51.47) 2 milyon seçmen (M)
Konya (Erdoğan %68.94) 1,5 milyon seçmen (T)
Gaziantep (Erdoğan %59.76) 1,1 milyon seçmen (M)
Manisa (Erdoğan %47.15) 1 milyon seçmen (M)
Şanlıurfa (Erdoğan %62.00) 1 milyon seçmen (T)
Kayseri (Erdoğan %63.33) 900 bin seçmen (T)
Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı beş il (oy oranına göre sıralanmıştır)
Tunceli (%80.26) (M)
Şırnak (75.85) (T)
Hakkari (72.32) (T)
Diyarbakır (71.96) (M)
İzmir (63.31) (M)
Erdoğan’ın en yüksek oy aldığı beş il:
Bayburt (%78.86) (T)
Gümüşhane (74.47) (T)
Rize (72.79) (T)
Yozgat (72.70) (T)
Çankırı (72.14) (T)
Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı ilçeler:
Ardahan/Damal (%94.86) (T)
Hatay/Samandağ (91.79) (T)
Hatay/Defne (90.41) (T)
Tunceli/Ovacık (%87.63) (T)
Erdoğan’ın en yüksek oy aldığı ilçeler:
Çankırı/Orta (%88.13) (T)
Giresun/Çamoluk (87.59) (T)
Bayburt/Demirözü (86.63) (T)
Hatay/Altınözü (84.44) (T)
İstanbul’da Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı beş ilçe:
Kadıköy (%80.58) (M)
Beşiktaş (80.48) (M)
Bakırköy (73.52) (M)
Adalar (72.21) (M)
Şişli (68.67) (M)
İstanbul’da Erdoğan’ın en yüksek oy aldığı beş ilçe:
Sultanbeyli (%65.17) (T)
Esenler (62.15) (T)
Arnavutköy (61.6) (T)
Sultangazi (58.26) (T)
Bağcılar (57.9) (T)
Ankara’da Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı üç ilçe:
Çankaya (%75.00) (M)
Yenimahalle (53.93) (M)
Etimesgut (51.89) (M)
Ankara’da Erdoğan’ın en yüksek oy aldığı üç ilçe:
Çamlıdere (%78.18) (T)
Akyurt (72.04) (T)
Çubuk (71.84) (T)
İzmir’de Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı on ilçe:
Narlıdere (%82.91) (M)
Karşıyaka (80.20) (M)
Güzelbahçe (78.97) (M)
Urla (76.58) (M)
Balçova (74.59) (M)
Dikili (73.43) (M)
Çeşme (71.79) (M)
Karaburun (71.75) (M)
Seferihisar (69.54) (M)
Konak (68.25) (M)
İzmir’de Erdoğan’ın kazandığı iki ilçe:
Kiraz (%52.28) (T)
Kemalpaşa (48.34) (T)
Muğla’da Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı ilçeler
Bodrum (%75.49) (M)
Datça (73.41) (M)
Marmaris (64.43) (M)
Muğla’da Erdoğan’ın kazandığı iki ilçe
Kavaklıdere (%57) (T)
Seydikemer (55.56) (T)
Adana’da Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı ilçe:
Çukurova (%62.92) (M)
Adana’da Erdoğan’ın en yüksek oy aldığı ilçe:
Saimbeyli (74.49) (T)
Diyarbakır’da Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı iki ilçe:
Lice (%83.91) (T)
Kocaköy (83.57) (T)
Diyarbakır’da Erdoğan’ın kazandığı iki ilçe:
Çermik (%57.88) (T)
Çüngüş (57.05) (T)
Yurtdışı oyları
(Ö) öğrenci, (SM) oy haklarını kaybetmemiş siyasi mülteci, (İ) işçi ağırlıklı ülkeleri belirtmektedir.
Kılıçdaroğlu’nun en yüksek oy aldığı ülkeler
Portekiz (%91.39) (Ö)
ABD (80.41) (Ö)
Kanada (79.65) (Ö)
İngiltere (79.4) (SM)
İtalya (73.85) (Ö)
İsveç (53.45) (SM)
Erdoğan’ın en yüksek oy aldığı beş ülke
Belçika (%72.31) (İ)
Avusturya (%71.96) (İ)
Hollanda (68.41) (İ)
Almanya (65.49) (İ)
Danimarka (58.22) (İ)
Tunceli (Dersim) milletvekili seçim sonuçları
İl: YSP %42.79 CHP %32
İlçeler:
Merkez - YSP %53.89 CHP %26.91
Mazgirt - YSP %53.24 CHP %28.65
Pertek - YSP %42.83 CHP %27.36
Pülümür - CHP %60.03 YSP %23.25
Hozat - CHP %46.02 YSP %35.08
Nazımiye - CHP %43.68 YSP %39.96
Ovacık - CHP %43.25 YSP %40.24
Çemişgezek - CHP %30.12 AKP %28.5 MHP %24.56
MODERNİST BÜYÜK KENTLER, TUTUCU-REAKSİYONER TAŞRA İLE KARŞI KARŞIYA
Yukarıdaki rakamları dikkatle incelediğimiz zaman görünen manzara şudur:
Belkemiğini CHP’nin temsil ettiği Türk modernisti kent ve kasabalarla belkemiğini HDP’nin (YSP) temsil ettiği Kürt modernisti kent ve kasabalar Kılıçdaroğlu ismi çevresinde zımni bir ittifaka girmiş, AKP ile MHP’nin temsil ettiği, taşra muhafazakârlığının hâkimiyetindeki kent ve kasabaların ve aynı zamanda büyük kentlerin periferisini oluşturan kasaba kalabalıklarının idolü durumundaki Erdoğan’ın karşısında önemli bir ağırlık oluşturmuşlardır.
Bugün büyük bir netlikle ortaya çıkan bu manzaranın, Türk modernizmiyle Kürt modernizminin el ele vermesinin 10 yıllık tarihi vardır. Bu ittifak, ilk ipucunu, 2013 yılındaki Gezi mücadelesi sırasında, Taksim Gezisi’nde, BDP bayraklı bir delikanlıyla Türk bayraklı bir genç kızın el ele vererek polisin attığı gaz bombalarından kaçmaya çalıştıkları ünlü fotoğrafla vermiştir. O sıralar Hükümetin “Kürt açılımı”ndan henüz umudunu kesmemiş olan Kürt hareketi, biraz ayak sürüyerek de olsa Gezi mücadelesinin tamamen dışında kalmak istememiş, daha önemlisi, BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, yıkıma gelen buldozerlerin önüne dikilmiş ve artık büyük şehirlerde yaşamakta olan Kürt gençleri, “politik rezervleri” de bir yana bırakarak Gezi mücadelesine tam destek verip bu ittifakın bir anlamda öncüleri olmuşlardır.
Daha sonra HDP Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, 2015 genel seçimlerine gidilen ortamda “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganını yükseltmesi, büyük kentlerdeki Türk modernizmi taraftarı dinamik kesimlerde büyük yankı yapmış ve Türk modernizminin en hassas kesimleri, her türlü ulusalcı önyargıyı aşarak HDP’nin barajı geçmesi için Kürt hareketine destek olmuş, 2015 seçimlerinde HDP, bu desteğin yardımıyla barajı aşarak Meclis’de 80 sandalye elde etmiştir.
7 Haziran-1 Kasım 2015 dönemindeki, birçok cana mal olan, muhafazakâr AKP’nin örgütlediği terör dönemine ve Kürt bölgelerinde, büyük kentlerde girişilen kıyıma burada girmeyeyim ama şu kadarını belirteyim ki, bu terör dönemi, bundan sonraki süreçte kurulan AKP-MHP iktidarına ve blokuna karşı mücadelede CHP ile HDP’yi zımni bir ittifak içine sokmuş ve bu ittifak, son seçimde de net bir şekilde gözler önüne serilmiştir.
Seçim haritasına baktığımız zaman gördüğümüz manzara şudur:
Türk modernizmini temsil eden büyük kentlerin görece daha eğitimli, daha orta sınıf kesimleri (Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Adana şehirleri; İstanbul’da Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Adalar, Şişli ilçeleri; Ankara’da Çankaya, Yenimahalle ilçeleri; İzmir’de Karşıyaka, Narlıdere, Urla vb. ilçeleri; Muğla’da Bodrum, Datça, Marmaris ilçeleri vb.); öte yandan Kürt modernizmini temsil eden Diyarbakır, Şırnak, Hakkari gibi yoğun yoksul Kürt nüfusunun bulunduğu kentler; ayrıca yukarda Dersim ile ilgili seçim sonuçlarında net bir şekilde görüleceği gibi, Türk ve Kürt modernizmini varlığında ilginç bir şekilde birleştiren Dersim (Tunceli) gibi iller (AKP’nin sadece sünni nüfusun ağırlıkta olduğu tek ilçe olan Çemişgezek’te kazanması ve MHP’nin bu ilçede kendi ortalamasının çok üstünde oy alması da modernizm-tutuculuk karşıtlığı tezimi güçlendiren ilginç bir göstergedir); öte yandan, Ardahan’ın Damal, Hatay’ın Samandağ gibi Kılıçdaroğlu’na %90’ın üstünde oy çıkan, Anadolu’nun kenar yerlerinde Anadolu muhafazakârlığına karşı direnen muhalif kaleler olarak ortaya çıkan kasabalar, Kılıçdaroğlu’na bütün gücüyle omuz veren yerlerin niteliğini ortaya koymaktadır.
Öte yandan, muhafazakâr reaksiyonun temsilcisi olan AKP ve MHP’nin, Türkiye’nin, yukarda işaret ettiğim dinamik modernist alanlarının tam tersine, gerek iç Anadolu’nun en durgun, en taşra yerlerinden, büyük şehirlerde de bu şehirlerin taşrası sayılabilecek kasabalardan yüksek oy aldığı görülmektedir (Konya, Urfa, Niğde, Rize, Trabzon şehirleri ve İstanbul’un taşrası sayılabilecek, Sultanbeyli, Sultangazi; Ankara’nın taşrası sayılabilecek Çubuk, Kızılcahamam ilçeleri). Tabii bu, örneğin 28 Mayıs gecesi İstanbul’un lüks semtlerinde her biri altı milyon fiyatındaki GMC jipleriyle şenlik yapan yeni sınıf mensuplarını gözden kaçırmamıza yol açmamalıdır.
Keza İstanbul ve Kocaeli’nin işçi ağırlıklı semtlerine baktığımız zaman bu semtlerin de esasen muhafazakâr-reaksiyoner Erdoğan’a destek verdiğini görüyoruz, ne yazık ki. “İşçi sınıfı” söylemini dilinden düşürmeyen solumuzun topluca üstünde derin derin düşünmesi gereken bir olgudur bu.
Haritaya genel olarak bakacak olursak, ülkenin Doğusu, güney kıyıları, batısı, yukarda Trakya ile birleşerek, ülkenin orta bölgelerini (Ankara, Eskişehir ve Dersim birer adacık gibi durmaktadır bu orta bölgede) ve kuzeyini adeta çevreden sarmaktadır. İllerin ve ilçelerin tamamına baktığımızda dinamik kent hayatı ile durgun taşranın tam bir karşıtlık içinde olduğunu görüyoruz.
Bütün bunlardan global bir sonuca varacak olursak, Türkiye’deki bugünkü saflaşmayı belirleyenin, dinamik modern kent ile durgun taşra olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir anlamda bu, toplumun canlı dokusu ile ölü dokusu arasındaki mücadele olarak da görülebilir. Ölü doku, ismi üstünde ölü olduğu ve sinirleri uyuşmuş ya da ölmüş olduğu için, toplumsal gelişme ve değişmeler onu son derece sınırlı bir şekilde etkilemektedir. Canlı doku ise, bütün sinirleri canlı ve ayakta olduğu için toplumsal gelişmelerden fazlasıyla etkilenmekte, hatta ölü dokunun vurdumduymazlığına da fena halde sinirlenmektedir.
YURTDIŞI OYLARIN KISA ANALİZİ
Yukarda bazı örneklerini verdiğim yurtdışındaki ülkelerde kullanılan oylara baktığımız zaman da benzer bir manzara görüyoruz:
Büyük kentlerden gittikleri tahmin edilebilecek öğrenci oylarının ağırlıkta olduğu ülkelerde (ABD, Kanada, İtalya) ve siyasi mültecilerin yoğun olduğu ülkelerde (İngiltere, İsveç) Kılıçdaroğlu büyük fark atmıştır. Buna karşılık, Türkiye’den gidip iki üç kuşaktır işçilik yapan nüfusun yoğun olduğu ülkelerde (Belçika, Avusturya, Hollanda, Almanya) Erdoğan daha çok oy almıştır.
Bu da gösteriyor ki ülke dışındaki işçiler, sınıfsal durumlarına göre değil, kültürel durumlarına göre oy veriyorlar. Üstelik, bulundukları ülkelerde, kendi sınıfsal çıkarları açısından sosyal demokrat partilere oy verdikleri halde.
Bu durumu, uzun yıllardır Belçika’da siyasi sürgün olarak yaşayan, arkadaşım Doğan Özgüden de, Facebook mesajlaşmamızda şu şekilde doğrulamaktadır:
“Sağın, özellikle de AKP ve MHP’nin yüksek oy aldığı Belçika, Almanya, Fransa, Hollanda ve Avusturya, 60’lı yıllarda ucuz emek gücü olarak Türkiye’den ithal edilmiş göçmen işçilerin ve onların ikinci, üçüncü, hattâ dördüncü kuşaktan çocuklarının ve torunlarının yoğun olduğu ülkeler... Özellikle 80’li yıllardan sonra gelen siyasal göçmenlerin oranı hayli düşük. Bittabi, bu ülkelerde Türk Devleti’nin diplomatik misyonlar, DİTİB camileri, dinci ve ırkçı örgütlenmelerin göçmenler üzerindeki etki ve hattâ baskılarını da göz ardı etmemek gerekir.”
MHP VE ÜLKÜCÜLER OLAYI
MHP, 2010’ların ortalarından itibaren nitelik değiştirdi ve aşırı milliyetçi bir partiden, Devlet Bahçeli’nin mutlak iktidarı altında, kadrolarıyla devlet organlarında Cemaatçilerden boşalan yerleri dolduran, AKP ile ittifak içinde, onun sağında konuşlanan, AKP’den daha da sağa kaçan reaksiyoner taşra tutuculuğunun ve dinciliğinin, Rusya’daki “karayüzler”e benzeyen partisine dönüştü. Böyle bir süreç, daha Bahçeli’nin 1997 yılında parti başkanlığına getirilmesiyle birlikte başlamıştı. Bu sürecin, Bahçeli’nin istediği gibi ilerlemesi için, bu partinin militan gücünü oluşturan, anti-komünist, solla ve ardından Kürt gençleriyle militanca savaşan ülkücülüğün partinin kesin disiplini altına alınması gerekiyordu.
Ülkücülerin birinci kuşağının bayrağı olan anti-komünizm ve sol karşıtı militanlık, Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başlarında çökmesiyle işlevini yitirdi. “Komünizm” çökmüş, ülkücülüğün en büyük ülkülerinden biri olan, çöken Sovyetler Birliği’ndeki “esir Türkler” (yani Türkî halklar) kendi küçük ve bağımsız devletlerini kurmuş, dolayısıyla ülkücülüğü var eden en önemli faktörlerden biri olan anti-komünizm tarih sahnesinden çekilmişti. 1990’larda, Türk devletinin Kürt gerilla mücadelesine karşı verdiği savaş ülkücülüğün imdadına yetişti ve bu sefer ikinci kuşak ülkücülük, “Türk devleti için savaş”ta, okullarda ve mahallelerde Kürt gençlerine ve solculara karşı mücadelede rol alarak var oldu. 2000’li yıllarda Türkiye solunun okullardaki ve mahallelerdeki militan gücünün azalmasıyla ve Kürt gerilla mücadelesinin konsolide olup şehirlerdeki taraftarlarının geri çekilmesiyle birlikte, ikinci kuşak ülkücülük de süreç içinde okullardaki ve sokaklardaki militan mücadeleden peyderpey çekildi ve işlevsiz kalarak anakronik bir görüntü vermeye başladı. Hatta o zaman liberal sol aydınlardan bazıları, ülkücülüğü disiplin altına alıp sokaklardan çektiğini söyleyerek Bahçeli’ye olumlu bir misyon bile biçmeye kalkışmıştı.
Bu gelişmeler, neredeyse kırk yıl boyunca militan mücadele içinde şekillenmiş olan ülkücülüğü bunalıma soktu. “Uslandırılan” militanlar bir süre MHP’nin tekdüze parti çalışmalarıyla uyum sağlamaya çalıştılar. Ne var ki, Devlet Bahçeli, “uslanan” ülkücülükle yetinmek niyetinde değildi. Onun uzun vadeli amacı, gençliklerini geride bırakıp artık orta yaşta kadrolar haline gelmiş ülkücülerin içinden kendisine rakip liderler çıkmasını engellemek üzere ülkücü hareketi parti içinde tamamen disipline etmek ve eritmekti. Kısacası, artık MHP’yi, özellikle Erdoğan’ın Kürtlerle “barış süreci”ni sonlandırmasıyla ve Cemaati tasfiye etmesiyle birlikte tamamen AKP’nin dümen suyuna sokan ve taşrada AKP’den daha sağ bir “AKP” yaratarak iktidara tırmanmayı planlayan Bahçeli, tarihin bir ironisidir ki, eski ülkücü militanlara “ya sev, ya terk et” demiş ve ülkücülükten geriye, Bahçeli’nin zayıf ve güçsüz parmaklarıyla sağa sola sallamaya çalıştığı bozkurt işaretinden başka pek bir şey kalmamıştır.
Sinan Ateş cinayeti, partiyi tamamen AKP’nin dümen suyuna sokan ve ülkücülüğü bu politikanın basit takipçileri haline getirmek isteyen Bahçeli’yi sevmeyen ama partiyi de terk etmeyen, yani eski militan iddialarını sürdüren ülkücülüğün Sinan Ateş’in şahsında katledilmesiydi bir anlamda. Bu cinayet, açıkça MHP’nin mafyatik elemanları tarafından örgütlenmiş, göstere göstere işlenmiş ve sonrasında da MHP yönetimi ve Bahçeli, cinayeti lanetlemeyerek ve ailesine taziyede bulunmayarak, bilerek ve isteyerek cinayetin kendi eserleri olduğunu ülkücü camiaya alenen ilan etmişlerdir. Mesaj şudur: “Eski ülkücülükte ısrar edenin sonu budur, ya bize teslim olursunuz ya da aynı akıbete uğrarsınız.”
Böylece, AKP’nin sağında konuşlanıp aşırı reaksiyoner bir parti olarak, AKP’den soğuyan muhafazakâr kesimden güç toplamayı hesaplayan MHP, eski ülkücü militanları tasfiye sürecine girişti. MHP’nin “AKP’lileşme sürecine tepki Meral Akşener liderliğindeki İYİP’i doğurdu ama MHP’de sular yine durulmadı. MHP’nin Sinan Ateş’in katlindeki rolüne tepki duyan eski ülkücü militanlar ve ülkücü hareket, C. Başkanlığı seçimlerinde çoğunlukla Zafer Partisi’ne ve Sinan Oğan’a oy verdi ama Oğan’ın 1. turdan sonra Erdoğan’ı destekleme kararı alması onlar için ikinci bir hayal kırıklığı oldu. Kısacası, hâlihazır MHP ile eski ülkücü hareket arasına kan girmiş bulunmaktadır. Eski ülkücülerin birbiri ardından HalkTV’ye çıkarak 2. tur için, Sinan Ateş’e sahip çıkan Kılıçdaroğlu’na destek çağrısı yapmaları bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Peki, eski ülkücülerin kopuşuna, içinden İYİP gibi %10’lara varan bir parti çıkartmasına ve seçim öncesi anketler %6-7’lerde göstermesine rağmen MHP nasıl oldu da bu son seçimlerde %10’a varan oy alabildi?
Hile meselesine hiç girmeyeyim. Van gibi bir ilde bile, kimi sandıklarda YSP 0 oy alırken, MHP’nin 300’lerde oy alır gözükmesi, kenar kuytu yerlerde MHP lehine epey oy çalındığını gösteriyor. Fakat bunun ötesinde, son seçimde Bahçeli, aniden ve tartışmaya bile zaman bırakmaksızın her yerde MHP olarak kendi adayları ile seçime gireceklerini açıklayarak, “müttefiki” AKP’ye esaslı bir kazık atmıştır. Bu rekabetin AKP’ye epeyce oy ve sandalye kaybettirdiği ve MHP’ye de kazandırdığı açıktır. MHP’nin bugüne kadar uyguladığı “taktik ittifak yap, müttefikinden çal” politikası son seçimde epey ürün vermiştir. MHP’nin %10 civarında oy alması, AKP’den hoşnut olmayan aşırı reaksiyoner bir boşluğu doldurduğunu gösteriyor.
Ülkücü hareketten ve muhalefetten iyice arınmış (yani onları kovalamış) olan MHP, bundan sonra da aşırı reaksiyoner bir parti olarak tezgâhını AKP’nin yanı başında kuracak ve Türkiye’de hayatiyet göstergesi ne varsa, modern olan ne varsa bunlara saldırarak Anadolu muhafazakârlığının aşırı sağı olarak güç toplamaya çalışacaktır.
MHP, eskiden de reaksiyoner, aşırı sağcı bir partiydi. Fakat ne olursa olsun, onda, modern çağın ürünü olan milliyetçilikten modernizm adına bir nebze bir şeyler olduğu düşünülebilirdi (Hitler’de de vardı). MHP, İYİP ve Zafer Partisi gibi partiler doğurmasının ardından, Ülkücülerin şahsında milliyetçiliği de tasfiye ederek modern çağın ürünü milliyetçilikten tamamen arınmış bulunuyor. Artık Hüdapar’la da rahatça ittifak yapabilir, orta Anadolu’daki taşra karanlığında modernizmin her türlüsüne düşman olan tarikatlarla da istediği gibi sarmaş dolaş olabilir. Artık MHP “milliyetçi-mukaddesatçı” bir parti değil, Anadolu sağcılığının aşırı reaksiyoner-dinci “karayüz” partisidir.
TİP'İN VE SOL'UN ANALİZİ
TİP’in analizine girmeden önce, bu partinin, bir genç kızın, güzelliğini göstermek için güzellik yarışmasına katılmasına benzer bir şekilde, gücünü göstermek için, birçok ilde, aynı ittifakta yer aldığı YSP’den ayrı olarak seçime girmesinin YSP’ye zarar verdiğini, oy oranını düşürdüğünü; ayrı bir incelemeyi gerektirir ama belki de birkaç milletvekili kaybına yol açtığını saptamak zorundayım. Böyle bir şeye hiç gerek yoktu. Hem Emek ve Özgürlük İttifakı’na girerek bu ittifak sayesinde (kısacası HDP’nin oyları sayesinde) barajı aş, hem de müttefikine zarar verecek bir seçim stratejisi izle! Evet, anlıyorum, TİP yönetimi ya da üyeleri, iyi niyetle, “biz şu şu yerlerden girecek olursak ittifak’ın oyunu arttırabiliriz, çünkü özellikle bazı bölgelerde YSP’ye değil ama bize oy verecek seçmenler var” diye düşünmüş olabilirler. Ne var ki, seçim sonuçları bu argümanı pek haklı çıkartmıyor. TİP’in, ayrı girdiği illerin birçoğunda özel bir başarı elde ettiği gözlenmiyor. Belki, Hatay (TİP %11.81; YSP 3.25) ve Muğla’yı (TİP 5.62; YSP 3.55) bunun dışında tutabiliriz. TİP’in, bu iki ilde YSP’yi geride bırakarak belki de YSP’ye oy vermeyecek bir seçmen kitlesine ulaştığı düşünülebilir. Sadece bu iki ilde YSP seçime girmeyip TİP’i destekleyebilirdi. Her şeyin bu kadar pamuk ipliğine bağlı olduğu bir seçimde müttefikler arası güç yarıştırmalar olumlu bir sonuç vermemiştir.
TİP’in ne olup ne olmadığına geçecek olursak, adındaki “işçi” sözcüğüne rağmen bu partinin henüz bir işçi partisi olmadığını saptamalıyız. Bu isim, eğer bu partinin hedeflediği sınıfa ya da kitleye işaret ediyorsa sorun yoktur. Partiler çoğunlukla ideallerini ve hedeflerini isim olarak benimserler. Gerçekle yüz yüze gelmeyi göze alacak olursak, seçim sonuçlarının gösterdiği gibi, gerçek işçi sınıfının bugün halen sağ-gelenekçi partilere oy verdiğini saptamamız gerekir.
Gerçek durum bize gösteriyor ki, hızla gelişmekte olan TİP, genç sol entelektüellerin, öğrencilerin, beyaz yakalıların partisi görünümündedir. Türk modernizminin güçlü olduğu bölgelerde, CHP ile yetinmeyen genç ve dinamik bir kesimin bu partiye yönelmesi ve bu bölgelerde TİP’in sol kitleyi kendine çekmesi bunun göstergesidir.
Bir anlamda TİP, Gezi mücadelesiyle Türkiye toplumsal ve siyasal hayatına ağırlığını koyan “Gezici” kitlenin partisi olarak da kabul edilebilir bugün. Bu da az başarı değildir. Bugün seçimlerde epeyce geride kalan, Dev-Yol geleneğinin partisi Sol Parti, 2010’lu yıllarda “Haziran Hareketi” adlı bir oluşum örgütleyerek bu kitlenin desteğini kazanmaya çalışmış, fakat ne yazık ki başarılı olamamıştı. TİP bunu başarmış görünüyor.
Doktriner bir geleneğin temsilcisi olan TKP’den koptuğu halde doktrinerlikten uzak duruşuyla, sekter olmayan kucaklayıcı tutumuyla ve önemli bir nokta olarak, deprem sırasında özinisiyatife dayanan örgütlenme tarzı sayesinde önemli başarılar ve görünürlük kazanmasıyla TİP’i, bundan birkaç ay önce yazdığım “TİP Meselesi” ve “Kitleler ve Partiler” başlıklı yazılarımda daha ayrıntılı ele aldığımdan burada tekrarlamayacağım.
TİP’in dışında, seçimlere “Sosyalist Güç Birliği İttifakı” adıyla giren TKP, Sol Parti ve THK’nin başarısız olmaları ise belki bir başka yazının konusu olabilir. Geçerken, Kadıköy’de yürürken duvarlardaki afişleri gözüme takılan THK’nın “Orak Çekiç’e Oy ver” afişlerinin halka hiçbir şey ifade etmeyen olağanüstü anakronizminin, bu partilerin başarısızlığındaki önemli unsurlardan biri olduğunu belirtmekle yetineyim.
YOKSULLUK VE DEPREM SEÇİMLERE NEDEN YANSIMADI?
Solda, ekonominin kötü gitmesinin, yoksulluğun artmasının ya da deprem gibi büyük felaketlerin halkı değişim eğilimine sokacağı gibi bir ön kabul vardır ama bu yanlıştır. Bazı durumlarda böyle bir eğilim gelişse de, ekonomik kriz, yoksulluk ve felaketler, özellikle en yoksul kesimlerde, uçurumun kenarında yaşayanlarda endişenin artması ölçüsünde hâlihazır duruma daha fazla sarılma eğilimini de körükleyebilir.
Seçimlerde en yoksul ve depremin en ağır darbesini yemiş bölgelerin iktidar partilerine bağlı kalmalarında şaşacak bir şey yoktur. Uçurumun kenarında yaşayan insanların kendilerini her an uçuruma düşecek gibi hissetmeleri onlardaki tutucu eğilimleri daha da körükler genellikle. Ellerinde her şeye rağmen yaşama umudundan başka bir şey kalmamıştır. Değişim acaba onlara ne getirecektir, bu meçhuldür. Var olanlara sıkı sıkı tutunmak, bu umutsuzluk ortamında onlara daha çok hitap eder. Yoksulluğun dayanılmaz boyutlara ulaşması ise aniden ve can havliyle ileri atılmalarına yol açabilir ama Türkiye henüz bu noktaya gelmiş değil.
Son bir nokta ise şudur: Büyük şehirlerin yoksullarını hariç tutacak olursak, küçük Anadolu kasabalarında ekonomik yıkım henüz o kadar da hissedilmemektedir. Kiralar anormal bir yükseliş içinde değildir. Ekmeği katık ederek az bir parayla karınlarını doyurabilmektedirler. Henüz açlık sınırına gelinmemiştir. Durgun kasabalarda paranın kaybettiği değer büyük şehirlerdeki kadar hissedilmemektedir. Bu yüzden, küçük Anadolu kasabalarındaki yoksulların henüz mevcut düzene ve iktidara sırt çevirmemiş olmasını normal kabul etmek gerekir. (GÜN ZİLELİ)