Uzun lafın kısası; halkın ekonomik-politik zor aygıtları karşısında reel politik takvimsel kavgalar içinde değil, gündelik kavgaları içinde güçlendirilmesi sosyalist solda hakim anlayış ve pratik haline gelmedi, gelemedi. Bunu yanlışlayan ya da bu anlayışın devrimci hareketin programlanmasında perspektif olması gerektiğini düşünenler için gördük ki sonuç değişmiyor.
Tam ortasında 11 ili doğrudan etkileyen Pazarcık depreminin yaşandığı bir seçim sürecini hep birlikte yaşadık. Depremle birlikte sadece yeryüzünde değil, siyasette de fay hatları gerilimden nasibini aldı. Buna rağmen radikal sağ çıkışların siyaseten belirleyen olduğu bir seçimi, muhalefetin yenilgisiyle geride bıraktık.
O halde hayal kırıklıklarının tekrarlandığı bir seçimi daha geride bırakmışken ortaya çıkan sonuca rağmen mücadeleyi örgütleyecek olanların, hakkının verildiği bir muhasebe yapması gerekmez mi? Yenilen sadece Altılı Masa ve Kılıçdaroğlu mu? Tarihin gördüğü en üst sınırda işçileşen ve buna bağlı olarak yoksullaşan halk da bir kez daha son çıkış olarak gördüğü yöntemin sonuçlarıyla hayal kırıklığı yaşadı. İşin kötüsü Tayyip Erdoğan seçim yenilgisi almış olsaydı bile kazanmayacağı reel politik durumun içinde değişimi arzulayan geniş halk kitleleri; “Bu defa da olmadıysa ne zaman?”, “Bu adam yenilmez”, “Bu halk bunu hak etti” duygusu ve düşüncesiyle halka ve mücadeleye küserek yaşıyor bu halk hayal kırıklığını. Bu duygu Tayyip Erdoğan’ın seçim yenilgisiyle tersine dönerdi elbet. Ancak o zaman halk da kazanmış olacak mıydı cidden?
Devrimciler, sosyalistler tutumu ne olursa olsun seçimin kaybedeni. Türkiye halklarıyla birlikte bizler, devrimciler de yenildik. Seçim dışı demokratik muhalefet kanallarının tıkandığı yerde bu tıkanıklığı açarak seçim sürecine müdahale etmek yerine, seçimleri devrimci mücadele adına önemli bir durak olarak görenler ve geçtiğimiz süreçte örgütünü buna göre programlayanlar, işin özünde perspektifini reel politik siyasete müdahaleyi merkeze alarak geliştirenler yenildi. Mevcut siyasal iktidarın bu yöntemle en azından geriletilebilmesinin mümkün olduğunu söyleyerek faşizme karşı mücadelenin anlamını sandıkta iktidarı geriletmek içinde arayanlar; reel politik düzlemde, parlamentoda kendisi için yer tutmanın sol-sosyalist siyaset adına kıymetini vurgulayanlar yenildi. Bunun yanında “Seçimle olmaz” dese de halkın seçim dışı mücadele olanaklarını somut bir seçenek olarak ortaya koyamayanlar da yenildi. Kaybedenin kaybedenle polemiği yerine herkesin söylediğini iyi yapacağı bir gereklilik içinde yaşıyoruz, mücadele ediyoruz.
Sosyalistler seçimin gölgesinde ve memlekette, siyasette yaşanan altüst oluşlara rağmen bakiyeden yemeye, var olanı devam ettirme siyaseti içindeki konforlu alanında “müthiş” analizleri ve üst perdeden yargılarıyla bir süredir yol almaya çalışıyor. Oysa siyaset hangi kanadında konuşuyor olursanız olun boşluk tanımıyor, tanımadı da. Sınıfsal çelişkileri keskinleşen halk yığınlarını, gündelik ekonomik-politik çıkarlarının kavgası içinde kavurmadan boş tencere sesinin “tencere-tava” saflaşmasına kendiliğinden çıkmadığını gördük. Kaldı ki eşi benzeri görülmemiş yoksulluğun yanında bu yoksulluğu yaşayanların aynı zamanda tarihin gördüğü en kalabalık fakat örgütsüz işçiler olduğunu unuttuk ya da unutmak işimize geldi. 2023 1 Mayıs’ında bir sonraki yılın 1 Mayıs’ı için Taksim’e işaret ederken Tayyip Erdoğan yenilgisinin şartıyla Kılıçdaroğlu’nun zaferine bel bağlayanların işçi sınıfı hareketinin belirleyeni olduğu gerçeğini hatırlamakta da ayrıca fayda var. İktidarın saldırgan politikalarının teşhirinin sınırlarını gördük. Halkın bu politikalar karşısındaki rahatsızlığının sola, devrimcilere, kamusal hayatın eşit, özgür, insanca inşasından yana değil daha üst perdeden faşist propagandaya, halka saldıran politikalara aktığını gördük. Kötüsü bunu sezemedik, sezenlerimiz de bu rahatsız dalgayı kendine bükecek sabırlı, ısrarlı programı hayata geçiremedi.
Mesela Türkiyeli işçilerle göçmen işçiler arasında çıkar birliğini ortaya koyacak bir program hayata geçirilmedikçe işçi hareketinde devrimci çıkış yakalayamayacağımızı, ancak bu yapılabildiğinde siyaseti belirleyen göçmen karşıtlığını kıran ve siyaseti solun belirleyebildiği anları yaratabileceğimizi gördük. Yeni sömürge iktidarların küresel sermayeye ücretleri olabildiğince aşağıya çekerek, emeği atomize etmenin yanında güvencesizleştirerek güven vermeye devam ettiği koşullarda bu saldırıyı göbekten kıracak işçi hareketine omuz vermedik. Göçmen işçiler hâlâ yalnız ve örgütsüz, Türkiyeli işçiler ise hâlâ sorunun çözümünü göçmenleri geldikleri “çukur”a göndermekte buluyor.
Ya da ayan beyan ortaya dökülen tüm pisliği ve çürümüşlüğüne, 2016 darbe girişiminde ittifakları arasındaki kanlı savaşa rağmen neoliberal siyasal İslam’ın yoksul halk kitleleri ve egemen siyaset açısından hâlâ geçerli bir siyasal ideoloji ve merkezden çevreye azalarak da olsa akan kaynaklarının yoksulluğu yönetmede hâlâ etkili bir sosyal-finansal içerilme mekanizması olduğunu gördük.
Bu mekanizmayı kıracak bir somutluk içinde, içinde siyaset yaptığımız halihazırda politikleşmiş toplulukların hassasiyetine, çelişkilerine dayanan talepleri, bizim mahalleden olmayan kitlelerle buluşturacak siyaset ezber bozardı belki. Gel görelim ezberle de alabildiğimiz yol bizi yine bizim mahalledekiyle buluşturuyor.
Mesela ezberimiz bizi eğitim hakkı mücadelesini piyasacı eğitim sistemiyle gerici eğitim sisteminin kol kola geliştiği nesnel durumda, siyasal iktidarın sözünün geçtiği kitlelerin hakim görüşünü dahi kırabilecek bir aralık mümkünken bu perspektifle ele alarak, yoksul halk kesimlerinin laiklik mücadelesini gelecek kaygısıyla birleştiren bir hatta örmeye götürmüyor. Eğitim hakkı mücadelesinin güncel halkasını yakalamak demokratik muhalefeti seçim takvimine sıkıştırmayan inandırıcı ve etkili bir muhalefet yatağı olabilecekken halkın içinde gelişen bu tepkileri velisi, eğitim emekçisi, öğrencisiyle birlikte muhalefet odağı haline getirene kadar ısrarla sürdürmek, gerici cemaat ve tarikatlar karşısında bunun kavgasını saflaştırmak mevcut eğitim sisteminin ve tarikat-cemaat ağının anti-propagandasını yapmanın önünce geçirmiyor. İşin kötüsü mevcut eğitim sistemi karşısında çocuğunu gelecek kaygısıyla da olsa imam hatipe göndermek istemese de özel okula yollayacak bütçesinin de olmadığı milyonlarca insanın siyasal eğiliminin değişmesinin sadece mevcudun teşhiriyle, bunun kürsülerden en coşkulu biçimlerde dile getirilmesiyle mümkün olmadığını gördük. Kolay yoldan olmuyor yani.
Uzun lafın kısası; halkın ekonomik-politik zor aygıtları karşısında reel politik takvimsel kavgalar içinde değil, gündelik kavgaları içinde güçlendirilmesi sosyalist solda hakim anlayış ve pratik haline gelmedi, gelemedi. Bunu yanlışlayan ya da bu anlayışın devrimci hareketin programlanmasında perspektif olması gerektiğini düşünenler için gördük ki sonuç değişmiyor.
Peki bu gördüklerimizi zaten bilmiyor muyduk? Biliyorduk elbette.
Halk hareketi dinamiği açısından bereketli topraklar üzerinde yaşıyoruz. Ancak halkın tepkilerinin demlenmesine ihtiyaç olduğu da kesin. Bu ise ısrarlı ve sabırlı bir çaba gerektiriyor. En çok da var olanı olumlama ve devam ettirme karakterimizle yüzleşmemizi… Havlu atmayacaksak eğer asıl önemli olan kimin en doğruyu söylediğinden, en iyi analizi yaptığından ziyade bu topraklarda bir halk hareketini demleyecek ısrarlı çabaya soyunup soyunmayacağımız. 2013 Haziran’ının o büyülü sokaklarının arkasında yatan yıllar yılı mücadeleyi unutmayalım. Belki de hepimiz için en hayırlısı, bu topraklar üzerinde gördüğümüz en büyük halk hareketinin yenilgisi ardından geçen 10 yılda bugün “sıfır” noktasında olduğumuzu ve bu noktadan yeni bir halk hareketine giden yolu döşemek üzerine kendimizi programlamanın zor ama tek çıkar yol olduğunu kabul etmektir. (ŞİLAN DELİPALTA - SENDİKA.ORG)