“Bilmez miyim” diye atılacak, “Bizde de öyle oldu. Tetikçi, azmettiriciler, ucundan kıyısından cinayete ortak olanlar bir yanda, kamu görevlilerinin de aralarında bulunduğu isimler başka bir yandaydı. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, istihbarat daire başkanı Sabri Uzun, Emniyet istihbarat dairesi başkanı Ramazan Akyürek, istihbarat şube müdürü Ali Fuat Yılmazer gibi 11 ismin yer aldığı dosya ayrılmıştı. Bizim avukatların birleşmesi yönündeki talepleri de reddedildi uzun yıllar.”
Hiç tanışmadılar, yan yana gelemeyecek kadar farklıydı yaşadıkları iklim.
Geleceğe dair kurdukları düşler, onları yaşama bağlayan değerler hiç örtüşmedi.
Aynı topraklarda doğup büyümüş olsalar da ne ektikleri aynıydı ne de biçtikleri.
Hiç tanışmadılar zaten, yolları hiç kesişmedi. Kesişseydi de olsa olsa karşı karşıya gelirlerdi.
Ama şimdi ikisi de aynı karanlıkta doğup büyüyen ve aydınlığa tahammül edemeyenlerin silahından çıkan kurşunlarla aynı acıda buluştu.
Rakel ve Ayşe artık birbirlerini acılarından tanıyorlar.
Bu karanlık daha kaç bebeği katil yapacak?
Rakel Dink’in bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamasının üzerinden 17,5 yıl geçse de, Sinan Ateş’in de tıpkı Dink gibi bir katilin silahından çıkan kör kurşunlarla canından olmasına bakılırsa ne o karanlık sorgulandı geçen zaman içinde ne de karanlığın bebekleri birer katile dönüştürmesinin önüne geçilebildi.
İkisinin bedeni de hiç beklemedikleri bir anda hedef oldu o kurşunlara, ikisi de yüzüstü yığılıverdi bulundukları yere.
Halaskargazi Caddesi’nde adım atacak yer yoktu Hrant Dink’in cenazesi kaldırılırken. Onbinlerin dolup taştığı cadde zifiri karanlıktı, gündüze rağmen. Adım atacak yer yoktu o gün. Elbette ailesi ve arkadaşları oradaydı ama büyük çoğunluk Hrant Dink’i hiç tanımamıştı hayattayken. Rakel Dink’i de öyle, o gün tanıdı herkes onu da. “Sevgilim” diye seslendi arkasından, cenazede olmayanlar bile duydu sesini. “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim” diye haykırdığında çıt çıkarmadan dinledi onbinler.
17,5 yıl sonra bugün, Ayşe Ateş’i de tanıyor herkes.
Oysa Sinan Ateş’in cenazesinin kaldırıldığı 2022 yılının son gününe dek onu da kimse tanımıyordu.
Araya 17,5 yıl girmiş olsa da biri Agos Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink için adalet arıyor diğeri eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş için.
Ne yaşam biçimleri aynı ne dünya görüşleri, aynı partiye oy kullanmış olma ihtimalleri bile yok, ikisinin de düşleri hatta çocuklarının gözüne bakışları bile farklı. Dahası, ikisi de Türkçe konuşuyor olsa da aynı dil değil kullandıkları.
İçinde yaşadıkları dünya, değil kesişmek, birbirine teğet bile geçmiyor.
Yine de ikisi de aynı acıyla kavruluyor.
Artık acılarından tanışan iki kadının çok fazla ortak yanı var. İkisi de yürekli, ikisi de katillerin gözünün içine içine bakacak kadar hem cesur hem öfkeli, ikisi de geri gelmeyeceğini bilseler de, sevdiklerini elinden alan karanlığa projektör tutmak için yanıp tutuşuyor.
Hala çok farklı olsalar da Ayşe Ateş ile Rakel Dink oturup bir çay içse karşılıklı, “17,5 yılda neler yaşadın, adalet yerini buldu mu?” diye sorsa belki de ilk kez aynı dili konuşacaklar. Birinin söylediğini, diğeri yüreğinin derinliklerinde hissedecek.
2 Temmuz 2007 tarihinde Beşiktaş’taki eski Devlet Güvenlik Mahkemesi binasında yaşananları anlatacak Rakel Dink kim bilir?
Yıllar süren o davalarda gözlerini eşinin katillerinden bir kez olsun ayırmadığını, Ogün Samast, Erhan Tuncel, Yasin Hayal başta olmak üzere tüm sanıkların gözlerini kaçırma gereği bile duymadan hatta kimi zaman arsız bakışlarla herkese meydan okuyuşunu, her fırsatta kendisine ve ailesine yapılan sataşmaları hatta bırakın sanıkları, sanık avukatlarının bile duruşmaları izleyenlere “hepiniz ermenisiniz” diye bağırdığı günleri anlatacaktır belki de. Her duruşmada telafisi mümkün olmayan bir acının sil baştan yeniden yaşandığını…
Ayşe Ateş belki de Dink davaları sürerken eşiyle arasında geçen konuşmaları hatırlayacaktır dinlerken, o yıllarda sokak ortasında öldürülen Hrant Dink için ne düşündüğünü sorgulayacak, tıpkı Özgür Özel ziyaretinin ardından söylediği gibi “Dost bildiklerimiz düşman, düşman bildiklerimiz dostmuş meğer” diyecek bir kez daha.
Beş gün süren ilk duruşmada eşi ile aynı davaya baş koyanların kendisine ve ailesine yönelik tutumları gelecek gözünün önüne, yalnız ailesine değil davayı izleyen gazetecilere, siyasilere karşı sergilenen tehditkar ve pervasız davranışların dost-düşman ayırt etmediğini düşünecek kim bilir?
Benzerliklere bakınca, “Ne karanlıkmış” diyecek iki kadın, göz göze gelip “Öyle bir karanlık ki doğan çocuklar tek yumurta ikizi kadar benziyor birbirine” diye düşünecekler.
Bir karabulut çökecek masaya. Önce suskunluk olacak sonra Ayşe Ateş “Söylemişti” diyerek girecek konuya, “Eşim bana, ‘İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın, Ahmet Yiğit Yıldırım’a ve Olcay Kılavuz’a beni öldürmesi için talimat vermiş. Kapı kapı gezip katil arıyorlarmış demişti” diyecek.
Anlatılanları ilgiyle dinleyen Rakel Dink’in bakışları devrilecek o an, bir film şeridi gibi geçecek önünden biricik hayat arkadaşının yaşadıkları. Hrant’ın İstanbul Valiliği’ne çağrılması, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz’in Agos’un önüne gelerek “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” demesi, Agos Gazetesi’ne gönderilen mektuptaki “Hrant Dink, oğlunu, seni ve Serkis Seropyan’ı bir daha hiç konuşamamak üzere susturacağız. Önce oğlunu. Cesedini Ankara çıkışındaki jandarma bölgelerinin birinden alacaksın” tehdidi…
Elini düşüncelerini kovarcasına sağa sola sallayarak gözünü açıp kapatacak toparlanmak için. Yeniden dinlemeye koyulurken “acaba Agos’un önüne gelenler arasında var mıydı Sinan Ateş” sorusu belirecek kafasının bir yerinde. O sırada Ayşe Ateş’in konuşmasını sürdürdüğünü fark edip kulak kesilecek yeniden:
“Yargılanan 22 kişi arasında tetikçi var azmettirici var motosiklet kullananı, arkadan dolaşıp puan alanı bile var da bilirkişi raporları ile yapılan tespitlerde adı geçenlerden, kamera kayıtlarına takılanlardan, Facebook üzerinden yapıldığı belirlenen telefon konuşmaları üzerinden ismi geçen Ülkü Ocakları ya da MHP ile ilişkilendirilebilecek kişilerden eser yok, mahkeme 17 kişinin dosyasını bu davadan ayırdı, birleştirilmesi yönünde ki talebimizi de reddetti!” dediğini duyunca kafasında beliren soruyu hızlıca kovalayıp tam ortasından girecek söze:
“Bilmez miyim” diye atılacak, “Bizde de öyle oldu. Tetikçi, azmettiriciler, ucundan kıyısından cinayete ortak olanlar bir yanda, kamu görevlilerinin de aralarında bulunduğu isimler başka bir yandaydı. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, istihbarat daire başkanı Sabri Uzun, Emniyet istihbarat dairesi başkanı Ramazan Akyürek, istihbarat şube müdürü Ali Fuat Yılmazer gibi 11 ismin yer aldığı dosya ayrılmıştı. Bizim avukatların birleşmesi yönündeki talepleri de reddedildi uzun yıllar.”
Sonra “daha bu başlangıç diyecek Rakel Dink Ayşe Ateş’e “Yol uzun. Bak ben 17,5 yıldır uğraşıyorum. Sonuç ne dersen Ogün Samast’ın tesbih sallayarak dolaşmasına bak cevabı sen ver. Ya da en iyisi gel bir oyun oynayalım. Aşağıdaki metni oku ve metindeki boşlukları doldur” deyip başlayacak beklemeye…
“——-‘i öldürmeye karar veren örgütün bir kısım üyesi, …….’e yönelik bir linç süreci başlatmış, sistematik saldırılar gerçekleştirmiş, ……’i hedef kişi haline getirmiştir. Cinayet için uygun zemin oluştuğu değerlendirmesi yapıldığı anda davanın sanıkları olan örgütün mensupları …….’i öldürmüşlerdir.” (*)
Biri “Sinan Ateş” mi diye soracak, diğeri “Aslında Hrant Dink ama sen Sinan Ateş diye doldursan da olur” diye cevaplayacak.
(*) Bilmece olarak sunulan cümle Hrant Dink davasında ailenin avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu’nun ağzından dökülerek dava tutanaklarında yer almıştır.
(GÖKSEL GÖKSU - MEDYASCOPE)