Susurluk’ta karşımıza nasıl bir musibet çıktığını gösteren en çarpıcı vaka, Yüksekova Çetesi’ydi. Özel harp eğitimi almış rütbeli askerler, ...
Susurluk’ta karşımıza nasıl bir musibet çıktığını gösteren en çarpıcı vaka, Yüksekova Çetesi’ydi. Özel harp eğitimi almış rütbeli askerler, polisler, korucular ve itirafçılardan oluşmuş çetenin mimarisi, dönemin siyasal rejiminin neredeyse eksiksiz bir temsiliydi. Bu üniformalı çete, faaliyetleri ortaya çıkarılmasına rağmen hiç yargılanmadı.
İşte Sedat Peker’in geçen hafta Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e verdiği röportajda yer alan ve pek kimsenin üzerinde durmadığı bir paragraf, Yüksekova Çetesi’ni hatırlattı. Ama Peker’in anlattıklarına göre onu da aşan çok daha tehlikeli bir yapı yükseliyor.
Peki nedir bu yeni tehlike?
Önce bilmeyenler için hikayeyi tamamlayalım…
***
Yüksekova Çetesi 1996’da bir faili meçhul cinayetle gün yüzüne çıktı. CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın akrabası Abdullah Canan, bir operasyonda evlerine zarar verildiği gerekçesiyle savcılığa şikayetçi oldu. Karakola çağrıldı Canan. Suçladığı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul 15 subayı odaya topladı ve Canan’ı göstererek, “Sizleri şikayet edenlerin elebaşı bu, iyi tanıyın” dedi. Tanıklara göre Canan, 17 Ocak’ta bir yol çevirmesinde gözaltına alındı. Resmen reddedildi. 21 Şubat’ta ise yedi kurşun sıkılmış halde cesedi bulundu.
Aylar sonra bir itirafçı, albaylardan başlayıp sıralı rütbe halinde aşağı doğru onlarca askeri, özel harekat polisini, korucuyu, bazı bürokratlar ile yerel siyasetçileri kapsayan çeteyi deşifre etti. Açılan davaları süründüre süründüre 2010’da zamanaşımına uğrattılar. Yargı kayıtlarına, Meclis raporlarına girmiş ‘üniformalı çete’ hukuken yok sayıldı!
Yüksekova Çetesi terörle mücadele konseptinin yarattığı özerk bir gücün, faili meçhul cinayetlerden uyuşturucu ve silah kaçakçılığına uzanan bir suç ekosistemine nasıl dönüştüğünün tipolojisiydi. Bu suç makinesini ceza yasalarından muaf kılan şey ise toplumu kuşatmış, muhalifleri cendereye almış olan dönemin hakim ‘milli güvenlik’ anlayışıydı.
Yani suç mu rejimi yozlaştırmıştı yoksa rejim mi suçu doğurmuştu, belirsizdi. Susurluk tam olarak o belirsizliğin adıydı zaten. Tüm toplumu enfekte eden zehir, militarist propagandayla karartılmış memleketin coğrafi bir parçasına enjekte edilmiş, her yere oradan yayılmıştı. Nihayetinde 90’ların ekonomi politiği, Yüksekova Çetesi’nin kılığında somutlanmıştı.
SUÇUN MİLİTARİZASYONU
Bugün de neyin suç, kimin suçlu olduğunu ayıran normların yok olduğu bir belirsizlik hali var. Ve yine rejimin yozlaşmasının ekonomi politiği her yanı kuşatan türlü suç ağlarında somutlanıyor. Sedat Peker şu sıra epey tartışılan yeni nesil çeteleşmeye dikkat çekiyor. Nispeten yoksul mahallelerde bir ağacın dalları misali ağ ağ yayılıyor bunlar. Tabanını fakir gençler oluşturuyor. Çoğumuz gibi Peker de bunun toplumsal adaletsizliğin sonucu olduğunu belirtiyor. Yeni tehlikeyi de burada açığa çıkan ‘enerjiyi’ kendine bağlayabilecek yeni bir suç kartelleşmesinde görüyor.
Susurluk’tan beri suç-siyaset ilişkisinin ‘sırlarına’ hakim birisi olarak söyledikleri şöyle:
“Ne mi olacak? Devletten ayrılma, ordudan atılma veya mecburi hizmetini tamamlayıp ordudan ayrılan, genç, çılgın, şiddet eğilimi olan tipte bazı subay arkadaşlar var… Hani bizim 28 Şubat süreci filan onun gibi değil onu söylemiyorum. Birkaç özel harekatçı yapıdan bahsetmiyorum. Tamamen kriminal ama polisin, askerin çalışma sistemini bildiği için de yakalanmaları pek mümkün olmayan ve yapısal olarak asker kökenli veya özel harekat, polis kökenli oldukları için daha sert, radikal grupları oluşturdukları an sıkıntı büyür… Yani şu an Türkiye benim görüşüme göre üç- beş seneye kadar böyle bir yapıya evrilecek.”
Bundan önce uzun uzun Suriye ve Afganistan merkezli göç dalgasıyla gelen bir uyuşturucu trafiğini anlatıyor, Peker. Esasında bahsettiği şey, Suriye’yi odağına alan ve 2011’den itibaren içeride ve dışarıda inşa edilen ‘güvenlik’ anlayışının suç alanını da evrimleştirmesi. Sınırları koruma adına başlayan askeri yayılma ve çatışmanın vekalet yoluyla yürütülmesi, önce bir cihatçı otobanı açmış; ardından otoban, kaçakçılık trafiğine kavuşmuş; otobanların sayısı arttıkça da bölge kocaman bir açık suç piyasasına dönüşmüş.
Şimdi ucunun nerelere uzandığını henüz kestiremediğimiz bir kartelleşme süreci işliyor. Peker emin bir ses tonuyla, “5-6 yıla bu tamamlanacak” diyor. Şaşırtıcı mı?
Gazetece Barış Terkoğlu’nun yakın zamanda ortaya çıkardığı bir tümgeneralin makam aracıyla insan kaçakçılığı yapmasını hatırlayalım. Sadece insan ve sadece makam aracı ile mi sınırlıdır bu ticaret? Mesele tümgenerale ve makam aracına gelmişse, ortadaki yasadışılığın meşruluğunu varın siz düşünün!
Anlaşılan 90’ların paramiliter politikalarının içinden nasıl militarize suç organizasyonları çıkmışsa, bugünkü güvenlik anlayışından da militarize karteller doğuyor. Fakat Peker’in anlattıkları içinde bir cümle arada sırıtıyor. Bağlamı açıklanmamış bir cümle: “28 Şubat süreci filan onun gibi değil onu söylemiyorum. Birkaç özel harekatçı yapıdan bahsetmiyorum.”
Susurluk’ta ortaya çıkanlar ağırlıklı özel harekat merkezliydi ve çeteleşme devletin belli bir alandaki pratiğinin sonucuydu. 28 Şubat’ta MGK bir kararla suç alanını belli sınırlara çekti. Mesela; açık çağrı yapıldı ve Peker, Çakıcı gibiler kendileri gelip cezaevine girdi. Susurluk yargılanmadı, cezasız kaldı ama devlet aygıtı kendi içinde çözüm üretip ortalığa saçılanları derledi, topladı, toplumun gözüne batan kısımlarını traşlayıp bir nevi ‘norm’ getirdi!
Günümüzde ise rejimin bizatihi kendisinin ceza hukukundan muaf kılınmasının yarattığı normalleşmiş bir suç faaliyeti söz konusu. Peker de Suriye merkezli ‘sınır güvenliği’ kolonuna çarpı atıyor. “Kolombiya, Meksika, Brezilya süreci yaşadı. Biz biraz geriden geliyoruz” diyor. Sokaklardaki yaygın çeteleşme ile sınırlardan yayılan ticaretin getirdiği kartelleşme arasında illiyet bağı kuruyor. Bize bir Los Zetas profili çıkarıyor.
ASKERİYEDEN ÇIKAN KARTEL: LOS ZETAS
Los Zetas dünyada da müstesna bir örnek. Meksika’da onlarca üniversite öğrencisini kaçırıp, kafalarını kesip, köprülere asacak kadar dehşet saçan bir şiddet makinesi. Meksika ordusunda ABD ve İsrail tarafından özel olarak eğitilmiş Grupo Aeromóvil de Fuerzas Especiales (GAFE) adlı bir askeri yapının içinden evrildi. Özellikle sınırlardaki uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadelede görev almış bazı askeri birlikler, 1990’ların sonuna doğru kartellerin yüksek maaşlı korumalığını üstlenmeye başladı. Ve hızla karteller için çalışan bir tür ‘paralı askere’ dönüştüler.
Ardından kendileri kartelleşip uyuşturucu, silah, petrol kaçakçılığı başta olmak üzere akla gelebilecek her türlü suçta hakimiyet kurdular. Meşhur Sinaloa gibi diğer kartellerle giriştikleri savaşlarda ölenlerin sayısı belirsiz. Askeri eğitimi organize suçla birleştiren, disiplinli, polis içindeki çetelerle de irtibatlı, kendi eğitim kamplarına sahip acımasız bir suç karteli. Ağır darbeler yeseler de hala bu üniformalı kartel ülkenin en büyüklerinden.
***
Suç tabana yayılıyor. Yayıldıkça da şekilsizleşiyor, anlamak, mücadele etmek zorlaşıyor. Bunu besleyen sosyal bir habitat var çünkü. Orasını kurutmadan çözüm yok. Lakin habitatın sadece tabanla sınırlı kaldığını düşünmek yanıltıcı. Bir de suçun organize kısmını ilgilendiren bir habitat bulunuyor. Geçmişin defalarca bize gösterdiği üzere burası ülkenin nasıl yönetildiği ile ilgili. Yani bataklık sokakta değil, rejimin kendisi. (BAHADIR ÖZGÜR - GAZETE DUVAR)
Hiç yorum yok