Aşağıdaki metin, Noam Chomsky’nin 15 Mart 1989’da, Wisconsin Üniversitesi’nin Madison’daki yerleşkesinde bir konferans sırasında kendisine s...
Aşağıdaki metin, Noam Chomsky’nin 15 Mart 1989’da, Wisconsin Üniversitesi’nin Madison’daki yerleşkesinde bir konferans sırasında kendisine sorulan bir soru üzerine, Lenin’le ilgili düşüncelerinin, bir arkadaş tarafından özetlenerek Türkçeye aktarılıp tarafımdan düzenlenmiş halidir. (Gün Zileli)
Soru: Lenin’i -tıpkı ana akım medyanın yaptığı gibi -Stalinizmle özdeşleştirerek hem büyük bir hata hem de sizi ve eserlerinizi takip edenlere ciddi bir kötülük yapmıyor musunuz?
Chomsky: Ana akım medyayla “aynı fikirde” gözükmek önemli değildir. Önemli olan, bir fikrin doğru olup olmaması ve bunun ifade edilmesidir. Tıpkı, Troçki’nin 1930’larda Sovyetler’i eleştirmesi, Faşistlerin savunduğu görüşlere denk düşüyor diye savunduklarını söylemekten geri durmaması gibi.
Verilere baktığımızda, Lenin 1917 öncesinde aslında sosyalist hareketten daha sağdaydı. Bunu sadece ben söylemiyorum, o dönemki ana akım Marksistler de bunu söylüyor. Maalesef, biz bugün o dönemdeki ana akım Marksistlerin kimler olduğunu unuttuk, çünkü onlar kaybettiler. Sadece ‘kazananları’ hatırlıyoruz. Halbuki, o dönemin gerçek ana akım Marksistlerden biri, Lenin’in daha sonra kendisine “çocuksu (solcu)” dediği, Marksist hareketteki önde gelen entelektüellerden Anton Pannekoek’tir. Bir diğeri ise Rosa Luxemburg’tur ve 1917 yılına kadarki Troçki’dir. O dönemde tüm ana akım Marksistler, Leninizmi Oportünist Vangardism (Fırsatçı Öncücülük) olarak adlandırıp, Leninizme karşı oldukça eleştirel yaklaşmışlardır. Oportünist Vangardizmin amacı, radikal entelijensiya denilen grubun toplumdaki popüler hareketlerden faydalanarak devlet gücünü ele geçirmesi ve sonrasında da devlet gücünü, toplumu istediği yöne doğru yönlendirmek için kullanmasıydı. Bu ana akım Marksistlerin veya bir diğer deyişle Sol Marksistlerin, Marksizm konusunda Lenin’den ne kadar farklı bir anlayışa sahip olduklarını gösteriyor. Yani Leninizm sağa kaymıştır. 1917 yılına kadar Troçki de bunu ifade eder.
Lenin, 1917’nin Nisan ayında Rusya’ya geri döndüğünde görüşlerinde büyük bir değişim olmuştu, bir çeşit liberteryen haline gelmişti. Bu dönemini iyi yansıtan bir eseri Nisan Tezleri’dir. Devlet ve Devrim’de yazdıkları da esasen bu döneme dayanır. Yani Lenin’in bu dönem yazdıkları daha çok ana akım içinde ele alınabilir.
Lenin’in, 1917 Ekim devrimiyle -ki bunu bir devrimden ziyade bir darbe olarak değerlendiriyorum- devlet gücünü elde ettikten sonra yaptığı ilk şeylerden biri, Sovyetlerdeki İşçi konseylerini yok etmek oldu. Oysa, sosyalizmin temelinde olan, ilk olması gereken şeylerden biri işçilerin üretim araçları üzerindeki kontrolüdür. Lenin ise bunun tam tersini yaptı. Troçki de tam bu dönemde Lenin’e katılmış, tabiri caizse “dönmüş”tür. Lenin’in gücü elde ettikten sonrasında yazdıklarına baktığımızda, eski pozisyonuna ricat ettiğini görüyoruz. Bunun da sahip olduğu oportünist siyaset anlayışından kaynaklandığını düşünüyorum. Lenin, tıpkı Amerikalı politikacılar gibi “iyi” bir politikacıdır. Bu dönemde, gücü elde edebilmek için, halka duymak istediklerini söylemiş ama sonrasında işçi konseylerinin etkisini ortadan kaldırarak “sosyalizm”e tamamen ters bir yol izlemiştir.
İç savaşın devam ettiği 1918 başlarında, Troçki ve Lenin, tek bir liderin kontrolüne çok daha yatkın olan İşçi Ordusu’nun gerekliliğini savunmuşlardır. Bunun da sosyalizmle hiçbir ilgisi yoktur, hatta sosyalizmin tam zıddıdır. O dönemde Sol Marksistler tarafından ciddi şekilde eleştirilmiştir. Ben de bu konuda Sol Marksistlere hak veriyorum. Lenin, sonrasında Çeka vs. gibi yapılarla, etkili bir biçimde baskıcı Çarlık rejimini yeniden inşa etmiştir. Bu tarihten itibaren de Sovyetler’in sosyalizmle uzak yakın ilgisi kalmamıştır. Hatta totaliter bir yapı meydana gelmiştir.
Bu sistemin sosyalizm olarak bilinmesinin bana göre birkaç farklı tarihsel sebebi vardır. İlk sebep, Sovyetler’in uluslararası sosyalist hareketlerde büyük bir güç elde etmesi ve sahip olduğu prestiji kullanıp kendini gerçek sosyalizm olarak tescil ettirmesidir. İşin ilginç yönü, bazı açılardan tam bir ortodoks Marksist olan Lenin, Sovyetler’de gerçek bir sosyalizmin mümkün olmadığını düşünmekteydi. Lenin’e göre, bu ancak onun ölümünden sonraki bir tarihte mümkün olabilecekti. Lenin’e göre, Sovyetler sadece Almanya gibi endüstriyel bir ülkede gerçek bir sosyalizmin kurulmasına önayak olabilirdi. Lenin muhtemelen yaptıklarını bu şekilde aklamaya çalışıyordu, ama bunun inandırıcı olduğunu düşünmüyorum.
Batı’daki sosyalist partilerin Sovyetler’i gerçek sosyalizm olarak değerlendirmesinin bir başka sebebi, işçi sınıfı ve ilerici kesimler nezdinde bir meşruiyet ve inandırıcılık sağlaması olmuştur. Batı’nın kapitalist “ana akımında” ise, Sovyetler’in sosyalizmle özdeşleştirilmesi çok daha başka bir niyete dayanıyordu. Onlar, sosyalizmi, Sovyetler vasıtasıyla, acımasızlıkla, Rus devletinin uyguladığı şiddetle özdeşleştirerek değersizleştirmek için Sovyetler’in gerçek bir sosyalizm olduğunun propagandasını yaptılar. Özetle, Sovyetler’in sosyalizmle özdeşleştirilmesi çok farklı sebeplerle ve iki önde gelen propaganda kuruluşunun çabalarıyla (SSCB ve Amerikan) oluşturulmuştur. Bu algıyı değiştirmek ise çok zor. Sıradışı görünse de verilerden çıkan gerçek budur. Dolayısıyla, bu “gerçeği” ifade etmemek için hiçbir neden görmüyorum. “Bunu söylememek gerektiği, söylemenin başkalarına yarayacağı” şeklindeki görüşe ise, tıpkı 1930’lardaki Troçki gibi katılmıyorum. (GÜN ZİLELİ)
Hiç yorum yok