CHP sokağa neden çıktı?

Bu şartlarda Türkiye sakince bir bayram geçirmeyecek gibi. Hükümet, bayram tatilini uzun tutarak piyasaların soğumasını hesaplıyor olabilir ancak kırılgan ekonomi çok ağır bir hasar aldı, artık yabancı yatırımcı ve sermaye bulmak ne kadar mümkün, bilinmez.


CHP, modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir parti. Kısaca, Atatürk’ün partisi. Devlet kuran bir partinin önceliği de haliyle o devleti yüceltmek, geliştirmek ve korumaktır. CHP, 1950’de siyasi iktidarı kaybettiği rakibi Demokrat Parti’den başlayarak tüm sağ partiler karşısında bocaladı. Çok sayıda seçim kaybetti. Ancak yargı, ordu ve bürokrasideki egemenliğini korumasını bildi. Hükümetler sağ partilere geçerken devlet hep CHP’nin elinde kaldı. Devlet geleneği CHP’yi asıl tanımlayıcı unsur oldu; reform, statüko ve normlar bağlamında. Bunun bir de personel bakımından maddi bir nedeni var: CHP’ye oy veren elit kesim, okur-yazar, tahsilli ve entelektüeller yani orta sınıflar bilgi, kültür ve sanat tekelini korudukları, bürokratik ve teknokratik becerilere eğitimle sahip oldukları için devletin üst kademe yönetimi hep onlara tahsis edildi. Bu, “Mülkiye”, “Tıbbiye” ve “Harbiye” gibi seçkin Kemalist okullarla başarıldı. Ancak bu durum ilk kez AKP’yle kırıldı, değiştirildi ve üst yönetimler artık ülkücü, tarikatçı ve cemaatçi kadrolara verildi, hem de büyük ölçüde. Örneğin Dışişleri Bakanlığı, “monşer edebiyatı” yapılarak Egemen Bağış, Hakan Fidan gibi “Hariciye” kökenli olmayan isimlere teslim edildi. Öyle olunca da “devlet kuran” CHP, modern “liyakat” ve muhafazakâr “biat” kavramlarını karşıtlaştırarak modern sistemlere gönderme yaptı ve haklılığını iddia etti. Yani AKP, hükümet olmayı aşıp siyasi iktidarını yüceltip güçlendirdikçe “parti-devlet” haline geldi ve tüm devleti İslamileştirdi.

***

Öyle olunca da CHP, en iyi bildiği ve hep uygulayageldiği politikaya yöneldi: Devlet savunusu. Bunu da Anayasa’dan, AYM’den, yargıdan, üniversitelerden, güvenlik kuvvetlerinden, diğer devlet bürokrasisinden başlayarak bir devleti koruma ve kollama refleksiyle yaptı ancak demokrasiyi vurgulayarak. CHP, ismiyle müsemma bir “halk” partisi ama öncelikle bir “cumhuriyet” yani devlet partisi. CHP, politikasını uzun süre, devleti bildiği şekilde ayakta tutabilmek üzerine kurdu. Anayasa, güçler ayrılığı, adil hukuk, yurttaşlık, laik okullar, cinsiyet eşitliği vb. hep politikanın parametreleri oldu. Bir tek 70’lerin Ecevit’i tarım ve işçilik üzerinden egemen mülkiyet ilişkilerini sorgularken bir ölçüde sınıfsal tutum aldı ama CHP, kapitalizme ve sınıflar egemenliğine meydan okumadan (burjuvaziyi çünkü hep milli kabul etti), yoksulluğu ve eşitsizliği reformlarla çözebileceğini düşünerek sistem-içi formüllerle işi idare etti. Bu süreçte politikalarını zaman zaman “ulusalcı” denilen neredeyse Türk milliyetçiliğine savrularak yaparken (bilhassa Baykal ve Kılıçdaroğlu dönemlerinde) devleti, halkın refahı için bir beka meselesine istinaden varoluş (varlık-yokluk) derekesine indirgedi. Öyle yapınca da sokak partisi olmadı, eylemlerden uzak durdu, sınıfın bileşenleriyle (işçiler, sendikalar, köylüler vd.) taktik ittifaklarla yetindi, sosyal demokrat idealleri unuttu, demokrasiyi biçimselleştirip kurumsal çerçeveye hapsetti.

***

“19 Mart yargı darbesi”nin tetiklediği “Saraçhane Hareketi”yle birlikte bambaşka bir CHP ortaya çıktı. CHP, devlet ile milletin savaşını kesinlikle milletin kazanacağını iddia edip yüzünü halka çevirdi, ilk defa ve çok etkili bir şekilde. Sokağın sesi, önderi ve taşıyıcısı oldu. Genel Başkan Özgür Özel, Erdoğan’ın asimetrik devlet gücüne karşı gençliğin sokağını işaret etti. Sokak CHP’yi çağırınca parti, salonlardan çıkıp proaktif davranış sergilemeye başladı; yani olumsuz bir şeyin olmasını beklemek yerine yapılan erken değişikliklerle durumu kontrol altına almaya yöneldi. İmamoğlu’nun erkenden adaylığının tescillenmesi, birkaç taktik adımın rasyonalitesini sergiledi: 1) İmamoğlu ve Yavaş arasındaki adaylık belirsizliğini ortadan kaldırmak, 2) İmamoğlu’na düzenlenecek olası operasyonları boşa düşürmek, 3) erken seçim için öne doğru bir adım atıp hükümet üzerinde sandıkları getirme konusunda baskı oluşturmak, 4) adayın belirlenmesiyle propaganda çalışmalarına başlayıp ülkede bir erken seçim havası estirmek. Ancak AKP hükümeti erken davranıp İmamoğlu’nun diplomasının iptalinin ardından topyekûn CHP’li belediyelere çektiği operasyonlarla hem İmamoğlu’nu susturmayı amaçladı hem de CHP’nin “çalışan belediyeler”ini kriminalleştirdi. Bu hamlelerle karşısında CHP, zaten burnundan soluyan farklı toplumsal kesimlerin sesi olmaya karar verdi. Bardağı taşıran son damla misali son hukuksuz hareketlere karşı meşruiyeti ilk defa devletin sınırlarını çizdiği alan yerine militanca mücadelelerin verildiği sokağa indi. Tabiri caizse, CHP ilk kez, devletten halka giden popülizm yerine halktan devlete doğru bir çizgiyi radikalizm üzerinden yeniden formüle etti.

***

Çok ilginç, CHP sokağa inerken üst yöneticisinden parti emekçisine değin komple bir görüntü çizdi. “Saraçhane Hareketi”, aslında bir dizi mitingden ziyade çoklu eylem takviminin tüm Türkiye çapında renkli, farklı ve değişik bir muhalif repertuvarının ortaya çıkmasını sağladı. Böylece milliyetçisinden solcusuna, çalışanından emeklisine, yoksulundan orta sınıf mensubuna değin her kesimden insan, tıpkı Gezi’de olduğu gibi, sokak, cadde ve meydanlara aktılar. Üniversite hocaları, hekimler, öğrenciler, sanatçılar, yazarlar ve daha pek çok farklı toplumsal ve mesleki kesim, hukuk olmadan demokrasi olamayacağını haykırdılar. Yaşanan adaletsizlik, baskı, yalan-dolan, iftira, yoksulluk, enflasyon, kayırma, hile ve daha pek çok şey mahkum edildi. Tüm bu muhalif kabarışta CHP yönetimi önderlik taslamadan lider olmaya çalıştı fakat çoğu zaman da eylem mantığı, aklı ve pratiğinin bayağı gerisinde kaldı. Yine de Özgür Özel, gençlere gaz sıkılmaması ve onların dövülmemesi için çok çabaladı ama başarılı olamadı. Çünkü “Saraçhane Hareketi”nde birden çok cephe açıldı: Eylemler, yandaş medyanın manipülatif yayınları, kolluk güçlerinin orantısız müdahaleleri, makine gibi aleyhe çalışan yargı vd. inanılmaz bir gündem ağırlığıyla CHP’nin üzerine çöktü. Buna rağmen KONDA’nın yaptığı yeni kamuoyu yoklamasında halkın yüzde 73’nünün CHP’yi haklı bulduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla bu kez de vandal, terörist ve radikal eylemci mantığına sığınıp protesto ve muhalefeti itibarsızlaştırma ve gayrimeşru gösterme politikası bir işe yaramadı.

***

Çünkü artık toplumun neredeyse bütün kesimlerinde (TÜSİAD dahil) bir “yeter artık!” psikolojisi oluştu. Değişimin tam zamanı. Mızrak çuvala sığmaz oldu. İmamoğlu operasyonunun negatif etkileri de artmaya başladı: Döviz fırladı, MB bunu frenlemek için 30 milyar dolar sattı, borsada büyük kayıplar yaşandı, apolitik gençlik politikleşti, CHP’deki olası KK darbesi engellenmiş oldu, CHP ile halkın değişik kesimleri arasındaki güven ilişkisinin kurulmasıyla İmamoğlu’na ön seçimlerde 15 milyon oy çıktı ve önümüzdeki seçimlerde CHP adayı anketlerde şimdiden Erdoğan’a fark atmaya başladı. Öte yandan AKP-MHP iktidar bloğunun “sözde barış” süreci bir anda gündemden düştü, yoksulluk konuşulmaz oldu ve herkes hukuksuzlukları yine, yeniden konuşmaya başladı. Propaganda savaşlarında mezarlıkta kırılan bir iki taşa, gençlerin “vandallığı”na, polise “atılan” kezzap ve baltaya takılan iktidar, fırtına gibi eserek binden fazla genci gözaltına aldı, bazılarını da tutukladı. Bu şartlarda Türkiye sakince bir bayram geçirmeyecek gibi. Hükümet, bayram tatilini uzun tutarak piyasaların soğumasını hesaplıyor olabilir ancak kırılgan ekonomi çok ağır bir hasar aldı, artık yabancı yatırımcı ve sermaye bulmak ne kadar mümkün, bilinmez.

***

İmamoğlu olayı artık bir kırılma noktası. Olaylar hızlanacak gibi ama nereye gideceğini hiç kimse kestiremez. Toplumsal muhalefet birleşik bir halk gücü üzerinde yükselirse, meydan ve sokaklar boş kalmaz ancak okullardaki boykot, caddelerde polisle karşı karşıya gelme veya tüketimden gelen gücün kullanılması, sorunu çözmede belirleyici olamaz. Bu noktadan sonra, CHP değiştiği ve proaktif hale geçtiği için siyaset farklı yürüyecektir zira Kürtlerle “sözde barış” havasıyla olası hasım “uykuda” tutulurken CHP topyekûn tasfiye edilmeye çalışılıyor. Fakat bu imkânsız. Şöyle bir tarihe bakın: 1950’lerin DP’sinden 1980 ve 1990’lardaki ANAP, Refah ve DYP’sine değin, CHP’nin karşısına çıkan tüm siyasi partiler tasfiye oldu. CHP’nin tasfiye olmasını engelleyen birkaç özelliği var: 1) Atatürk sembolü ve imgesi: Bu, bir kült olarak alt, orta ve üst sınıfların tarihsel ve ikonik lider ihtiyacını karşılıyor. 2) Batılılaşma: Bunun içinde bilim, sanat ve kültüre değer vermeden liyakate, laikliğe, yurttaşlığa değin pek çok unsur var. 3) Ulusalcılık: Zaman zaman ırkçılığa doğru kaysa da “seküler milliyetçilik” olarak Türklere Ortadoğu ve İslam dışında/karşısında bir seçenek sunan ideolojik formasyon olarak kişilikleri biçimlendirmeye devam ediyor. 4) Kapitalizm: Serbest piyasa, özgür seçim ve bireysel mülkiyet anlamında CHP’nin yurttaşlara sunduğu ekonomi-politik, sert sınıf savaşı yerine korporatist bir dayanışma sunduğu için sınıf savaşından ziyade mesleki karşılıklılığı esas alarak sistem-içi çözümleri mümkün kılıyor. O yüzden CHP, KK ile girdiği muhafazakâr kesimlere açılma (helalleşme) politikasıyla bir yandan gelenekten kopmadığını iddia ediyor, öte yandan modernliğin her biçimini sahiplenmeyi sürdürüyor. Fakat şu soru hala ortada: CHP, artık eskisi gibi kamuculuk/devletçilik de yapmadığına göre özel sektörle birlikte toplumun hangi sorununu nasıl halledecek? Bu anlamda aslında CHP’nin halktan yana bir ekonomi politikası yok. Halkçı ama kapitalist, kamucu ama özel mülkiyet yanlısı vb. Dolayısıyla şu sert mücadele günlerinde demokrasi talebi ne kadar haklı olsa da sonrası belirsiz. Hele AKP’den bir enkaz devralınması durumunda, ki öyle görünüyor, ne yapılacak? (KEMAL İNAL - SENDİKA.ORG)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.