Öcalan’ın Çağrısı / GÜN ZİLELİ
Metnin sonunda Öcalan’ın “devletle… bütünleşmek”ten söz etmesi görüşlerinin en zaaflı yanıdır. “Devletle bütünleşmek” ulusal köleliğin ötesinde bireysel köleliğin de zeminidir. İki yüz yıldır toplumlar ve devrimler tarihinin tekrar tekrar kanıtladığı bu gerçeği bir kenara atmasını, Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullara bağlamaktan başka bir şey gelmiyor aklıma.
Elbette yorum yapmak için çok erken ama bu girişim ve çağrı öncesindeki farklı siyasi güçlerin tutumları için bir şeyler söyleyebiliriz.
Kısaca belirtecek olursam, bu konuda iktidarın da muhalefetin de tutumu olumsuz.
Muhalefet, Öcalan’ın “silah bırakma” açıklaması konusunda biraz da şaşkın ama esasen tepkisel. Öyle ki, bu tepkisellik, ulusalcı ve milliyetçi çevrelerin zaten bilinen Kürt aleyhtarı tepkilerinin bir tekrarı niteliğinde ama buna bir de “iktidarın çevirdiği dümenler” karşısında uyanık olma güdüleri ekleniyor. Örneğin YRP, iktidar partisiyle DEM Partinin anayasa değişikliği için işbirliği yapacağından kuşkulanıyor. CHP yönetimi bu konuda ihtiyatlı bir tutum alırken, CHP muhalefet çevrelerinin yaklaşımı pek parlak değil. CHP’li kimi meclis üyeleri “bebek katili” söylemlerine dönmüş, HalkTV ise “terörist başı” gibi tanımlamaları yeniden piyasaya sürmüş bulunuyor ki, bu çok tekinsiz bir gelişme. İYİP ve ZP gibi aşırı reaksiyoner partilerden hiç söz etmesem daha iyi olacak. DEM Parti ise, muhalefetini, sadece kendi belediyelerine kayyum atamayla kısıtlayarak asgari düzeye indirmiş durumda.
Öte yandan iktidar, “silah bırakma” girişiminden bu yana iyiden iyiye sertleşmekte. İktidar, bir yandan Öcalan’ın açıklama yapması için DEM Parti heyetinin İmralı’ya gitmesine olanak tanıyor ama diğer yandan, hem DEM Parti’li hem de CHP’li belediyelere kayyum atamayı, belediye başkanlarını tutuklayıp içeri atmayı sürdürüyor. Bu bir yana, iktidar, sanki PKK’ye yönelik açılımının toplumda “yanlış anlaşılması”nı önleme güdüsüyle, ortada fol yok yumurta yokken sola yönelik geniş tevkifatlara girişiyor. Sabaha karşı kapılar kırılıyor, “terörle mücadele” vb. ekipleri sabahın esselatında ortalığa dehşet salan görüntüler sergiliyor. Öyle ki, insana, “barış bu tür dehşet görüntüleriyle ve geniş tevkifatlarla gelecekse, hiç gelmesin daha iyi” dedirtecek bir baskı ortamı.
Sonuç olarak, iktidarıyla muhalefetiyle egemen siyasi güçlerin hiç de barışa hazır olmadıkları gözlemleniyor. Buna rağmen, sonunda Öcalan, beklenen açıklamasını yaptı. Nasıl bir açıklamaydı bu?
Şahsi kanaatimi söyleyecek olursam, diliyle, üslubuyla ve içeriğiyle tam da Abdullah Öcalan’a göre, beklediğim bir açıklamaydı. Sonuç olarak şaşırtmadı. Olumlu yanı, 26 yıldır hapiste ve tecrit altında tutulan bir insanın muhakeme yeteneğini yitirmemiş olması ve bu muhakeme çerçevesinde, kurduğu örgüte kendini dağıtma, silahları bırakma, sonuç olarak barış için tayin edici bir adım atma önerisinde bulunabilmesiydi.
Bununla birlikte, Öcalan’ın açıklamasında, belki ayrıntı olarak görülecek ama tartışılması, hatta eleştirilmesi gereken noktalar var. Eğer açıklamasını ciddiye alıyorsak, ki alınmalı, eleştirilecek noktaları da belirtmek zorunlu. Yazımın bundan sonraki kısmında bunu yapmaya çalışacağım.
Öcalan, PKK’nin varlık nedeninin ortadan kalkmasını birincil olarak “reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü”ne bağlıyor. Buradan benim çıkarttığım sonuç, Öcalan’ın ya da PKK’nin, mücadelesini “reelsosyalizme” fazlasıyla bağlamış olduğudur. Öcalan’ın üstü örtülü olarak ifade ettiği bence bu. Eğer böyleyse, bunun boş bir beklenti olduğu açıktır. Çünkü “reel sosyalizm” onların umduğu gibi bir şey değildi. Size ulusal çıkarları gerektirdiği için şurada destek verirler, şurada da, yine ulusal çıkarları gerektirdiği için anında satıverirler. (Örnek: 1946’da başında Sovyet desteğiyle kurulan Ortadoğu’daki Mahabad Cumhuriyeti’nin, 1946 sonunda Sovyetlerin çekilmesiyle yıkılması).
Öcalan, “ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler”den söz ediyor. Fazlasıyla iyimser bir görüş. Elbette, Kürt sorunu eskisine göre daha çok ve daha rahat tartışılabilmektedir. Bu kadarını söz konusu etseydi itirazım olmazdı. Ama genelde ifade özgürlüğünde gelişmeler olduğunu söylemek, bugün sırf fikirlerinden dolayı içeri atılan ve yıllardır içeride tutulan insanlara haksızlık oluyor. Kısaca belirtecek olursam, Türkiye’de “ifade özgürlüğü” konusunda eğer bir “gelişme” olmuşsa, bu gerileme yönünde bir “gelişme”dir. Bunun en iyi kanıtı, Öcalan’ın açıklamasından hemen sonra Kürt medyasının kimi hesaplarına anında yayın yasağı konmasıdır.
Öcalan, “Kapitalist modernitenin son 200 yılı”nın “Türk-Kürt ittifakını” “parçalamayı esas gaye edindiğini” söylüyor. Böyle kısıtlı bir metinde bir hayli iddialı ve kanıtlanması zor bir iddia. Ulusalcı unsurların bu “tespit”e fazlasıyla kafa salladıklarını görür gibiyim. Elbette “kapitalist modernite” kendi çıkarları gereği bu meseleye de parmak sokmuştur ama bu, böyle bir metinde araya sıkıştırılacak bir şey değil. Bence Öcalan, bu görüşü, Türk devletinin hoşuna gitsin diye ortaya atmış gibi görünüyor.
Öcalan, “Aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” demiş. Bu da aceleci ve toptancı bir yargı ve ezilen bir ulusa egemen devletle kayıtsız şartsız bütünleşmekten başka bir yol bırakmıyor. Oysa saydıklarının her biri, ezilen uluslar tarafından gündeme getirilmiş, çoğunlukla başarı kazanamamış ama gündemden de kalkmamıştır. Örneğin, Bask’lıların hâlâ sürdürdükleri özerklik mücadelesini nasıl görmezden gelebiliriz. Ya da Sözcü adlı kanalın sunucusunun, Öcalan’ın açıklamasının Kürtçe okunmasına bile tahammül edememesi, en azından “kültüralist” tutumların bugün de haklılığa sahip olduğunu göstermiyor mu? “Ben bunları doğru bulmuyorum” demek başkadır, “toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” diye kestirip atmak başka.
Metnin sonunda Öcalan’ın “devletle… bütünleşmek”ten söz etmesi görüşlerinin en zaaflı yanıdır. “Devletle bütünleşmek” ulusal köleliğin ötesinde bireysel köleliğin de zeminidir. İki yüz yıldır toplumlar ve devrimler tarihinin tekrar tekrar kanıtladığı bu gerçeği bir kenara atmasını, Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullara bağlamaktan başka bir şey gelmiyor aklıma.
(Gün Zileli, 28 Şubat 2025 - www.gunzileli.net - gunzileli@hotmail.com)