İşte açılım. İşte barışa uzanan muzaffer bir adım. Doğu illerine daha fazla hapishane.
Yine bir gece yarısı, devlet tutuştu.
Bin civarında tutuklu ve hükümlünün kaldığı Urfa Cezaevi’nden gelen dumanla TC devletinin bir kez daha paçasından tutuşmasına tanık olduk.
Hakikate ulaşma yollarımız hep dolambaçlı okumalarla çetrefilli yorumlara ulaşmak zorunda.
Hakikat, bu milletin başına en beklenmedik anda gelen bir felaket; başa çıkılması, idare edilmesi, törpülenip biçimlendirilmesi, evcilleştirilip yenir yutulur hale getirilmesi gereken anlatıdır.
Devletin görevi, yaşananla aramıza girivermek, ‘el çabukluğu marifet’ düsturuyla delilleri bir çırpıda ortadan kaldırmaktır.
Devlet, her an suçlu olduğunu iyi bilir. Ayakta kalabilmesini bu bilgiye borçludur.
Deprem olup binlerce kişi taş altında kaldığında bunun yalnız Tanrı’nın gazabı olmadığını biliriz. Pazarlamacı devletin rant adına, laçkalık, lagarlık, sorumsuzluk, körlük nedeniyle göz yumduğu, desteklediği yapılaşmanın gerçek katil olduğunu herkes bilir. En başta da devletin bütün aygıtları bunu bilir.
İlk iş savunmaya geçerler
Bu sebepledir, valisinden emniyet müdürüne, bakanından cumhurbaşkanına ilk iş savunmaya geçerler. Bu savunma makinesi, afetzedelerin çadırlarından çok daha önce ve çok daha büyük bir emekle kuruluverir.
Devlet yapısının her katmanına sirayet etmiş olan o tuhaf argo devreye sokulur.
Doğal afet. Katilsiz ölümler. Kader karşısında boynu bükük ve tevekkülle tembih edilmiş bir halk.
Bu tür afetleri iyi yönetmek, eksi 10 derecede günlerce çadırsız kalmış halkın protestosunu şiddetle bastıran polisler demektir. Her şeyini, bütün yakınlarını kaybetmiş insanların çığlıkları arkasında provokasyon aramak ve ilan etmektir.
Bu memlekette işçiler dikkatsizlikleri ve talihsizlikleri nedeniyle toplu ölümlere yazılır. İş güvenliği, sendikasızlık, taşeronluk kurumu ve benzeri nedenleri hatırlatmak da kışkırtıcılık, hainlik, bölücülüktür.
Evet, geçen gece yarısı yine devletin paçası tutuştu.
Yine devletin suçüstü yakalanma reaksiyonuna tanık olduk.
Panik halinde, belki onlarca kez üst üste, yanan koğuşun adli suçlular koğuşu olduğunun altını çizen vali, memleketin asal gerilim düğümünü bir kez daha işaret ediyordu.
BDP milletvekili İbrahim Aydın’ın da konuğu olduğu bu şirin cezaevimizin ve sorumluların bu yangında hayatını kaybeden 13 kişi ve onlarca yaralıya karşı hiçbir yanlışları olmamıştı. Mahkûmlar bir gece saat 11’de birbirlerine girmişler, hani adiler ya, birbirlerine kızıp yatağı yorganı ateşe vermiş, kendi kurdukları barikatları aşamadıkları için de yanıp gitmişlerdi.
Bir kez daha devlet suçüstü yakalandı
Vali Bey, bu coşkulu ve adeta muzaffer bir edayla yaptığı açıklamaların bir yerinde küçücük bir saptamasını da Başbakan’a bildirmiş. Meğer yanan koğuş 18 kişiyi kaldıracak kapasitede değilmiş. Eh, bu muamma kapısında bir çatlak işte. Satır aralarını, ruh hallerini, mimikleri, ah o masum dil sürçmelerini, özel telefon konuşmalarını, gizli yazışmaları ve benzeri malzemeyi değerlendirerek hakikate ulaşmak zorunda olan bu devletin bendeleri olarak bir şeyler anlamaya başladık, değil mi?
Haber gecenin ilk saatlerinde ajanslardan ‘İsyan’ başlığıyla geçiyordu üstelik. Valinin mahkûmlar arası kavga olduğu yönündeki ısrarlı açıklamalarına kadar, mahkûmların cezaevi koşullarını protesto amacıyla isyan başlattığını işitmiştik. Devletin suçüstü yakalanmanın verdiği şaşkınlıkla savunma refleksini devreye sokamadığı o küçük zaman aralığında.
İki saat içinde ‘Yangın’a dönüşen ‘İsyan’ başlığı da elbette bir şeyler anlatıyordu bu devletin sadık okurlarına.
Dün sabah da Adalet Bakın Sadullah Ergin halkın yüreğine sular serpmekle görevli hükümet arazözü idi. Onun da anlatısı delik deşik, dikkatli okumalara muhtaçtı. Öncelikle gardiyanların yangına müdahale için koğuşlardan içeri giremediklerini bildiriyordu. Kapıların önüne şilteleri yığarak barikat yapmışlar. Bundan ne anlamamız gerekiyor?
Cezaevi idaresine yönelik bir eylem içinde değillerse neden kapı önüne barikat yapmışlar? Yoksa toplu intihara karar vermiş bir sapkın tarikat eylemiyle mi karşı karşıyayız? Ergin, “Yangın öncesi cezaevi görevlilerinden ne bir istekte bulunulmuş ne o koğuştan bir ses işitilmiş” diyor. Bunun, evet bildiniz, ısrarla altını çiziyor.
Urfa’da 50 santigrat derece ısıda 18 kişiyi 12 kişilik olduğu söylenen avuç içi kadar bir koğuşa tıkıp onların klima taleplerini reddeden cezaevi yönetiminin elbette bir kusuru olamaz.
Ama Ergin’in bu konudaki savunması 2012 Türkiyesi’ni anlamak isteyen 500 yıl sonraki bir arkeolog için yeterli bir belge:
“Cezaevi kapasitesi konusunda Türkiye’de genel bir problem var. Bu sorun, alınan tedbirlerle makul bir düzeye geldi aslında ama bölgeler arasında farklar var. Şu an batıda bu daha rahat iken doğu illerinde doluluk oranı daha fazla. Bu problemi aşmak üzere bir eylem planımızı yürütmeye devam ediyoruz. Toplam 196 infaz kurumunun yapımı planlanmış durumda.”
İşte Kürt açılımı. İşte barışa atılmış muzaffer bir adım. Doğu illerine daha çok hapishane. Gerçi Kürtler öyle üst üste yatmaya alışık, mağaradan çıkmış ilkel insanlar ama yine de insanlık bizde kalsın. Onlar da 50 derece ısıda koyun koyuna yatmak zorunda kalmayacakları cezaevlerini hak ediyorlar.
Bir de zaten onların iyiliği için hazırlıklar yapılırken sabırsızlık edip birbirlerini yemişler. Bakan anlatıyor:
“Urfa E Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda özel bir durum da şudur: Bu cezaevinin arttırılmış kapasitesi 600 kişidir. Ama bu ceza infaz kurumunda, geçen aylarda bir bölümünde başlatılan tadilat vardır. Bu tadilat yapılan bölümdeki tutuklu ve hükümlüler de diğer bölümlere alınmıştır. Temmuz 10’dan itibaren müteahhidin sözleşmeye göre taahhüt edilen yeri teslim etmesi gerekiyor. Dolayısıyla 10 Temmuz’a kadar böyle bir sıkışıklık var. Bunun dışında birtakım nakillerle rahatlatılması söz konusu olacaktır.”
Henüz çok erken. Olayın ayrıntılarını zamanla öğreneceğiz. Elimizdeki bulmacanın parçalarının bütünleşmesi elbette zaman alacak. Bakan, bu konunun asla örtbas edilemeyeceğini de altını çize çize vurgulamış. Eksik olmasın. Havadan bombalanan 34 kişinin yanında fırında unutulan 13 kişinin sözü mü olur!
YILDIRIM TÜRKER / RADİKAL
Yine bir gece yarısı, devlet tutuştu.
Bin civarında tutuklu ve hükümlünün kaldığı Urfa Cezaevi’nden gelen dumanla TC devletinin bir kez daha paçasından tutuşmasına tanık olduk.
Hakikate ulaşma yollarımız hep dolambaçlı okumalarla çetrefilli yorumlara ulaşmak zorunda.
Hakikat, bu milletin başına en beklenmedik anda gelen bir felaket; başa çıkılması, idare edilmesi, törpülenip biçimlendirilmesi, evcilleştirilip yenir yutulur hale getirilmesi gereken anlatıdır.
Devletin görevi, yaşananla aramıza girivermek, ‘el çabukluğu marifet’ düsturuyla delilleri bir çırpıda ortadan kaldırmaktır.
Devlet, her an suçlu olduğunu iyi bilir. Ayakta kalabilmesini bu bilgiye borçludur.
Deprem olup binlerce kişi taş altında kaldığında bunun yalnız Tanrı’nın gazabı olmadığını biliriz. Pazarlamacı devletin rant adına, laçkalık, lagarlık, sorumsuzluk, körlük nedeniyle göz yumduğu, desteklediği yapılaşmanın gerçek katil olduğunu herkes bilir. En başta da devletin bütün aygıtları bunu bilir.
İlk iş savunmaya geçerler
Bu sebepledir, valisinden emniyet müdürüne, bakanından cumhurbaşkanına ilk iş savunmaya geçerler. Bu savunma makinesi, afetzedelerin çadırlarından çok daha önce ve çok daha büyük bir emekle kuruluverir.
Devlet yapısının her katmanına sirayet etmiş olan o tuhaf argo devreye sokulur.
Doğal afet. Katilsiz ölümler. Kader karşısında boynu bükük ve tevekkülle tembih edilmiş bir halk.
Bu tür afetleri iyi yönetmek, eksi 10 derecede günlerce çadırsız kalmış halkın protestosunu şiddetle bastıran polisler demektir. Her şeyini, bütün yakınlarını kaybetmiş insanların çığlıkları arkasında provokasyon aramak ve ilan etmektir.
Bu memlekette işçiler dikkatsizlikleri ve talihsizlikleri nedeniyle toplu ölümlere yazılır. İş güvenliği, sendikasızlık, taşeronluk kurumu ve benzeri nedenleri hatırlatmak da kışkırtıcılık, hainlik, bölücülüktür.
Evet, geçen gece yarısı yine devletin paçası tutuştu.
Yine devletin suçüstü yakalanma reaksiyonuna tanık olduk.
Panik halinde, belki onlarca kez üst üste, yanan koğuşun adli suçlular koğuşu olduğunun altını çizen vali, memleketin asal gerilim düğümünü bir kez daha işaret ediyordu.
BDP milletvekili İbrahim Aydın’ın da konuğu olduğu bu şirin cezaevimizin ve sorumluların bu yangında hayatını kaybeden 13 kişi ve onlarca yaralıya karşı hiçbir yanlışları olmamıştı. Mahkûmlar bir gece saat 11’de birbirlerine girmişler, hani adiler ya, birbirlerine kızıp yatağı yorganı ateşe vermiş, kendi kurdukları barikatları aşamadıkları için de yanıp gitmişlerdi.
Bir kez daha devlet suçüstü yakalandı
Vali Bey, bu coşkulu ve adeta muzaffer bir edayla yaptığı açıklamaların bir yerinde küçücük bir saptamasını da Başbakan’a bildirmiş. Meğer yanan koğuş 18 kişiyi kaldıracak kapasitede değilmiş. Eh, bu muamma kapısında bir çatlak işte. Satır aralarını, ruh hallerini, mimikleri, ah o masum dil sürçmelerini, özel telefon konuşmalarını, gizli yazışmaları ve benzeri malzemeyi değerlendirerek hakikate ulaşmak zorunda olan bu devletin bendeleri olarak bir şeyler anlamaya başladık, değil mi?
Haber gecenin ilk saatlerinde ajanslardan ‘İsyan’ başlığıyla geçiyordu üstelik. Valinin mahkûmlar arası kavga olduğu yönündeki ısrarlı açıklamalarına kadar, mahkûmların cezaevi koşullarını protesto amacıyla isyan başlattığını işitmiştik. Devletin suçüstü yakalanmanın verdiği şaşkınlıkla savunma refleksini devreye sokamadığı o küçük zaman aralığında.
İki saat içinde ‘Yangın’a dönüşen ‘İsyan’ başlığı da elbette bir şeyler anlatıyordu bu devletin sadık okurlarına.
Dün sabah da Adalet Bakın Sadullah Ergin halkın yüreğine sular serpmekle görevli hükümet arazözü idi. Onun da anlatısı delik deşik, dikkatli okumalara muhtaçtı. Öncelikle gardiyanların yangına müdahale için koğuşlardan içeri giremediklerini bildiriyordu. Kapıların önüne şilteleri yığarak barikat yapmışlar. Bundan ne anlamamız gerekiyor?
Cezaevi idaresine yönelik bir eylem içinde değillerse neden kapı önüne barikat yapmışlar? Yoksa toplu intihara karar vermiş bir sapkın tarikat eylemiyle mi karşı karşıyayız? Ergin, “Yangın öncesi cezaevi görevlilerinden ne bir istekte bulunulmuş ne o koğuştan bir ses işitilmiş” diyor. Bunun, evet bildiniz, ısrarla altını çiziyor.
Urfa’da 50 santigrat derece ısıda 18 kişiyi 12 kişilik olduğu söylenen avuç içi kadar bir koğuşa tıkıp onların klima taleplerini reddeden cezaevi yönetiminin elbette bir kusuru olamaz.
Ama Ergin’in bu konudaki savunması 2012 Türkiyesi’ni anlamak isteyen 500 yıl sonraki bir arkeolog için yeterli bir belge:
“Cezaevi kapasitesi konusunda Türkiye’de genel bir problem var. Bu sorun, alınan tedbirlerle makul bir düzeye geldi aslında ama bölgeler arasında farklar var. Şu an batıda bu daha rahat iken doğu illerinde doluluk oranı daha fazla. Bu problemi aşmak üzere bir eylem planımızı yürütmeye devam ediyoruz. Toplam 196 infaz kurumunun yapımı planlanmış durumda.”
İşte Kürt açılımı. İşte barışa atılmış muzaffer bir adım. Doğu illerine daha çok hapishane. Gerçi Kürtler öyle üst üste yatmaya alışık, mağaradan çıkmış ilkel insanlar ama yine de insanlık bizde kalsın. Onlar da 50 derece ısıda koyun koyuna yatmak zorunda kalmayacakları cezaevlerini hak ediyorlar.
Bir de zaten onların iyiliği için hazırlıklar yapılırken sabırsızlık edip birbirlerini yemişler. Bakan anlatıyor:
“Urfa E Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda özel bir durum da şudur: Bu cezaevinin arttırılmış kapasitesi 600 kişidir. Ama bu ceza infaz kurumunda, geçen aylarda bir bölümünde başlatılan tadilat vardır. Bu tadilat yapılan bölümdeki tutuklu ve hükümlüler de diğer bölümlere alınmıştır. Temmuz 10’dan itibaren müteahhidin sözleşmeye göre taahhüt edilen yeri teslim etmesi gerekiyor. Dolayısıyla 10 Temmuz’a kadar böyle bir sıkışıklık var. Bunun dışında birtakım nakillerle rahatlatılması söz konusu olacaktır.”
Henüz çok erken. Olayın ayrıntılarını zamanla öğreneceğiz. Elimizdeki bulmacanın parçalarının bütünleşmesi elbette zaman alacak. Bakan, bu konunun asla örtbas edilemeyeceğini de altını çize çize vurgulamış. Eksik olmasın. Havadan bombalanan 34 kişinin yanında fırında unutulan 13 kişinin sözü mü olur!
YILDIRIM TÜRKER / RADİKAL