Şimdi
aylardan Eylül, günlerden okul zamanı…
Bu hafta milyonlarca öğrenci için okullar açıldı… Sanıyorsunuz!
Okul yaşında olan tüm çocuklar sabahları erkenden kalktı, heyecanla hazırlandı, çantalarını kapıp okullarına kavuştu… Sanıyorsunuz!
Kapılar ardına kadar açılırken sınıflarda, gülümseyerek karşıladı öğretmenler öğrencilerini, sevgiyle sarıldılar, keyifle yeni bilgiler aktarmaya başladılar öğrencilerine... Sanıyorsunuz!
O çocuklardan bir ya da bir kaçı, sizin çocuğunuz, yeğeniniz veya en yakın arkadaşınızın çocuğu. Formasını giymiş bir minik, olanca heyecanıyla arkadaşlarıyla teneffüste hangi oyunları oynadıklarını anlatarak başlıyor söze. Cicili bicili çantasını gösteriyor gururla…
Ne kadar güzel bir tablo, değil mi?
Hayır, değil işte! Siz öyle “sanıyorsunuz” sadece. Çünkü bu yukarıda betimlediğim güzel tablo, bu ülkede yaşamak zorunda olan bütün çocukların hayat gerçeği değil. Olamıyor. Hatta daha vahimi, olmasına izin verilmiyor. Geçen yıl Nazım Özgün’e okul arama maceramızın başlangıcında, sevgili Elif Key’in yazısına attığı başlık noktasında duruyoruz hala, çünkü okullar “öyle çocuklar için açılmıyor..."
Bu ülkede, "farklı" olana uygulanan derin ayrımcılık, her okul yılı başlangıcında özel gereksinimli çocukların ve ailelerinin hayatını karartıyor. Ve biz her yıl, okulsuz kalan, vatandaşlık hakkı olan eğitimden mahrum bırakılan bir çocuğumuzun hikayesinde, hep aynı vahşi kısır döngüyü yeni baştan yaşıyoruz. Kırılıyoruz. Acıyan ve sözde merhamet eden gözleri görmek istemiyoruz artık, ayrımcılık bitsin istiyoruz. Bir yandan yasalarla sözde güvence altına alındığı halde uygulamada yokuş aşağı giden devlet mekanizması ile mücadele ediyoruz, sesimizi devlete duyurmaya çalışıyoruz, öte yandan kötü bakışlar ve “istemeyiz” çığlıklarıyla kaplı yüzlerden bunalarak, acımasız yaftalar, kapalı kapılar ve yükselen duvarlara toslaya toslaya acıyan kalbimizi okulsuz kalan çocuklarımızdan saklamaya çalışıyoruz. Beyaz yalanlarla avutmaya çalışıyoruz onları. Ve tabii ki beceremiyoruz! Kim becerebilir ki?
İstenmiyor olmak, farklı olduğu için cezalandırılmak, ayrımcılığı hiç bir zaman pozitif değil hep negatif anlamda yaşamak zorunda kalmak, bu ülkede yaşayan yüz binlerce farklı çocuğun kaderi gibi. Ötekileştirme, toplumun ruhuna işlemiş sanki!
Anne veya baba olmak, müthiş bir benmerkezcilikle birlikte bazen insanlığımızı unutturuyor. Vicdanlar o kadar körelmiş ki, engelli çocuk doğurmamak bir meziyet veya büyük başarı kabul ediliyor! Söyler misiniz bana, hangi hakla kendi çocuğunuzun sahip olduğu eğitim hakkı eşitliğinden özel gereksinimli çocuğun yararlanmasını engelliyorsunuz?
Bilmiyorsunuz ki, farklı gelişim gösteren çocuklarımıza ancak mutlak gerekli şanslar tanınırsa, yaşama aktif olarak katılma ve toplumda bir birey olarak var olma çabaları sonuç alabilir. Bilmiyorsunuz ki, çocuklar bir arada ve birbirinden görerek öğrenir.
Siz bilmek de istemiyorsunuz aslında, sizi sadece kendi “doğal gelişen” çocuğunuz ilgilendiriyor, sizin yavrunuz hoplaya zıplaya okula giderken, yan apartmanda bir pencereden içini çekerek bakan çocuğun hisleri hiç ilgilendirmiyor sizi.
O kadar bilinçsiz, o kadar bencil ve o kadar bilgisizsiniz ki, kendi çocuğunuzun sınıfında o tuhaf-garip-az konuşan-konuşamayan-gözünüze bakmayan-arada sırada yüksek sesle bağıran- farklı davranan çocuğu istemiyorsunuz. İnsan hakkı da, kalp kırıklığı hissi de umurunuzda değil sizin! Hatta o derece cahilsiniz ki, gelişim bozukluğu aynı sınıfın içinde bir diğer çocuğa bulaşır sanıyorsunuz! Kendiniz gibi yetiştirdiğiniz oğlunuza arkadaşının elinden tutmasını söylemek yerine “uzak dur benden geri zekalı” demeyi öğrettiğiniz için, haykırarak ağlayan “o çocuk” sınıf düzenini bozuyor ya hani, o düzen kırılıp paramparça olan küçük bir kalpten daha değerli sizin için!
Bilmediğiniz veya umurunuzda olmayan bir başka bilgi daha: Bir çocuğun anayasal eğitim hakkını elinden almak suçtur ve çok sayıda okul, siz çok sayın “diğer veliler”in baskısı altında, “velilerimiz istemez” bahanesine sığınarak suç işlemeye devam ediyor, her şeyi kalıbına uydurarak!
Bahçenin köşesinden parmakla gösterilen, oyunlara alınmayan, sürekli dalga geçilen, eşyaları atılıp kırılan veya saklanan, ezilen, hatta şiddet gören çocuğu iyi tanıyorum ben… Okullara kabul edilmediği zaman ne kadar acı çektiğini, istenmiyor olmanın küçük ruhunda kopardığı fırtınaları, ne konuşulduğunu tam anlamadığı için, birileri kendisi hakkında ahkam keserken, hayatıyla nasıl oynandığını sadece hissettiğini… Koca sınıfta kimsenin merhaba demediği tek çocuk olmanın derin sızısını… Çok iyi biliyorum, çünkü oğlumun farklılıkları kabul edilmemiş kırgın ruhunu yansıtan kara gözlerinde görüyorum!*
Size iki gerçek hikaye anlatmak istiyorum bugün. Diliyorum ki, Yeşim ile Beril’in, Zehra ile Mete’nin hikayeleri kalbinizin kuytu köşesinde saklanmış vicdanınıza dokunsun.
Beril Zorlu, otizm yolculuğumuzda tanıma keyfini yaşadığım can yoldaşlarımdan Yeşim Bayındır Zorlu'nun kızı 15 yaşında. 2 yaşındayken otizm teşhisi alan Beril, yoğun eğitimle çok ilerleme kaydetti. İzmir’de yaşayan Beril'i hayata bağlayan tutkusu müzik. 2.5 yıldır piyano dersi alan ve iki kez bireysel konser veren Beril’in mezun olduğu 9 Eylül Ortaokulu düzenlediği Yönetsel Rapor’da "eğitimine güzel sanatlarda devam etmeli" diyor. Beril, çok çalışarak sağlıklı çocuklarla eşit şartlarda yarıştığı güzel sanatlar lisesinin özel yetenek sınavlarına girdi.
İzmir Ümran Baradan Güzel Sanatlar Lisesi’nin ilk sınavında ‘kazanamadığı’ açıklandı, boş kontenjanlar için yapılan ikinci sınavda okulun internet sitesinde adı ‘Kazandı’ diye ilan edildi. Bütün gece kutlama yapan ailenin sevinci, aynı gece Beril’in isminin kazananlar listesinden çıkarılıp, yerine başka bir isim konmasıyla söndü gitti.
Okul yönetimi listeden adının çıkarılmasını “Kızınız yeteneksiz, hatalı liste yayınlanmış, zaten bu okulda okuyamaz” açıklamasıyla savundu. Beril'in "yeteneksiz" olduğuna okul tarafından inandırılan İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü de konuya müdahil olmayı başlangıçta kabul etmedi. Böylece Beril, sınavı kazandığı halde, okulsuz kaldı!
Beril’e yapılan haksızlık medyaya yansıyıp, sosyal mecralarda biz aileler tepki göstermeye başlayınca, geçtiğimiz Nisan ayında Otizm Platformu ile ortaklaşa Otizm Eylem Planı’na imza atan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Beril’in durumunda mevzuat hatası yapıldığını ve konuyu takip ettiğini duyurdu. Son bir haftadır, Milli Eğitim Bakanlığı, İzmir İl Mili Eğitim Müdürlüğü ve MEB Özel Eğitim Genel Müdürlüğü arasında mekik dokuyan Yeşim’den aldığım son bilgiye göre, hala bir gelişme olmadı. Beril her gün annesine “Yarın?” diye soruyor, ama sorusunun cevabı henüz yok!
Umutla bekleyen Zorlu ailesi Beril için hukuksal süreç başlatıyor. Beril’in annesi Yeşim, okula “Kaynaştırma öğrencisi olduğu için özel düzenleme yapılmasını” istemek için gittiğinde okul müdürünün “Burası kaynaştırma okulu değil” dediğini anlatıyor. Yeşim, "Kapılar zaten hep bu çocukların yüzüne kapanıyor. Üstelik onları istemeyenler arasında eğitimciler olması çok üzücü” derken ne hissediyor, çok iyi biliyorum! En acısı da bu zaten, dehşet verici ayrımcılığı ancak yaşayan anlıyor, bir de vicdanı olan bir avuç dost yürek…
Zehra’nın oğlu Mete ise atipik otizmli/Asperger Sendromlu. Bu yıl 4. sınıfa geçen Mete’nin kaynaştırma raporundan öte, ışıl ışıl gülen gözleri, arkadaşları ile aynı sınıfta okumaktan aldığı keyfi gösteriyor. Ama Mete’nin sınıf arkadaşları değil onunla oynamak, yanlarında durmasına bile izin vermiyorlar. Mete’nin sınıf arkadaşlarının aileleri, önce sınıf öğretmenine “bu çocuğu sınıfta istemiyoruz” baskısı yapıyor, böylece öğretmen Zehra’ya “kariyerimle oynuyorsunuz” suçlamasını savuruyor. Oğluna başka bir okul arayışına giren Zehra, İstanbul Anadolu yakasında 7 farklı okul ile görüşüyor, sonuç hep aynı.
Fenerbahçe Koleji, Marmara Eğitim Kurumları, Bostancı Doğa Koleji, Coşkun Koleji, Günhan Koleji, Anafen Koleji ve Tekden Koleji, “biz oğlunuza uygun ortamı sağlayamayız, zaten velilerimiz de istemez” sudan bahanesi ile Mete ile Zehra’nın yüzüne kapılarını kapatıyor. Oysa Milli Eğitim’e bağlı okulların kaynaştırma genelgesine göre uygun ortamı sağlamaları ve kaynaştırma raporlu öğrencileri zorluk çıkarmadan kaydetmeleri gerekiyor.
Sonuçta, uzun ve yıpratıcı bir süreçten sonra Mete kendi okulunda kalıyor ama nasıl? Diğer velilerin “sınıfımızda istemiyoruz” dilekçeleri ile Mete’nin sınıfı değiştiriliyor. Çok şükür ki, bilinçli bir eğitimci olan müdür “Mete’nin de her çocuk gibi bu okulda okumaya hakkı var” diyerek ona sahip çıkıyor. Mete’cik belki bu yıl okulsuz kalmaktan kurtuluyor ama, seneye hangi ortaokula gideceği koca bir belirsizlik. Bu yıl boyunca sözde arkadaşlarından göreceği ayrımcılığın ürkütücü boyutu ise gerçek! Okulun ilk günü, onu sınıfında istemeyen eski öğretmenini gören Mete, içindeki kırgınlığı bir güzel öğretmenin yüzüne haykırıyor: “Sen beni istemedin, beni hiç sevmedin, ben de seni sevmiyorum artık!”*
Çok iyi biliyorum ki, Beril ile Mete’nin hikayeleri, geçtiğimiz yıl Nazım Özgün’e okul arama mücadelemiz gibi ne ilk, ne de son... Okullar açıldığından beri sürekli benzer hikayeler dinliyorum. Ne ders alıyorlar, ne düzeni değiştiriyorlar, ne de çocuklarımızın haklarını gasp etmekten vazgeçiyorlar! Düşünüyorum, neden eğitimciler hiç bir zaman bir çocuğun hayatını nasıl engellediklerini anlamıyor? Neden diğer aileler farklı olana karşı bu kadar tepkili, bunca vicdansız, bunca sevgisiz? Neden anlamıyorsunuz, otizmli bir çocuğun hayatı zaten hep mücadele içinde geçiyor, önüne diktiğiniz sevgisizlik duvarları ile yüzüne çarptığınız kapıları çoğaltınca ne geçiyor elinize?
Farkında mısınız, ötekileştirme ve ayrımcılığın her boyutu, bir arada ve birbirimizi olduğumuz gibi kabul ederek yaşama becerimizi köreltiyor…
Biz çocuklarımızın yaşamsal eğitim hakları için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Doğal gelişim gösteren çocuk ebeveynleri, toplumsal yaşamı bizimle ve çocuklarımızla paylaşmayı öğrenmek zorunda. Okullarımızda devlet veya özel ayrımı olmadan, kaynaştırmaya uygun düzenlemelerin acilen yapılması gerekiyor. Lütfen, çocuğunuzun sınıfında farklı gelişim gösteren bir çocuğun olmasının, farklılıkları yaşayarak öğrenecek kendi çocuğunuza da faydası olacağını anlamaya çalışın. Bırakın, tüm çocuklarımız bir arada birbirlerine destek olarak, yaşamı paylaşarak büyüsün!
Kendinizi bir anlığına Yeşim’in veya Zehra’nın yerine koyun. Beril sizin kızınız olsaydı, ona neden okula gidemeyeceğini nasıl açıklardınız? Mete, “öğretmenim beni neden istemedi?” diye sorduğunda, verecek bir cevabınız var mı?
Nazım Özgün bu hafta okulun ilk günü eve döndüğünde, yeni derslerinden, değişen öğretmenlerinden veya pek beğendiği yeni kitaplarından önce, büyük bir sevinç ve heyecanla anlatıyor: “Biliyor musun Anniş, bugün tam 5 tane arkadaşım bana “merhaba” dedi!“
Bir küçücük merhaba’nın derin dostluk etkisini bilen yüreklere sahip çocuklar büyüsün bu ülkede… Varlığıyla ezen değil, dostluğuyla iyiliğini gösteren insanlar olarak yetişsinler!
M. İREM AFŞİN - http://www.hthayat.com/yazarlar/m-irem-afsin/1016525-birkac-kucuk-kirik-kalp
Bu hafta milyonlarca öğrenci için okullar açıldı… Sanıyorsunuz!
Okul yaşında olan tüm çocuklar sabahları erkenden kalktı, heyecanla hazırlandı, çantalarını kapıp okullarına kavuştu… Sanıyorsunuz!
Kapılar ardına kadar açılırken sınıflarda, gülümseyerek karşıladı öğretmenler öğrencilerini, sevgiyle sarıldılar, keyifle yeni bilgiler aktarmaya başladılar öğrencilerine... Sanıyorsunuz!
O çocuklardan bir ya da bir kaçı, sizin çocuğunuz, yeğeniniz veya en yakın arkadaşınızın çocuğu. Formasını giymiş bir minik, olanca heyecanıyla arkadaşlarıyla teneffüste hangi oyunları oynadıklarını anlatarak başlıyor söze. Cicili bicili çantasını gösteriyor gururla…
Ne kadar güzel bir tablo, değil mi?
Hayır, değil işte! Siz öyle “sanıyorsunuz” sadece. Çünkü bu yukarıda betimlediğim güzel tablo, bu ülkede yaşamak zorunda olan bütün çocukların hayat gerçeği değil. Olamıyor. Hatta daha vahimi, olmasına izin verilmiyor. Geçen yıl Nazım Özgün’e okul arama maceramızın başlangıcında, sevgili Elif Key’in yazısına attığı başlık noktasında duruyoruz hala, çünkü okullar “öyle çocuklar için açılmıyor..."
Bu ülkede, "farklı" olana uygulanan derin ayrımcılık, her okul yılı başlangıcında özel gereksinimli çocukların ve ailelerinin hayatını karartıyor. Ve biz her yıl, okulsuz kalan, vatandaşlık hakkı olan eğitimden mahrum bırakılan bir çocuğumuzun hikayesinde, hep aynı vahşi kısır döngüyü yeni baştan yaşıyoruz. Kırılıyoruz. Acıyan ve sözde merhamet eden gözleri görmek istemiyoruz artık, ayrımcılık bitsin istiyoruz. Bir yandan yasalarla sözde güvence altına alındığı halde uygulamada yokuş aşağı giden devlet mekanizması ile mücadele ediyoruz, sesimizi devlete duyurmaya çalışıyoruz, öte yandan kötü bakışlar ve “istemeyiz” çığlıklarıyla kaplı yüzlerden bunalarak, acımasız yaftalar, kapalı kapılar ve yükselen duvarlara toslaya toslaya acıyan kalbimizi okulsuz kalan çocuklarımızdan saklamaya çalışıyoruz. Beyaz yalanlarla avutmaya çalışıyoruz onları. Ve tabii ki beceremiyoruz! Kim becerebilir ki?
İstenmiyor olmak, farklı olduğu için cezalandırılmak, ayrımcılığı hiç bir zaman pozitif değil hep negatif anlamda yaşamak zorunda kalmak, bu ülkede yaşayan yüz binlerce farklı çocuğun kaderi gibi. Ötekileştirme, toplumun ruhuna işlemiş sanki!
Anne veya baba olmak, müthiş bir benmerkezcilikle birlikte bazen insanlığımızı unutturuyor. Vicdanlar o kadar körelmiş ki, engelli çocuk doğurmamak bir meziyet veya büyük başarı kabul ediliyor! Söyler misiniz bana, hangi hakla kendi çocuğunuzun sahip olduğu eğitim hakkı eşitliğinden özel gereksinimli çocuğun yararlanmasını engelliyorsunuz?
Bilmiyorsunuz ki, farklı gelişim gösteren çocuklarımıza ancak mutlak gerekli şanslar tanınırsa, yaşama aktif olarak katılma ve toplumda bir birey olarak var olma çabaları sonuç alabilir. Bilmiyorsunuz ki, çocuklar bir arada ve birbirinden görerek öğrenir.
Siz bilmek de istemiyorsunuz aslında, sizi sadece kendi “doğal gelişen” çocuğunuz ilgilendiriyor, sizin yavrunuz hoplaya zıplaya okula giderken, yan apartmanda bir pencereden içini çekerek bakan çocuğun hisleri hiç ilgilendirmiyor sizi.
O kadar bilinçsiz, o kadar bencil ve o kadar bilgisizsiniz ki, kendi çocuğunuzun sınıfında o tuhaf-garip-az konuşan-konuşamayan-gözünüze bakmayan-arada sırada yüksek sesle bağıran- farklı davranan çocuğu istemiyorsunuz. İnsan hakkı da, kalp kırıklığı hissi de umurunuzda değil sizin! Hatta o derece cahilsiniz ki, gelişim bozukluğu aynı sınıfın içinde bir diğer çocuğa bulaşır sanıyorsunuz! Kendiniz gibi yetiştirdiğiniz oğlunuza arkadaşının elinden tutmasını söylemek yerine “uzak dur benden geri zekalı” demeyi öğrettiğiniz için, haykırarak ağlayan “o çocuk” sınıf düzenini bozuyor ya hani, o düzen kırılıp paramparça olan küçük bir kalpten daha değerli sizin için!
Bilmediğiniz veya umurunuzda olmayan bir başka bilgi daha: Bir çocuğun anayasal eğitim hakkını elinden almak suçtur ve çok sayıda okul, siz çok sayın “diğer veliler”in baskısı altında, “velilerimiz istemez” bahanesine sığınarak suç işlemeye devam ediyor, her şeyi kalıbına uydurarak!
Bahçenin köşesinden parmakla gösterilen, oyunlara alınmayan, sürekli dalga geçilen, eşyaları atılıp kırılan veya saklanan, ezilen, hatta şiddet gören çocuğu iyi tanıyorum ben… Okullara kabul edilmediği zaman ne kadar acı çektiğini, istenmiyor olmanın küçük ruhunda kopardığı fırtınaları, ne konuşulduğunu tam anlamadığı için, birileri kendisi hakkında ahkam keserken, hayatıyla nasıl oynandığını sadece hissettiğini… Koca sınıfta kimsenin merhaba demediği tek çocuk olmanın derin sızısını… Çok iyi biliyorum, çünkü oğlumun farklılıkları kabul edilmemiş kırgın ruhunu yansıtan kara gözlerinde görüyorum!*
Size iki gerçek hikaye anlatmak istiyorum bugün. Diliyorum ki, Yeşim ile Beril’in, Zehra ile Mete’nin hikayeleri kalbinizin kuytu köşesinde saklanmış vicdanınıza dokunsun.
Beril Zorlu, otizm yolculuğumuzda tanıma keyfini yaşadığım can yoldaşlarımdan Yeşim Bayındır Zorlu'nun kızı 15 yaşında. 2 yaşındayken otizm teşhisi alan Beril, yoğun eğitimle çok ilerleme kaydetti. İzmir’de yaşayan Beril'i hayata bağlayan tutkusu müzik. 2.5 yıldır piyano dersi alan ve iki kez bireysel konser veren Beril’in mezun olduğu 9 Eylül Ortaokulu düzenlediği Yönetsel Rapor’da "eğitimine güzel sanatlarda devam etmeli" diyor. Beril, çok çalışarak sağlıklı çocuklarla eşit şartlarda yarıştığı güzel sanatlar lisesinin özel yetenek sınavlarına girdi.
İzmir Ümran Baradan Güzel Sanatlar Lisesi’nin ilk sınavında ‘kazanamadığı’ açıklandı, boş kontenjanlar için yapılan ikinci sınavda okulun internet sitesinde adı ‘Kazandı’ diye ilan edildi. Bütün gece kutlama yapan ailenin sevinci, aynı gece Beril’in isminin kazananlar listesinden çıkarılıp, yerine başka bir isim konmasıyla söndü gitti.
Okul yönetimi listeden adının çıkarılmasını “Kızınız yeteneksiz, hatalı liste yayınlanmış, zaten bu okulda okuyamaz” açıklamasıyla savundu. Beril'in "yeteneksiz" olduğuna okul tarafından inandırılan İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü de konuya müdahil olmayı başlangıçta kabul etmedi. Böylece Beril, sınavı kazandığı halde, okulsuz kaldı!
Beril’e yapılan haksızlık medyaya yansıyıp, sosyal mecralarda biz aileler tepki göstermeye başlayınca, geçtiğimiz Nisan ayında Otizm Platformu ile ortaklaşa Otizm Eylem Planı’na imza atan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Beril’in durumunda mevzuat hatası yapıldığını ve konuyu takip ettiğini duyurdu. Son bir haftadır, Milli Eğitim Bakanlığı, İzmir İl Mili Eğitim Müdürlüğü ve MEB Özel Eğitim Genel Müdürlüğü arasında mekik dokuyan Yeşim’den aldığım son bilgiye göre, hala bir gelişme olmadı. Beril her gün annesine “Yarın?” diye soruyor, ama sorusunun cevabı henüz yok!
Umutla bekleyen Zorlu ailesi Beril için hukuksal süreç başlatıyor. Beril’in annesi Yeşim, okula “Kaynaştırma öğrencisi olduğu için özel düzenleme yapılmasını” istemek için gittiğinde okul müdürünün “Burası kaynaştırma okulu değil” dediğini anlatıyor. Yeşim, "Kapılar zaten hep bu çocukların yüzüne kapanıyor. Üstelik onları istemeyenler arasında eğitimciler olması çok üzücü” derken ne hissediyor, çok iyi biliyorum! En acısı da bu zaten, dehşet verici ayrımcılığı ancak yaşayan anlıyor, bir de vicdanı olan bir avuç dost yürek…
Zehra’nın oğlu Mete ise atipik otizmli/Asperger Sendromlu. Bu yıl 4. sınıfa geçen Mete’nin kaynaştırma raporundan öte, ışıl ışıl gülen gözleri, arkadaşları ile aynı sınıfta okumaktan aldığı keyfi gösteriyor. Ama Mete’nin sınıf arkadaşları değil onunla oynamak, yanlarında durmasına bile izin vermiyorlar. Mete’nin sınıf arkadaşlarının aileleri, önce sınıf öğretmenine “bu çocuğu sınıfta istemiyoruz” baskısı yapıyor, böylece öğretmen Zehra’ya “kariyerimle oynuyorsunuz” suçlamasını savuruyor. Oğluna başka bir okul arayışına giren Zehra, İstanbul Anadolu yakasında 7 farklı okul ile görüşüyor, sonuç hep aynı.
Fenerbahçe Koleji, Marmara Eğitim Kurumları, Bostancı Doğa Koleji, Coşkun Koleji, Günhan Koleji, Anafen Koleji ve Tekden Koleji, “biz oğlunuza uygun ortamı sağlayamayız, zaten velilerimiz de istemez” sudan bahanesi ile Mete ile Zehra’nın yüzüne kapılarını kapatıyor. Oysa Milli Eğitim’e bağlı okulların kaynaştırma genelgesine göre uygun ortamı sağlamaları ve kaynaştırma raporlu öğrencileri zorluk çıkarmadan kaydetmeleri gerekiyor.
Sonuçta, uzun ve yıpratıcı bir süreçten sonra Mete kendi okulunda kalıyor ama nasıl? Diğer velilerin “sınıfımızda istemiyoruz” dilekçeleri ile Mete’nin sınıfı değiştiriliyor. Çok şükür ki, bilinçli bir eğitimci olan müdür “Mete’nin de her çocuk gibi bu okulda okumaya hakkı var” diyerek ona sahip çıkıyor. Mete’cik belki bu yıl okulsuz kalmaktan kurtuluyor ama, seneye hangi ortaokula gideceği koca bir belirsizlik. Bu yıl boyunca sözde arkadaşlarından göreceği ayrımcılığın ürkütücü boyutu ise gerçek! Okulun ilk günü, onu sınıfında istemeyen eski öğretmenini gören Mete, içindeki kırgınlığı bir güzel öğretmenin yüzüne haykırıyor: “Sen beni istemedin, beni hiç sevmedin, ben de seni sevmiyorum artık!”*
Çok iyi biliyorum ki, Beril ile Mete’nin hikayeleri, geçtiğimiz yıl Nazım Özgün’e okul arama mücadelemiz gibi ne ilk, ne de son... Okullar açıldığından beri sürekli benzer hikayeler dinliyorum. Ne ders alıyorlar, ne düzeni değiştiriyorlar, ne de çocuklarımızın haklarını gasp etmekten vazgeçiyorlar! Düşünüyorum, neden eğitimciler hiç bir zaman bir çocuğun hayatını nasıl engellediklerini anlamıyor? Neden diğer aileler farklı olana karşı bu kadar tepkili, bunca vicdansız, bunca sevgisiz? Neden anlamıyorsunuz, otizmli bir çocuğun hayatı zaten hep mücadele içinde geçiyor, önüne diktiğiniz sevgisizlik duvarları ile yüzüne çarptığınız kapıları çoğaltınca ne geçiyor elinize?
Farkında mısınız, ötekileştirme ve ayrımcılığın her boyutu, bir arada ve birbirimizi olduğumuz gibi kabul ederek yaşama becerimizi köreltiyor…
Biz çocuklarımızın yaşamsal eğitim hakları için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Doğal gelişim gösteren çocuk ebeveynleri, toplumsal yaşamı bizimle ve çocuklarımızla paylaşmayı öğrenmek zorunda. Okullarımızda devlet veya özel ayrımı olmadan, kaynaştırmaya uygun düzenlemelerin acilen yapılması gerekiyor. Lütfen, çocuğunuzun sınıfında farklı gelişim gösteren bir çocuğun olmasının, farklılıkları yaşayarak öğrenecek kendi çocuğunuza da faydası olacağını anlamaya çalışın. Bırakın, tüm çocuklarımız bir arada birbirlerine destek olarak, yaşamı paylaşarak büyüsün!
Kendinizi bir anlığına Yeşim’in veya Zehra’nın yerine koyun. Beril sizin kızınız olsaydı, ona neden okula gidemeyeceğini nasıl açıklardınız? Mete, “öğretmenim beni neden istemedi?” diye sorduğunda, verecek bir cevabınız var mı?
Nazım Özgün bu hafta okulun ilk günü eve döndüğünde, yeni derslerinden, değişen öğretmenlerinden veya pek beğendiği yeni kitaplarından önce, büyük bir sevinç ve heyecanla anlatıyor: “Biliyor musun Anniş, bugün tam 5 tane arkadaşım bana “merhaba” dedi!“
Bir küçücük merhaba’nın derin dostluk etkisini bilen yüreklere sahip çocuklar büyüsün bu ülkede… Varlığıyla ezen değil, dostluğuyla iyiliğini gösteren insanlar olarak yetişsinler!
M. İREM AFŞİN - http://www.hthayat.com/yazarlar/m-irem-afsin/1016525-birkac-kucuk-kirik-kalp