Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56/2… Bu adres, yakın tarihi bilmeyenler için bir şey ifade etmeyebilir, ancak bilenlerin gözlerinin önünden yedi gencin yüzü geçiyor. Efraim, Hürcan, Osman Nuri, Salih, Serdar, Latif ve Faruk, Türkiye İşçi Partili oldukları için öldürüldüler. Yakınları, bilenlere unutturmamak, bilmeyenlere duyurmak için Bahçelievler katliamının 30. yılında mezarları başında olacak.
Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56 No’lu apartman, daire 2… Tarih, 8 Ekim 1978. Yaşları 20 ve 26 arasında değişen yedi gencin akıllarında o gün katıldıkları Türkiye İşçi Partisi (TİP) il toplantısındaki konuşmalar vardı. Latif Can, Efraim Ezgin, Osman Nuri Uzunlar, Hürcan Gürses ve Serdar Alten evdeydi, ev sahipleri Faruk Ersan ve Salih Gevenci ise işten çıkmış eve geliyorlardı. Aralarında Abdullah Çatlı, İbrahim Çiftçi, Haluk Kırcı’nın da olduğu Milliyetçi Hareket Partisi yanlısı faşist grup onları eve giderken yoldan alıp Eskişehir yolunda kurşunlayarak öldürdü, diğerlerini ise evde. Bu olayın üzerinden 30 yıl geçti. Aileleri ve arkadaşları yedi gencin unutulmaması için, mezarları başında anma yapacaklar. Hürcan Gürses ve Serdar Alten 8 Ekim’de, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda saat 12.30’da, Latif Can, Efraim Ezgin ve Osman Nuri Uzunlar Bursa Yenişehir’de saat 14.00’te, Salih Gevenci 18.00’de Çorum’da anılacak. Faruk Ersan içinse, 11 Ekim’de saat 14.00’te Kırklareli’nde anma yapılacak.
Biz de katledilenlerin avukatı Erşen Sansal, katledilenlerin arkadaşı ve TİP üyesi Mehmet Atalay ve TİP’in o dönemdeki genel sekreteri Nihat Sargın’la konuştuk. Sansal sorularımızı şöyle yanıtladı:
Avukat Erşen Sansal:
- Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56 No’lu apartman, daire 2… Bu adres sizin için ne ifade ediyor, ilk aklınıza gelenler neler?
Ankara’nın Bahçelievler semtindeki ev çok ünlendi. Bu ev, iki öğrencinin (Salih ve Faruk) kaldıkları, öğrenci bütçesine uygun, zaman zaman -tıpkı 8 Ekim 1978’teki gibi- arkadaşlarının da gelip kaldığı bir ev. Kapısındaki kocaman anahtar deliğinden, içerisi gözetlenebiliyor. Bu ev, Bahçelievler katliamında yitirdiğimiz gençlere mezar oldu. Katliamın çözülmesine giden önemli bir adım bu evle ilgili bir bilgiden kaynaklanarak atıldı. Katliamdan bir iki gün önce, pazardan dönen bir kadın, filelerini duvarın üstüne koyup dinlenirken, iki gencin konuşmalarına tanık olmuştu. Bu gençlerden birisi, diğerine “Tamam reis, 5-6-2” diyormuş. Reis denen, “Bir yanlışlık olmasın, git bir daha bak!” deyince, tekrar bakıp gelen genç, ötekine, “Tamam reis, 5-6-2” diye tekrarlamış. Bu şifreli konuşma, yaşlı kadının dikkatini çekmiş. Bahçelievler semtindeki katliamın bir bomba gibi patlamasının ardından, o civardaki bir evde kabul günü yapan kadınlara tanık olduğu bu şifreli konuşmayı anlatmış, kadınlar da “5, 6, 2” şifresinin; evin numarası olan 56/2 ile ilgisi olduğunu düşünmüşler. Buradan hareketle bir fotoğraf teşhisinden yola çıkılıp Bahçelievler Katliamı’nın katilleri yakalandı. O gün keşif yapan gençlerden, reis denilen Ercüment Gedikli, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çarptırıldı. Diğer genç Duran Demirkıran ise olayda gözcülük yapmaktan cezalandırıldı. Ben bu evi hiç görmedim. Daha sonra bu evin bir müze gibi korunup saklanması düşüncesi konuşuldu, ama gerçekleşmedi.
- Bahçelievler Katliamı’nda öldürülen gençleri tanıyor muydunuz?
Onlar da, ben de TİP üyesi olduğumuzdan kimileriyle daha çok, kimileriyle daha az tanışıyorduk; ama özellikle Ankaralı gençleri; Serdar’ı, Salih’i, Hürcan’ı ve Faruk’u iyi tanırdım. Serdar’ın babası da arkadaşımdı. Kardeşlerimiz gibiydiler.
- Olayı nasıl duydunuz?
9 Ekim Pazartesi sabahı yazıhanemdeydim, 09.30 sıralarında telefonum çaldı. TİP Ankara İl Başkanı Osman Sakalsız, acele partiye gelmemi istiyordu. Ne olduğunu sordum, beş arkadaşımızın katledildiğini söyledi. İl başkanlığına gittim. Olay radyolar ve televizyonlar aracılığı ile duyurulmuştu. Sokaktaki insanlar bir ürperti içindeydi, yüzlerini bir dehşet duygusu sarmıştı. Zaten, zorunlu olarak sokağa çıkmış olanlar dışında pek kimseler de yoktu. Aslında bu olayla amaçlanan da buydu. Parti binasına geldiğimde iki arkadaşımızın daha (Salih ve Faruk) cesetlerinin, Eskişehir yolunda bulunduğu haberi geldi.
Bahçelievler’deki evde öldürülen gençler, (Hürcan, Efraim, Lâtif) yatağın üstüne oturtulup kurşuna dizilmişlerdi, gene onlarla birlikte kurşuna dizilen Serdar ise, 8 gün daha yaşadı. Komada olmadığı ender saatlerde olayın çözülmesinde çok yararlı olacak bilgiler verdi. Osman Nuri ütü kordonu ile boğularak öldürülmüştü. Eskişehir yolunda bulunan cesetlerin elleri arkalarından bağlanmıştı, ağızlarında tıkaçlar, beyinlerine sıkılmış kurşunlarla, görünüm tam bir vahşetti.
- Bu katliamın davasına bakmaya nasıl başladınız?
Bahçelievler Katliamı’nı yalnızca ben değil, TİP’in üyesi, dostu birçok avukat izledi. Gerek sıkıyönetim mahkemesindeki aşamalarda, gerekse ağır ceza mahkemesindeki aşamada davaya kalabalık bir meslektaş katılımı oldu. Bu davayı takip etmek, düşünsel inançlarımızın bir gereği olduğu kadar, meslekî bakımdan da ertelenemeyecek bir görevdi. Topluma düşen görev ise, bu olayı unutmamaktır.
- Serdar’la hastanede görüşme şansınız oldu mu?
Ben Serdar’ı hastanede yattığı sırada göremedim. Zaten yaşadığı 8 günün büyük bir kısmında komada kalmıştı. İki kez ifadesi alınabilmiş, katilleri tarif etmişti. Daha sonra katiller yakalandığında, bu tanımların onlara aynen uyduğu görüldü. Kendisini yaralıyken, kollarına girerek kapıda bir arabanın içinde katliamı idare etmekte olan Abdullah Çatlı’ya götürüp getirdiklerinde, Çatlı’nın arabasını görmüş, bu arabanın rengini, markasını, modelini ve plakasını ifadesinde söylemişti.
- Dava, 86’da sonuçlandı; Haluk Kırcı, ölüm cezası aldığı halde serbest bırakıldı, yakalandı yine serbest bırakıldı. Bu süre boyunca sizce nasıl bir yargılanma yapıldı?
Bahçelievler Katliamı’nın üzerinden 30 yıl geçti. Bu süre zarfında uzun yıllar dava, yargının gündeminde kaldı. Bu süreçte, olayın failleri, yani katiller ve yardımcıları, olayın nasıl tertip edildiği ve nasıl gerçekleştirildiği açıklığa kavuştu. Bu, yargı açısından net bir olaydır. Davada sanıkların cezalandırılmaları ile ilgili bir oturum yapılıp karar verildiği gün, haber televizyonlarda duyurulduğunda, akşam evdeki telefonumu birçok kişi aradı. Tanımadığım birçok insan, hakkın yerini bulmasından dolayı memnunluklarını belirtiyorlardı. Aralarında bir kadın, kendisinin oğlunun da bir olayda öldürülmüş olduğunu, fakat olayın “faili meçhul” kaldığını söyledi. “Oğlumun katilini mahkeme önünde görmeyi çok isterdim, olmadı. Ama şimdi Bahçelievler’in katilleri mahkûm edildi ya, benim oğlumun katilleri cezalandırılmış gibi hissettim” diyordu. Ancak Bahçelievler Katliamı’nın yargı dışındaki yanları, oldukça düşündürücü ve bir o kadar da üzücüdür. Katliam, olaydan sonra onlarca yıl, yargının ve siyasetin gündeminde kaldı. TBMM’de ve Başbakanlık Teftiş Kurulu’nda bu konuyu araştırmak için iki ayrı komisyon oluşturuldu, ama hazırladıkları raporların en önemli kısımları, ilgililerce mahkemeye gönderilmedi. Mahkeme, bu ilgililer hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması için suç duyurusunda bulundu. Olay, iki bakanın bakanlıktan düşmesine neden oldu. Çatlı, hayatta kaldığı sürede, etkili çevrelerce yargının önüne çıkarılmaktan uzak tutuldu, gözaltına alındı, kaçırıldı… Halen cezasını çekmekte olan Kırcı, iki kez “yanlışlık”la tahliye edildi! Hatta yurtdışına çıkmayı bile başardı. Susurluk kazası sonrasında dönemin başbakanı Tansu Çiller, Abdullah Çatlı’nın cenaze töreni yapılırken, “devlet için kurşunu yiyen kadar, kurşunu sıkan ellerin de kutsal” olduğunu söylüyordu. Gerek Çatlı’nın, gerekse Haluk Kırcı’nın önemli devlet görevleri yapan kişilerle ilişkileri, beraber çekilmiş resimleri, yakınlıkları anlatıldı. Ancak bu çabalar, güneşi balçıkla sıvamaya yetmedi. l
MUSTAFA ATALAY anlatıyor:
Faruk’la Salih çok misafirperver, sevecen, samimi insanlardı. TİP Genel Merkezi’nde mali büroda görevli olduğumdan çok sık Ankara’ya giderdim. Gittiğimde de çoğunlukla onlarda kalırdım. Olaydan en son bir ay önce yine oradaydım. Aslında, olay gecesi de orada kalacaktım, ancak akşam bir yemeğe davet edilmiştim, çok geç bittiği için arkadaşlar bırakmamıştı.
Bir oda, bir mutfak ve uzun bir holden oluşuyordu, evleri. Misafir geldiğinde, koridora açılır kapanır somyalarını açar, orada kendileri yatar, odalarını misafire verirlerdi. Mutfakta televizyonları bulunurdu. Salih yazları Çorum’da çalışır, kışın orada biriktirdikleriyle geçinirdi. Fakir bir ailenin çocuğuydu, Faruk da öyleydi.
Bizde toplantı olduğunda, otele filan arkadaş bırakılmaz, tanıdıkların evlerinde kalınırdı. O gün de TİP’in il temsilcileri toplantısına Latif ve Efraim Bursa’dan gelmişlerdi. Latif Yenişehir, Efraim Bursa Merkez temsilcisiydi. Latif’le Osman Nuri, Faruk ve Salih’in Hacettepe’den de okul arkadaşıydı. Serdar, Faruk ve Salih’in karşısındaki apartmanda anne-babası ve kardeşiyle oturuyordu. Aynı zamanda Genç Öncü kurucusu ve Ankara şube yöneticisiydi. Hürcan’ın ailesi Ankara’da otururdu, ancak Faruk ve Salih’le samimi oldukları için onların evine çok sık gelirdi. Ben olayı öğlene doğru il binasına gidince öğrendim. Kapıyı il başkanı arkadaşımız açınca rengi değişti. Hücran biraz saç yapısı olarak bana benzer, bir de başından vurulduğu için teşhis edilmesi zor olmuş, onu ben zannetmişler.
O dönem MHP Genel Merkezi Bahçelievler’de bina yaptırmış, kendilerinden olmayanları semtten püskürtmek istiyorlardı. Salih ve Faruk hem Hacettepe’de çok önde olan arkadaşlarımızdandı, hem de faşistlerin ağırlıklı olduğu Devlet İstatistik Enstitüsü’nde çalışıyorlar ve Bahçelievler’de oturuyorlardı. Bu yüzden gözlerine battı herhalde. Evi bastıklarında Faruk ve Salih isterlermiş. Daha geç saatte çıkmalarına rağmen, o gün enstitüde çalıştıkları bilgisayar arızalanınca işten erken ayrılmışlar. Bu bile hâlâ şüpheli, çünkü o dönemde enstitü faşistlerin yığınak yapıldığı bir yer, arızayı biri bilinçli mi yaptı, bilinmiyor… Faruk ve Salih’i eve giderken almışlar. Abdullah Çatlı’nın talimatıyla arabaya bindirip, Eskişehir yolu kenarında öldürmüşler. Osman Nuri’yi boğmuş, diğer arkadaşlarımızı da tabancayla vurmuşlar. l
NİHAT SARGIN:
O gün Ankara’da il temsilcileri toplantısı yapmıştık. Her zamanki gibi katılımcıların kalacağı yerler önceden belirlenmişti. Genç arkadaşlardan beşi, Ankara’da Bahçelievler’de kalan iki arkadaşın evine misafir olmuşlar. Ben il başkanımızın evinde misafirdim. Sabaha karşı beş gibi uyandırdılar, olayı anlattılar. Hemen İstanbul’a, merkeze döndüm, Behice Boran Ankara’da kaldı. İstanbul’da herkes alt üst olmuştu, onları teselli etmeye çalıştım. Ardından öğrendik ki, Serdar öldü diye bırakılmış, ama vücuduna beş kurşun yemesine rağmen hayatta kalmayı başarmış. Hastanede Boran nasıl yapmış bilmiyorum, ama onunla görüşmeyi başarmış. “Yaşayacağım” demiş Boran’a, “Yaşayacağım ve hepsini tek tek göstereceğim”…
Bu anlatılması kolay bir olay değil. Çok ölümle karşılaştık, ancak bu başka türlüydü. Kavga, gürültü olur, ölüm yaşanır, ama bu öyle değil, herhangi bir şeye sığan bir olay değil… Serdar öldüğünde Ankara’da toplandık. İktidarda Ecevit vardı, İçişleri Bakanı da Eyüboğlu’ydu. Maltepe Camii’nde tören yapmak istedik, ancak “yeni bir mesele çıkabilir size müsaade edemeyiz” diye engellemeye çalıştılar, sonunda izin vermek zorunda kaldılar. Mezar başında, teskin edici bir konuşma yaptık, çünkü bu olay herkesi çok sinirlendirmişti. Zaten bu tür olaylarla bizi silahlı gösterip, çatışmaya sokmaya çalışıyorlardı, ancak biz onların oyununa asla gelmedik. Sonra o günü, partimizin onur günü ilan ettik. İkinci kongremizde, bu arkadaşlar için özel bir sütun diktik.
Cumhuriyet-ESRA AÇIKGÖZ
Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56 No’lu apartman, daire 2… Tarih, 8 Ekim 1978. Yaşları 20 ve 26 arasında değişen yedi gencin akıllarında o gün katıldıkları Türkiye İşçi Partisi (TİP) il toplantısındaki konuşmalar vardı. Latif Can, Efraim Ezgin, Osman Nuri Uzunlar, Hürcan Gürses ve Serdar Alten evdeydi, ev sahipleri Faruk Ersan ve Salih Gevenci ise işten çıkmış eve geliyorlardı. Aralarında Abdullah Çatlı, İbrahim Çiftçi, Haluk Kırcı’nın da olduğu Milliyetçi Hareket Partisi yanlısı faşist grup onları eve giderken yoldan alıp Eskişehir yolunda kurşunlayarak öldürdü, diğerlerini ise evde. Bu olayın üzerinden 30 yıl geçti. Aileleri ve arkadaşları yedi gencin unutulmaması için, mezarları başında anma yapacaklar. Hürcan Gürses ve Serdar Alten 8 Ekim’de, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda saat 12.30’da, Latif Can, Efraim Ezgin ve Osman Nuri Uzunlar Bursa Yenişehir’de saat 14.00’te, Salih Gevenci 18.00’de Çorum’da anılacak. Faruk Ersan içinse, 11 Ekim’de saat 14.00’te Kırklareli’nde anma yapılacak.
Biz de katledilenlerin avukatı Erşen Sansal, katledilenlerin arkadaşı ve TİP üyesi Mehmet Atalay ve TİP’in o dönemdeki genel sekreteri Nihat Sargın’la konuştuk. Sansal sorularımızı şöyle yanıtladı:
Avukat Erşen Sansal:
- Ankara, Bahçelievler, 15. Sokak, 56 No’lu apartman, daire 2… Bu adres sizin için ne ifade ediyor, ilk aklınıza gelenler neler?
Ankara’nın Bahçelievler semtindeki ev çok ünlendi. Bu ev, iki öğrencinin (Salih ve Faruk) kaldıkları, öğrenci bütçesine uygun, zaman zaman -tıpkı 8 Ekim 1978’teki gibi- arkadaşlarının da gelip kaldığı bir ev. Kapısındaki kocaman anahtar deliğinden, içerisi gözetlenebiliyor. Bu ev, Bahçelievler katliamında yitirdiğimiz gençlere mezar oldu. Katliamın çözülmesine giden önemli bir adım bu evle ilgili bir bilgiden kaynaklanarak atıldı. Katliamdan bir iki gün önce, pazardan dönen bir kadın, filelerini duvarın üstüne koyup dinlenirken, iki gencin konuşmalarına tanık olmuştu. Bu gençlerden birisi, diğerine “Tamam reis, 5-6-2” diyormuş. Reis denen, “Bir yanlışlık olmasın, git bir daha bak!” deyince, tekrar bakıp gelen genç, ötekine, “Tamam reis, 5-6-2” diye tekrarlamış. Bu şifreli konuşma, yaşlı kadının dikkatini çekmiş. Bahçelievler semtindeki katliamın bir bomba gibi patlamasının ardından, o civardaki bir evde kabul günü yapan kadınlara tanık olduğu bu şifreli konuşmayı anlatmış, kadınlar da “5, 6, 2” şifresinin; evin numarası olan 56/2 ile ilgisi olduğunu düşünmüşler. Buradan hareketle bir fotoğraf teşhisinden yola çıkılıp Bahçelievler Katliamı’nın katilleri yakalandı. O gün keşif yapan gençlerden, reis denilen Ercüment Gedikli, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çarptırıldı. Diğer genç Duran Demirkıran ise olayda gözcülük yapmaktan cezalandırıldı. Ben bu evi hiç görmedim. Daha sonra bu evin bir müze gibi korunup saklanması düşüncesi konuşuldu, ama gerçekleşmedi.
- Bahçelievler Katliamı’nda öldürülen gençleri tanıyor muydunuz?
Onlar da, ben de TİP üyesi olduğumuzdan kimileriyle daha çok, kimileriyle daha az tanışıyorduk; ama özellikle Ankaralı gençleri; Serdar’ı, Salih’i, Hürcan’ı ve Faruk’u iyi tanırdım. Serdar’ın babası da arkadaşımdı. Kardeşlerimiz gibiydiler.
- Olayı nasıl duydunuz?
9 Ekim Pazartesi sabahı yazıhanemdeydim, 09.30 sıralarında telefonum çaldı. TİP Ankara İl Başkanı Osman Sakalsız, acele partiye gelmemi istiyordu. Ne olduğunu sordum, beş arkadaşımızın katledildiğini söyledi. İl başkanlığına gittim. Olay radyolar ve televizyonlar aracılığı ile duyurulmuştu. Sokaktaki insanlar bir ürperti içindeydi, yüzlerini bir dehşet duygusu sarmıştı. Zaten, zorunlu olarak sokağa çıkmış olanlar dışında pek kimseler de yoktu. Aslında bu olayla amaçlanan da buydu. Parti binasına geldiğimde iki arkadaşımızın daha (Salih ve Faruk) cesetlerinin, Eskişehir yolunda bulunduğu haberi geldi.
Bahçelievler’deki evde öldürülen gençler, (Hürcan, Efraim, Lâtif) yatağın üstüne oturtulup kurşuna dizilmişlerdi, gene onlarla birlikte kurşuna dizilen Serdar ise, 8 gün daha yaşadı. Komada olmadığı ender saatlerde olayın çözülmesinde çok yararlı olacak bilgiler verdi. Osman Nuri ütü kordonu ile boğularak öldürülmüştü. Eskişehir yolunda bulunan cesetlerin elleri arkalarından bağlanmıştı, ağızlarında tıkaçlar, beyinlerine sıkılmış kurşunlarla, görünüm tam bir vahşetti.
- Bu katliamın davasına bakmaya nasıl başladınız?
Bahçelievler Katliamı’nı yalnızca ben değil, TİP’in üyesi, dostu birçok avukat izledi. Gerek sıkıyönetim mahkemesindeki aşamalarda, gerekse ağır ceza mahkemesindeki aşamada davaya kalabalık bir meslektaş katılımı oldu. Bu davayı takip etmek, düşünsel inançlarımızın bir gereği olduğu kadar, meslekî bakımdan da ertelenemeyecek bir görevdi. Topluma düşen görev ise, bu olayı unutmamaktır.
- Serdar’la hastanede görüşme şansınız oldu mu?
Ben Serdar’ı hastanede yattığı sırada göremedim. Zaten yaşadığı 8 günün büyük bir kısmında komada kalmıştı. İki kez ifadesi alınabilmiş, katilleri tarif etmişti. Daha sonra katiller yakalandığında, bu tanımların onlara aynen uyduğu görüldü. Kendisini yaralıyken, kollarına girerek kapıda bir arabanın içinde katliamı idare etmekte olan Abdullah Çatlı’ya götürüp getirdiklerinde, Çatlı’nın arabasını görmüş, bu arabanın rengini, markasını, modelini ve plakasını ifadesinde söylemişti.
- Dava, 86’da sonuçlandı; Haluk Kırcı, ölüm cezası aldığı halde serbest bırakıldı, yakalandı yine serbest bırakıldı. Bu süre boyunca sizce nasıl bir yargılanma yapıldı?
Bahçelievler Katliamı’nın üzerinden 30 yıl geçti. Bu süre zarfında uzun yıllar dava, yargının gündeminde kaldı. Bu süreçte, olayın failleri, yani katiller ve yardımcıları, olayın nasıl tertip edildiği ve nasıl gerçekleştirildiği açıklığa kavuştu. Bu, yargı açısından net bir olaydır. Davada sanıkların cezalandırılmaları ile ilgili bir oturum yapılıp karar verildiği gün, haber televizyonlarda duyurulduğunda, akşam evdeki telefonumu birçok kişi aradı. Tanımadığım birçok insan, hakkın yerini bulmasından dolayı memnunluklarını belirtiyorlardı. Aralarında bir kadın, kendisinin oğlunun da bir olayda öldürülmüş olduğunu, fakat olayın “faili meçhul” kaldığını söyledi. “Oğlumun katilini mahkeme önünde görmeyi çok isterdim, olmadı. Ama şimdi Bahçelievler’in katilleri mahkûm edildi ya, benim oğlumun katilleri cezalandırılmış gibi hissettim” diyordu. Ancak Bahçelievler Katliamı’nın yargı dışındaki yanları, oldukça düşündürücü ve bir o kadar da üzücüdür. Katliam, olaydan sonra onlarca yıl, yargının ve siyasetin gündeminde kaldı. TBMM’de ve Başbakanlık Teftiş Kurulu’nda bu konuyu araştırmak için iki ayrı komisyon oluşturuldu, ama hazırladıkları raporların en önemli kısımları, ilgililerce mahkemeye gönderilmedi. Mahkeme, bu ilgililer hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması için suç duyurusunda bulundu. Olay, iki bakanın bakanlıktan düşmesine neden oldu. Çatlı, hayatta kaldığı sürede, etkili çevrelerce yargının önüne çıkarılmaktan uzak tutuldu, gözaltına alındı, kaçırıldı… Halen cezasını çekmekte olan Kırcı, iki kez “yanlışlık”la tahliye edildi! Hatta yurtdışına çıkmayı bile başardı. Susurluk kazası sonrasında dönemin başbakanı Tansu Çiller, Abdullah Çatlı’nın cenaze töreni yapılırken, “devlet için kurşunu yiyen kadar, kurşunu sıkan ellerin de kutsal” olduğunu söylüyordu. Gerek Çatlı’nın, gerekse Haluk Kırcı’nın önemli devlet görevleri yapan kişilerle ilişkileri, beraber çekilmiş resimleri, yakınlıkları anlatıldı. Ancak bu çabalar, güneşi balçıkla sıvamaya yetmedi. l
MUSTAFA ATALAY anlatıyor:
Faruk’la Salih çok misafirperver, sevecen, samimi insanlardı. TİP Genel Merkezi’nde mali büroda görevli olduğumdan çok sık Ankara’ya giderdim. Gittiğimde de çoğunlukla onlarda kalırdım. Olaydan en son bir ay önce yine oradaydım. Aslında, olay gecesi de orada kalacaktım, ancak akşam bir yemeğe davet edilmiştim, çok geç bittiği için arkadaşlar bırakmamıştı.
Bir oda, bir mutfak ve uzun bir holden oluşuyordu, evleri. Misafir geldiğinde, koridora açılır kapanır somyalarını açar, orada kendileri yatar, odalarını misafire verirlerdi. Mutfakta televizyonları bulunurdu. Salih yazları Çorum’da çalışır, kışın orada biriktirdikleriyle geçinirdi. Fakir bir ailenin çocuğuydu, Faruk da öyleydi.
Bizde toplantı olduğunda, otele filan arkadaş bırakılmaz, tanıdıkların evlerinde kalınırdı. O gün de TİP’in il temsilcileri toplantısına Latif ve Efraim Bursa’dan gelmişlerdi. Latif Yenişehir, Efraim Bursa Merkez temsilcisiydi. Latif’le Osman Nuri, Faruk ve Salih’in Hacettepe’den de okul arkadaşıydı. Serdar, Faruk ve Salih’in karşısındaki apartmanda anne-babası ve kardeşiyle oturuyordu. Aynı zamanda Genç Öncü kurucusu ve Ankara şube yöneticisiydi. Hürcan’ın ailesi Ankara’da otururdu, ancak Faruk ve Salih’le samimi oldukları için onların evine çok sık gelirdi. Ben olayı öğlene doğru il binasına gidince öğrendim. Kapıyı il başkanı arkadaşımız açınca rengi değişti. Hücran biraz saç yapısı olarak bana benzer, bir de başından vurulduğu için teşhis edilmesi zor olmuş, onu ben zannetmişler.
O dönem MHP Genel Merkezi Bahçelievler’de bina yaptırmış, kendilerinden olmayanları semtten püskürtmek istiyorlardı. Salih ve Faruk hem Hacettepe’de çok önde olan arkadaşlarımızdandı, hem de faşistlerin ağırlıklı olduğu Devlet İstatistik Enstitüsü’nde çalışıyorlar ve Bahçelievler’de oturuyorlardı. Bu yüzden gözlerine battı herhalde. Evi bastıklarında Faruk ve Salih isterlermiş. Daha geç saatte çıkmalarına rağmen, o gün enstitüde çalıştıkları bilgisayar arızalanınca işten erken ayrılmışlar. Bu bile hâlâ şüpheli, çünkü o dönemde enstitü faşistlerin yığınak yapıldığı bir yer, arızayı biri bilinçli mi yaptı, bilinmiyor… Faruk ve Salih’i eve giderken almışlar. Abdullah Çatlı’nın talimatıyla arabaya bindirip, Eskişehir yolu kenarında öldürmüşler. Osman Nuri’yi boğmuş, diğer arkadaşlarımızı da tabancayla vurmuşlar. l
NİHAT SARGIN:
O gün Ankara’da il temsilcileri toplantısı yapmıştık. Her zamanki gibi katılımcıların kalacağı yerler önceden belirlenmişti. Genç arkadaşlardan beşi, Ankara’da Bahçelievler’de kalan iki arkadaşın evine misafir olmuşlar. Ben il başkanımızın evinde misafirdim. Sabaha karşı beş gibi uyandırdılar, olayı anlattılar. Hemen İstanbul’a, merkeze döndüm, Behice Boran Ankara’da kaldı. İstanbul’da herkes alt üst olmuştu, onları teselli etmeye çalıştım. Ardından öğrendik ki, Serdar öldü diye bırakılmış, ama vücuduna beş kurşun yemesine rağmen hayatta kalmayı başarmış. Hastanede Boran nasıl yapmış bilmiyorum, ama onunla görüşmeyi başarmış. “Yaşayacağım” demiş Boran’a, “Yaşayacağım ve hepsini tek tek göstereceğim”…
Bu anlatılması kolay bir olay değil. Çok ölümle karşılaştık, ancak bu başka türlüydü. Kavga, gürültü olur, ölüm yaşanır, ama bu öyle değil, herhangi bir şeye sığan bir olay değil… Serdar öldüğünde Ankara’da toplandık. İktidarda Ecevit vardı, İçişleri Bakanı da Eyüboğlu’ydu. Maltepe Camii’nde tören yapmak istedik, ancak “yeni bir mesele çıkabilir size müsaade edemeyiz” diye engellemeye çalıştılar, sonunda izin vermek zorunda kaldılar. Mezar başında, teskin edici bir konuşma yaptık, çünkü bu olay herkesi çok sinirlendirmişti. Zaten bu tür olaylarla bizi silahlı gösterip, çatışmaya sokmaya çalışıyorlardı, ancak biz onların oyununa asla gelmedik. Sonra o günü, partimizin onur günü ilan ettik. İkinci kongremizde, bu arkadaşlar için özel bir sütun diktik.
Cumhuriyet-ESRA AÇIKGÖZ