Attila İlhan ’ın sözüdür: “Türklerde hain kontenjanı yüksektir”… Osmanlı Devleti’nin son dönemleri… Mustafa Kemal Paşa liderliğinde ...
Attila İlhan’ın sözüdür: “Türklerde hain kontenjanı yüksektir”…
Osmanlı Devleti’nin son dönemleri… Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Anadolu halkı, emperyalizme başkaldırmış, düvel-i muazzama’ya kafa tutuyor… Bir tarafta şehit kanı, barut kokusu, gözyaşı… Diğer tarafta, mütareke İstanbul’unda, şahsi ikballerini işgalci düşmanla işbirliğinde görenler, “Umutlarımı Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” diyen Sultan Vahdettin’ler, Damat Ferit’ler, Şeyhülislam Mustafa Sabri’ler, Dürrizade Abdullah Efendi’ler… İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Teali-i İslam Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti… Bir yanda Kuvayı Milliyeciler, diğer yanda onlar hakkında idam fetvası verenler, bu fetvaları Anadolu semalarında İngiliz uçaklarıyla dağıtanlar, “Yunan ordusu, halife ordusudur” diyenler… Dev ve devrimci ozanımız Nazım Hikmet’in “Ateşi ve ihaneti gördük” dediği günler…
O dönemde Milli Mücadele karşıtları arasında çok iyi eğitim almış, birkaç dil bilen, yurt dışı görmüş kişiler çoktur. Ali Kemal’ler, Refik Halit’ler, Refii Cevat’lar, Rıza Tevfik’ler gibi… Ama hiçbirinde, sağlam karakter yoktur. Sıradan Anadolu köylüsünün sağduyusu, özverisi, yiğitliği, yurtseverliği destanlaşırken, onlar işgal altındaki başkentte büyük devletlere, saraya yakın olmayı yeğlemişlerdir.
Cumhuriyet şehidimiz, büyük aydınımız ve bilim insanımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın tanımıdır: “Aydın, kendini toplumundan sorumlu sayan insandır. Entel içinse toplum, sadece bir araçtır; amaç, kendi kendini tatmindir. Aydın gerçeği arar. Entel ise moda olan düşüncenin peşindedir... Aydın için düşünce tutarlılığı önemlidir. Entel ise en ileride görünmek uğruna her şeyi yapabilir... Geçmiş yenilgi ve yanılgıların acısı ile savrulanların kimisi sol Özalcı, kimisi sol dinci, kimisi de sol Kürtçü oldu” (“Aydınlar ve Enteller!”, Cumhuriyet, 16.06.1993).
Atatürk’ün “Ben, inkılâp ruhumu ondan aldım” dediği büyük şairimiz, Tevfik Fikret’in tanımı da berraktır: “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmak…
Gelelim bugüne. Malum, yandaşları, imzacıları, “akil adamları”, “yetmez ama evet” takımını, KKTC’nin “yes be annem” diyen Annan Planı destekçilerini, açılımcı özürdiliyoruz.com ekibini tanımlayan sözcükler, benzetmeler, terimler çoğaldı. Gezi direnişiyle doruğa çıkan orantısız zekâ devreye girince, çok hoş tanımlar yapıldı, hem düşündüren hem de gülümseten. Bunlardan biri de şu: “Kullanışlı aptallar”… Zekâ düzeyleri bir yana, kesin olan bir şey var, parayı, gücü, ünü, köşeyi, kürsüyü, TV ekranını seviyorlar. Siyasi ve iktisadi gücün çevresinde hemen konumlanıyorlar. Düne kadar kol kola gezdikleri, can ciğer kuzu sarması oldukları, en geniş anlamıyla birlikte yedikleri dostlarını hemen satıyorlar.
17 Aralık sonrasında bir kez daha görüldü, neler demiyorlar ki birbirlerine. Batan gemiyi ilk terk eden fareler gibiler… Ortak özellikleri şu, burunları çok iyi koku alıyor. Özgeçmişlerindeki bir araba lafa, adlarının önündeki mesleki, akademik sıfatlara karşın, çok cahiller ve cehaleti bulaştırıyor, yaygınlaştırıyorlar. Egemen, büyük güce, iktidara yaslanıp, ona güvenip, onun hedef seçtiğine, saldırıyor, sövüyorlar. Birbirlerine sövseler de, yine de aralarında güçlü bağlar var. İpleri aynı güçlerin elinde ne de olsa. O bağ, kitaplarının tanıtılmasında da, TV programlarındaki konuk seçiminde de hemen devreye giriyor. Okuryazar değiller, okumadan yazıyorlar, sadece ve sürekli yazıyorlar. Her konuda fikirleri var üstelik. Yemek programına da çıkıyorlar, dünya siyasetini de konuşuyorlar, futbol da yorumluyorlar, sanat tarihi üzerine de ahkâm kesiyorlar… Karşılığını da parasal olarak fazlasıyla alıyorlar.“İktidarın aydını” olmaktan, yanaklarının okşanmasından, huzura davet edilmekten, dış gezilere çağrılmaktan, büyük sermayeye rapor yazmaktan, yabancı servislere muhbirlik yapmaktan hoşlanıyorlar. Kalem namusları yok, fikr-i müstakim değiller. 1980 darbesi sonrasında basın ve akademi bunlarla doldu taştı.
YURTSEVERLİK; KARİYER DEĞİL, KARAKTER GEREKTİRİR
Kabul edelim sorun yapısaldır. Hem kendi azgelişmişliğimiz, hem de kapitalizmin ve küreselleşmenin etkileri söz konusudur. Nitelikli ve yürekli aydın kıtlığı, sadece bizde değil, Avrupa’da, ABD’de de yakıcı bir meseledir günümüzde. Demokrasilerin çürümesinde, batının duraklamasında, gericileşmesinde, doğunun bir türlü beklenen atılımı yapamamasında, toplumların yön duygusunu yitirmesinde bu kuraklığın, bu çoraklığın payı büyüktür. Kapitalizmin çürüttüğü, liberalizmin zehirlediği demokrasi değil, gerçek anlamda toplumcu demokrasi, emeğin hakkını gözeten katılımcı demokrasi, halka sorumluluk yükleyen bir rejimdir. Olan ve olmayan her şeyden sadece hükümeti değil, o hükümeti seçen toplumu da sorumlu tutar. Bu nedenle, demokrasiyi tercih eden bir toplumun, bilinçlenmesi gerekir, hem kendi namına, hem de demokrasinin selameti adına. Bunun için de bilgili, bilinçli, kararlı, tutarlı, yürekli aydınlara, dirençli düşünürlere, mücadeleci münevverlere ihtiyaç vardır. Ve bir de yurttaşlara elbette… Müritlere, müşterilere değil.
Tarihimizden örnek verelim: Arkalarındaki iç ve dış dinamiklerle, artıları ve eksileriyle, başardıkları ve başaramadıklarıyla, Osmanlı’nın kötü gidişatına kafa yoran, çözüm arayan kuşaklar, Cumhuriyet’i kuranlara bir birikim devretmişlerdir. Batıya yaranmaya, batılı büyükelçilerin gözüne girmeye büyük önem veren alafranga Tanzimat aydınları da, Yeni Osmanlılar da, Jön Türkler de, İttihatçılar da, hepsi bizim geçmişimizin parçasıdır. İmparatorluğu kurtarmak için çare olarak ortaya atılan tüm akımlar, ister yerli, ister ithal, Türkçülük, Osmanlıcılık, Batıcılık, Osmanlıcılık, hepsi bu topraklarda tartışılmıştır. İster hemen gözden düşsün, ister sonra iktidara gelsin.
Cumhuriyet’te, tarihsel süreklilik içinde devrimci bir kopuş ve aynı zamanda o kopuş içinde bir süreklilik söz konusudur. Bu durum sadece insan malzemesinde değil, kurucu kadrolarda, kurumlarda, yaşanan siyasi tartışmalarda, gelenekte ve toplumsal bellekte de görülür. Tüm bu tarihsel zemin ve kültürel miras üzerine kurulmuştur Cumhuriyet, elbette gerekli dersleri çıkararak… 4 bin cilt kitabı, sayfaların yanlarına notlar alarak, yorumlar yaparak, sorular yazarak okuyan Atatürk’ün (Anıtkabir Derneği yayınlamıştır bunları, her biri 500 sayfa, 24 cilt) yaşama geçirdiği pek çok atılım, Latin alfabesinden karma eğitime, kooperatiflerden milli sanayiye dek, Cumhuriyet öncesinde de tartışılmıştır. Büyük önderin farkı ve üstünlüğü, geçmiş deneyimlerden çıkardığı derstir. Zamanlama ve uygulamadaki dehasıdır, ataklığıdır, kararlılığıdır. Ziya Gökalp’ten Yusuf Akçura’ya, Mahmut Esat Bozkurt’tan Tevfik Rüştü Aras’a, Mustafa Necati’den Reşit Galip’e dek çevresindeki parlak kadrolardan yararlanmadaki kabiliyeti ve ustalığıdır. Gerçekçiliğidir, nesnelliğidir. Akıl ve bilimi rehber edinmesi ve miras bırakmasıdır.
CAHİLDİRLER, UTANMAZLAR ve GÜCE TAPARLAR
Tamamının ortak özelliği, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı olan enteller, numaracı cumhuriyetçiler, etnik bölücüler, din simsarları, maneviyat tacirleri, inanç hortumcuları, mukaddesat pazarlamacıları, kullanışlı aptallar bilmez, anlamazlar. Çünkü tarih bilgileri zayıftır, tarihsel bilinçleri yoktur. Siparişle yazı yazmaktan, muktedirlerin uçağında gezmekten, büyük sermayenin çanağını yalamaktan, televizyon stüdyoları arasında koşturmaktan, okumaya, araştırmaya zaman bulamazlar. Ülkemizde ve dünyada çok satan kitaplar listesine göz atıp, kendilerini, bu kitapları okumuş gibi pazarlarlar. Sadece malumatfuruşturlar, o kadar. Bir zamanlar, “Türkiye’yi AB’ye taşıyan, açılımları başlatan, demokratikleşme adımları atan, askeri vesayeti bitiren, özelleştirmeleri yapan” diye övgüler düzerlerdi. Sonra, “diktatör, otokrat, AB’den uzaklaştı, Batıdan koptu, otoriter oldu, Ortadoğu’ya özendi” diye yakınmaya başladılar. Bu durum, cehaletlerinin kanıtıdır. Değil ufkun ötesini, on yıllar sonrasını, burnunun ucunu bile görememek, işte bu bilgisizliğin sonucudur. Ama bunlarda hiç utanma yoktur. Hep birbirlerini dinlerler. Cehaletlerini bu yolla besler, kurumsallaştırır, yaygınlaştırır ve üretirler.
Ana fikir: Eleştiri, özeleştiri, akılcı, gerçekçi, aydınlanmacı ve bilimsel düşünebilmek, gelişmeleri sebep – sonuç ilişkileriyle kavramak için, öncelikle bağımsız olmak, bağımsız düşünmek, bağımsız tavır almak şarttır. İktidarların peşinde, egemenlerin arkasında, büyük sermayenin elinin altında yaşayan ve moda akımları takip edenlerin böyle özelliği yoktur. Bağımsız ve muhalif olmayanlar aydın olamazlar. Başta egemen güç, büyük sermaye olmak üzere, her türlü güç odağıyla araya mesafe koymadan aydın olunmaz. Paraya teslim olan, güce boyun eğen, sermayenin sofra artıklarıyla beslenenler, kullanılırlar, o kadar. Siyasilerin kuryeliğini yapan, psikolojik harp unsuru olarak görev alan, terör örgütünün basın bültenlerini yazanlar, tarihe besleme, dolmakalem, borazan, yalaka, vuvuzela olarak geçerler. Aydın olarak geçmezler.
Barış Doster
Odatv.com
Hiç yorum yok