Osmanlı ile ilgili ayağı yere basmayan göndermelerden… Osmanlı padişahlarına temeli olmayan uhrevî işlevler yüklemelerden hep nefret ettim. Muhteşem Yüzyıl Dizisi’nde Şehzade Mustafa’nın katline halk tarafından gösterilen samimi duygusal tepkiler, beni bu konuda kalem oynatmaya itti. Hiçbir tarafa yaranmak gibi bir derdim olmadan, her zamanki gibi en açık şekilde yazıyorum:
Dostlar… Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi ile Osmanlı’nın uzun sürecek erken final dönemi başlamıştır… Hürrem diye bilinen Alexandra Anastasia Lisowka, bana göre Osmanlı’yı Bitiren Fahişe olarak tarihe geçmiştir. Kızıl Saçlı Fahişe’nin tarihçi Reşad Ekrem Koçu’ya göre sarı değil kumral… Sarhoş değil ayyaş olan oğlu Selim, hamamda sazlı-köçekli bir âlem sırasında düşüp kafasını vurarak can vermiştir. Anasına yakışır bir evlât, selefleri için utanç vesilesidir.
Eski bir yaklaşımdır, fakat bence yüzde yüz doğrudur: Muhteşemliği şöyle bir kenara dursun – Kanuni denilen bu padişah, aslında Osmanlı’nın Zirvedeki Uçurumu’dur… Lânetler okunan ve yerden yere vurulan II. Abdülhamid ise acı ama gerçek, Osmanlı’nın Uçurumdaki Zirvesi’dir.
“MEDET BU CİHANIN YIKILDI BİR YANI ECEL CELÂLLERİ ALDI MUSTAFA HAN’I”
Bu satırlar, Şehzade Mustafa’nın korkunç bir şekilde katledilmesi üzerine Taşlıcalı Yahya tarafından kaleme alınan mersiyedendir. Sonraki mısralar ise şu şekildedir:
“Tutuldu mihr-i cemâli (yüzünün güneşi) bozuldu divânı
Vebâle koydular âl ile Âl-i Osmânı”
(günaha soktular hileyle Osmanlı Sultanı’nı)
Bir Arnavut beyzadesi iken delikanlılık çağında devşirme olarak İstanbul’a getirilerek Yeniçeri Ocağı’nda tahsil ve terbiye görüp askerlik mesleğinde ilerleyen Yahya Bey, aslında kellesi ile oynamıştır bunları yazarken. Çünkü, Han sıfatı ancak tahta geçenlere verilir. Oysa Mustafa, henüz şehzadedir.
Rivayet olunur ki, kendisine bu durum hatırlatıldığında, şöyle cevap vermiştir Yahya Bey: “N’ola!..”
Bu hadise üzerine Yahya Bey, İstanbul’dan uzaklaşmayı tercih etmiş, Tamışvar civarındaki sınır boylarına çekilmiştir. Şair, sevilen bir şehzadenin bir entrikaya kurban gitmesindeki zulme ve haksızlığa bugün bile isyan eden nice gönüllere tercüman olmuştur.
Burada Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili ne söylenebilir?.. En doğru tesbit bana göre şudur: Osmanlı’nın yükseliş döneminde o, sen, ben – her kim olursa olsun tahtta oturabilirdik... Osmanlı’ya bu kadar büyük kötülükler de etmeyebilirdik.
Süleyman, babası ve dedesinin aksine şık, süslü ve haşmetli giyinmeyi seven bir kişidir. Serasere (altın ve ipekle dokunan kumaş) ve diba (atlas dokuma) giyip, üzerinde çok fazla zenginlik ve ziynet eşyası bulundurmaya meraklıdır. Değişik değişik çakşırlar (şalvar) giydiği için babası Selim’in onu saray’da Çakşırlı diye çağırdığı… Hatta bir seferinde yine ihtişamlı elbiseler içinde görünce oğluna takılarak “Anana giyecek bir şey bırakmamışsın” diye alay ettiği anlatılır.
ABDÜLHAMİD’İN GÜNAHI, DEVLETİN YIKILMASINI 32 YIL ENGELLEMEK Mİ?
Kim kimin etkisi altında ve II. Abdülhamid’e nasıl bakıyor, umurumda bile değil… Fakat neden uçurumdaki zirve?.. İleride daha geniş temas ederiz – şimdi özet geçelim: En sıkıntılı döneminde bu devleti 32 yılı aşkın bir süre parçalanmadan bir arada tutan II. Abdülhamid, yakın tarih değerlendirmelerinde en büyük haksızlığa uğrayan Osmanlı padişahıdır.
İttihat ve Terakki, ülkeyi parçalattırmayan Abdülhamid’i devirir. Çok değil, sadece 8 yıl içinde, Osmanlı parçalanır. Ve kendisine haksızlık edenlerin hepsi, sonunda pişman olurlar.
II. Abdülhamid’in en aşırı muhaliflerinden Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif iş işten geçtikten sonra şu şiiri kaleme alırlar:
“Padişahım, gelmemişken yâda biz (anmaya)
İşte geldik senden istimdada biz (yardım dilemeye)
Öldürürler başlasak feryada biz
Hasret olduk eski istibdada biz…”
Birleşik Almanya’nın kurucusu Otto von Bismarck’ın “100 gram aklın 90 gramı Abdülhamid Han’da, 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasilerdedir” diye sözünü ettiği padişah hakkında Atatürk de şunları söylemiştir: “Abdülhamid'in yönetim tarzı, azami müsamahadır.”
Abdülhamid’in sözleri ise sanki kehanet gibidir: “Biz bu sahalardan çekilelim, emin olun ki buralar daimî karışık ve iğtişaş (özü kaybettirilmek istenen) sahalar hâline gelecektir.”
Dostlar… Bit Pazarı’na nur yağdırmak gibi bir niyetim yok. Elbette Osmanlı hayranı filan değilim… Hatta, bu uzun dönemi, Türk Tarihi’nin pek de hoşlanmadığım bir dejenerasyon evresi olarak değerlendirdiğimi de söyleyebilirim. Ne var ki, olay budur. Sonuç nettir:
Şehzade Mustafa’nın katli, Osmanlı’nın sonu…
Kanuni Sultan Süleyman, zirvedeki uçurumu…
II. Abdülhamid ise uçurumdaki zirvesidir.
Halit Kakınç-Odatv.com