Ukrayna gündemde. Malum, yazılanı çizileni okuyunca kolayca görüyoruz; bu süreçte zihinler epey karışmış durumda. Temelde yorumlar iki b...
Ukrayna gündemde. Malum, yazılanı çizileni okuyunca kolayca görüyoruz; bu süreçte zihinler epey karışmış durumda. Temelde yorumlar iki bakış arasında gidip geliyor. Bir; düzen güçlerinin ideolojik olarak Gezi İsyanı’nı liberal-Batıcı çerçeve içine hapsetme girişimi kapsamında Kiev’le Gezi’yi eşitleme arayışları. İki; Kiev’deki hareketlenme dinamiklerini sadece emperyalist bir “tezgah”ın uzantısı olarak okuyan mekanik yorumlama biçimleri. Öneri: ne liberal-Atlantikçi savrulmalara kapılıp analizlerde emperyalizmi bir değişken olarak dışarıda bırakmalı; ne de sokak hareketliliğini besleyen dinamikleri sadece emperyalizm gibi tek bir değişkene bağlama kolaycılığına savrulup “Batı Tezgahı” diyerek her şeyin içinden çıkılmalı. Bu bir yönüyle de hatırlatma yazısı; Haziran’ı Aralık’la tepeden kuşatma projesinde kim varsa; Kiev’le Gezi’yi eşitleme ideolojik sihirbazlığının arkasında da onlar var; o bakış sınıfsal ve siyasal işlevi açısından restorasyon bakışı. Biz restorasyon karşıtı güçler açısından bakıyoruz; Haziran perspektifi içinden. Yapıcı eleştiri orayadır.
İkinci bakıştaki hatalar Arap isyanları sırasında da yapıldı ve bu bakış açısı, Temmuz ayında emperyalizmin bölgeyi İhvan’la denetleme projesinin karşısına dikilen Tahrir’deki milyonları anlamaktan da, açıklamaktan da uzak kaldı. Açayım: Arap dünyasında milyonların isyan dinamiklerine 3 yıl önce sadece “emperyalizmin aldatmacası” üzerinden bakanların, 2013 Temmuz’unda emperyalizmin İhvan projesini bölgesel olarak geriletecek şekilde sokakları dolduran milyonların Tahrir’ini anlaması da mümkün olmadı, olamazdı. Sonrası malum; halk hareketi yine dağınıktı, alternatif bir yönetme seçeneği oluşturmaktan uzaktı ve bu dağınıklıktan yararlanan manevra kabiliyeti daha gelişkin hakim kuvvetler önce davrandı ve halk hareketi devirmeden, Sisi/Ordu aracılığıyla kendi seçeneğini dayatıp Mursi’den vazgeçti ve meydanları boşalttı. Restorasyon modeliydi.
Niye anlattık bu hikayeyi? Emperyalizmi ciddi bir analiz değişkeni olarak ele almanın ve göstermenin yolu; onu her yerde hakim ve etkili gösteren tekil açıklama tarzlarıyla da mücadele etmekten geçiyor. Emperyalizmi her şeyi belirleyen tek güç olarak göstermek; gerileyen emperyalist merkezlerin ideolojik düzlemde yeniden yüceltilmesiyle, gücünün abartılmasıyla ve halkların bir “tezgah” olmadan harekete geçebileceğine daima inançsızlıkla sonuçlanıyor. Bu hatalardan kaçınmalıyız. Ve Haziran’dan sonra daha da kaçınmalıyız. Suriye örneğinde de sergileyegeldiğimiz üzere en sağlıklı anti-emperyalist tutum, Atlantikçi “sol ve sağ” tutumlarla hesaplaşmaktan geçtiği kadar, her gelişmeyi sadece emperyalizme bağlayarak kitleleri bağımlı değişken düzeyine indirgeyen, emperyalizmin gücünü ideolojik sahada sürekli ve kırılmazmış gibi yeniden üreten bu analizlerin de eleştirisiyle mümkün. Her şeyi emperyalizm belirleyebilseydi, bugün Suriye direnişi kazanamazdı. Halkların “kandırılma” süreci statik olsaydı; Tahrir, İhvan’ı tarihin çöplüğüne fırlatmazdı.
Gelelim Kiev’e: 20 Şubat tarihli Hürriyet’in manşetinde görüyoruz: Kocaman puntolarla “Kiev Gezi’si” sözleri. Hiç uzatmayayım: Kiev, Gezi değildir; olması da mümkün değil; Türkiye’de liberal-Atlantikçi restorasyon güçlerinin Kiev-Gezi benzetmeleri ancak ve ancak Batılı bir “liberal demokrasi” tarifini ve tarihini üstün, geçerli ve sorgulanmaz kılma hedefinin uzantısı olarak yorumlanabilir; Gezi’yi çalma programının ideolojik ve elbette jeopolitik düzlemde sürdürülmesidir; önce bunda anlaşalım.
Dolayısıyla Kiev ile Gezi’nin “bilinçli” karşılaştırmasının altında, Gezi’yi besleyen kamucu, demokratik halk isyanı dinamiklerinin Batıcı, piyasacı bir “demokrasi” tarifi içinde yumuşatılması, liberal bir dilin içine çerçevelenmesi arzuları kendisini hemen ele veriyor. Liberalizm, her zaman olduğu gibi ideolojik hegemonyasını neyin otoriterlik olup neyin olmadığına kendisi karar vererek kurma yolunda ilerliyor. O halde bu benzetmelere karşı elbette ve kaçınılmaz olarak ideolojik müdahale ve mücadele; buna karşın isyan dinamiklerini sıradanlaştıran, anlamayı zorlaştıran tek faktörlü açıklama tarzlarıyla da mücadele. Evet bugün Kiev, tıpkı Şam gibi yeni uluslararası kutuplaşmanın ön cephesi olarak görülüyor; evet bugün Kiev’de, Rusya yanlısı bir yönetime karşı Şam’da mevzi kaybedenler pozisyon alarak krizi fırsata çevirmeyi ve siyasi/jeopolitik tazminat koparmayı istiyor. Ve evet Kiev sokaklarında faşist çeteler var; diğer yanda da başlarda bu faşist çetelerden ayrı alanlarda toplanan kitlesel gençliğin geleceksizlik, işsizlik ve olumsuz yaşam standartları karşısında “liberal”- Atlantikçilikle umutlanması; kurtuluşu siyasal olarak geri projelerde araması var.
Gezi ile Kiev’in temel farkı tam da burada yatıyor: Gezi’nin isyan dinamikleri sistem dışına doğru ileri; Kiev’in sokak dinamikleri ise sistem içine doğru geri kanallar açıyor; Gezi geride kalan yıllarda Atlantikçilik, piyasacılık, dincilik ve ırkçılık seçenekleriyle denetlenmek istenen toplum kesimlerinin bu stratejilere karşı da isyanıydı; bir bakıma çağdaş, kamucu ve kardeşçe halkların yaşama deneyiminin ön hazırlıklarıydı; Haziran’ın liberal ve Batıcı bir restorasyon projesiyle Aralık’tan bu yana kuşatılması çabalarının ardında, bu sistem dışına kanallar açma potansiyelinden duyulan korkular yatıyor. Kiev ise, yönetimden ve yaşamlarından memnun olmayan kitleleri Avrupacılık, piyasacılık ve ırkçılık temelinde harmanlayan geri bir programın denetimine sokarak sistem içine doğru zincirli kuyular açmayı hedefliyor. Haziran’a Aralık’ta verilen restorasyon yanıtının bileşenleri, Kiev’de bizzat sürecin kuruluşunu denetliyor. Kiev’de öfkelilerin örgütsüzlüğü; örgütlülerin ırkçı öfkesinin gölgesine sığınıyor.
Ama yine de belirtelim: özellikle sosyal medyada gözlemlediğimiz bir eğilim var. Haziran direnişine katılan halk dinamiklerinin belirli bir bölümünde izleri sezilen Kiev sempatisi ve duyarlılığının gerisinde, Kiev’le Gezi’nin aynı programa kapı açması değil; Kiev’den yayılan polis şiddeti görüntüleri vesilesiyle Haziran’daki despotik polis rejiminin anımsanması yatıyor. Kiev benzetmeleriyle Gezi’yi kuşatma çabaları bile halka Gezi’yi hatırlatıyor. Bu alanda duygusal özdeşleşme kurulduğu açık ve bu nedenle Kiev gösterilerinin evrildiği yerin ideolojik-siyasal eleştirisi, Kiev yönetiminin pozisyonunun da ilerici eleştirisinden geçiyor.
Kiev’de neye karşı çıkılmalı?
Kiev’de karşısında durmamız gereken ilk şey tereddütsüz olarak faşist çetelerin pozisyonu ve emperyalist müdahale, burası kesin, peki ya diğer öncelikler? Hareketin başlarında sokaklara dökülen yeni kuşak diplomalı, geleceksiz ve krizdeki Avrupa’yı hala bir kurtuluş reçetesi olarak görebilecek haldeki gençlerin ya da yönetimden ve yaşamlarından memnun olmayanların eylemliliğine yol açan faktörler mi yoksa bu faktörlerin sistem içi kanallardan sınıfsal ve jeopolitik olarak gerici seçeneklere bağlanması mı karşısında durduğumuz? İkincisine karşı çıkıyorsak, dile de dikkat etmeli; analizi öyle kurmalıyız. Ve ikincisine karşı çıkmakta tutarlı davranıp dersler çıkarmalı; Haziran’ın çalınmaması için çözümü örgütlemeli; Haziran’ın nefes kanallarını yeni araçlar ve siyasallıklar etrafında genişletmeliyiz. Çünkü halk içinde seçeneksizlik; gerici sağı besliyor; tersi değil.
Sokak niye çağırır? Unutulmaması gereken sorumuz bu. Sokak niye çalınır? Çare üretilmesi gereken sorunumuz ise bu.
DENİZ YILDIRIM - BİRGÜN - www.twitter.com/denizyildirim79