Suriye’de devam eden kanlı savaşın en ağır sonuçlarını nasıl kadın ve çocuklar yaşıyorsa, Türkiye’ye göç eden 1 milyonu aşkın sığınmacılar içerisinde de en büyük zorluğu onlar yaşıyor. MAZLUMDER Kadın Çalışma Grubu Üyeleri’nin büyük bir özveriyle hazırladıkları ve kısa küre önce yayınlanan “Kamp Dışında Yaşayan Suriyeli Kadın Sığınmacılar Raporu”nda kadın sığınmacıların istismarı konusunda ciddi önlemler alınması gerektiğini ortaya koyuyor. Raporda, sorunların çözümü için yol gösterici nitelikte önemli tespitler ve çözüm önerileri de mevcut.
Dünya üzerindeki sığınmacı hareketliliğinin büyük çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşuyor. Suriyeli mültecilerin de yüzde 80’ini kadın ve çocuklar oluşturuyor. Kadınların mülteci yetişkin erkeklerden farklı olarak, özel koruma ihtiyaçları bulunmaktadır. Bu nedenle mülteci kadınlar, tıpkı mülteci durumdaki çocuklar gibi “hassas grup” olarak nitelendirilir. Devletler, ülkelerine sığınan/iltica eden insanlar için temel insani yaşam koşullarını sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün gereği olarak sığınmacıların büyük çoğunluğunu oluşturan “hassas grup” olarak nitelendirilen kadın ve çocukların güvenlik, bakım, beslenme ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanması öncelikli olarak esastır.
DEVLET YÜZLERCE İNSANI KAYDA GEÇMİYOR
2011 yılı mart ayında başlayan bu göç dalgası, devam eden iç savaşla paralel olarak devam ediyor. Ülkesini terk etmek ve başka ülkelere sığınmak zorunda kalan Suriyeli mülteci sayısı her geçen gün artıyor. Ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyeliler çoğunlukla komşu ülkelere, Lübnan, Ürdün, Türkiye, Irak’a sığındılar. Lübnan’daki 1 milyondan fazla Suriyeli ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor. Türkiye’de ise resmi rakamlar 800 bin civarında ifade edilse de, gerçekte (Sınırlardan kaçak girenler, kayıt dışı olanlarla birlikte)1 milyonu çok aşmış durumdadır.
Türkiye’nin Suriye sınırına yakın illerde bulunan 22 mülteci kampında (çadır kent ve konteyner kent) 225 bine yakın Suriyeli barınıyor. Türkiye’ye sığınan ve kamplarda barınan Suriyeli mültecilere Başbakanlık AFAD yönetiminde insani yardım ve koruma sağlanmaktadır. Ancak kamp dışında yaşayan yaklaşık 700 bin Suriyeli mültecinin sağlık, eğitim, barınma, çalışma gibi insani ihtiyaçları karşılanmıyor. Yeterli insani yaşam koşullarının olmadığı, kimilerinin parklarda ve açık alanlarda ikamet ettiği, temel barınma, bakım, sağlık ve beslenme olanaklarından mahrum oldukları, kadınların cinsel istismar da dâhil ciddi boyutlarda güvenlik sorunu yaşadıkları yönünde iddialar, haberler ve adli bulgular mevcuttur.
Suriye’de devam eden iç savaş ve ülkedeki yıkıma bağlı olarak Suriyeli sığınmacıların uzun bir süre daha Türkiye’de kalmak zorunda oldukları, kısa sürede evlerine dönemeyecekleri dikkate alınarak, uzun vadeli çözümler ve politikalar uygulanmalıdır. Bu kapsamda, hem Suriyeliler hem de başka ülkelerden artan göç nedeniyle, Türkiye’de göç ve uyum (entegrasyon) konusunda derinlikli çalışmalara ihtiyaç vardır. Günümüzde göç eden insanları sadece “yabancı” kalıbında değerlendirmek hem kaba hem de yetersiz kalmaktadır.
SIĞINMACI KADINLAR ÇOK EŞLİLİĞE KURBAN EDİLİYOR
Mazlumder araştırması kapsamında bölgede sosyokültürel bir olgu olarak karşılaşılan çok eşliliğin fırsata çevrilerek örtük bir “kadın ticareti”ne dönüştürüldüğü, genç ve bazen çocuk yaştaki sığınmacı kadınların (Bazen aile zoruyla, bazen de kendilerinin çaresizlik içindeki ailelerine yük olma duygusunun ağır basmasıyla kerhen rıza gösterdikleri bir kurtuluş yolu olarak) para karşılığı evlilikler yaptıkları, çoğu zaman yasal açıdan hiçbir bağlayıcılığı olmayan bu evliliklerin kısa sürdüğü ve aslında sığınmacı kadınların bu evlilikler aracılığıyla sistematik bir cinsel istismara maruz kaldıkları tespit edilmiştir. Şanlıurfa, Hatay, Batman gibi illerde kız çocuklarına 20- 50 lira karşılığında fuhuş yaptırıldığı; evlerde gündelikçilik yapanların ise, 75- 100 liralık iş için 10- 15 lira aldıkları ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu evliliklerin kadınları, fuhuş çetelerinin ağına düşürmek üzere aldatmak için kullanıldığı, ülkelerinde ya da sığınmacı olarak Türkiye’de ikamet eden genç Suriyeli kadınları imam nikahı adı altında kandırarak fuhuş sektörüne çeken insan ticareti çetelerinin oluştuğu yönünde çok ciddi iddialar bulunuyor. Bu iddialar hızlı ve etkin bir şekilde soruşturulmalı ve iddialar doğru ise sorumlular tespit edilip adli kovuşturma yapılmalıdır. Sığınmacı kadınların mağduriyet nedeniyle zorunlu kaldıkları bu evlilikler aracılığıyla sistematik olarak istismar edilmelerinin önüne geçilmek üzere ilgili tüm resmi kurumlar ve STK’ler bir araya gelerek koordineli bir şekilde çalışmalıdır.
*MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı
DEVLETİN YAPMASI GEREKENLER
Raporda da yer alan önerilerin bir kısmı şu şekilde;
* Suriyeli tüm sığınmacıların kayıt altına alınması uluslararası korumanın bir gereğidir. Kayıt yapılması ayrıca uzun vadeli çözümlerin oluşturulması ve güvenlik bakımından da önemli olacaktır. Bu nedenle, kaydedilen mültecilere kimlik belgesi yerine geçen bir belge verilmek suretiyle, hukuksal güvence (ulus-lararası koruma) altında oldukları belirtilmeli ve bu kimlik belgesi ile sağlık, eğitim, çalışma ve diğer hizmetlere erişim imkanı sağlanmalıdır.
* Hizmetlere erişimde yaşanan temel sorunların başında dil nedeniyle iletişim kuramama gelmektedir. Hizmetlere erişimin kolaylaştırılması için ihtiyaç duyulan tüm kurumlarda Arapça ve Kürtçe çevirmenler görevlendirilmelidir.
* Uyum çalışmalarının bir parçası olarak, toplumda sığınmacılara yönelik tutumun olumlu yönlerini güçlendirmek gerekiyor. Bu kapsamda mültecilere hizmet veren resmi kuruluşların STK’lerle iş birliği içinde çalışabilecekleri bir sisteme ihtiyaç var.
* Sınır kapılarından geçişin zorlaştırılması, göçmen kaçakçılarına yaramakta ve her türlü istismarın önünü açtığı unutulmamalıdır.
* Kamp dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin barınma, sağlık, gıda ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarının giderilmesi için yerel yönetimler, belediyeler üzerine düşeni yapmalıdır.
* Mülteciler için önemli bir sorun da iş piyasasına/istihdama erişimdir. Kural olarak yabancıların çalışma izni alması gerekir. Ancak, yasal prosedürlerdeki zorluklar nedeniyle, mülteciler kayıt dışı olarak çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
* Sığınmacıların ikamet ve çalışma izni almalarının önü açılmalı, iş gücü piyasasında denetim artırılarak kaçak işçi çalıştırmanın önüne geçmek üzere gerekli yasal ve idari düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır. İstismara yol açan faktörlerin başında kayıt dışılık ve  yasal engellerin oluşturduğu unutulmamalıdır.
* Çocukların gelişim dönemlerinde dilencilik yapmalarının ve yine ucuz iş gücü olarak istismar edilmelerinin önüne geçmek üzere; okul/eğitim olanaklarının artırılması, ve psikososyal destek hizmetlerinin geliştirilerek yaygınlaştırılması için çalışma başlatılması gerekmektedir.
* STK’lerin sığınmacı kadınları hakları ve haklarına erişim konularında bilinçlendirici ve kadınları güçlendirici faaliyetler yürütmeleri etkili olacaktır.
* Barınma, beslenme, sağlık olanaklarının genişletilmesi için daha fazla çaba harcanmalı, sığınmacılara yönelik genel koruma ve destek programlarının kapsamı genişletilmelidir.
* Sığınmacı kadınlara özgü istihdam, eğitim, meslek edindirme çalışmaları gerçekleştirilmeli, dil kursları açılmalıdır. Bu kadınların eğitimlere daha etkin katılabilmeleri için burs olanağı sağlanmalıdır.
* İstihdam, eğitim ve meslek edindirme çalışmaları kapsamında sığınmacı kadınlar için teşvik edici tedbirler alınmalı, çocuklu kadınlar için çocuk bakımı ve eğitimi konusunda destek hizmet verilmelidir.
* Çatışma ortamında yakınını kaybetmiş, şiddete, tacize ve /veya herhangi bir şekilde istismara maruz kalmış ya da şahit olmuş sığınmacı kadınların rehabilitasyonu ve sığınmacılık olgusunun neden olduğu zorluklarla baş etmelerine yardımcı olmak için gerekli psikososyal destek sistemleri oluşturulmalı, kamp dışında yaşayan sığınmacı kadınların da bu hizmete erişimi sağlanmalıdır.
* Sığınmacı kadınların göç sürecine uyum sağlama ve karşılaşılan problemlerle baş etme becerilerinin geliştirilmesi, kendi güçlerinin farkına varmaları ve açığa çıkarmalarını sağlamak üzere güçlendirici sosyal hizmet çalışmaları yapılmalıdır.

Ben bir oğlumu, bir de barış istiyorum
Kübra KIRIMLI
DİYARBAKIR
GÜNLERDİR tanık olduğumuz bir şey var. Bir grup anne yaklaşık 20 gündür Diyarbakır’da “Annelerin Çığlığı” diye bir platform oluşturmuş ve haber alamadıkları dağa giden çocuklarını geri istediklerini söylüyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde günlerdir eylemde olan ailelerle, hem Kürt siyasi hareketi hem de hükümetin ileri gelen iktidar ve muhalefet partileri görüştü. Bu çocuklarla ilgili her gün başkaca şeyler duyuyoruz, kimi “Dağa gitmemiş, başka yerlerdeymiş, kimi gitmiş”, “Kiminin yaşı küçük, kimine para veriyorlar her gün orada tutuyorlar, kiminin çocuğu başka yerde fakat polis oraya yönlendiriyor”, “Bölge provoke ediliyor” vs... Fakat merak ettiğimiz bazı sorular var ki, asıl sorun burada gibi duruyor. Müzakere sürecinde bu çocuklar neden dağa gitmeyi tercih ediyor? Pozantı’da Kürt çocuklar tacize uğrarken, iktidarın gösterdiği bu hassasiyet o vakit neredeydi? Gezi olaylarında kaybettiğimiz Berkin Elvan’a “terörist” diyen, ailesini de hedef gösteren bir başbakanın bu meseleyi böyle ele alması ne kadar inandırıcı? Velhasıl daha birçok soru var.

ANNELER BASKI ALTINDA
Bu meseleyi görüşmek için dün o aileleri ziyaret ettim. Fakat aileler gazetemiz Evrensel’e röportaj vermek istemediler. Biraz daha üsteleyince, birkaç anne “Röportaj vermek yasaklandı” dedi. “Kim yasakladı? dedim, ses yok. Öğreniyoruz ki bizden önce CHP heyeti ziyaret etmiş aileyi ve bizden sonra da 3 Bakan gelip ailelerle görüşecekmiş. Bir annenin morali çok bozuk, çok üzgün. Aslında biraz da onların kızacağını bile bile işin aslı ortaya çıksın diye “Ama bir anne baskılara boyun eğer mi? Çocuğu için her gün konuşur” dediğimde, bir anne aslında belli ki birileri tarafından baskılanmış olmanın verdiği rahatsızlıkla “Kızım ben de derman kalmadı, ben yavrumu istiyorum, konuşmayın diyorlar, röportaj vermeyin dedi-ler, ben oğlumu istiyorum, bir de barış istiyorum.” diyerek aslında işin başka bir yüzünü gösteriyor bize. Bir başka anne, Derdiye Koç’un feryadını anlatıyor bize. Barış! Ama nasıl? Gazetelerin de yazdığı gibi lise öğrencisi Gülsüm Koç’ a ömür boyu ve 26 yıl 8 ay hapis cezası onandı. Altan Tan’ın da ifade ettiği bir mesele vardı ki bu çocuklar dağdan indiğinde 45 yıl hapis cezası alıyorlar.
Şimdi soruyoruz, barış olacak dedikleri barışta çocuklar 45 yıl ceza alır mı? Siyasi tutsak, çocuklara taciz reva mı görülüyor? “Anaları ağlatmayın” diyen Başbakanın 2006 yılında “Kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapınız” lafını, Liceli ailelere daha dün “Terörist” diye hitap ederken hatırlıyor bu toprağın evlatları... Bugün barış mücadelesine meşale tutan Liceli gençler ve ailelerdir! Ama bir gerçeği göz ardı ederek tartışmak “Neden dağa gitmek gereği duyuyor bu çocuklar?” “Barışı konuştuğumuz bir süreçte dağdan inen gence hukukun reva gördüğü hapishanede ömür tüketmek ise “Daha kaç genç dağa gidecek, daha kaç ana ağlayacak?” diye sorulur o zaman... Çocuklarının halini sormaya gittiğimiz ailelere “Sus, röportaj verme” diyerek her işine geleni siyasi malzeme olarak kullanarak, kalekollar yaparak barış olmaz. Canla başla “Barış” diyen kadınlara kulak verin! Abdulhalim YILMAZ-www.evrensel.net
Daha yeni Daha eski