Avrupalı Sol Partilerin Kürt Halkıyla Dayanışması
toplantısında şehit ailelerinin ve yaralı gazeteci Refik Tekin’in
anlattıklarını aktarıyoruz. Sur ve Cizre cehennemini yaşayanlar “Susmayın,
ayağa kalkın” diyor.
Bugün (20 Şubat 2016) Diyarbakır Sümerpark Ortak Yaşam
Alanı’nda DTK, HDP, DBP ve KJA’nın davetiyle Avrupalı Sol Partilerin Kürt
Halkıyla Dayanışması toplantısı gerçekleşiyor. Almanya, Katalonya, Nordik
ülkeler ve Avrupa Parlamentosu’ndan katılımcıların yanı sıra Selahattin
Demirtaş, Gülten Kışanak ve HDP vekillerinin katıldığı toplantıda Sur ve
Cizre’den şehit aileleri ve 56 gündür çocuklarının cenazesini almak için
direnenler de vardı.
Sur’dan “İsmail Amca”, şehit yakını “Zehra Anne” ve Cizre’de
yaralıları almaya çalışırken yaralanan İMC TV kameramanı Refik Tekin’in
izlenimlerini aşağıda paylaşıyoruz.1
İsmail Amca: “Bizi yalnız bırakmayın”
İsmail Amca, Sur: Başta Kürdistan, Amed, Cizre, Nusaybin
şehitlerini selamlıyorum. Çatıdan düştüm, yaralandım. 25 gündür tanklarla
toplarla üstümüze geldiler. Hendeklerimiz yoktu. Barikat zorunluydu, malımızı
canımızı korumak istiyoruz. Ben yaralandım, eşim hastalandı.
Orada gerilla yok. Gençler var. Biz varız. En büyük terörist
devlet. Daha dün Fatma Ana hastaneye yetişemeden öldü, onu çıkartan gençleri ve
eşini gözaltına aldılar.
Vekillerimize çağrıda bulunmak istiyorum. Bizi yalnız
bırakmasınlar. Hiç olmazsa haftada bir gün gelip kurumlarda otursunlar. Sur’dan
çıkmak zorunda kalan insanlar açlık çekiyor, yalnız bırakılmasınlar.
Refik Tekin: “Gerçekler karanlıkta kalmasın diye ölümü göze
alıyoruz”
İMC kameramanı Refik Tekin: Belki gazetelerde, haber
portallerinde yaşananları okuyorsunuz. Ama bizim karşı karşıya kaldığımız şeyleri
anlatmak istiyorum. Burada, gerçeği anlatmak isteyen genç meslektaşlarımızın
yaşadıklarının çok az bir kısmına değineceğim.
Özgür basın çalışanları “gerçekler karanlıkta kalmayacak”
sloganıyla başladı. 90’lı yıllarda köy yakmalar, köy boşaltmaları oldu ve
bunları kamuoyuna duyurmak için insanlar canlarını verdiler. Şimdi 21.
yüzyılda, burada yaşananlar pek farklı değil. Öyle bir ortamda görev yapıyor ki
arkadaşlarımız, kolayca “terör örgütüne üye” ilan ediliyorlar, “terör örgütü”ne
destek verdikleri söyleniyor, tutuklanıyorlar. Bölgede gazeteci arkadaşlarımız
fiziksel ve sözel saldırılara, tacizlere maruz kalıyorlar.
Kürdistan’da yaşananları yansıtmaya çalışan arkadaşlarımız
hâlâ bölgedeler ve gerçekler karanlıkta kalmasın diye mücadele ediyorlar. Herkesin
şunu bilmesini istiyorum: Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği her yerde
bulundum. Yasak ilan edilmeden önce bir kente girmek istediğinizde, fiziksel
baskılara ve hakaretlere maruz kaldık. O kadar rutin ki bu, basından arkadaşlar
artık bahsetmiyor bile. Polisin gelmesi, kameranı ve seni itip kakması, hiçbir
belge göstermeden “buraya giremezsin” diye yasaklar koymaları her an olan
şeyler.
Ben ayağıma kurşun yedikten sonra mutlu oldum, çünkü
öldürülmedim. Sonrasında işkence ile öldürülmediğime sevindim. Mazlum Dolan
arkadaşımız haber takibi yaparken orada mahzur kaldı, ancak dün çıkabildi.
Mazlum’un gözaltına alınmasına, tutuklanmasına bile sevinebilirim, çünkü sağ
kaldı. Tutuklanmak, yaralanmak bizi mutlu etmeye başladı! Böyle bir ortamda
çalışıyoruz.
Masa başında haber yapan “gazeteciler”
Oradaki dramı, katliamı, bombaları anlatabilmem çok zor. Ama
burada şöyle bir gerçeklik var: Biz basın çalışanları, demokratik kitle
örgütünden insanlar olarak orada sivillerin, çocukların öldürüldüğü haberlerini
günbegün geçiyoruz. 12 yaşındaki Binevşîn, beyaz bayrakla, ailesinin gözünün
önünde keskin nişancılarla öldürüldü. Biz bu haberi orada yaparken, Havuz
Medyası masa başında tam tersine haberler yapıyorlar. 3 yaşındaki Mîray bebek,
çocuğunu kaybeden hamile kadın… Birçok örnek verebiliriz. Masa başındaki
“gazeteciler” ise bunların hiç olmadığını göstermeye çalışıyor.
Sivil ölümleri yaşanıyor. İnsanlar cenazelerini almaya
çalışırken ölüyor. Beyaz bayrak umuttur, insanlar beyaz bayraklarla başka bir
mahalleye geçmeye çalışırken vuruldular. Beyaz bayrak tüm dünyada savaşlarda
kullanılır, saygı görür, ama bunun bile artık Türkiye’de, bölgede bir anlamı
yok.
Biz bu vahşi uygulamaları objektif bir biçimde kamuoyuna
yansıtmak isterken tarandık, 10 kişi yaralandı, biri de bendim. Aslında orada
hep bunlar yaşanıyor, biz sadece birini yansıtmaya çalıştık. Neden diğer sivil
ölümlerini çekemedik, yansıtamadık, belgeleyemedik? diye sorabiliriz. Biz sokak
aralarında polisten ve zırhlı araçlardan kaçarak haber yapıyorduk. Bizi
gördükleri yerde gözaltına alınıp tutuklayacaklarını biliyorduk.
Milletvekilleri yanımızda olduğu halde her an gözaltı tehdidi oluyordu dışarı çıktığımızda.
Denir ya: Savaş önce gerçekleri vurur. Sur’da, Cizre’de yaşananların
yansıtılması istenmiyor.
Refik Tekin vurulma anını anlatıyor
Milletvekilleri ve Cizre belediye başkanından oluşan bir
heyet yaralıları ve hayatını kaybedenleri almak için hareket ettik. Beyaz
bayraklarla gidiyorduk. Nusaybin yoluna geldiğimizde sağımızda solumuzda zırhlı
araçlar, paletli tanklar vardı. Bir ikaz, bir anons yapılmadı. İnsanlar
cenazelerini almak için çok kararlıydılar. Cenazeler sokaklardaydı, çürümeye
terk edilmişti. Onları toplayıp geri dönerken üzerimize ateş açıldı. Bir
gazeteci olduğum halde bir terörist olarak lanse edildim, bunu havuz medyası
yaptı. Bir basın çalışanı kolayca terör örgütü üyesi ilan edilebiliyor.
Etrafımdaki insanların yere düştüğünü gördüm. Kayıttan hiç çıkmadım, çektim.
Çünkü onlar terörist de değildi silahlı da değildi. Sadece akrabalarının
cenazesini almak istiyorlardı. Diyorsun ki: Yaralıyım ama olsun yine de
çekeyim. İnsanlar yakınlarının cenazesini, yaralı bedenini almak isterken vuruluyor,
birileri de bunu bilmek istiyor.
Ben dahil 10 kişi yaralandık, 2 kişi hayatını kaybetti.
Polisler beni yaralı halde ambulanstan çekip yerlerde sürükledi, “Hepiniz
teröristsiniz, Türk’ün gücünü göreceksiniz” diyorlardı. Hakaret, dayak…
Kürt’sen, basın çalışanı isen öldürülmen gerekiyor. Nedim Türkeli
(Yüksekova’dan) polislerce sıkıştırıldı ve “kafasına sıkın” sözlerini duydu. Bu
baskılar yansıtılmasın mı? Havuz medyası gibi masa başında oturup Kürdistan’da
yaşananları mı yazalım?
Arkadaşlarımız şu anda Yüksekova’da, İdil’de, Nusaybin’de ve
birçok yerde canları pahasına mesleklerini icra ediyorlar. Bir gün bu devlet
umarım uluslararası düzeyde bir gazeteciyi sürükleyerek “Türk’ün gücünü
göreceksiniz” demenin hesabını verecek.
Bizim bir görevimiz var: Bölgede yaşanan gerçekleri,
katliamları, sivil ölümlerini bütün çıplaklığı ile kamuoyuna duyurmak. Bunu
yapmaya devam edeceğiz, canımız pahasına yapacağız. Halkın haber alma hakkı ne
kadar engellenirse engellensin, canımız pahasına bu görevimize devam edeceğiz.
Korkmadık, korkmayacağız. Yakalanabiliriz, tutuklanabiliriz, yaranalabilir,
ölebiliriz. Ama özgür basın çok bedel verdi. Biz onların yolunda yürümeye devam
edeceğiz.
Ramazan Öğüt 16 yaşında Sur’da vuruldu, cenazesi verilmedi. Ramazan’ın annesi de toplantının davetlileri arasındaydı. |
Zehra Ana: “Evinizde oturmayın, ayağa kalkın!”
Açık grevindeki aileler adına Zehra Anne: Hoş geldiniz.
Başımızın gözümüzün üstüne geldiniz. 56 gündür eylemdeyiz, şehitlerimiz için
eylemdeyiz. Açlık grevinde şehitlerimizi bekliyoruz. Cenazelerimiz yerde eridi,
sadece kemikleri kaldı. Ama Erdoğan devleti kemiklerimizi de vermiyor.
Kürt insanları evlerinde oturmasınlar, cumartesi pazar
demesinler, bize sahip çıksınlar. Biz Kürdüz. Erdoğan bizi öldürüyor,
çocuklarımızı öldürüyor. Evinizde kalmayın, kalkın. 56 gündür 10-15 aile
eylemdeyiz, direniyoruz. Bize yardım edin. Kürdüz hepimiz. Neden 7-8 yaşında
çocuklarımız öldürülüyor, ana karnında çocuklarımız öldürülüyor.
“Cenazelerimiz yerlerde eridi”
Biz terörist değiliz, devlet terörist. Biz yaşadığımız
sürece cenazelerimizi isteyeceğiz. Bizim cenazelerimiz para cenazesi değil.
Çocuklarımız dünya malı için ölmedi. Biz dünya malı istemiyoruz, 15-16
yaşındaki çocuklarımızın cenazelerini istiyoruz. Polis asker anneleri de çocuklarına sahip
çıksınlar, barış istiyoruz desinler, bizimle otursunlar.
Amed ayağa kalkmıyor. Gün kahvehanelerde okey oynama günü
değil. Ayağa kalkma günüdür. Çocuklarımızın da hayali vardı, o hayali
öldürdüler. Ensari ailesi bu Diyarbakır’ın sokaklarında nasıl yürüyecekler?
Nasıl utanmayacaklar?
Bizim çocuklarımızın cenazesi sokakta, ama biz bitmeyiz. Biz
Kürt’tük, yine Kürdüz, Kürt kalacağız!
(http://gezite.org/cizreyi-suru-yasayanlar-anlatiyor/)